08 Ekim 2020

YouTube

Değerli arkadaşlar bugünkü basın toplantımıza başlıyoruz. Yine önemli gelişmeler var, ulusal ve uluslararası açıdan önemli gelişmeler var ve bunları sizlere yorumlamaya çalışacağız.

Öncelikli olarak Avrupa Komisyonu 6 Ekim 2020 tarihli AB Komisyonu’nun raporunu size nakletmeye ve yorumlamaya çalışacağım. AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler oldukça kötüye gidiyor. Türkiye AB ilerleme raporu yayınlandı ama her zaman olduğu gibi son yıllarda olduğu gibi bu yine bir gerileme raporu olarak açıklandı. Oldukça önemli eleştiriler var ve biz de bunlara değinerek bazı yorumlarda bulunamak isteriz. Aşağıdaki konu başlıklarında değerlendirildi.

OHAL’in etkileri ki biz bu OHAL konusunu yoğun bir şekilde yıllardır gündem ediyoruz ve bu konuda raporlar düzenliyoruz. OHAL’in Toplumsal Maliyetleri ile ilgili son derece önemli raporlarımız var, bunların AB İlerleme raporlarına girmesini de son derece önemli buluyoruz. Ben burada öncesinde 3 yıldır hazırladığımız OHAL’in Türkiye’ye Toplumsal Maliyetleri raporunun bir benzerinin AB İlerleme raporunda da yer almasını son derece önemli buluyorum.

Yargı bağımsızlığı anlamında eleştiriler var.

Genel ve belediye seçimleri anlamında; Belediye başkanları ve milletvekillerinin görevden alınması anlamında. Yerlerine kayyum atanması, kamu yönetiminde yaşanan problemler, adalet sistmei, yolsuzluk, gazetecilerin tutuklanması, basın ve ifade özgürlüğü, Suriye ve Suriye’lilere yönelik politikalar, Türk dış politikası, Türk ekonomisi konularında yorumlar var AB raporunda.

Avrupa Konseyi’nin 2020 raporunda en başta yürütme ile ilgili bir eleştiri var. Türkiye’nin AB üyelik süreci konusunda hiç de olumlu sinyaller vermeyen eleştiriler, Avrupa Komisyonu’nun 2020 yılı raporundaki eleştiriler. Yürütmenin son derece sorunlu olduğunu söylüyor. Rapora göre: “Anayasanın yapısı, yürütme, yasama ve yargı arasında bir dengenin olmasını gerektirirken, yürütmenin her şeye hakim olduğunu ve yargıyı baskı altında bulundurduklarını söylüyor.” Ki bunu biz de sürekli yoğun bir şekilde söylüyoruz. Yürütme organının demokratik hesap verilebilirlikten uzak olduğunu söylüyor ve temel özgürlüklerdeki ciddi gerilemelerden bahsediyor.

Yine kayyum atamalarının demokrasiyi tamamen ortadan kaldırdığını, demokratik süreçlerin sonuçlarını sorgulattığını söylüyor.

Yine sivil toplum konusunda önemli eleştiriler var. Sivil toplumun özgürlükleri konusunda. Osman Kavala Gezi Davası ile ilgili önemli eleştiriler var ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin salıverilmesini talep eden karara rağmen, Osman Kavala’nın halen tutuklu olmasının caydırıcı bir etki yarattığını söylüyor ve sivil toplum çalışmalarının büyük bir baskı altında olduğunu söylüyor.

Keyfilik; rapora göre 2018’de Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesi ile Türkiye’de politika geliştirme, idarenin hesap verilebilirliği ve insan kaynakları yönetimi üzerinde olumsuz etkileri devam etti. Cumhurbaşkanlığı yönetiminin Türkiye’de ki idare üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsediyor.

Yine yolsuzluk ile mücadele konusunda Türkiye’nin başarısız bir yerde kaldığını; raporlama döneminde ilerleme kat edemediğini söylüyor. Kamu kurumların hesap verilebilirliği ve şeffaflığının iyileştirilmesi gerektiğini diyor ve yolsuzluklar ile mücadele eden bir iktidarın Avrupa Komisyonu raporundaki bu ağır eleştirileri görüyoruz.

Yine Gazetecilerini, yazarların, avukatların, akademisyenlerin büyük bir baskı altında olduğunu insan hakları savunucularının, eleştirel seslerin yok edilmeye çalışıldığını söylüyor ve kısıtlayıcı önlemlerin orantısız şekilde uygulanması, ifade özgürlüğünün ve muhalif seslerin yayılmasını olumsuz etkilemeye devam ettiğini söylüyor.

Türkiye ekonomisinin ileri bir düzeyde olduğunu ancak işleyişi ve yönetimi konusunda ciddi endişelerin devam ettiğini çünkü biliyorsunuz ekonominin işleyişi tek adam yönetimine bağlıı ve yönetim açısından da böyle demokratik olmayan bir yönetim şekli dikkat çekiyor.

Covid-19 salgını ile beraber ekonominin, salgının ekonomik etkisini hafifletmek için parasal genişleme de dahil olmak üzere bir dizi önlem alındığını bununla birlikte mali tarafta ve kurumsal zayıflıklar sebebiyle bu önlemlerin sınırlı bir etkiye sahip olduğu söylenmiş, Avrupa Birliği Komisyonu raporu tarafından.

