10 Eylül 2020

TBMM

YouTube

Değerli basın mensupları bugünkü basın toplantımıza başlıyoruz. Gündemimizde yine çok önemli konular var ve bunları size yansıtmaya çalışacağız.

Bildiğiniz gibi 2 Eylül Çarşamba günü İstanbul’dan Ankara’ya yürüyen KHK zulmüne karşı direniş gösteren 3 kişi Ankara’da gözaltına alındı bu yürüyüşleri sonrasında. Niye bu insanlar İstanbul’dan Ankara’ya yürümek istiyordu? Çünkü Türkiye’de 4 yıldır KHK zulmü var, Anayasa’yı çiğneyerek, hukuku çiğneyerek yüzbinlerce insanın kaderi ile oynanan, milyonlarca KHK’lı yakınına kabus gibi bir hayat yaşatan bir iktidar uygulaması var. Buna karşı büyük tepkiler var, hukuksuz olduğu artık apaçık belli ortada insanlar intihar etti, aileleri yıkıldı, ocakları söndü ve maalesef iktidar acımasızca KHK’lılara hayat hakkı tanımıyor. İşte bunun için geçtiğimiz günlerde Cemal Yıldırım, Resul Kalyoncu ve Semih Karaoğlu İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş kararı aldı. İstanbul Kadıköy’de 2 Eylül Saat 13.00’de bir basın açıklaması yaptıktan sonra yürümek istediler ama tamamen barışçıl amaçlı ve iktidar uygulamasını protesto ettiği için bu yürüyüş durduruldu ve arabalar ile hareket etmek zorunda kaldı 3 yürüyüşçü. Çeşitli ilçelerde durduruldu, Kadıköy’de yürümeleri engellendi, Maltepe’de, Kartal’da, Pendik’de, Tuzla’da, Gebze’de hep yürümelleri engellendi. İzmit’e vardılar orada yürümeleri engellendi, Sakarya, Düzce, Eskişehir’de yürümeleri engellendi ve Ankara’ya geldiklerinde de Sakarya Caddesi’nde bir açıklama yapmak istediler ama açıklamaları engellendi, neden işte giydikleri “KHK zulmüne hayır, bu adaletsizliği kabul etmiyoruz.” Temalı tişörtleri bahane edilerek gözaltına alındılar. Onları destekleyen insanlar darp edilerek gözaltına alındı, işte 21. Y.Y.’da hukuksuz Türkiye’den bir manzara böyle olmuştu!

Düşünün kimseye zarar vermeden bir açıklama yaparak İstanbul’dan Ankara’ya olan yürüyüşünüzü bitirmek istiyorsunuz, hiçbir şekilde şiddet isteğiniz yok, öyle bir durum mevzu bahis değil sadece bir iktidar uygulamasını bitirmek için oldukça önemli bir maddi ve manevi fedakarlık ile İstanbul’dan Ankara’ya yürümüşsünüz, yürütmemişler daha doğrusu bir şekilde duraklayarak çeşitli yerlerde duraklama yaparak Ankara’ya gelmişiniz ama Ankara’da İstanbul’da yapılabilen basın açıklaması nedense Ankara’da yapılamamış. Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne, Ankara Valiliği’ne sormak isterim, İstanbul’da yapılabilen bir basın açıklaması Ankara’da neden yapılamaz? Hadi gelin bana bunu açıklayın. Bakın aynı açıklama İstanbul’da 2 Eylül günü Kadıköy’de Rıhtım’da yapıldı, niye bu yürüyüşün bitiminde Ankara’da bu açıklama yapılmadı? Türkiye’de 2 farklı Anayasa mı var? 2 farklı hukuk mu var? Yaptığınız bu zorbalıkların ve keyfiliklerin bir anlamı var mıdır? Bana açıklayabilir misiniz? Her vatandaşın önceden haber vermeksizin toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı vardır, Anayasa Madde 34 bunu söyler. Kimseye zarar vermeden bir açıklama yapma hürriyetiniz var ve polisin orada bulunması da sadece ve sadece sizin açıklama yapma hakkınızın ve özgürlüğünüzün korunması içindir. Başka bir nedenden değildir, sizi baskılamak, sizi engellemek, sizi darp etmek için orada olmamalıydı, polis sizin orada en rahat, en güvenli bir şekilde açıklama yapmanızı sağlamak için orada olmalıdır ama işte bu iktidar; Anayasa’yı ters düz ederek, ayaklar altına alarak istediği gibi keyfi uygulamalar yapıyor. Kendi uygulamaları içinde bile çelişki arz ediyor. Bakın apaçık söylüyorum İstanbul’da izin verilen açıklamanın, Ankara’da izin verilmemesinin anlamı nedir? Hadi gelin bana bunu açıklayın bakalım. Aslolan açık, insanların sivil toplum etkinliklerine müdahale etmemek ve izin vermektir, biz Ankara mülki amirliğine, Valiliği’ne, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne tekrar sesleniyoruz, işiniz gücünüz ihlal, işiniz gücünüz Ankara Emniyeti’nde ki ve gözaltındaki işkence vakalarını örtbas etmeye çalışmak, bunları çok iyi biliyoruz. Bununla da kalmıyorsunuz, İstanbul’da izin verilen bir açıklamaya Ankara’da izin vermemek gibi bir saçmalığa imza atıyorsunuz, bunun anlamını açıklayabilir misiniz? Siz devletin valisi olarak kafanızdan, keyfi işler yapamazsınız, eğer ki keyfi bir şekilde Anayasayı çiğneyerek Valilik ve Ankara Emniyet Müdürlüğü böyle keyfi işler yapıyorsa bende bu milletin vekili olarak bir milletvekili olarak milletimin haklarını korumak için buna karşı çıkarım, ben de Ankara’da bu yürüyüşün sonlanacağı zaman Cemal Yıldırım, Semih Karaoğlu ve Resul Kalyoncu’nun yanındaydım maalesef bizim yanımızda polis bu kişileri gözaltına aldı ve diğer destekleyen insanları da darp ederek gözaltına aldı. Gözlerimizin önünde bir hukuksuzluk sergilemiş oldular, gözlerimizin önünde bir keyfilik ve zorbalık sergilemiş oldular.

