02 Ekim 2020

YouTube

Bugünkü  basın toplantımıza başlıyoruz.

Bildiğiniz gibi çok önemli konuların sürekli yaşandığı bir ülkedeyiz. Öncelikle ilk konu olarak gündemdeki çok önemli bir haksızlığa vurgu yapmak istiyorum. Bildiğiniz gibi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Kobani olayları dolayısıyla 6 yıl sonra 82 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarmış ve bir soruşturma başlatmıştı. Bu kamuoyu vicdanının kabul edeceği bir şey değildir çünkü 6 yıl sonra ve hukuki gerekçeler olmaksızın başlatılan bir soruşturma ile arkadaşlarımız gözaltına alınmıştı, en az 20 kişi gözaltına alınmıştı ve dün gece haber aldığımıza göre savcı tutuklama istemi ile mahkemeye sevk etmiş, biz mahkemenin, hakimin adil bir karar almasını ve arkadaşlarımızı serbest bırakmasını umuyoruz. Demokratik siyasetin boğulmaya çalışıldığı, yok edilmeye çalışıldığı bir zemin de böyle bir hamlenin kesinlikle anti-demokratik bir hamle olduğunu, kesinlikle demokrasiyi yok etme girişiminin olduğunu düşünüyoruz ve bu mağduriyetlerden sonra arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını bekliyoruz.

Yine geçtiğimiz günlerde Kars Belediyesi’ne yönelik operasyonlarda 19 kişinin gözaltına alınmasını da hukuksuz bir girişim olarak görüyoruz. Daha öncesi kayyumların atanmasında olduğu gibi keyfi bir şekilde insanların sabah evlerine baskın yaparak ağır ve haksız ithamlarla gözaltına alınması kabul edilemez!

Türkiye’de Kürt meselesini kayyumlar yolu ile çözmeye çalışan, Türkiye’de Kürt meselesini gözaltılar, tutuklamalar ile çözmeye çalışan, Türkiye’de Kürt meselesini insan kaçırmalar, işkenceler, kötü muameleler ile çözmeye çalışan bir anlayışı reddediyoruz! Bu anlayış sorunu daha derinleştiren, sorunu daha da içinden çıkılamaz bir hale getiren bir anlayıştır ve hem Kürt meselesinin çözülmesini isteyenlere, hem de toplumun hepsine yönelik bir zulüm uygulamasıdır çünkü bu politikaların devamından dolayı sadece Kürtler değil, Türkler ve toplumun her kesimi zarar görmektedir. Biz bu devlet ve iktidar uygulamalarının yanlış olduğunu, kabul edilemez olduğunu tekrar ve tekrar söylüyoruz.

Değerli arkadaşlar dün Van’daydım. Milletvekili arkadaşlarımız ile birlikte.

Yeni gelen bir haber. Altan Tan, Sırrı Süreyyan Önder ve Gülfer Akkaya harici herkes hakkında tutuklama kararı verilmiş. Çok yanlış bir karar diğer arkadaşlarımız da bu 3 kişi gibi serbest bırakılmalıydı, özgürlükleri gasp edilmiş durumda, demokratik siyasete bir balyoz vurulmuş durumda ama bunlar boşuna hamlelerdir. Kabul edilecek kararlar değildir ve hukuku ayaklar altına alan, Anayasayı ayaklar altına alan kararlardır. Kesinlikle kabul etmiyoruz, bir zulüm uygulamasıdır, Ayhan Bilgen gibi mutena bir siyasetçiyi yok etme girişimidir. Kars Belediyesi’ne kayyum atanması girişimi, Kars Belediye görevlilerinin gözaltına alınma ve tutuklanma girişimi kesinlikle kabul edilecek bir davranış değildir. Hukuka demokrasiye aykırıdır ve Kobani olayları dolayısıyla da onlarca kişinin Anayasa’nın maddeleri, hukuk, Türk Ceza Kanunu maddeleri kötüye kullanılarak, kötüye kullanılarak diyorum çünkü yargı siyasete uymaktadır. Yargı siyasete boyun eğmiş durumdadır. Böyle bir tutuklama hadisesinin gerçekleşmesi kesinlikle kabul edilir bir hal değildir! İşte biz yine söylüyoruz; Kürt meselesini gündeme getiren kişileri, grupları, dernekleri, partileri, zorba yöntemlerle boyun eğdirmeye çalışmanızın hiçbir anlamı yoktur. Gerçek apaçık ortadadır, devlet ve iktidar uygulamaları Kürt meselesinin kendisini oluşturmaktadır ve oluşturduğu bu sorunu da kendi zorba yöntemleri ile hukuksuz yöntemleri ile daha da büyütmektedir.

Değerli arkadaşlar işte dün Van’da olduğumuzu söyledik. Milletvekili arkadaşlarımız ile Van’daydık. Van Çatak’da bir hadise gerçekleşmişti, Osman Şiban ve Servet Turgut isimli 2 köylü, 2 vatandaşımız bir askeri helikoptere bindirildikten sonra 2 gün boyunca onlardan haber alınamamıştı ve 3. Gün bu kişilerin ağır bir travmaya uğramış, kemikleri kırılmış, beyin kanamasına uğramış, iç kanaması süren bir şekilde Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde olduğu anlaşılmış. Düşünün askerler tarafından helikoptere sapasağlam bindirilen 2 kişi ve 3. Gün bu insanlar kemikleri kırılmış, şuurları kaybolmuş, yoğun bakımdaki halleri ile hastanede ortaya çıkan son halleri. Kim buna itiraz etmez? Kim bunun peşini aramaz? Kim buradaki hukuksuzluğu anlamaz? Kim buradaki işkenceyi anlamaz? Kim buradaki kötü muameleyi anlamaz? Kim buradaki muamelelerden dolayı büyüyen Kürt sorununun farkına varmaz?