Mülteci konusu ile ilgili Avrupa Konseyi’nin yorumları ve Türkiye’nin 3,6 milyondan fazla kayıtlı mülteciye ve insani yardım ve destek sağlamak için olağanüstü bir çaba gösterdiğini söylemiş. Evet bunun böyle olduğunu biz de söylüyoruz ama Avrupa Konseyi’nin raporunu burada ben eleştiriyorum çünkü Avrupa Konseyi mülteciler konusunda; evet Türkiye’nin tutumunu övüyor ama Türkiye’nin yanlış tutumları konusuna girmiyor. Türkiye çoğunlukla mültecileri bir koz olarak kullandı, Pazarkule Sınır Kapısı’na 60 bine yakın kişinin yığıldığını çok iyi biliyoruz. Bu koz üzerinden Avrupa Konseyi ile pazarlıklar yapıldığını, AB ülkeleri ile pazarlıklar yapıldığını da çok iyi biliyoruz. Avrupa Konseyi raporunu burada ben eleştiriyorum çünkü Türkiye’nin mülteci politikasını eleştirmek gerekiyordu, Türkiye mülteci politikasında Türkiye’de bulunduruyor bu Türkiye içinde sorunlara yol açıyor ve aynı zamanda da mültecileri bir koz olarak kullanıyor. En son bildiğiniz gibi Mart’ın başında Pazarkule Sınır Kapısı’na yığılan mültecilerin durumunu hepimiz çok iyi biliyoruz ve bu mülteciler üzerinden bir pazarlık iç ve dış politikada bir pazarlık yapmaya çalıştı Türkiye, bunlar kesinlikle kabul edilecek şeyler değildi, bir can pazarında insanlar üzerinden bir pazarlık yapılmaya çalışıldı. Belki bu Türkiye ile Avrupa arasında bir pazarlık neticelendi ve bu yüzden bu raporda önemli bir eleştiri görmüyoruz, aslında eleştirilmesi gereken bir husustu bunun eksik bırakıldığını düşünüyoruz Avrupa Konseyi’nin raporunda.

Sonuçta bu eleştiriler ile birlikte Türkiye’nin AB üyelik sürecinin adeta askıda tutulduğunu görüyoruz. Hukuken belki bu konuda böyle bir karar alınmamış olsa da gelişmelere baktığımız zaman Türkiye’nin ağır bir şekilde eleştirildiği bir ortamı görüyoruz. Uzun bir süredir Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler konusunda herhangi bir adım atılmıyor. Bütün AB ilerleme raporları tamamen gerileme raporu olarak yansıyor, bunlar da Türkiye’nin aslında şuanda fiilen bir askı halinde kaldığını göstermiş oluyor. Şuanki politikaların devam etmesi, kutuplaştırma politikaların, kavgacı politikaların devam etmesi, Türkiye’nin AB sürecinin bu şekilde gitmesine yol açacak apaçık belli. Sürekli AB ilerleme raporları AB gerileme raporları olarak yansıyacak. Bunlar son derece üzücü raporlar, AB ile ilişkilerin devam etmesi için ciddi reformaların yapılması gerekmekte, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokratik bir sistemin oturtulması gerekiyor. İfade özgürlüğü ve azınlık haklarının da teslim edilmesi gerekiyor. Maalesef Türkiye iktidarının bunları yapmak gibi bir niyeti olmadığını da görüyoruz.

Bunları nasıl görüyoruz? Daha meclis başlar başlamaz Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yasama yılı başlar başlamaz; kabul edilen bir torba teklife göre; Bütçe hazırlanırken Şehir Hastaneleri ve köprüler gibi tartışmalı projeler ile ilgili ayrıntılara mali karartma yapılabilecek. Son aylarda köprü ve otoyollarda devletin taahhüt ettiği araç geçiş garantisinin sağlanamaması nedeniyle yüklenici firmalara ödenen garanti ödemelerinin büyüklüğü dikkat çekiyordu. Yine mesela Osmangazi Köprüsü ve Gebze-Orhangazi-İzmir otoyolunun 2020’nin ilk yarısına ilişkin 1 Milyar 750 Milyon TL’ye aşkın garanti ödemesi yapılmıştı. İşte bütün bunların ortaya çıkması rahatsız ediyor çünkü çok büyük ödemeler bunlar. Basına da yansıyor, bunlara karartma yapılabileceğine dair bir teklif getirildi. Bu da kabul edildi AK Parti-MHP çoğunluğu ile de kabul edilmiş durumda. Hem bir yolsuzluk yapılıyor hem de bu yolsuzluğun gösterilmemeye çalışıldığını görüyoruz. Bunu maalesef her yerde görüyoruz.

Geçtiğimiz günlerde RTÜK’ün bir açıklaması vardı. RTÜK diyor ki; Henüz Sayıştay raporlarının basında eleştiri konusu olması ile ilgili bir açıklama yayınlıyor ve “Sayıştay raporlarını kullanarak devlet kurumlarını yıpratmaya yönelik habercilik anlayışından vazgeçilmelidir, yanlışta ısrar edilmesi durumunda bunun hukuki sonuçları olacaktır.” Diye tehdit savuruyor medya kuruluşlarına. Bu kabul edilecek bir davranış değil. İfade özgürlüğünün ne kadar kısıtlandığını gösteren bir açıklama bu RTÜK tarafından geldi. Sayıştay raporları tabi ki eleştiriye açık olmalıdır, bu eleştirilerden rahatsız olmak, RTÜK tarafından açıklama yapmak, bunu Plan Bütçe Komisyonu’nda mali karar getirmeye çalışmak; Türkiye’nin ne kadar anti-demokratik bir yerde olduğunu apaçık bir şekilde göstermektedir ve yolsuzlukların da hangi boyutta olduğunu, yolsuzlukların yapıldığını ve bunun çeşitli devlet kurumları ve meclis kanalıyla kapatılmaya çalışıldığını maalesef üzücü bir sergileri bunlar.