Değerli arkadaşlar Türkiye’de insanlar düşüncelerini söylediği için anında cezaevin atılabiliyor. Dün bununla ilgili önemli bir karar vardı, 6 aydır cezaevinde olan 3 gazeteci tahliye edildi. Neydi bunların suçu? Bakın gazeteci arkadaşlar iyi bilirler; gazetecilik suç değildir, bir meslektir. Gazetecilik halkın haber almasını sağlamak için yapılan bir meslektir, gazetecilik belki bazı insanları rahatsız edebilir iktidar uygulamaları değiştirildiği zaman gazetecilik iktidarı rahatsız edebilir, başka zamanda başka kişileri eleştirilen kişileri rahatsız edebilir ama gazetecilik demokrasinin son derece önemli bir gazetecilere getirdiği bir haktır ve kamuoyunun da bilgi edinmek için bir vasıtasıdır. Bütün bunlara rağmen gazetecilik iktidarlar tarafından suç olarak görülüyor, MİT mensuplarının cenazesini haber yaptığı için 6 aydır cezaevinde olan gazeteciler vardı. Onlardan 3’ü dün tahliye edildi. Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç. Biz ilk baştan itibaren bu tutuklamaya karşı çıkmıştık, dün de bu tahliye haberine sevindik ve bütün bu suçlamaların tamamen iktidarın keyfi suçlamaları olduğunu da çok iyi biliyoruz, bu gerçeklerde apaçık ortaya çıkıyor. Gazeteci arkadaşlarımızın tahliye olmasına çok sevindik, biz insan hakları savunucusu siyasetçi olarak ayrım yapmadan kim olursa olsun herkesin özgürlüklerini elde etmesi ve hakkını savunması gerektiğini söylüyoruz ama şunu da söylemek lazım gazeteci arkadaşlarımız tahliye oldu ama tahliye olmayan halen tutuklu olan gazeteciler var. Onlarca gazeteci var, hepsinin durumunu takip ediyoruz, Türkiye’de maalesef 100’e yakın tutuklu gazeteci var, sırf gazeteci oldukları için tutuklular. Biz kimliğine bakmaksızın sadece ve sadece gazetecilik yaptıkları için tutuklu olan tüm bu gazeteci arkadaşlarımızın yanındayız net bir şekilde bunu söyleyelim. Fikirlerini beyan etmek iktidarı rahatsız edebilir ama kesinlikle biz fikir beyan ettiği için hiçbir gazeteci arkadaşımızın kim olursa olsun cezalandırılmasını tasvip edemeyiz ve şiddetle bunun karşısında dururuz.

Evet gazeteci arkadaşlarımız tahliye oldu ama tahliye olmayan gazeteciler de var bakın; mesela onlardan birisi 4 yıldır cezaevinde zulmen tutulan Ahmet Altan. Türkiye’nin en önemli gazetecilerinden, Türkiye’nin en önemli edebiyatçılarından, Türkiye’nin en önemli edebiyatçılarından. Makalesi yüzünden cezaevinde tutuluyor. Olacak bir iş değil! Ama maalesef devam ediyor ve bu hali biz kesinlikle kabul etmiyoruz! Ayrımsız bir şekilde tüm gazetecilerin fikirlerini söylediği için cezaevinde olmasına toplumun her kesiminin karşı çıkması gerekir, fikrine katılırsınız, katılmazsınız ama insanların düşüncesini beyan ettiği için cezaevinde olması kabul edilecek bir hadise değil.

Bakın ben size bir başka kişiyi daha örnek vermek isterim. Habip Güler bir gazeteci, bana cezaevinden bir mektup göndermiş. Habip Güler sanırım eski TBMM gazete medya kadrosu içinde Zaman Gazetesi’nin eski muhabiriymiş ve ceza almış, 6 yıl 3 ay ceza almış. Habip Güler cezasını doldurmuş ama iktidar hukuksuz bir şekilde bu kişiyi cezaevinde tutuyor. Ya cezasını yatmış bu insan! Bakın cezası bitmiş, denetimli serbestliğe ayrılması lazım, 5 aydır denetimli serbestliğe ayrılamıyor. Buna itiraz etmiş, “Benim denetimli serbestliğe ayrılmam lazım.” diye, cezaevi gözlem kurulunun tahliyesini engelleyen kararına itiraz etmiş ve infaz hakimliği kendisini haklı bulmuş. Temmuz da haklı bulmuş; “Tahliye olabilirsin.” denmiş ama hala tahliye edilmiyor 2 aydır. Olacak iş değil. Bana bir mektup göndermiş “Bu nasıl bir haldir?” diyor. “Benim tahliye olmam gerektiği halde infaz hakimliği de itirazımı onayladığı halde halen tahliye edilmiyorum.” diyor. Değerli arkadaşlar gazetecileri kimliğine göre ayırt edemezsiniz bakın bir tarafta tahliye olan gazeteciler var ama bir tarafta da tahliye olması gerekirken zorba iktidar uygulamaları nedeniyle 5 aydan fazla cezaevinde tutulmaya çalışılan gazeteciler de var. Kimliğine bakmaksızın bunlara karşı çıkmak durumundasınız. Evet bunu da böyle hatırlatmış olalım. Habip Güler Silivri Kapalı Cezaevi’nden bana yazmış olduğu mektubunda bu durumu anlatyor bende kamuyouna iletiyorum.