Biz diyoruz ki bu memlekette Kürt meselesi devlet ve iktidar eliyle oluşturulmuştur ve zorba yöntemlerle devam ettirilmektedir, bu tür metotlarla da devam ettirilmesi sorunu daha da büyütmekte, içinden çıkılamaz bir hale getirmektedir! Uygulamalar maalesef daha da vahşi bir şekilde devam ettirilmekte; biz konuyu öğrendikten sonra, hastane kayıtlarında hastanelere kabul edildiğinde sanırım o kişileri hastaneye getiren kişilerin de vicdanen ifadelerine yansıyan helikopterden düşme ve yüksekten düşme ifadeleri ile birlikte hastanede takip altına alındığını raporlardan, belgelerden öğrenmiştik. Ardından Servet Turgut aradan geçen günlerden sonra maalesef hayatını kaybetti. Yoğun bakımda şuuru kapalı bir şekilde yatıyordu ve doktorlar ondan ümidini kesmişti ve sonunda hayatını kaybetti Servet Turgut. 64 yaşındaydı, nufüsta 55 olarak görünüyordu ama yakınlarından edindiğimiz bilgiye göre gerçek yaşı 64’dü. 64 yaşındaki bir insanın kayalıklar bulunmayan bir yerde ki oranın videosunu da gördük, güya kayalıklardan düşerek kaçmak suretiyle askerlerden kaçtığı ki o kişinin görüntüsünde yaşlı ve 3 adım atamayacak durumda bir insan olduğu apaçık ortada. Kaçtığı ve kayalıklardan düştüğü ifade ediliyordu ama köylüler, yakınları öyle bir şey demiyordu, Osman Şiban ve Servet Turgut bilhassa gidip Van’da da yakınlarından dinlediğimize göre en az 7 şahidin ikrarı ile köyden alınıp 200 metre ilerdeki helikoptere bindirilip, oradan götürülmüştü ve daha sonra kemikleri kırılmış bir şekilde hastanede bulunmuştu. Apaçık bu gerçekler, apaçık bu işkence görüntüleri, işkence ispatlılığı sonrası bile maalesef yalana başvuran bir Van Valiliği vardı. “Efendim işte, yok kayalıktan düştü, yok usulüne uygun gözaltına alındı.” Gibi ifadelerle yalancılının mumu yatsıya kadar yanar atasözünü hatırlatacak şekilde bir açıklama yapmışlardı. Tekrar söylüyorum Van Valiliği’nin açıklaması yalan bir açıklamadır. Biz Van’a da gittik, mağdurların yakınları ile de görüştük, o olay hakkındaki bilgimiz düşüncemiz duygumuz nettir. Sapasağlam alınan insanların daha sonra yoğun bakımda bulunmasının hiçbir açıklaması yoktur. Bu açıklamayı yapacak olan gözaltında bu kişilere ne yapıldığını açıklayacak olan devlet erkanıdır, askerlerdir, Valiliktir, İçişleri Bakanlığı’dır ama maalesef yalana başvuruyorlar. Kabul edilecek bir şey değil!

Biz olayın peşinde olacağız, ben Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesiyim, şimdiye kadar Türkiye’de bir çok kaçırılan kişinin başvurusu bize geldi, insanlar aylarca kaçırıldı kendisini polis olarak tanıtan kişilerce kaçırıldı, Bakanlık aylarca bize cevap vermedi, kimseye cevap vermedi. Birleşmiş Milletler ve AİHM’e de cevap vermedi, kaçırılmalar ve işkenceler konusunda biz kaygılarımızı belirttik ama hiçbir açıklama yapmadılar, onun sonunda ortaya çıkan kişilerden 2’si  aylarca kayıp olduğu süre içinde devlet görevlileri tarafından işkenceye uğradığını iddia etti ve bu konular hakkında da halen ciddi bir açıklama yok, bütün bunların üstüne 420 günü bulan bir şekilde maalesef Yusuf Bilge Tunç kaçırılmış ve ortada olmayan bir haldedir. Ne ölüsü ne dirisi ortadadır. İşte bu vasatla Yusuf Bilge Tunç’un 420 günü aşan bir şekilde ortada olmadığı, kaçırıldığı, kayıp olduğu bir ortamda hiç kimsenin bir açıklama yapmak istemediği, ciddi bir araştırmanın yapılmadığı, soruşturma sürecinin çok üzücü hatalar ertelemeler, ihlaller ile dolu olduğu bir süreci yaşarken bir de başka kaçırma olayları, işkence olaylarını da duyuyoruz. HDP Gençlik Meclisi üyelerine yönelik bir çok kaçırma, işkence, dayak, kötü muamele olaylarından sonra da işte Van’da bu korkunç olayı duyduk. Van’da Osman Şiban ve Servet Turgut helikopter ile alınarak hastanede yoğun bakımda en sonunda bulunmuş oldu ve öylesine bir devletteyiz ki; öylesine bir polis devletindeyiz ki hiç kimse bir açıklama yapma ihtiyacını hissetmiyor. Biz Servet Turgut’un kardeşi Naif Turgut’a sorduk: “ Herhangi bir devlet yetkilisi, Herhangi bir devlet görevlisi sizi aradı mı?” Hiçbir devlet görevlisi aramamış kendilerini, geçmiş olsun bile dememiş. Ne oldu? Ne bitti? Diye biri sormamış. Arayanlara teşekkür ediyor ama yetkililerin bu konuda herhangi bir açıklama yapmamasını kınıyor, biz Naif Turgut ile uzun uzun konuştuk ve ortada bir gözaltına aldıktan sonra kötü muamele ve işkence olduğunu anladık. Osman Şiban’ın o yoğun bakım ortamından çıktıktan sonra “Beni helikopterden attılar.” İfadesini, Naif Turgut bize nakletti. İster helikopterden atılsın, ister atılmasın Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı 2 kişi, gözaltına alındıktan sonra 3. Gün yoğun bakımda kemikleri kırılmış, beyin kanaması, iç kanaması yaşıyor şekilde bulunmuşsa bunun birileri tarafından açıklanması lazım. Çok vahim bir hadisedir! Biz dün milletvekili arkadaşlarımız ile Servet Turgut’un taziyesine gittiğimizde de bu vahim, zorba iktidar uygulamaları devam etti, milletvekili arkadaşlarımız ile taziyede Kuran-ı Kerim okunduktan sonra, dualar ettikten sonra kısa bir konuşma yapmak istedik, Milletvekilimiz Hüda Kaya konuşurken maalesef polis müdahale etti ve taziyeye bile bir polis baskını yapıldı, taziyeye bile bir polis müdahalesi yapıldı. İnsanların acılarına bile müdahale edildi, insanlar orada acılarını yaşarken bile tedirgin edildi ve baskın yapılarak taziyedeki insanların hakları, özgürlükleri gasp edildi, konuşmaları engellendi, medyanın çekim yapması engellendi ve medya şeytanlaştırılmaya çalışıldı. Zorbalık ile gözaltına alma girişimi ile milletvekillerimiz konuşturulmadı. Bunu bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söylüyorum. Dün Van’da yaşanan bu olayı, milletvekillerimize yapılan bu ihlali, bu zorbalığı, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde söylüyorum. Van Valiliği yetkililerinin bunun hesabını vermesi gerektiğini söylüyorum. Hem hukuken hem de vicdanen bu zorbalığı nasıl yapabilmişlerdir? Bir katil sonrası, taziyesine katıldığımız Servet Turgut’un taziyesine bile müdahele etme cürretini nasıl bulabilmişlerdir anlamak mümkün değil. Daha sonra Mezopotamya Haber Ajansı’nı hedef alarak, özellikle Mezopotamya Haber Ajansı muhabirine çekim yaptırmamak, onu hedef almak gibi bir tavır içine girmişlerdir. Medya özgürdür ama açıkça devlet ve iktidar yetkililerinin bir takım medya kuruluşlarına, bir takım ajanslara yönelik hasmane bir tavır aldığını, halkın haber alma hakkını özellikle bir takım haber kuruluşları, ajansları haber alarak engellemeye çalıştıklarını görüyoruz. Kabul edilemez bu! İpekyolu İlçe Örgütü önünde yapacağımız açıklamada da yine Mezopotamya Haber Ajansı’nın çekim yapması özellikle engellenmiştir ve hasmane bir tavır ile bir takım ithamlarda bulunarak bu medya kuruluşunun çekim yapması, parti binası önünde çekim yapması engellenmiştir ve bu yüzden biz de açıklama yapmayı orada iptal etmişizdir.