Değerli arkadaşlar Türkiye Cumhuriyeti iktidarı maalesef hayal kırıklığı oluşturmaya devam ediyor. Herkes nezdinde oluşturmaya devam ediyor; Kürtler nezdinde oluşturduğu gibi Türkler nezdinde de oluşturuyor. Nasıl oluşturuyor? İşte Uygur Türkleri’nin durumu apaçık ortada. Toplama kampları ve zindanlarda ölen Uygur Türkleri çok büyük bir insan hakları ihlali oluşturuyor ve bütün bunlara karşı Türkiye Cumhuriyeti iktidarının sesinin çıkmadığını görüyoruz. Bakın kim sesini çıkarıyor? Çoğunluğunu batılı ülkelerin oluşturduğu 39 önemli ülke Birleşmiş Milletler’de Çin’de ki toplama kampları konusunda zorla tutulan Uygur Türkleri’nin durumu ile ilgili bir ortak mektup hazırlamışlar bu 39 ülke ve serbest bırakılması çağrısında bulunmuşlar. Bu 39 ülke içinde maalesef Türkiye yok! Bu olabilecek bir şey değil arkadaşlar. Kabul edilebilecek bir şey değil ama Türkiye Cumhuriyeti iktidarının umrunda değil. Türkiye batı ile ilişkileri minimuma indirdi ve dünyadaki polis devletleri ile ilişkilerini arttırdı. Bunlardan birisi Çin Devleti ve bu ilişkilerini arttırması karşılığında da Çin’in yaptığı her türlü ihlale kendi soydaşları orada olmasına rağmen görmezden geliyor, dünyadaki tüm ülkeler bunu görüyorlar, ağır bir şekilde eleştiriyorlar ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin umrunda değil. Biz de bunu mecliste, her yerde söylüyoruz ve sessizlikle geçiştirmeye çalışıyorlar. Bize diyorlar ki: “Ne yapalım, savaş mı yapalım?” Biz de onlara şunu söylüyoruz: “ Savaş yapın demiyoruz, biz size bir ülkeyi, bir devleti uyarmanın çeşitli yolları vardır.” Diplomatik yollar vardır ve bunları deneyen devletler vardır ve siz bunları apaçık bir şekilde gördüğünüz halde canınız istemediği için, bunu yapmak istemediğiniz için bu yollara tenessül etmiyorsunuz ve çıkarlarınızın peşinde koşuyorsunuz. Sizin için maddi çıkarlarınız; ilkelerizin çok çok üstünde. İlkeleriniz zaten ayaklarınızın altında, ‘Türk’ü koruyoruz.’ diyorsunuz; Türk’ün ezildiği yerler konusunda zerre tepki göstermiyorsunuz. ‘Muhafazakarız, dindarız.’ Diyorsunuz; dininden diyanetinden dolayı ezilen Uygur Türkleri’ni görmezden geliyorsunuz çünkü onların toplama kamplarında namaz kılmaları, oruç tutmaları yasaklanmış ve zorla domuz eti yediriliyor ve evlerinde Çin’li misafirler tutması şart koşuluyor o ailelere. Bunun gibi ne Türklüğe ne dine uymayacak fiillerin işlendiği Sincan Özerk Bölgesi, Doğu Türkistan için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zerre miktarı sesini çıkarmadığını görüyoruz. Bunları Türkiye Toplumu bir tarafa yazıyor. Sadece Türkler bir tarafa yazmıyor. Herkes bir tarafa yazıyor. Uygur Türkleri’ne yapılan haksızlık karşısında susan MHP’yi de bir tarafa yazıyor, AK Parti’yi de bir tarafa yazıyor ve bütün bunlar karşısında hakkı, hakikati talep eden bizleri de bir tarafa yazıyor.

Anayasa Mahkemesi’nin İnfaz İndirim Yasası ile ilgili şekil açısından ret verdiğini görüyoruz, aslında bir özel af yasası olduğu apaçık ortada. 9’a 7 oranında alınan bir karar ile şekil açısından infaz indirim yasasının Anayasa’ya aykırılığını ileri süren bu başvuruyu Anayasa Mahkemesi reddetmiş, aslında oy birliği ile de değil, önemli bir tartışma olduğu da apaçık ortada. İstediğimiz bir sonuç çıkmamış, aslında çıkması gereken sonuç; şekil açısından Anayasa’ya uymayacağı şeklinde olmalıydı. Esas açısından da bir değerlendirme olacak, yüzbinlerce kişi Anaysa Mahkemesi’nin İnfaz Erteleme Yasası’nı bekliyor çünkü adil olmayan yargılamalar ile yüzbinlerce kişi cezaevlerinde. İnfazda adil olmayan bir indirim yapan, Anayasa’ya aykırı bir şekilde indirim yapan, hele ki pandemi şartlarında bunu yapabilen bir yasa vardı karşımızda. İnsafsız, hayata kasteden bir yasa vardı, esas açısından Anayasa Mahkemesi’nin biz bu yasayı iptal etmesini bekliyoruz, belki şekil açısından iptal etmedi ama esas açısından iptal ederek bu yasaya aykırılığa bir son vermesi gerektiğini söylüyoruz değerli arkadaşlar.