Bakın sadece bunlar değil, Press In Arrest  2020 Basın Özgürlüğü raporu var elimde, burada da Türkiye’de gazetecilere yönelik ağır hak ihlalleri anlatılıyor bu raporda.  Gazetecileri hizaya getirme girişimleri anlatılıyor. Bakın gazetecileri hizaya getirme girişimleri; başka bir mesleğiniz olsa sizi hizaya getirmek istemez ama gazeteci olduğunuz için halkı doğru haber ile aydınlatmaya çalıştığınız için iktidar sizi hizaya getirmeye çalışıyor. Bakın ne kadar ilginç ve üzücü olaylar olmuş. CHP İzmir İl Gençlik Kongresi’nde 6 gazeteci saldırıya uğramış, daha sonra CHP İl Başkanlığı bu gazetecilerden özür dilemiş ama gazeteciler darp edilmiş.

Yine Evrensel Gazeteci Diyarbakır Temsilciliği’nde çalışan Cengiz Anıl kendisine bir takım kişilerce kendilerini polis olarak tanıtan kişilerce ajanlık dayatıldığını söylemiş.

Gazeteci Şirin Payzın MHP MYK Üyesi Osman Şişman tarafından tehdit edilmiş sırf gazetecilik yaptığı için. “Anlayacağınız dilden, Türkün kökleri sizleri sardıkça kuduracaksınız, nefes alamayacaksınız.” Diye tanınmış gazeteci Şirin Payzın MHP MYK Üyesi Osman Şişman tarafından tehdit edilmiş.

Yine bitmedi bakın, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin danışmanı Yıldıray Çiçek gazeteci Ahmet Taşgetiren’i tehdit etmiş. Demiş ki : “Sakalını teker teker yolarlar, bizden söylemesi.”

Yine gazeteci Gökhan Özbek evinde arama yapılarak polisin kimliğini gösterdikten sonra içeri aldım demiş ve gece yarısı evinde arama yapıldığını söylemiş.

Kanal D Muhabiri İbrahim Konar ve Kameraman Volkan Kamber haber takibi sırasında fiziksel saldırıya uğramış.

Ordu Ünye’de gazeteci Samet Girmeç 2 kişinin Hilmi Güler aleyhinde neden yazılar yazıyorsun diyerek 40 dakika boyunca darp edildiğini ve ağzına silah namlusu sokulduğunu duyurmuş.

Bursa Karacabey’de yayın yapan Yörem gazetesinin sahibi Şaban Önen, Belediye Başkanın’ın yakınlarının saldırısına uğradığı iddia edildi.

Antalya’da gazeteci Yakup Kocabaş kimliği belirsiz kişiler tarafından kurşunlanmış.

Batman’da Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüz haberini yapan gazeteci İdris Yayla Emniyette kendisine: “Haberi hangi amaçla yaptın? Neden sosyal medyada paylaştın?” Sorularının yöneltildiğini söylemiş. Haber takibi sırasında aileye ve habere erişimin engellendiği belirtilmiş.

Gazeteci Hakan Aygün yine tutuklanmıştı ve daha sonra kendisi serbest bırakıldı.

Gazeteci Eylem Akdağ gözaltına alınmış.

Yazar Sebahattin Önkibar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hakaret davası açtığını duyurmuş.

Can Ataklı Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiası ile dava açılmış kendisine.

Yine Rize Nabız Gazetesi’nde Rize Gazetesi  Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Rize Şube Başkanı Gençağa Karafazlı hakkında, AKP Rize İl Genel Başkanı hakkında haberler yaptığı için dava açılmış.

Yine CHP İzmir Vekili Tuncay Özkan Türkiye gazetesi yazarı Süleyman Özışık’ın kendisi hakkında bazı iddialara yer verdiği için Özışık’a dava açacağını duyurmuş.

Mehmet Baransu Ahmet Altan Yasemin Çongar ve Yıldıray Oğur hakkındaki beş yıldır süren davanın duruşmaları devam ediyor. Böyle gazeteciler yaptıkları haberler ile ilgili yargılanmaya devam ediyor.

Türkiye’de maalesef kaçırma olayları da oluyor, biz bunları sürekli söylüyoruz, 400 günü aşkın bir şekilde kaçırılmış olan kişiler var. Bakın biz geçtiğimiz sene boyunca bunu çok söylemiştik, Yusuf Bilge Tunç 400 günü aştı, halen kaçırılmış durumda, halen kayıp ve Yusuf Bilge Tunç ile ilgili halen herhangi bir açıklama yapılmıyor.

Bitmedi bununla ilgili bakın HDP Gençlik Meclisi’nden kişiler kaçırılıyor ve kendilerine darp edilerek ajanlık dayatılıyor ve HDP’li Lider Polat ve Cihan Çitgez savcılığa başvurmuş kendilerinin polis olarak tanıtan kişiler tarafından kaçırıldığını, işkence edildiğini belirtiyor ve bu kaçıran kişiler kendisine ajanlık dayatıyorlar. Yol boyunca müvekkil ile 4 kişi konuşmuş, yol boyunca avukat anlatıyor bunu: “Müvekkil tehdit edilmiş ve kötü muamelede bulunulmuş. Müvekkilinin nereye götürüldüğünü sormuş; araçta bulunan kişiler “Seni mezara götürüyoruz.” Demişler. Yaklaşık 1.5 saat yol gittikten sonra bir siyah Transporter marka bir araca alınmış, müvekkil siyah Transporter’da darp edilmiş ve hakaretlere maruz kalmış, böyle baya bir araç içinde dövüldükten sonra ıssız bir yere atılmış. Biz de soruyoruz, konuyla ilgili açılmış bir soruşturma var mı? Biz bunu soruyoruz ama haber aldığımıza göre bu meseleleri anlatan kişiler hakkında soruşturma açıldığını, yani kaçırıldığını arabada siyah Transporter’da darp edildiğini söyleyen kişiler hakkında bu ifadelerinden dolayı soruşturma açılmış mı? Tüm bunlara rağmen sormaya devam edeceğiz! Bu kişiler polis midir yoksa kendisini polis olarak tanıtan kişiler midir? Bunları soru önergemizde soruyoruz? Gündüz saatlerinde herkesin gözü önünde böyle bir kaçırılma olayı nasıl olabilir diyoruz? Böyle bir gözaltı kararı var mı bu kişiler hakkında polis nasıl alıp bir yere götürebilir? Gibi sorularla soruyoruz.