Değerli arkadaşlar bütün bunlar işte yaşanan son derece vahşi uygulamalar kabul edilemez, hukuksuz, vicdansız uygulamalar Türkiye’nin nasıl bir yerde olduğunu apaçık göstermekte ve kabul edilemez bir halde olduğunu maalesef göstermektedir.

Değerli arkadaşlar biz her açıdan hukuksuzlukların ortadan kalkması demokrasinin tesisi için uğraşıyoruz. Bakın verdiğimiz soru önergelerine verilen cevaplar ne kadar skandaldır. Geçtiğimiz günlerde 6-7 Eylül olayları ile ilgili bir araştırma yapılmasını istedik ve bir önerge sunduk. 6-7 Eylül olayları, bu pogrom ile ilgili yani topluluklar ile ilgili azınlıklara yönelik saldırı, yağma, talan hadisesinin araştırılması ve bu apaçık gerçek olan hadise için 6 Eylül Günü’nün Ulusal Anma ve Yas Günü ilan edilmesini istedik, böyle bir önerge verdik ama bize gelen Meclis Başkanlığı cevabında: “Pogrom ifadesinin kaba ve yaralayıcı olduğu için önergenin kabul edilemeyeceği.” Söylendi ama bu tarihe karşı gelmektir. Gerçeklere, net görüntülere karşı gelmektir. 6-7 Eylül 1955’de en az 4 bin iş yeri tahrip edilmiş, bin iş yeri talan edilmiş, kliseler, havralar, sinagoglar yağmalanmış talan edilmiş ve mezardaki cenazeler bile kaldırılıp bıçaklanmıştır, yaşlı kadınlara tecavüz edilmiş ve onların çıldırmasına neden olunmuş, bunun gibi sayamayacağımız utanç verici kara bir tablo ile 6-7 Eylül olayları bir sonradan anlaşıldığı üzere bir devlet kurgusu ile vatandaşların, azınlıkların mallarına saldırması suretiyle gerçekleştirilmiştir. Apaçık bir gerçek ortadadır ve bütün bunlardan sonra bu olayların araştırılması en azından azınlık olan vatandaşlarımızdan özür dilenmesi ve 6 Eylül Günü’nün Ulusal Anma ve Yas Günü olarak ilan edilmesi bütün bu yanlışlıklardan, bütün bu cinayetlerden sonra ki bu olaylar sırasında onlarca kişi hayatını kaybetmiştir. Maddi, manevi büyük hasarlar olmuştur, azınlıklar yurtdışına gitmek zorunda kalmıştır, bütün bunlardan sonra bir daha bu tür vahşi olayların, nefret söylemleri ve linç kültürü anlayışının ortadan kaldırılması gerketiğini söylememize rağmen Meclis Başkanlığı bütün bu vahşi linç olaylarını görmezden gelerek, bizim bunları ifade eden, apaçık gerçeği ifade eden “Pogrom” kelimesini kullanmamızı “Kaba ve yaralayıcı” olarak bulmuştur. Asıl skandal buradadır, apaçık gerçeği reddetmek üstünü örtmeye çalışmak maalesef bu iktidarların bu uygulamaları yapanların gerçek yüzüdür ve bu yüzden de sorunlar çözülememektedir, yarın öbür gün azınlıklara yönelik saldırıların sorumlusu şimdi bu kararı verenlerdir, bunu da tekrar hatırlatımış olalım. Biz önergemizi tekrar vereceğiz, evet bu kelimeyi kaldırarak da vereceğiz bakalım tavırları ne olacak? Bir kelimeye takılmayacağız, mesele 6-7 Eylül olaylarının ortaya çıkmasıdır, o yüzden önergemizin sonucunun tekrar ortaya çıkmasını istiyoruz. Aynı zamanda başka verdiğimiz önergelere de skandal cevaplar alıyoruz.

Mesela Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e açlık grevi sırasında vefat eden 238. Günde vefat eden Ebru Timtik’in durumu ile ilgili soru sormuştuk ve bu “Sessizliğinizin sebebi ne? Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal ölsün mü istiyorsunuz?” diye sormuştuk. Ebru Timtik için artık günlerin sayıldığı bir aşamadaydık, tibbi tablo çok kötü, sıvı alamıyordu ve biz de “ Ebru Timtik ölsün mü istiyorsunuz? Niye müdahele etmiyorsunuz?” dediğimizde. “Efendim bize sorduğunuz soru istişari bir soru anlamındadır, o yüzden buna cevap vermiyoruz.” Gibi bir cevap geliyor. Adım atmamanın, bir kişinin açlık grevini çözmemenin sorusunu “Bizimle istişare mi yapıyorsunuz?” diyerek cevaplamak kadar mantıksız, vicdansız bir cevap olamaz! Apaçık bir gözyumma, apaçık bir adil olmayan yargılanma sonucu Ebru Timtik hayatını kaybetmiştir ve bizim bu alanda önceden sorduğumuz vicdani soru maalesef Adalet Bakanlığı tarafından cevapsız kalmıştır.