Çok önemli ihlaller yaşanıyor Türkiye’de ve cezaevlerinde yaşanıyor, yargı alanında yaşanıyor ve biz de onları gündem ederek bazı yorumlarda bulunmak istiyoruz. Adil olmayan yargılamalar dikkat çekiyor, hızlı bir şekilde cezalandırmalar dikkat çekiyor, bazı kişilerin yargılamasının oldukça hızlı bir şekilde sonuçlandırıldığı dikkat çekiyor, işte onlardan birisi: 9 ay boyunca kaçırılmış olan ve daha sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde aniden ortaya çıkan ve çıktığı ilk mahkemede ‘Ben işkence gördüm.’ Diyen Gökhan Türkmen’in eşi Zehra Türkmen’in mahkemesi. Son derece ilginç bir mahkeme. Çok hızlı bir şekilde yapılan bir mahkeme, Gökhan Türkmen’in; ‘Ben 9 ay boyunca polis yelekli kişiler tarafından kaçırıldım ve işkence gördüm.’ Diye açıklama yapması sonrasında Zehra Türkmen’in mahkemesinin hızlı bir şekilde sonuçlandırıldığını, Yargıtay’da 8 ay gibi kısa bir sürede cezanın onandığını, tebliğ dahi edilmeden evden sabahleyin çocuklarının gözü önünde tutuklanıp götürüldüğünü görüyoruz. Bunlar gerçekten hasmane davranışlar. Acaba Gökhan Türkmen’in; ‘Ben 9 ay boyuna işkende gördüm.’ Demesinin eşinin mahkemesine etkisi olmuş mudur? Diye insanın sorası geliyor ve hakikaten de olmaması mümkün değil şu şartlarda. Çocuklar 5-7 ve 12 yaşındaki çocuklar artık ‘Annem gelmez.’ Diye babaları yanlarında olmayan, anneleri de yanlarından götürülen bu çocuklar; ‘Artık annemiz de gelmeyecek.’ Diye bekler bir haldeler. Türkiye’de maalesef bunlar yaşatılıyor. Hasmane tavırlar ile yargı kararları da değişiyor ve yargının kararlarında da böyle hızlandırmalar olduğunu görüyoruz.

Bakın şu çocuk otizmli bir çocuk, bugün mahkemesi var babasının; Özer Çetin’in mahkemesi var. Bu Yusuf Halis Çetin otizmli, epilepsili, astım hastası bir çocuk. Babasının yokluğunda engelli oranı %64’den %96’ya çıkmış, otizm; 2 ebeveynle birlikte bile çok zorken bir çocuğun yönetimi çok zorken şuanda babasının içerde olduğu, çocuğun otizminin ilerlediği bir durum mevzu bahis. Bugün inşallah mahkemeden bir tahliye kararı çıkar ve bu çocuğun başında babası olur diye bekliyoruz. Türkiye’de tutukluluklar cezalandırılmaya dönüşmüş durumda, tutukluluk maalesef cezalandırmaya dönüşmüş durumda ve adil olmayan mahkemeler, yargılamalar böyel kişileri cezalandırdığı gibi otizm hastası çocukların, otizim oranlarının ve ilerlemesine neden olması açısından son derece vicdan sızlatan bir hal oluşturuyor.

Bir başka hasta çocuk: Anne, babasız bırakılmış 2 tane çocuk görüyorsunuz. Buna bir empati yapmanızı isteyeceğim. Bu çocuklardan bir tanesi down sendromlu. Şu gördüğünüz kız çocuğu, bir de bir başka çocuk bana yakınları demiş ki: “Çocuklar anneleri tutuklandığından beri doğru düzgün bir şey yemiyorlar. Her kapı çaldığında ‘Annemiz geldi.’ deyip kapıyı kolluyorlar. Down sendromlu olan kız çocuk sürekli odaları tekrar tekrar durmadan annesini arıyor.”İşte tutuklamanın cezalandırmaya dönüşmesinin anlamı nedir? Burada görmüş olmuş oluyorsunuz. insanları tutuklayarak cezalandırıyorsunuz ama bir de bu masum çocukları cezalandırıyorsunuz, bir de masum hasta çocukları cezalandırıyorsunuz, yaptığınız bu. Bu büyük bir zalimliktir! Bunu da çok net bir şekilde söyleyelim.

Bakın Anadolu’nun sadece bir yerinden değil her yerinden feryatlar yükseliyor.

“Cezaevine girdikten sonra eşim boşanma davası açtı.” Diyen Mehmet Türksal Silivri’den bize mektup yollamış. Böyle diyor: “Cezaevine girdikten sonra eşim boşanma davası açtı, boşandık çünkü eşimin yakınları baskı yapıyordu. Suçsuz yattığıma mı? Boşandığıma mı? Haksız ihracıma mı yanayım? Sinir krizleri geçiriyorum,her şeyimi kaybettim, köydeki yaşlı anamın gözyaşlarını kim dindirecek?” yani haksız, hukuksuz yargılamalarla siz insanların evlerini yıkıyorsunuz, ocaklarını söndürüyorsunuz ve sonunda aileler parçalanıyor, ailelerin baskısı sonucunda birbirini seven insanlar ayrılıyor. İşinden atılan, eşinden ayrılan, cezaevlerinde zindanlarda yatan insanlar sinir krizleri geçiriyor ve perişan oluyorlar işte 21.Y.Y.’da Türkiye Cumhuriyeti iktidarının oluşturduğu tablo bu.

Bakın yine bir başka tablo da: Bir baba, torunlarının KHK’lı, cezaevindeki babası için ne diyor? Bir baba söylüyor bunu, torunlarının KHK’lı cezaevindeki babası için söylüyor, oğlu için söylüyor yani: “Bunlar da bu vatanın evlatları artık dayanamıyoruz adalet, adalet istiyoruz! Bunların günahı neydi sayın vekilim? Bunlar bu yaşta babasız büyüyorlar.” Diyor. Zalimce, intikamcı bir mantıkla alınan kararlar adil olmayan kararlar çocukların da dünyasını karartıyor, işte anadolunun her bir yanında, her bir evde maalesef böyle tablolar var. Çoluk çocuk anne babasız kalmış durumda, iktidarın yargıyı boyunduruğu altına alarak aldırdığı, hukuksuz kararlar yüzünden maalesef bu tablolar devam ediyor ve biz de bu tabloları sizlere aktarmaya devam edeceğiz, bunlar karşısında suskun kalmayacağız.