Yine Yusuf Bilge Tunç’un az evvel fotoğrafını gösterdim, Yusuf Bilge Tunç’u tekrar soruyoruz, defalarca sorduk, 400 günü aşkındır bir insan Türkiye’de kaybolmuş durumda ve tüm bunun üstüne başka kaçırma vakaları oluyor, burası Türkiye Cumhuriyeti mi, Haydutistan mı diye sormak isterim. Bakın bu kadar bir duyarsızlık olamaz, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nı tekrar açıklama yapmaya çağırıyorum. AİHM ve BM Yusuf Bilge Tunç için sorular soruyor ama halen cevap veremiyor. Ekim ayına kadar süre verilmiş durumda Adalet Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı bir açıklama yapamıyor. Türkiye tamamen bir hukuk devleti olmaktan uzaklaşmış durumda, uçuk,kaçık net bir şekilde bu ortada.

Yine bakın çeşitli emniyet müdürlüklerinden emniyette gözaltında işkence haberleri alıyoruz. Uşak’dan çok korkunç haberler aldık, 30’a yakın çoğu üniversite öğrencisi olan genç hanımlar gözaltına alınmıştı, çevre illerden getirilmişti, Uşak Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltına alınmıştı. Bu genç kadınlara çıplak arama yapılmış! Çıplak arama! Yani üst iç çamaşırlarının içi ve alt çamaşırları dizine kadar indirilerek otur-kalk yapılarak bir çıplak arama yapılmış! Genç kadınlar bunu utanarak anlatıyorlar! Anlatmaya haya ediyorlar ama yapanlar bunu yapmaktan utanmamış! Bu nasıl hayasızca bir durumdur, bu nasıl bir hukuksuz bir durumdur? Bunu biz soru önergemizle de sorduk, kabul edilecek bir durum değil, bakın soru önergem ile sordum, kimsenin yanına da kar kalmayacak bunlar. Biz sonuna kadar bunların üstüne gideceğiz. Uşak Emniyet Müdürlüğü’ne soruyorum? Bu çıplak aramayı hangi cürretle yaptınız? Bir gün sizden hesap sorulmayacağını mı düşünüyorsunuz? Mutlak surette bu yaptıklarınızdan bir gün mahkemede ter atarak hesap vereceksiniz. Bugün bunlar saklanabilir, üstü örtülebilir ama yarın mutlaka bu yaptığınız işkencelerden hesap vereceksiniz!

Bakın yine Didem Akman şuanda 206 gün oldu, Şakran Cezaevi’nde açlık grevi yapıyor, Didem Akman sadece ve sadece Sincan Cezaevi’ne gitmek için açlık grevi yapıyor ve bu isteği duyulmuyor ve bundan dolayı da bu insan aç yani. 206 gündür aç! Açlık grevi yapıyor, kimsenin de umrunda değil, Adalet Bakanlığı tek bir açıklama yapmıyor. Düşünün bir insan bir cezaevinden bir başka cezaevine gitmek için açlık grevi yapıyor ve kimse bunu duymak istemiyor. Olacak bir iş değil, Didem Akman ile ilgili de biz bir soru önergesi vererek bu konuyu hatırlatmış olduk.

Değerli arkadaşlar gözaltı merkezleri, cezaevlerinin durumu son derece kötü. Sadece onlar değil ekonomi de son derece kötü, bugün açıklanan veriler var, işsizlik rakamları son derece kötü, doların yükselmesi, euronun yükselmesi, altının yükselmesi zaten bildiğimiz ekonominin kötüleşen göstergelerinin son işaretleriydi. Bir de bunlara bugün açıklanan veriler ile mayıs ayı işsizliği %12.9’du, haziranda işsizlik %13.4 olmuş. Biz bu açıklanan verileri ilan etmekle beraber aslında rakamların çok daha az olduğunu görüyoruz, biliyoruz. Aslında bilinen rakamlar çok daha fazladır. Gizlenmektedir! Genç işsizliği çok fazladır. %30’a dayanan Kürt illerindeki genç işsizliği vardır. Tüm Türkiye’de gençler işsiz durumdadır! Büyük bir çaresizlik, büyük bir ekonomik sıkıntı hali mevcuttur ama iktidar son derece rahat, yalanlar ile dolanlar ile bütün bu ekonomik sıkıntıları ört bas etmeye çalışmakta, görünmez kılmaya çalışılmaktadır ama mızrak çuvala sığmıyor, apaçık ortada. Gençlerimiz işsiz, orta yaşlılarımız işsiz ve maalesef genel bir büyük işsizlik tablosu var. Turizm sektöründe işsiz olan çok kişi olduğunu biliyoruz ve yine diğer sektörlerde çok büyük bir işsizlik var. Ben son günlerde Şanlıurfa ve Kocaeli’nde halkımızı dolaştım, esnaflarımızı dolaştım, insanlarımızla binlerce insanımızla konuştum. Türkiye’nin bir ucunda Şanlıurfa’da da aynı dertleri dinledim, öbür tarafta Kocaeli’nde de aynı dertleri dinledim. Esnaf son derece sıkıntılı bir halde, iş yapamıyor, teker teker dükkanlar kapanıyor ve insanlar işçi çıkarıyor. İşsiz olan insanlar iş bulamıyorlar, büyük bir sıkıntı devam ediyor ama bütün bunlara karşı iktidar savaş politikalarını devam ettiriyor. Tüm parayı içerde ve dışardaki savaş politikalarına ayırıyor ve insanların işsizliği onun umrunda değil. Bir takım yandaş medya organları ile bütün bu hali görünmez kılmaya çalışıyor.