Yine avukatların KHK’lı avukatların, hukukçuların hakkı gasp ediliyor biliyorsunuz. OHAL Dönemi ve sonrasında KHK’lı hukukçular avukatlık yapamıyorlar, bu çok büyük bir hak gaspı. Yıllardır bu konu için mücadele ediyoruz Adalet Bakanlığı sürekli baroların ruhsat verme girişimine karşı davalar açıyor ve bu yüzden KHK’lı hukukçular, yılların hukukçuları avukatlık hakkını elde edemiyorlar. Bundan dolayı Anayasa Mahkemesi bir karar verdi ve bu uygulamanın Anayasa’yı ihlal olduğuna karar verdi. Bakın çok net bizim yıllardır söylediğimizi Anayasa Mahkemesi net bir şekilde söyledi, KHK’lı hukukçuların avukat yapılmamasının Anayasa’yı ihlal olduğunu söyledi ve bütün bunlardan sonra bir an evvel aslında baroların stajları yaptırması ve avukatlık ruhsatlarının bir an evvel verilmesi gerekiyor, gerekçeli karar da yayınlandı ama bütün bunlardan sonra biz halen KHK’lı hukukçulara yönelik adil bir tavrı görmüyoruz. Şunu görüyoruz; bir takım söylentiler, bir takım ortaya çıkan durumlar dolayısıyla bazı KHK’lı hukukçulara avukatlık ruhsatı bu süreç içinde verildiğini ve çoğuna verilmediğini duyuyoruz. Verilenleri biz engellemiyoruz, onlar haklarını almışlardır, verilmeyenlere niye verilmediğini? Bir ahbap-çavuş ilişkisi mi olduğunu? Neden böyle ayrımcılık olduğunu? Verilmesi gerekenlerin neden engellendiğini yine bir soru önergesi ile sorduk ve takipsizlik, beraat almış hiçbir işlemi olmayanlara niye avukatlık hakkının verilmediğini sorduk. Kaç kişiye bu konuda dava açıldığını? Vb. Soruları ayrıntılı bir şekilde sorduk ve bunun da takipçisi olacağız!

Değerli arkadaşlar bize bir çok vatandaş başvuruyor. Maddi durumu kötü olan insanlarımız başvuruyor, gerçekten pandemi ortamında eğitim çok büyük bir aksamaya uğradı, bir de maddi durumu iyi olmayan aileler açısından daha büyük aksamaya uğradı çünkü her evde yeterli bilgisayar, tablet yok ve derslerin izlenmesi açısından çocuklar mağdur ediliyor. Aileler bilgisayar almak istiyor, tablet almak istiyor ve maddi yetersizliklerden bunları da alamıyor. Devlet kendilerine bilgisayardan, internetten takip edin diyor ama internet aboneliğini ödeyecek güçleri olmayan ailelere söylüyor bunu. Bilgisayarı, tableti olmayan ailelere söylüyor bunu ve aileler eğitim hakkından mahrum kalıyorlar. Her vatandaşın Anayasal olarak eğitim alma hakkı vardır ve bu maalesef iktidar uygulamaları nedeniyle gasp edilmektedir. Bir takım vatandaşlar eğitim hakkından maddi durumlarındaki sıkıntılar dolayısıyla mahrum olmaktadırlar. Biz verdiğimiz bir kanun teklifi ile bunun giderilmesi gerektiğini söyledik: “Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı yoksulluk sınırının altında kalan ailelerin uzaktan eğitimde kullanacakları yeni nesil teknoloji standartları ile uyumlu araç ve gereçler ile internet hizmeti ailede okutulan öğrenci sayısı gözetilerek Bakanlık tarafından ücretsiz olarak sağlanması hedeflenmiştir.” Dedik. Bu yasa teklifi ile yine Milli Eğitim Temel Kanunu’nda değişiklik yapılması hakkında kanun teklifimizde “Salgın hastalığın baş göstermesi nedeniyle okul öncesi ilköğretim ve orta öğretim kurumlarında örgün eğitim ve öğretiminin yapılması mümkün olmaması ve Bakanlığın söz konusu eğitim durumlarında uzaktan eğitimin yapılma kararı alması durumunda Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı yoksulluk sınırının altındaki ailelerin uzaktan eğitim ile kullanacakları yeni nesil teknoloji standartları ile uyumlu araç ve gereçler ile internet hizmeti ailede okutulan öğrenci sayısı gözetilerek Bakanlık tarafından ücretsiz olarak sağlanır.” Diye kanun teklifimizin 1. Maddesini sunmuşuz. 2. Ve 3. Maddelerle de yürürlüğe girmesi ve Cumhurbaşkanı tarafından yürütülmesini istemişiz. Büyük bir mağduriyet var aileler çok zor durumda, bize gelen başvurulardan bunu net bir şekilde anlıyoruz.

Yine bizim bir başka kanun teklifimiz de; kadınların soyadı ile hakları ile ilgilidir. Bildiğiniz gibi kadınlar kendi soyadlarını kullanamıyor, evlilikte kendi soyadını kullanabilme yönünde bir müracaat yapması lazım ya da daha sonra aile mahkemesine başvurması gerekiyor. Biz bütün bunların durdurulması, T.C. Kimlik Numaralarının olduğu teknolojini geliştiği, her şeyin kaydedilebildiği bir ortamda, kadınların istediği nüfus kütüğüne kaydedilmesi, kadının isterse kendi nüfus kütüğünün devam etmesi, ister erkeğin de kadının nüfus kütüğüne kaydedilmesi veyahut da yeni bir nüfus kütüğü belirlenmesi gerektiğini söyledik. Yine soyadı anlamında da kadının isterse kendi soyadını devam ettirebilmesi, erkeğin de isterse kadının soyadına girebilmesi veyahut da çocukların yeni bir soyadı ile devam edebilmesi konusunda kanuni düzenlemelerin yapılması gerektiğini söyledik. Kadınların hakları o kadar gündeme gelmesine rağmen yıllardır fiiliyatta ihmal edilmekte, gözardı edilmekte. İşte biz kadınların haklarının iade edilme noktasında kadının bir mal olarak görülmemesi noktasında kütüğe kaydedilen bir mal olarak görülmemesi noktasında pratik adımların atılması için bu kanun teklifini de vermiş olduk değerli arkadaşlar.

Biz konularımza devam edeceğiz.

Bir çok yargı faciası yaşanıyor günümüzde. Bunlardan size bahsedeceğim: Bakın her geçen gün anne-baba tutuklulukların olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Her sabah uyandığımızda anne baba tutuklanmış, ailelerin dramını görüyoruz.

Sultan Ataş ve eşi İbrahim Ataş tutuklandı. 2 çocukları var. Biri 1 diğeri 3 yaşında. Anne sütü ile beslendiği için küçük çocuk huzursuz. . Kaç gündür bir şey yedirememişler. 1 ve 3 yaşlarında iki çocuklu Sultan Ataş kocası İbrahim Ataş ile birlikte tutuklandı. Çocuklardan küçüğü daha süt yaşında. Adil olmayan yargı çocukları da vuruyor değerli arkadaşlar. Bu kadının çocuğu halen annenin karantina süresi dolayısıyla annenin yanına verilmiş değil, anne sütü alan bir süt bebeğinin annesini emmesi engellenmiş oluyor. Bu iktidar eliyle engellenmiş oluyor. O çocuk cezaevine gidiyor, annesine kavuşamıyor. O çocuk gece gündüz ağlıyor, geceleri uyumuyor ve bu zorbaca adil olmayan uygulamalar sonucu anne baba tutukluluklar sonucu bu dramlar gerçekleşiyor. İşte bu çocuk da kim derseniz? İşte buyrun bunca küçücük çocukların anne babasını birlikte tutuklamışsınız, bu çocuklar perişan durumda, bakanları yok, kimisi süt bebeği, kimisi bakıma muhtaç çocuklar, kimisi hasta çocuklar ama bu çocuklara bile bile bu zulmü yapan bir yargı var! Bir iktidar var! Ve kınıyoruz iktidarın bu uygulamalarını!