Bakın bir başka tablo daha: Eşi de tutuklu, sınıf öğretmeni Emine Köksal geçtiğimiz gün Bursa’da tutuklandı. 3 yaşındaki Halit annesinden ayrılmak istemeyince birlikte Cezaevine girdiler ve maalesef Bursa Yenişehir Cezaevi’nde de yeni bir dram daha eklendi. Biz 800’den fazla bebek, çocuk cezaevinde diyoruz ama bakın son 1-2 hafta içinde onlarca çocuk cezaevlerine girdi, sayı sürekli artıyor, Türkiye’de zulmün boyutu dehşet verici bir şekilde artıyor. Her gün anneler, çocuklar, bebekler cezaevine girmeye devam ediyor maalesef.

Cezaevlerinde hak ihlalleri ağır bir şekilde devam ediyor arkadaşlar.

Sincan Cezaevi’nde birçok Covid vakaları var ve bu esnada HDP’li arkadaşlarımız da tutuklanarak cezaevine gönderildi. Onlar da bir risk altında. Haksız, hukuksuz bir şekilde herkesin bir trajikomedi olarak gördüğü bir şekilde HDP’li arkadaşlarımızın 17’si geçtiğimiz günlerde tutuklanarak cezaevine gönderildi. Kobani soruşturmaları çerçevesinde tutuklandılar, bütün bunların bir senorya olduğunu, bir oyun olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz ve bir de hayati bir risk mevzu bahis, bunu da hatırlatmış olalım. Sincan’da her yerden şikayet geliyor. Sincan Cezaevi için farklı bir çok mahpus yakınından şikayet geliyor, testin olmadığı, insanların hastalığı ayakta geçirdiği, ilacın olmadığı, suçsuz bunca sene yattıklarına sabrettikleri, hastalığa sabrettiklerini ama bütün bu ihlalleri artık kaldıramadığını söylüyor mahpus yakınları. Bu kadar “Ah bu kadar vebal, hiç kimseye kar etmez. Bu veballari kaldıramaz.” Diyor mahpus yakınları.

Yine Kahramanmaraş Elbistan Cezaevi’nde bu ara çok vaka var. Elbistan Cezaevi’nde ölen mahpuslar var ve halen bu konuda Adalet Bakanlığı bir açıklama yapmıyor. Adalet Bakanlığı defalarca söylediğimiz gibi bir çok cezaevinden bize haber gelmesine rağmen açıklama yapmadan kulağının üstüne yatarak olayı geçiştirmeye çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde Elbistan Cezaevi’nde Efrin’li Muhammed Emir hayatını kaybetti ve Elbistan Cezaevi’nde şuan en az 15-16 Covid vakası olduğunu biliyoruz. Ne yapılıyor, ne ediliyor, gereken önlemler alınıyor mu? Tedavi veriliyor mu? İnsanların kaçı hastaneye yattı? Bu konularda da hiçbir açıklama yapmıyor bakanlık. Maalesef böyle insanları değersiz gören bir anlayış devam ediyor iktidar tarafından.

Bakın şu teyzemiz Fatma Yurt teyze. Bir katil kadar ceza almış. Fatma Yurt teyze bana gönderdiği mektubunda şunu söylüyordu: “Çatlak koluma kelepçe takarak ki onlara takmasanız olmaz mı kolum çatlak dedim, ‘Kural böyle.’ Deyip” 9 saatlik yolu Manisa’dan İstanbul’a kelepçeli aç, susuz götürmüşler. “Namazı da kelepçeli kıldım.” Diyor Fatma Yurt teyze. 60 yaşını aşkın yaşlı bir teyze görüyorsunuz bakın Kuran okuyor. Bu teyze ne yapmış olabilir? Nasıl bir cinayet işlemiştir? Nasıl bir teröristlik yapmıştır bize anlatsınlar bakalım ama böyle 8 yıl 1 ay ceza vermişler bu teyzeye, yıllarca içerde yatacak anlaşılan ve acımasız bir şekilde bu cezayı verdiklerini görüyoruz maalesef. Bunlar kabul edilecek şeyler değil. Bu teyzelerle, bu kadınlarla, bu çocuklarla uğraşmayın diyoruz iktidara, yargıyı tamamen emriniz altına aldınız, bunu işte AB raporları da çok net bir şekilde söylüyor, sonrasında kalkıp böyle insanlara da zulmediyorsunuz.

Dün yapılan bir yargılamaydı, Murat Akgün 22 aydır Diyarbakır’da tutuklu. 6 yıl ,3 ay almış, İstinaf bozmuş. Bakın öylesine boş dosyalar ki İstinaf çoğunlukla aslında bir noter, onay makamı bugün Türkiye’de buna rağmen oldukça boş bir dosya olduğu belli ki İstinaf bile bu dosyayı bozmuş ama öylesine kindar mahkemeler var ki; İstinaf’ın bozduğu dosyadan sonra kişinin tutukluluğuna devam kararı alınmış. Yani bu bir yöneliştir, İstinaf bozduktan sonra en azından tutuksuz yargılama konusunda tekrar bir  yargılama kararı alınır ve tahliye kararı alınır buna rağmen İstinaf bozmasına rağmen tutukluluğu devam ettirilmiş. 7 Ekim’e ertelenmiş mahkeme, eşi diyor ki: “Çocuklar ve ben çok perişanız. Benim ayağım sakat. Ağır iş yapamıyorum zar zor perişanlıkla çocuklarıma bakıyorum.” Diyor.

Bünyan Cezaevi Bastil Cezaevi mi? Diye soruyoruz. Kırşehir’den Bünyan’a gönderilen kişiler vardı, açlık grevinde olan kişiler ve bu kişilerle ilgili son derece üzücü şeyler duymuştuk; Kırşehir Cezaevi’nde zulme uğruyorlardı ve Kırşehir Cezaevi’nde ki bu kişiler zulmen Kayseri Cezaevi’ne götürülmüşlerdi. Çıplak aramaya tabi tutulmuşlardı ve çıplak arama sonrası da bu kişiler şuanda tam bir eziyete uğruyorlar maalesef.