Türkiye’nin her bir tarafından feryatlar yükseliyor! Anadolunun her bir yanından feryatlar yükseliyor! Bunları gerek bize yüz yüze ileten, gerek sosyal medyadan ileten tüm vatandaşlarımızdan çok iyi biliyoruz. Gerekse de cezaevlerinden mektuplar ile ileten tüm vatandaşlarımızdan çok iyi biliyoruz. Bakın elimde bir mektup var. Arzu Alkış Manisa T Tipi Cezaevi’nden yollamış. NE diyor?  “Ben sade bir ev hanımıyım. Kaçma düşüncem asla olamaz. Tutuklandım, 2 metre karelik tek kişilik hücreye konuldum, 1 hafta boyunca banyosuz, duvarı kapısı olmayan, tuvalet ile sıcak suyu olmayan havasız hücrede kaldım, yanıma yeni tutuklanan birisi gelince de 14 gün 22 güne çıktı, böyle orada cehennem gibi 22 gün yaşadım. 1 tane çocuğum var 3 yaşında, anneye çok muhtaç durmadan ağlıyor, susmuş ve içine kapanmış durumda. Kızım telefonda benimle konuşmak istemiyor, psikolojisi iyi değil, bir anne olarak çok acı çekiyorum ve eşimde tutuklu olduğu için bu çocuğun daha mağdur olmaması için tahliyemi istiyorum.” Diyor. Türkiye’de tutuklu yargılama bir adet haline geldi. Çok rahat bir şekilde cezalandırmak için kullanılıyor ve işte görüyorsunuz Anadolu’nun her yerinden, her yanından feryatlar yükseliyor, insanlarımız iktidar zulmü altında inliyor!

Bakın size bir başka vaka göstereceğim, bir genç tıp fakültesi öğrencisi, 2. Sınıf öğrencisi Ayşe Koca, kanser hastalığına müptela olmuş ve çok hasta, bütün vücudu sarmış durumda. Böyle durumdaki hastaların yakınları eğer tutukluysa, eğer adli mahpus ise cezaevinden 1 yıl infaz erteleme alabiliyor ama siyasi mahpus ise çocuğuna, eşine bakmak için böyle bir infaz erteleme alamıyor. Son çıkan yasa bunu getirdi! Bakın babası ile kızının sağlıklı zamanlarındaki fotoğrafı, baba cezaevinde bir KHK’lı öğretmen, kızı son derece zor durumda kızının durumunu takip etmesi lazım, hastalığının durumunu ama adli mahpusun alabildiği infaz ertelemeyi baba siyasi mahpus olduğu için alamıyor, böylesi bir ayrımcı yasa olabilir mi arkadaşlar? Adli mahpusun eşi, çocuğu insan da, siyasi mahpusun eşi, çocuğu insan değil mi? Onlar hasta olduğunda bakıma, yardıma muhtaç değil mi? Nasıl bir yasadır bu? Bu yasanın bir an evvel Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi gerekir.

Bakın cezaevlerindeki durumları biz size hep anlatıyoruz, son derece vahim hadiseler olduğunu söylüyoruz, bununla ilgili bazı notları size aktaracağım.

Silivri 7 No’lu Cezaevi’nde Yasin Solmaz ile görüşen babası: “7 No’luya gelen kitapların 5 aydır verilmediğini ve koğuşta 35 kişi kaldıklarını söylüyor, haksız yere tutulan çocuğumu kitaptan da mahrum ettiler.” Diyor baba bana iletti.

Yine bir başka: “Kişi Siirt E Tipi Kapalı Cezaevinde yatan bi mahkumun yakınıyım.” Diyor. “ Size de bildirmek istedim cezaevinde korona virüs vakaları var.” Ama biliyorsunuz bu vakaları kesinlikle Adalet Bakanlığı bildirmiyor. Türkiye’de Adalet Bakanlığı bu vakaları bildirmiyor, savcılıklar açıklama yapmıyor, cezaevindeki bu vakaları ben duyuruyorum bir milletvekili olarak. Böylesine garip ilginç bir ülke, bakanlığın duyurması gerekirken milletvekili bu vakaları duyuyor ve bakanlıkta sonradan kabul ediyor.

Yine bir başka Rize, Kalkandere cezaevinde , Corona vakaları var, savcılığın hiçbir açıklaması yok, bakanlığın açıklaması yok ama mahpus yakınları da bize bu konuyu iletiyorlar.