Bebeklerin cezaevi kapılarında annelerine kavuşamadığı, çatlayıncaya kadar ağladığı bir Türkiye’deyiz değerli arkadaşlar. Bunu tüm Türkiye ve tüm dünya duysun. Türkiye böylesine hukuksuz ve vicdansız günler yaşıyor. Ülke istediği kadar maddi imkanlara kavuşsun, kaynaklar bulsun, ihracatlar yapsın, kendini zengin atlederek savaşlara girsin, istediği kadar; topluma zorbaca baskılar yapsın, toplumun istediği kadar görmezden gelsin, bu dünyada ve öte dünyada helaktan kurtulamaz, iflah olamaz, kim olursa olsun, ister devlet, ister iktidar, ister toplum kim olursa olsun bu vicdansızlıkları yaptığı ve göz yumduğu müddetçe helaktan kurtulamaz.

Yine bakın bir başka vaka her gün anadolunun her bir yerinden vakalar fışkırıyor. Hatice İğde ve Halil Ibrahim İğde 3 gün evvel tutuklanarak Siirt Cezaevi’ne konuldular. Biri 3,5 yaşında diğeri 5,5 yaşında 2 çocuğu kanser hastası olan babaannesine verildi. Babaannesi Kahramanmaraş Pazarcık’da oturuyor ve bu ailelerde perişan bir duruma düştüler. Çocuklar anne babanın kaybından dolayı hastalandılar, kusuyorlar, yakınları bize aktardı, işte anne babanın adil olmayan yargılanmalar sonrası, beraber tutuklanması sonrasında çocuklara da zulmedilen bir Türkiye’de yaşıyoruz maalesef.

Bakın yine bir başka vaka: Bu kişi de yargı önüne çıkarılacak, gözaltında günlerdir. Merve Özdemir 3 yaşında bir çocuğu var. Vatan Emniyet’de ve mahkemeye çıkacak. Anne tutuksuz yargılanabilir, diğer anneler gibi olmasın, diğer çocuklar gibi perişan olmasın bu çocuk diyoruz ve tutuksuz olarak en azından yargılanması yapılsın diyoruz.

Yine bir başka aile dramından örnek vereceğim. Yıllardır maalesef büyük bir sıkıntı var. 29 Eylül’de mahkeme vardı, daha sonucu haber alamadık. 4 yıldır baba 1 yıldır anneleri yok bu çocukların, psikolojileri ne oldu bilemiyoruz. Siz tahmin edin? 4 yıldır babanın 1 yıldır da annenin başında olmadığı bu çocuklar.

 Türkiye’de binlerce çocuk var değerli arkadaşlar, bakın anne ve babası başında olmayan, anne ve babası birlikte tutuklu olan, perişan olmuş çocuklar var. Bunlar ister cezaevinde olsun ister babaanne, anneanne yakınında olsun, çok büyük psikolojik, fizyolojik sorunlar yaşıyor ve kimsenin de umrunda değil. Bunlar zalim, vicdansız, hukuksuz iktidar uygulamalarının yansıması olarak sadece bu aileleri vurmuyor, toplumu vuruyor, nesilleri mahvediyor.

Bu çocuklar bakın hem adaletsiz mahkemeler, hem de vicdansız kararlar ile bu çocuklar için bu cezalandırmaya dönüşmüş tutukluluklar bir kabusa dönmüş durumda bu çocuklar için ve insanlığın adının edilemeyeceğini söylüyoruz.

Anne baba tutukluluğun nesli mahvettiğni söylüyoruz.

Ayşe Betül 3 yaşında babasını hiç görmedi. Elif Sevde 7 yaşında babasından dolayı psikolojik destek alıyor. 8 aydır Mesut Bukan baba 3 yıldır Çankırı Cezaevi’nde. 8 yıl 9 ay hüküm giydi. Şimdi de anne Zehra Bukan tutuklandı. İkisi de öğretmen. Yani 4 yıla yakındır babanın tutuklu olduğu, 1 yıla yakındır da annenin tutuklu olduğu bir aile dramının mazlum, mahsun çocukları bunlar.

Cezaevlerinde büyük hak ihlalleri oluyor. Covid vakaları almış başını gidiyor ve kimsenin umrunda değil. Türkiye’nin dört bir tarafından Covid vakaları geliyor bize. Haziran ayından beri açıklama yapmayan bir Bakan var. Bakan Abdülhamit Gül son derece rahat arkadaşlar. Biz sürecin başından beri Abdülhamit Gül’ü eleştirdik çünkü doğru söylemiyordu ve yalan açıklamalarda bulunuyordu. Adalet Bakan Yardımcısı ile yaptığı açıklamalar birbiri ile uyuşmuyordu. Biz Sağlık Bakanı’nı da aslında baştan beri eleştirdik. Hem Sağlık Bakanı’nın hem Adalet Bakanı’nın doğru olmayan açıklamalarda bulunduğunu hep söyledik ama bilhassa Sağlık Bakanı bir kahraman gibi gösterildi ve sonrasında da kendi sözleri ile: “Efendim işe Covid müspet, hastalık belirtisi olmayanı vaka olarak, hasta olarak kabul etmediğini.” Söyledi ve kendi aylardır yaptığı açıklamaların ne kadar yalan, yanlış olduğunu bizzat kendisi ikrar etmiş oldu. Çok net bir şekilde biz de söylüyoruz, biz de baştan beri bunu anlıyoruz, halk da anlıyor. Açıklanan vakaların en az 20 katı var toplumda, vaka ve ölüm sayıları son derece belirsiz. İktidar açıklamaları kendi ağızları ile de artık apaçık açıkladıkları gibi doğru değil. Kendi kafalarına göre açıklamalar yapıyorlar, bilimsel olmayan usuller ile açıklamalar yapıyorlar. Bu apaçık ortada değerli arkadaşlar.