Kayseri, Bünyan Cezaevi’nden çok şikayet alıyoruz. Bütün koğuşlarda hastalık olduğuna dair şikayetler var ama Kayseri Cezaevi herhangi bir açıklama yapmıyor, bakanlık da yapmıyor. Yine internette testi pozitif olanlar, Sağlık Bakanlığı’nın bildirdiği ama cezaevinin sessiz kaldığı böyle çok vaka var maalesef.

“Kırşehir Cezaevi’nde Mazlum Dönder ve 2 arkadaşıyla 5 aydır tekli hücrede tutuluyor, Mazlum’un Covid-19 hastalığı test sonucu Cezaevi yönetimi bunu gizliyor Sağlık Bakanlığı tarafından bize bilgi veriliyor; Mazlum Dönder’e telefon hakkı verilmiyor.” Maalesef Kırşehir Cezaevi’nde de bu sorunlar devam ediyor, Kırşehir Cezaevi ve Kayseri Cezaevi’nde Kürt üniversite öğrencilerine yönelik bu zulümler devam ediyor.

Kürt meselesi dedik; böyle ülkede Kürt meselesi zorbalıkla biter mi? Diye soruyorum. Bakın Bolu Cezaevi’nden gelen bir mektupta bana ne deniliyor: “Ana dilim olan Kürtçe yayınlara ulaşabilmek için açlık grevi yapıyorsam, bana terörist deniliyorsa, 3 renk bir araya gelmesin diye kantinde yeşil boncuk satılmıyorsa; Kürt meselesi devam ediyordur vekilim.” diyor Sercan Zorba,Bolu F Tipi Cezaevi’nden bize böyle söylüyor.

Menemen Cezaevi’nde nişanlısı ile nikah kıymakta bile aylardır zorluk çeken insanlar var, mahpuslar cezaevinde maalesef büyük zorluklar çekiyor, bir nikah hadisesi bile büyük bir sorun olabiliyor.

Bakın size KHK’lı Acum Karadağ’ın mektubunu göndereceğim. Acun Karadağ ne diyor? Sincan’ndan; Ankara Sincan’dan Kayseri’ye 70*100 cmlik bir ring aracının içindeki demirden bir kutuda 8 saatte getirildim, diyor. 4 saatlik yolu 8 saatlik götürmüşler, demirden bir kutuda, sıcakta. Neden böyle yapıyorlar, zulmediyorlar bu insanlara? Çünkü KHK zulmüne karşı Yüksel’de direniş gösteriyorlardı ve o yüzden bu insanlara zulmetmeyi bir marifet sanıyorlar. Ankilizon Spondolit hastasıyım, ilaçlarımı bile vermeden eziyet ettiler. Direnişçilere rahat vermeyin talimatı yüksekten gelmiş, biz boyun eğmeyiz katmerli zulme! İyi ki direnmişiz ve direniyoruz.” Diyor Acun Karadağ mektubunda. 3 sayfalık bana bir mektup yollamış ve mektuplarında bunları anlatıyor.

Yine ayrıca Ankara’dan Gebze’ye sürgün edilen Yüksel Direnişçisi Nazan Bozkurt’dan da mektup var. KHK’lı Yüksel direnişçisi Sincan’dan Gebze’ye kandırarak, zulmen sürgün edildi, çok kötü bir hücreye atıldı! Ankara’da ki ailesine özellikle uzak bir yere gönderildi! “İhraç yetmiyor ki bize daha da zulmetmeye çalışıyorlar.” Diyor. “Şimdi güneşten, hava alma hakkından da mahrumum. Kilit altında 2. kez kilitli tecrit altındayım.” Diyor. Bütün bunları niye yapıyorlar? Sadece ve sadece zulme karşı direnen insanları sindirmek için bunu yapıyorlar maalesef.

Bu arada tabi iktidarın atadığı başhekimler bir utanç vesilesi oluyor. Boşanmak yerine 2. Eş alın çağrısı yapan Başhekim Yardımcısı doktor Ali Edizer görevinden sonunda alındı kamuoyunun tepkisi ile. Utanç verici daha kaç görevli var diye soruyoruz. Böyle cüretkar konuşmaları nasıl yapabiliyor diye soruyoruz?

Değerli arkadaşlar biz bu arada bir de önemli bir imza kampanyasını hatırlatmak isteriz. Bakın 55 bin öğretmen şuanda hizmet veremiyor. 35 bini kamudan ihraç öğretmen, 20 bini kapatılan özel okullardan çalışma izni iptal edilen öğretmenler, 55 bin öğretmen şuanda hizmet veremiyor resmi olarak. Bu da çok büyük bir haksızlıktır, görevlerine iade edilmesi için KHK’lı öğretmenlerin görevine iade edilmesi; KHK ile kurumları kapatılan öğretmenlerin çalışma izninin iade edilmesi için bir imza kampanyası düzenledik. Change.org’da bu kampanya devam ediyor. Lütfen bu kampanyaya katılın, gücünüzü gösterin, isteğinizi belirtin, siz de bir sivil toplum refleksi göstermiş olun. Biz siyaset alanında elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz, sivil toplum da elinden geleni yapmalı ve zulüm ne kadar devam ederse etsin ben bunu kabul etmiyorum, itiraz ediyorum diyebilmeli değerli arkadaşlar.

Maalesef bu ülkede Kürt’e ve Kürtçe’ye yönelik ayrımcı uygulamalar devam ettiği müddetçe maalesef üzücü durumlar devam eder. Otobüste bir gencin telefonu çaldı, açtı ve Kürtçe konuştu. Bakışlar kendisine yönelince; Kürtçe şivesiyle ‘Kusura bakmayın anam Türkçe bilmiyor.’ diye açıklama yaptı. Bunu nereden aldık Sema Günaydın Solaklı’nın bir yazısında vardı. Öleceğim kahrımdan değerli arkadaşlar. Utan diyoruz bunu yapan topluma sesleniyorum, utanın! İnsanları dilinden dolayı ayrımcılığa tabi tutmayın ki insanlar böyle açıklamalar yapmak zorunda kalmasın diyorum!