Biz cezaevlerini arıyoruz, müdürler: “Biz bilgi veremeyiz savcıya sorun diyorlar.” Savcıyı arıyoruz, Savcı: “ Biz bilgi veremeyiz, Ceza Tevkifişleri Genel Müdürlüğü’ne sorun.” Diyorlar. Herkes topu birbirine atıyor, böylesine ilginç, garip bir ülke değerli arkadaşlar. Sağlık Bakanlığı da Adalet bakanlığı da bu süreci şeffaf olmayan bir şekilde gizli, kapaklı bir şekilde yürütmeye çalışıyor, yine mızrak çuvala sığmıyor gerçekler apaçık ortada ve artık hiç kimse bakılan yapılan anketlerde bunu gösteriyor, hiç kimse artık Sağlık Bakanlığı verilerine inanmıyor çünkü sadece Ankara’da ki vaka sayıları, ölüm sayıları Türkiye genelinde Sağlık Bakanı’nın açıkladığı sayılar kadar böyle bir ortamda hangi bakanlığa inanacaksınız, Sağlık Bakanlığı’na mı, Adalet Bakanlığı’na mı? Bence ikisine de inanmayın. Doğru söylemiyorlar! Çok iyi biliyorum, çok yakından biliyorum. Mart ayından beri bunu söylüyorum, defalarca söylüyorum ama bakanlıklar gereken işlemleri yapmak yerine yalan atarak bu konuyu halledebileceklerini düşünüyorlar.

Cezaevlerinde hadiseler bitmiyor, KHK zulmü konusunda direniş gösteren Mehmet Dersulu tutuklanmıştı ve avukat görüşü yapılmış, çok yoğun diş ağrıları çekiyor ve revire almıyorlar ve cezaevinde yine darp edilmiş durumda, Mehmet Dersulu.

Kayseri Bünyan Cezaevi’nde Mehmet Yamaç nefes darlığı çektiğini söyleyen bir mahpus bu konuda da yeterli açıklamalar yapılmıyor mahpusun durumu hakkında yeterli açıklamalar yapılmıyor, Kayseri Cezaevi’nde kimi mahpus yakınları korona vakaları olduğunu bize iletiyor ama idare bu konuda tatminkar açıklama yapmıyor.

Yine Kahramanmaraş L Tipi Cezaevi’nden korona vakaları geliyor, bu konuda da bir açıklama yok.

Van M Tipi Cezaevi’nde günlerdir, haftalardır Korona vakaları var kimse açıklama yapmıyor!

Yine bir başka ilginç önemli vaka Gümüşhane Cezaevi’nde Mustafa Kabakçıoğlu, Korona olduğu söylenerek bir karantina hücresine alınıyor, sabahleyin cesedi bulunuyor. Sabahleyin vefat etmiş olduğu görünüyor, böyle bir iddia var. Bu kişi niye hastaneye gitmedi? Bu kişi niye karantina koğuşunda tek başına kalıyordu? Ne oldu? Neden öldü? Bu konularda bir açıklama yapılmıyor. Adalet Bakanlığı’nı Mustafa Kabakçıoğlu Gümüşhane Cezaevi’nde kalan KHK’lı öğretmen konusunda açıklama yapmaya davet ediyorum.

Elazığ Cezaevi’nde de Korona vakaları var! Tatminkar açıklamalar yok! B-17 koğuşunun tümü 19 kişi Korona testi pozitif çıkmış ve ağırlaşan vakalar var. Yine bir açıklama yok!

Cezaevlerinde hak gaspları devam ediyor!

Mektupların geç iletilmesi, 20 Temmuz’da attığı mektup elime ulaşmadı diyor bir mahpus yakını. Kendisi her hafta mektup attığını söylüyor ama 1 ayı geçti hala hiçbir mektup elime ulaşmadı diyor.

Çorum Cezaevi’nde Celal Bülbül 72 yaşında 2 yıldır tutuklu 6 yıl 3 ay ceza aldı. Ciddi derecede sağlık problemleri mevcut sürekli kullandığı ilaçları var ama artık ağrılarını geçirmiyor. Geçen hafta kaldığı koğuşun merdivenlerinden yuvarlanıp yaralanmış.

Levent Şentürk Çankırı Cezaevi’nden bize bir mektup yazmış: “49 ay oldu.” Diyor Levent Şentürk. “Yatarım doldu, Yargıtay karar vermediği için halen yatıyorum. Yaşlı ana, babama, eşim ve çocuklarıma bakmak zorundayım. Kendilerine bakamazken, onlar bana bakıyorlar” diyor Levent Şentürk, Çankırı Cezaevi’nden. Arkadaşlar bakın bu zulümler yüzlerce, binlerce kişiye yapılıyor, bu nasıl bir kin nefret halidir anlamak mümkün değil. Kişinin yatarı dolduğu halde mevzuatta olmayan nedenler bularak kişileri denetimli serbestliğe çıkarmamak, Yargıtay kararını geciktirme yöntemleri ile kişileri daha çok cezaevinde tutumaya çalışıyorlar. Aylardır bu sıkıntıyı söylüyoruz, insanlar diyor ki : “Ya tamam yatarı yatana kadar sabrettik, dişimizi sıktık ama yatarı dolduktan sonraki her gün bize bir yıl gibi geliyor.” Hem mahpusa hem mahpus yakınlarına. “ Maddi, manevi zor durumdayız, niye bu zulümler yapılıyor? Niye keyfi bir şekilde mahpuslar cezaevinde tutulmaya çalışılıyor?” diye soruyorlar bende bir milletvekili olarak bu iktidar uygulamasını tekrar ve tekrar kınıyorum.

Mersin Cezaevi’nden yine Covid-19 vakaları var. Bunları da söylemiş olalım. Tüm bu cezaevleri için hiçbir yetkili maalesef doğru dürüst bir açıklama yapmıyor.

Bakın Elazığ Cezaevi’nden daha bugün aldığım bir mektubu size anlatmak isterim: “ 3 yıldır inanılmaz bir kumpası yaşıyorum.” Diyen bir mahpus. “Benim hiçbir şeyle alakam yokken 3 yıldır bir kumpas yaşıyorum.” Diyor. “Gizli tanığı cezaevinden çıkarıp tahliye vadiyle hakkımda yalan ifade verdirmişler, annesi eşime ağlayarak anlatmış, failini bulamadıkları olaya bir kurban lazım, 10 kişinin yapabileceği eylem için suçlanan sadece benim.” Diyor Yusuf Nakçi Elazığ Cezaevi’nden. İnanılmaz olaylar bunlar!