İşte cezaevlerinde ki durum da böyle. Siirt Cezaevi’nde geçtiğimiz günlerde Covid vakaları çok artmasından dolayı Cengiz Karakurt hayatını kaybetti. Çok skandal bir ölümdü. Biz bu ölümü takip edeceğiz Cengiz Karakurt maalesef çok büyük ihmaller sonucunda kalp kapakçığında sorun olan bir kişi hem pıhtılaşma ile ilgili ilaçlarını düzgün alamadığı için hem de artı üstüne Covid hastalığına yakalandığı için yaşayabilecek bir kişi maalesef hayatını kaybetti. Gecikmeler ile hastaneye gitti. Biz A’dan Z’ye durumunu ele aldık ve bu konu hakkında soru önergesi de verdik ve diğer vakalar için de verdik. Bu son zamanlarda çok skandal vakalar oldu. Siirt Cezaevi’nde Cengiz Karakurt’un ölümünü gördük, yine Tavşanlı Cezaevi’nde Veysel Atasoy’un Covid’den dolayı yoğun bakımda ölümünü gördük ve bunun gibi maalesef Mardin Midyat Cezavevi’nden, Elazığ Cezaevi’nden yine Şakir Oğuz’un vefat haberini duyduk. Böyle bir çok vefat haberini duyuyoruz, yakınları bize haber veriyor ama Adalet Bakanlığı’nın bu konularda tek bir açıklaması yok. Olacak şey değil! Sorumlu Bakanlık bir açıklama yapmıyor, savcılık bir açıklama yapmıyor. Biz muhalefet vekili olarak tüm cezaevlerindeki vakaları ve ölümleri biz bildiriyoruz. Memleketin hali bu arkadaşlar! Bakın net bir şekilde bir çok vaka ve ölüm var ama bunları örtmeye, gizlemeye çalışan da bir Adalet Bakanlığı var.

Bütün bunların ortasında bir çok cezaevinde de Covid hastalığının arttığı bir çok cezaevinde de denetimli serbestlik süresi gelmiş olan mahpuslara denetimli serbestlik süresi hukuksuz gerekçelerle verilmiyor. İşte böylesi bir Türkiye’deyiz. Zaten infaz indirim yasasında ayrımcılık yaptınız, salgının olduğu bir ortamda insanlara ayrımcılık yaptınız, bir de kalkıp denetimli serbestliği bilerek vermeme gibi bir uygulamaya gidiyorsunuz. Olacak, kabul edilecek bir iş değil! İnsanları içerde ölüme terketmişsiniz bir de dışarı çıkma hakkını elde edenleri içerde tutmaya devam ederek bu insanların ölümüne yol açmaya çalışıyorsunuz. Bakın Gaziantep Cezaevi’nde Namık Bingöl Covid hastalığına tutuldu. Denetimli serbestlik süresi gelmişti ve halen cezaevinde. Bunun gibi onlarca vaka var. Bir çok cinayete imza attı ve atacak iktidar bunu net bir şekilde söylüyorum. Adalet Bakanlığı bir çok cinayete imza attı, atıyor ve atacak. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül çıksın doğru, dürüst bir açıklama yapsın. Bu yaptığı fiillerin ne kadar yanlış olduğunun açıklamasını yapsın. Biz ondan bir açıklama bekliyoruz!

Bakın eski bir milletvekili İlhan İşbilen mahpus eski milletvekili Covid-19’dan hastaneye kaldırılmış. 74 yaşında bu kişi. Daha geçtiğimiz günlerde, 80 yaşında Ali Boçnak Patnos Cezaevi’nde hayatını kaybetmişti. Ondan sonra Eski Milletvekili İlhan İşbilen hastaneye kaldırıldı. Covid-19 teşhisi ile hastanede şuanda. Dışkapı Hastanesi’nde ve durumu halen ağır bir şekilde devam ediyor. Takip halinde devam ediyor. Biz onun bir an evvel şifaya kavuşmasını umuyoruz ama böyle hasta ve yaşlı kişileri cezaevinde tutmaya devam ettikleri müddetçe bu kişilerin ölümden sorumlu olanın da Adalet Bakanı olduğunu net bir şekilde söylüyoruz.

Bakın Ali Boçnak dedik, Patnos Cezaevi dedik; son aylarda Patnos Cezaevi’nden en az 4 ölüm haberi geldi. Takiyeddin isimli bir mahpus yine aynı şekilde hayatını kaybetti ve ondan öncesinde Mustafa Akyol Patnos Cezaevi’nde hayatını kaybetti. En az 4 kişinin hayatını kaybettiği haberini biliyoruz Patnos Cezaevi’nden ama Adalet Bakanlığı ve Patnos Cumhuriyet Savcılığı’ndan bu konuda tek bir açıklama var mı? Yok! İşte böylesi bir Türkiye’de yaşıyoruz. Cezaevlerinde son derece kötü şartlarda insanlar patır patır hasta olup; hayatlarını kaybediyorlar! Bunlar da çok büyük bir sorumluluk nedenidir Bakanlık yetkilileri için. Mutlaka bu konunun hesabını vermek zorundalar!

Bakın Malatya Akçadağ Cezaevi’nde bize gelen şikayetler. Cezaevi Akçadağ’a taşınmış. Yemek çok az veriliyor. Bütün eşyaları alınmış. Yine her eşyayı sıfırdan almaları istenmiş. E tipi yönetiminin iyi olduğunu ama t tipinde ciddi sıkıntılar olduğunu söylüyor mahpus yakınları. Suyun yetersiz olduğunu. Covid vakalarının almış başını gitmiş olduğunu söylüyor.

Yine Sincan T Tipi’nde bir çok koğuşta vakalar  var. Sincan Cezaevi şuanda Covid vakaları ile sarılmış durumda arkadaşlar. Vakalar var, ölümler var.

Yine Silivri Cezaevi’nde bize gelen mahpus yakınının ifadesi: “42 kişiyi alıp bir koğuşa koymuşlar. Pandemi diye halı saha yasak, hastaneye gitmek sıkıntı, bir de üstüne sürekli değişiklikler.” Oradaki yakınının çatlamak üzere olduğunu söylüyor mahpus yakını. “Bağrımıza taş bastık 7 ay oldu, açık görüş yok, görüntülü görüşme yok.” Diye feryat ediyor bir mahpus yakını.

Yine Hilvan 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nden tahliye oldum, orada bulunduğum sırada 6 adet siyasal koğuşun 2’sine Covid-19 bulaşmış durumdaydı. Sözkonusu koğuşlarda bolca yaşı geçkin ve kronik hasta olanlar var.” Diyor bir eski mahpus.

“Manisa Alaşehir M Tipi Kapalı Cezaevi’nde 1 aydır sıcak su akmıyormuş, kardeşim suyu güneşe koyup banyo ihtiyaçlarını giderdiklerini söylediler. Görevliler yapacaklarını söyleyip yapmıyorlarmış.” Düşünün 21.Y.Y.’da cezaevlerinin hali bu; güneşe su koyup ısıtmak suretiyle sıcak suya kavuşan mahpuslar var.