Öğretmenlerimizin durumunu anlattık 5 Ekim Öğretmenler günüydü geçtiğimiz günlerde ve bahsettiğimiz imza kampanyamız devam ediyor. Öğretmenlerimiz hepimiz için çok önemli hatıraları olan kişilerdir ve öğretmenlerimizin anıları hepimizde yaşamaktadır. Hayatımızın sonuna kadar unutamadığımız öğretmenler olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz bu yüzden mağdur olan öğretmenleri unutmamak zorundayız, görev yapan tüm öğretmenlerimizin ellerinden öpüyoruz, taktir ediyoruz ama görevini yapmak istediği halde görevini yapamayan 55 bin öğretmenimizin de hakkını burada tekrar hatırlatıyoruz. Ataması yapılmayan öğretmenlerimizin hakkını burada tekrar hatırlatıyoruz.

Değerli arkadaşlar bir de hatırlatmak istediğim husus geçtiğimiz haftalarda da bunu söyledim: Asistan hekimlerin durumu. Covid salgını ile beraber zaten zor şartlarda çalışan asistan hekim arkadaşlarımız daha da zorlanmış durumdalar, hem çalışma saatlerinin uzun olması çünkü nöbet sonrası da çalışmaları isteniyor hem de Covid dolayısıyla oldukça riskli bir ortamda bulunmaları, hem de maddi, manevi kayıpları nedeniyle oldukça sıkıntılı bir durumdalar. Asistan hekim arkadaşlarımızın feryadını burada tekrar dillendirmek istiyorum.

Helikopterden atma olayıyla ilgili Van Valiliği bir soruşturma başlattığını söylüyor. İdari soruşturma devam ediyor ve adli soruşturmanın da devam ettiğini söylüyor. Biz Van’a geçtiğimiz hafta gittik ve Van’da gerçekten çok üzücü şeyler gördük çünkü bir helikoptere binme hadisesi ve 3 gün sonra yoğun bakımda ortaya çıkan insanların halini apaçık bir şekilde gördük ki taziyede bile maalesef insanlarımızın polis baskısına maruz kaldığını gördük. Bir kişinin taziyesine bile polisin baskın yaptığı, milletvekillerini konuşturmak istemediğini net bir şekilde gördük. Bunları kesinlikle kabul etmiyoruz, bu konularda da işlem yapacağımızı söylüyoruz.

Biz geçtiğimiz hafta EBA sistemi ile ilgili bir açıklama yapmış, bir yasa teklifi vereceğimizi söylemiştik çünkü bir çok ailenin son derece zor durumda olduğunu görüyorduk, bilgisayarı, tableti olmayan interneti olmayan ailelerden EBA’ya bağlanmaları isteniyordu, biz teknolojik aletlerin temin edilmesi ve internet altyapısının iyileştirilmesi ve ücretsiz internet sağlanması noktasında bir yasa teklifi verdik ve bu arada maalesef hayatını kaybeden çocuklar oldu bu EBA ile ilgili sıkıntılardan dolayı ve sonunda Milli Eğitim Bakanlığı bütün bu baskılarımızdan sonra 500 bin ücretsiz tablet dağıtacağını açıkladı, biz bunu önemli buluyoruz, bir iktidar vekili olmayabiliriz ama bir muhalefet vekili olarak baskılarımız sonrasında bir adım atıldığını düşünüyoruz ve hem bu baskılarımızın neticesi olduğunu görmemiz hem de mağdur çocukların bilgisayar sahibi olması, hem de internet konusunda bir gelişme sağlanma ihtimali karşısında da seviniyoruz.

Ohal Komisyonu’nun rezaletleri, skandalları devam ediyor! Ohal Komisyonu hukuksuz bir komisyon ve biz Ohal Komisyonu’nu ziyaret ettiğimiz zamanda da bu hali görmüştük. Günde 250 dosya bakarak; aradaki açığı kapatacaklarını söylemişlerdi ve maalesef bu konuda bir gelişme olmadı 250 dosya günde bakacaklarına 25-30 dosya bakan bir komisyon ile karşı karşıyayız, biz Ohal Komisyonu’nu uyarmak için her gün twit atıyoruz, her gün randevu talep ediyoruz fakat Ohal Komisyonu bize randevu vermemekte ısrar ediyor, aslında sözü vardı. Biz her basın toplantımızda da bunu tekrar edeceğiz değerli arkadaşlar. son açıklanan rakamları bir değerlendirelim. Komisyon’a gittiğimizde bize günde 250 dosya bakılacak demişlerdi ama sonuçta 25-30 dosya şuanda bakılıyor. Dün Ohal Komisyonu 3 aylık raporu yayınlandı, 65 iş gününde 2050 karar, 1570 ret 480 kabul, 1 iş gününde ortalama 32 dosya bakıldığını görüyoruz. Komisyon’un bitişine kalan tahmini gün ise 750 gün yani 2 yıl sonra Komisyon çalışmalarını bitirecek. Düşünün 2017 yılında insanları ihraç etmişsiniz, 2016’da ihraç etmişsiniz, 2020’de hala 16 bin kişinin dosyası bekliyor ve 2 yıl sonra bu dosyaların ancak bitebileceği apaçık ortada. Nasıl bir adalet? Nasıl bir sistem? Nasıl bir zalimlik? Anlamak mümkün değil değerli arkadaşlar.