Bakın gizli tanığı cezaevinde yatarken çıkarıp, kişi aleyhinde ifade verdirmişler, bu gizli tanığın annesi kişinin eşine anlatmış ağlayarak “ Biz böyle bir hata yaptık, çok üzgünüm.” Diyerek, failinin bulunmadığı olaya bir kurban lazım ve maalesef 10 kişinin yapabileceği eylem için dosyada 1 kişi suçlanıyor ve bu kişi 3 yıldır yatıyor Türkiye’de adaletin, yargının durumu bu bu maalesef!

Değerli arkadaşlar Türkiye’de kamu kurumları büyük bir keyfilik içinde! Birileri ihaleler alıyor, bazı bölgelerin elektrik işlerini üstleniyor ve daha sonra ne olup bitiyorsa, iktidara nasıl bir yakınlıkları varsa, nasıl bir dolap dönüyorsa, bilemiyoruz onların yaptığı hukuksuzluklardan hiç kimse hesap sormuyor! Bakın ben geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa’daydım. 1 eylül barış günü dolayısıyla esnafımızı dolaştık, Şanlıurfa esnafıyla görüştük, buğday borsasında pazarında dolaştık, esnaflarımızla görüştük çok şikayetler var en çok da DEDAŞ şikayeti var. Bu üreticiyi de perişan etmiş. Buğday üreticisini perişan etmiş. Yine kamyoncu esnafı lastik, mazot, sigorta fiyatlarının yüksekliğinden şikayetçi biz orada da söz verdik halkımıza gündem etmeye devam edeceğiz. Urfa’da nereye gitsem, DEDAŞ zulmünden bahsetti insanlar. Esnaf, halk her kesimden insan DEDAŞ’ın çok haksız, hukuksuz uygulamalar yaptığını söylüyor. Kabul edilecek bir durum değil. Medyaya gidiyorum basın mensupları bana : “Evet DEDAŞ’ın yaptığı kaba, kacağa sığacak durumda değil. Esnafa gidiyoruz böyle, memura gidiyoruz böyle, Ya Allah aşkına bu DEDAŞ’dan bir hesap soracak iktidar mercii yok mu? Bu nasıl bir keyfiliktir? Nasıl bir boşvermişliktir? Nasıl bir haldir anlamak mümkün değil. Urfa’da Mardin’de herkes bundan şikayetçi ama hiçbir hesap soran yok! İnanılmaz bir durum!

Yine bakın Urfa’da nakliyecileri ziyaret ettik, belediye onlara bir yer bile vermiyor, bu çağda konteynerlarda kalan nakliyeci esnafı! Fotoğrafını göstermiş olayım.

Urfa Covid enfeksiyonu açısından üst sıralara tırmanmış bir yer. Şanlıurfa Tabip Odası ile de görüştük maalesef Covid vakaları çok fazla var ve bu sırada hayatını kaybeden doktor arkadaşlarımız oldu, gereken önlemlerin alınmadığından bahsettiler, onları da dinledik, maalesef halk da çok şikayetçi ve tedirgin.

Urfa’da yine kapalı olan 6 tane hastane var! Tüm bu sağlık yetirsizliklerine rağmen, bu hastaneler ile ilgili de gereken adımlar atılmıyor, hastaneler ağzına kadar dolu! Müracaatlara cevap vermiyor! Şanlıurfa Tabip Odası yetkilileri ile görüştüğümüzde filyasyon meselesinde çok sıkıntılar olduğunu, takipte çok sıkıntılar olduğunu söylüyorlar!

Urfa’da ceylan avlamak için ihale açılmıştı, biz oraya gittiğimizde ceylan üretme tesisine de giderek, ceylanların durumunu yakından takip ettik, yetkililerden bilgi aldık, bu ihalenin iptal edildiğini öğrendik ama bir daha böyle bir ihale açılmaması için de biz oradaydık ve ceylanların nesli tükenmekte olan ceylanların vurularak iktidarın para kazanması düşüncesinin son derece yanlış ve gayri insani olduğunu tekrar söylüyorum.

Bakın Urfa ziyaretlerimizde dergahta Bediüzzaman Said Nursi’nin önce defnedildiği sonrasında cenazesinin kaldırılıp götürüldüğü mekana da gittim, orada da fotoğraf çektirdim. Maalesef bu tür iktidar uygulamaları çok yapıldı. Bediüzzaman da bir Kürt din alimi olarak çok sevilen, sayılan kitapları okunan bir insandı ve onun cenazesine de böyle bir zulüm yapıldı, şuanda mezarının nerede olduğu da bilinmiyor. Böyle inanılmaz bir hadise; biz orada ruhuna Fatihalar okuduk ve bu iktidar uygulamasında tekrar kınadığımı belirtmiş olayım.

Bana Türkiye’nin dört bir tarafından şikayetler geliyor. Kocaeli milletvekiliyim ama Anayasal olarak tüm Türkiye’nin sorunları ile ilgilenme durumunda olan bir milletvekili olarak, Allah’a şükürler olsun HDP vekiliyim, Kocaeli vekiliyim, Türkiye’nin her tarafından ve her partili tarafından başvuru alan bir milletvekiliyim. Buna da hamd ediyorum, bir milletvekili olarak yapmam gereken budur. Bize çekinmeden, her insan başvurabilir. Elimizden gelen tüm yollar ile bu başvuruları için bakanlıklara gereken başvuruları yaparız ve sonuna kadar da şikayetleri takip ederiz, halkımıza bunu tekrar söyleyelim.