Yine Kandıra 2 No’lu Kapalı Cezaevi’nde C-10 koğuşunda tutuklular ve cezaevinin birçok kötü şartları mevcut. 1.5 yıldır diş hekimine gidemeyen mahpuslar var. Yanlış duymuyorsunuz. 1.5 yıldır gidemiyorlar.

Soruyoruz bu kaçıncı şikayet Aydın Cezaevi’nden. Aydın Cezaevi bu yaz hep çok kalabalık oldu, havasızdı. Bir mahpus eşi diyor ki: “Bugün Aydın E Tipi Kapalı Cezaevi’nde eşimi ziyaret ettim, 15 gündür sıcak su verilmiyor. Aydın’ın nemli ve sıcak havasında daracık koğuşlarda o insanlar buna nasıl dayanır? “ Demiş.

Tekirdağ 1 No’lu T Tipi Cezaevi’nde 4 yıldır dönüşümlü olarak yerde yatmakta olduğunu kardeşinin söylüyor bir mahpus yakını. 9 kişilik koğuşta 15 kişi kalıyorlar. Sıcak su kısa süreli veriliyor. Normal su sık sık kesiliyor.

Evet cezaevlerindeki bu skandalları biz bildiriyoruz. Bir Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu var, oralardan hiçbir açıklama gelmiyor. Biz bu şikayetleri oraya da iletiyoruz ama bu cezaevlerindeki durumu incelemekle ilgili görevli olan İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu son derece duyarsız görüyorum. Ben bir üyesi olarak gördüğünüz gibi her hafta yaptığım basın toplantısı ile cezaevlerindeki ihlalleri kamuoyuna duyurmaya ve bunları durdurmaya, engellemeye çalışıyorum bu ihlalleri ama İnsan Hakları Komisyonu’nun adı var kendisi yok! Maalesef hiçbir şey yapmak istemiyor çünkü AK Parti ve MHP İttifakı’nın denetiminde olan bir komisyon, biz orada muhalif bir vekiliz, ben o komisyondan bir şey çıkmayacağını gördüğüm için işte böyle her hafta ihlal basın toplantısı yapıyorum. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu gibi çalışıyorum ve milletimizin sesinin tercümanı olmaya çalışıyoruz. Bu ihlaller adı var kendisi yok, komisyonlarda sümenaltı edilemez, biz bunları su yüzüne çıkarıyoruz ve buradan kamuoyuna deklare ediyoruz ve bir çoğu hakkında da verdiğimiz soru önergeleri ile bu ihlallerin durmasını sağlıyoruz. İstedikleri kadar güya adına milletvekili denilerek bir takım yerlere, mevkilere getirilsin. Milletin derdinin dermanı olmasın bir takım kişiler, biz milletvekili olarak halkımızın sesi olmaya, milletimizin derdinin dermanı olmaya devam edeceğiz.

Bakın bize gelen son bir başvuru: Diyarbakır Cezaevi’nden oldu. İfade Özgürlüğü ile ilgili bir çok ünlü anayasa hukukçusu, ceza hukukçusunun yazılarının olduğu bir çok insan hakları savunucusunun yazılarının olduğu, ‘İfade Özgürlüğü’ kitabı bakın yanlış duymuyorsunuz Diyarbakır Cezaevi’ne alınmadı. Düşünün cezaevine alınmayan kitap bir ifade özgürlüğü ile ilgili bir kitap. Hani biz cezaevlerinde ifade özgürlüğünün olmadığını söylerken, “Hayır efendim, orada ifade özgürlüğü vardır. Her hakları sağlanıyor.” Diyen devlet diline karşı çok net bir cevaptır bu Diyarbakır Cezaevi’nin yaptığı ihlal. Apaçık ‘Takke düşmüş, kel görünmüştür.’ ‘Güneş balçıkla sıvanamamaktadır.’ İfade özgürlüğü net bir şekilde ihlal edilmektedir ve bu da ifade özgürlüğü kitabının aralarında Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın da yazarları arasında olduğu bir kitabın; Diyarbakır Cezaevi’ne alınmaması ile ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlar gün öyle bir günkü Anayasa Mahkemesi bile ayaklar altına alınabiliyor, Devlet Bahçeli yaptığı açıklama ile Anayasa Mahkemesi yerine Devlet-i Aliyye diye bir kuruluşun kurulması gerektiğini söylüyor. Birileri için, İçişleri Bakanı için, MHP Başkanı için Anayasa Mahkemesi’nin ayak bağı olduğunu çok iyi biliyoruz çünkü onlar Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi’ne uygun işler yapmıyorlar, Anayasa’yı çiğniyorlar, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını küçümsüyorlar. “Biz onları umursamıyoruz.” Diyorlar, öylesine bir tehlike ile karşı karşıyayız ki iktidar yetkililerinin artık Anayasa Mahkemesi’ni bile ortadan kaldırmak istediği bir tehlike ile karşı karşıyayız değerli arkadaşlar.

Hak ihlalleri devam ediyor.

Mümtazer Türköne  tahliye oldu. Diğer tüm mahpusların da tahliye olması gerektiğini söylüyoruz. 5 senelik bir ceza almıştı, sırf düşüncelerinden dolayı.

Yine biz Türkistan’da ki ibadethanelerin Çin Devleti tarafından müzelere dönüştürüldüğünü veyahut da başka aşağılayıcı kurumlara dönüştürüldüğünü görüyoruz. Mesela Çin’de bir mabet, bir cami bara dönüştürülmüş. Maalesef bu kadar alçakça işler yapılabiliyor. Çin Devleti bu denli ağır ihlallere imza atabiliyor. Toplama kamplarında 3 milyona yakın kişi Uygur Türkü toplama kamplarında; kadın, çoluk, çocuk perişan bir durumda ve müslümanların ibadethaneleri de böylesine bir uygulama ile aşşağılanmakta. Biz hem Türkistan’da ki camilerin dönüştürülmemesi gerektiğini söylüyoruz hem de Türkiye’de ki farklı dine ait ibadethanelerin dönüştürülmemesi gerektiğini söylüyoruz. Biz insan hakları eksininden bunu söylüyoruz, ne camiler kliseye dönüştürülsün, ne kliseler camiye dönüştürülsün!