Bir gelişme de Harbiye’li öğrenciler davasında oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı, Av. Ahmet Özel İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi’nden Harbiye’li öğrenciler ile ilgili dosya ile ilgili evrakları istedi, bakacaklarını söylediler. Bu dosya Yargıtay’ın önündeydi, Türkiye’de yargının hali de bu işte görüyorsunuz. Yargıtay’ın önündeki bir dosya Cumhurbaşkanlığı makamı: “Hele getirin şu evraklara bakalım.” Diyor, sonradan kararlar değişebiliyor, biz zaten bu cezaların hukuksuz olduğunu ve tamamen zalimce kararlar olduğunu, adil olmayan kararlar olduğunu yıllardır söylüyoruz. Darbe ile bir alakası olmayan, tek kurşun bile sıkmayan insanları darbeci ilan edip, müebbet hapse mahkum etmek kadar büyük bir zalimlik olamaz, Yargıtay’ın önündeki bu dosyalara da yürütmenin bir müdahalesi olduğunu görüyoruz. Umarız ki bir şekilde olumlu sonuçlansın, Türkiye’de adaletin olmadığını, hukukun olmadığını görüyoruz. Bu gelişmeler bizi heyecanlandırdı ve en azından Yargıtay’dan adil bir karar çıkması yönünde adım atılmasını bekliyoruz. Tüm mahpus Harbiye’li öğrencilerin heyecanlandığını tahmin ediyoruz, tüm Harbiye’li öğrenci velilerin heyecanlandığını tahmin ediyoruz, umarız ki olumlu bir gelişme olur, Yargıtay bu kararı bozar ve bu genç öğrenciler de bir an evvel de beraat eder, özgürlüklerine kavuşurlar.

Gazetecilik suç değildir diyoruz. 45 aydır tutuklu Trt Spikeri Hamza Günerigök’den mektup var: “Yerel mahkemenin verdiği ceza süresi dolduğu halde, tahliye edilmiyorum. Gerekçe henüz onaylanmış bir cezamın bile olmaması gerekçeyi böyle açıklıyor. Henüz onaylanmamış bir cezamın olmaması,ne hükümlü, ne tutuklu, bir tür rehin alınma halindeyim.” Böyle cezası dolduğu halde, Yargıtay cezasını onamadığı için denetimli serbestliğe çıkarılmayan çok kişi var değerli arkadaşlar resmen rehin tutulma hali bu başka bir şey değil maalesef.

Şerif Mesutoğlu davası devam ediyor. Şerif Mesutoğlu ile ilgili işin doğrusu bakın Yargıtay’da bu cezayı onadı ama biz bu cezanın kesinlikle hakkaniyetten, adaletten uzak bir ceza olduğunu düşünüyoruz. Şerif Mesutoğlu Siverek Cezaevi’nde yıllardır yatıyor, Kaymakam Muhammed Safitürk davasında katil olduğu iddia ediliyor, dava Anayasa Mahkemesi’nde ama apaçık belli ki katil Şerif Mesutoğlu değil, bunu sadece biz söylemiyoruz çünkü bomboş bir dosya var ortada, Kaymakam Muhammed Safitürk’ün kardeşi Haydar Safitürk’de katilin Şerif Mesutoğlu olmadığını, dosyada çok ağır ihlaller olduğunu, yanlışlar olduğunu, çok büyük hatalar olduğunu, üstünü kapatmalar olduğunu yıllardır söylüyor, bir feryad halinde söylüyor ama onu kimse dinlemiyor. Birisi kurban seçilmiş, zindana atılmış, yıllardır büyük bir zulüm görüyor, herkes de biliyor ki bu kişi katil değil ama bütün bunlara rağmen bu film devam ediyor.

Av. Selçuk Kozağaçlı’nın durumunu gündeme getirmek isterim. Av. Selçuk Kozağaçlı halen mahpus, savunanlar maalesef yargılanıyor, bu uğurda avukat arkadaşlarını kaybeden, açlık grevlerinde çok zor durumda kalan arkadaşlarını izleyen bir avukat Selçuk Kozağaçlı ve Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşlarına özgürlük talep ediyoruz.

İstanbul’da askerlik yapan Batmanlı İsa Varol askerliği bitmesine rağmen memleketine de dönmemiş, nerede olduğu bilinmiyor ve bu konuda biz araştırma yapılması gerektiğini söylüyoruz, aile de bunu gündem etti biz de burada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu sıkıntıyı gündem ediyoruz.

Kaçırılma vakaları maalesef devam ediyor. Mehmet Bal 58 yaşında Batman’lı en son İstanbul Avcılar’da görüldü, ‘Gebze’ye gidiyorum.’ Diye çıktı. Ne Gebze’ye ulaştı, ne de başka bir şey. Hala Mehmet Bal ortada yok değerli arkadaşlar!

Gökhan Türkmen 9 ay boyunca ortalıkta yoktu. Mahkemede işkence gördüğünü söyledi ve sonrasında yargılaması kapalı yargılama olarak devam ediyor kimse bu yargılamaya giremiyor.

Gülistan Doku halen bulunamamış durumda, yüzlerce gündür Gülistan Doku’yu söylüyoruz, hala bir devlet Gülistan Doku’yu bulamamış durumda; bu da kabul edilecek bir hal değil.

Süryani vatandaşlarımız kaybolmuştu, annenin cesedi bulunmuştu, baba Hürmüz Diril halen bulunmuş değil, biz bu kişinin de bulunması için tekrar çağrı yapıyoruz.

Yusuf Bilge Tunç 450 güne yakındır kayıp, kaçırılmış durumda. Bu devlet nasıl bir devlet ki bu kişinin hayatı hakkında tek bir açıklama yapmıyor, ulusal ve uluslararası tüm uyarılara rağmen yetkililerin bir açıklama yapmadığı bir durum. Kabul edilecek bir durum değil, skandal bir durum. Biz artık söylemeye utanıyoruz, yetkililer bu konuda açıklama yapmamaya utanmıyorlar, ben hukuka, vicdana ve hayaya davet ediyorum yetkilileri.

Yorumlar