Ayasofya’nın da camiye dönüştürülmesinin bu yüzden insan haklarına aykırı olduğunu net bir şekilde söylemiştik. Hem insan haklarına aykırıdır hem de dine de aykırıdır demiştik, yani güya uğruna hareket ettikleri dinin de bunu tellin ettiğini, kınadığını, kabul etmediğini bir çok uygulama ile de hatırlatmıştık ama sırf 3-5 oy almak için bir dinin mabetini zorba yöntemlerle değiştirerek camiye dönüştüren bir iktidarı görüyoruz. Bunları söylemek dine karşı olmak değildir! Biz dini uygulamaları uygulayan tüm insanların vicdanlarına ellerini koyarak bu değerlendirmeyi yapmaları gerektiğini söylüyoruz. Şahsen ben öyle yapıyorum ve bu uygulamaların yanlış olduğunu, hem bir milletvekili hem de bir müslüman olarak söylüyorum.

Yetiştirme yurtlarında kalan genç kızlara yönelik çok ağır iddialar var. Biz bunları gündem edeceğiz. Yetiştirme yurtlarındaki genç kızların fuhuşa sürüklendiği ve maalesef bir takım bürokratların bu fuhuş hadiselerinde yer aldığı iddia ediliyor. Çok ağır iddialar var bu konuyu da gündemimize alarak ilgili mercilere soracağız.

Yine medya özgürlüğü alanında Halk Tv’nin karartıldığını görüyoruz. 5 günlük bir karartma hadisesi yaşandı. Hangi medya kuruluşu olursa olsun, halkın haber alma hakkını sağlayan medya kuruluşlarına baskı, engelleme, karartma kabul edilemez! Biz de ayrım yok! Kime yapılırsa yapılsın medya özgürlüğüne yapılan her müdahaleyi kınıyoruz değerli arkadaşlar! Herkese de demokratlığı bir tavsiye olarak söylüyoruz.

Bakın geçtiğimiz gün Kars’da HDP yetkililerine yönelik bir gözaltı yaşandı ve bir parti çalışanının yakını bize mesaj yollamış. Diyor ki: “”Merhabalar. Ablam eski bir HDP parti çalışanı ve 6-7 senedir aktif faaliyeti yok, oy vermekten başka hiçbir şey yapmıyor. Sabah kapıyı kırmaya çalışarak eve girip 5 yaş çocuğun gözü önünde gözaltına almışlar kardeşimi. 5 yaşında küçük kızı var ve kızı annesi olmadan 1 saat bile duramıyor.” Gördüğünüz gibi hukuksuz gözaltılar; kişileri, çocuklarını nasıl perişan ediyor, biz bunun ayrımını kesinlikle yapmıyoruz, şuna, buna yapıldı anlamında bir ayrım kesinlikle yapmıyoruz değerli arkadaşlar.

Yine az evvel bahsettik gözaltında 8 gündür tutulan HDP yetkililerine yönelik kötü muameleler olduğunu duyduk. Kendilerine kötü, bayat gıdalar verildiğini ve bu yüzden gastroenterit yaşadıklarını ve hastanelik olduklarını ve partimizin ve kamuoyunun baskısı olmadığı müddetçe hastaneye emniyetten götürülmediklerini de öğrenmiş olduk. Gözaltı müddetinde de zulmedildi, işkence edildi ve sonunda da hukuksuz bir şekilde arkadaşlarımız tutuklandı. Türkiye’nin kara bulutlarla kaplandığı bir gün oldu bugün maalesef. Türkiye’nin son derece değerli şahsiyetleri, son derece kıymetli şahsiyetler ve bu ülkeye, bu topluma faydası olacak çok kıymetli siyasetçiler maalesef tutuklandılar. Kabul edilecek bir uygulama değil! Son derece hukuksuz, Anayasa’yı ayaklar altına almış bir muamele ile karşı karşıyayız.

Biz AK Parti yetkililerinin böyle usulsuz insanları üye yapmaya çalıştığını, yardım yaptığı kişileri üye yapmaya çalıştığının haberlerini de alıyoruz. AK Parti’nin zayıfladığını, buz gibi eridiğini görüyoruz ve üye sayısının düşüşünü durdurmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bana gelen bir ileti de Batman’dan yazan bir kişi : “E-devlet üzerinden aldığımız yardımlardan sonra bizi sürekli AKP teşkilatı arayıp,bize: “Partiye kaydolmanız lazım.” diyorlar bunu da kamuoyuna iletin.” Diyorlar. Biz de iletmiş oluyoruz.

Yine Şiddet içeren hiçbir eyleme karışmamış, karıştıkları iddia edilmemiş Hizbut tahrir üyesi 15 kişi Antalya’da gözaltına alındı. Sanırım bunlardan 11’i tutuklandı. Biz düşünce özgürlüğünün olduğunu söylüyoruz, bu sadece insan hakları literatüründe bir özgürlük olarak kalmamalı herkes için uygulanmalı, gerek hukuken uygulanmalı, gerekse de tüm kamuoyunun zihninde uygulanmalı, “Bugün maalesef şu hastalık var, benim için özgürlük olsun ama beğenmediğim bir fikrin mensupları için özgürlük olmasın.” denir. Biz kesinlikle öyle düşünmüyoruz. Katılsam da katılmasam da her fikrin düşüncesini özgürce beyan etmesi gerektiğini söylüyorum ve düşünce özgürlüğünün herkes için olması gerektiğini söylüyoruz.

Yine 6-7 Eylül olaylarının benzeri olayların cereyan ettiğini söylüyoruz. Azerbaycan- Ermenistan savaşını bahane ederek; maalesef Kumkapı’da ki Ermeni Patrikhanesi’nin önünde Azeri bayrakları ile yapılan gösterinin 6-7 Eylül olaylarını hatırlatan bir olay olduğunu söylemek isterim. Biz bu tür pogromları çok gördük, kışkırtılan bir takım kişiler vasıtasıyla da yeni pogromlar tezgahlandığını düşünüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde Melek Çetinkaya cezaevinden çıktı arkadaşlar ve sağolsun Melek Çetinkaya bütün bu mücadelesi sırasında özgürlükçü bir anlayış elde etti ve kamuoyuna beyan ettiği söyleminde de HDP’nin ağır baskı altında olduğu bu günlerde HDP’ye oyunu vereceğini, üye olacağını söyledi ve bu beyanından yani Melek Çetinkaya’nın HDP’ye oyunu vereceğini söylemesinden sonra belki bazı kişiler buna tepki gösterdi ama şunu biz söylemek isteriz: Zulme uğrayan kim olursa olsun o kişinin yanında durmak gerekiyor! Sizin zulme uğrayanın yanında durmanız o zulme uğrayanın kimliğini bürünmeniz demek değildir! Sadece ve sadece o kişiye verdiğiniz destek anlamına gelmektedir bu ve biz bu yüzden Melek Çetinkaya’nın bu tavrını destekliyoruz ve KHK Platformlarında da bu hakkaniyetli tavrın devam etmesini diliyoruz.

Değerli arkadaşlar bugün basın toplantımız burada bitiyor, beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Saygılarımı sunuyorum.

Yorumlar