Mesela Bayburt’dan yazan bir arkadaşımız. Korona vakalarının çok arttığını ve hiçbir önlem alınmadığını söylemiş. Göstermelik bir kaç tane karantina var, şehirde durum ciddi, köylerde çalışan hemşireler merkezde görevlendirildi demiş.

Bir başka şikayet için yurdun bir başka tarafına gidiyoruz, Mardin Kızıltepe’den yazan bir arkadaşımız bize yazmış, müracaat etmiş. “Covid şüphesi ile Kızıltepe Devlet Hastanesi’ne gittim, tam bir kaos vardı Kızıltepe Devlet Hastanesi’nde. Test kiti yok, insanlardan 9 tüp kan alınıyor, saatlerce sırada bekletiliyor, sadece 1 doktor var korona olmayan kişi de korona olur burada diyor.” bu kişi. Evet Türkiye’nin dört bir tarafından sağlık ile ilgili, yetersizlik ile ilgili başvurular geliyor.

Bakın Anayasa Mahkemesi’nin kararı açıklandı. KHK’lı hukukçuların, avukatlık yapamaması ile ilgili bir büyük zorbalık vardı iktidar tarafından sonunda Anayasa Mahkemesi bu kararı konusunda bir ihlal olduğuna karar verdi ve biz bundan sonra 10bine yakın KHK’lı hukukçunun artık avukatlık ruhsatını alması gerektiğini Adalet Bakanlığı’nın karşı davalar açmaması gerektiğini söylüyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin kararı işte burada ama bütün bunlara rağmen öncekinde olduğu gibi “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ben takmıyorum.” banane diyen bir iktidarın olduğunu da biliyoruz fakat biz mücadeleye devam edeceğiz, bu iktidar öyle “Anayasa Mahkemesi’nin kararını takmıyorum.” Gibi hukuksuz, Anayasayı çiğneyen sözleri sarfedemeyecek ve sonunda Anayasayı hukuku ona uygulatacağız! İstediği kadar keyfilik ve zorbalık yapsın, biz mücadele edeceğiz ve sonuna kadar bu mücadele ile Anayasa’nın maddelerini uygulamak zorunda kalacaklar.

Gördüğünüz gibi Şanlıurfa’dan yine bir fotoğraf, PTT önünde bir postane önü işte sosyal mesafenin durumu bu, bundan sonrada Şanlıurfa’da niye korona vakaları artıyor diye soruyorlar? Sormayın böyle olduktan sonra Korona vakası tabiki artar!

Bir başka hak ihlalini gündem edeyim. Bize başvuran bir kişi söylediği şu, cinsel açıdan ayrımcılık yapıldığına dair başvuru: “Bir arkadaşımızdan işe girişte sağlık raporu istendi.Aile hekimi, raporda HIV ilgili bir bölüm olmamasına rağmen rapora HIV+ yazacağını belirtti. Bu, kanuna aykırıdır. HIV+ olmak, çalışmaya engel değildir, işe giremedi. HIV+ ler nasıl yaşayacak?” değerli arkadaşlar bir şekilde HIV+ olabilirsiniz ama bu sizin hayattan dışlanmanızı getirmemeli, maalesef hak gaspları her yerde olabiliyor ve olmaması gerektiği halde böyle işlemler de yapılabiliyor.

Geçtiğimiz hafta oldu; Milletvekili Barış Atay’a yönelik bir saldırı gerçekleştirildi. Süleyman Soylu onu tehdit ettikten sonra nedense bu saldırı gerçekleşti. Olacak bir iş değil, Türkiye’de bakanlar milletvekillerini tehdit ediyor ve ardından sonraki gün milletvekili saldırıya uğruyor, darp ediyor, olacak işler değil, bunun da takipçisi olacağız artık iktidarın zorba uygulamaları milletvekillerine kadar dayanmış durumda.

Bakın tam 1 yıl önceki bir açıklamadaki fotoğrafımız, Mustafa Yılmaz ve Gökhan Türkmen’in bulunması gerektiğini söylüyordum, 1 yıl önce bu zamanlar. Bize o zamanlar bu kişilerden haberimiz yok diyorlardı, biz de bu kişilerin kaçırıldığını söylüyorduk, sonunda bu kişiler bulundu Gökhan Türkmen 9 ay boyunca kaçırıldığını ve işkence edildiğini söyledi, biz 1 yıl önce bunları sorarken kimse bize bir açıklama yapmıyordu ama sonrasında ortaya çıkan kişiler devlet görevlilerince işkenceye uğradıklarını söylediler.

Geçtiğimiz günler 6-7 Eylül’ün yıldönümüydü ve biz bu konuda bir yasa teklifi verdik. 6-7 eylül nedir? 6-7 eylülde bir devlet kurgusu ile Selanik’de Mustafa Kemal Atatürk’ün evine bir bombalı saldırı haberi üzerine İstanbul’da ayağa kalkan daha doğrusu ayağa kaldırılan yüzbinlerce kişi azınlıklara ait iş yerlerini, evlerini din mabetlerine saldırdı. 4 bin işyeri onlarca Sinagog, Klise tahrip edildi, azınlıklara ait okullar tahrip edildi, şu gördüğünüz gibi bakın, şu işyeri azınlığa ait olmayan iş yeri bu işyeri de azınlık mensubu bir kişinin işyeri ve yapılanın ne olduğunu görüyorsunuz, yağmalanmış, tahrip edilmiş durumda biz bunun bir utanç olayı olduğunu biliyoruz, 6-7 Eylül 1955’de Kıbrıs’da ki durum için iktidar politikalarının sonucu olarak, Kıbrıs için iktidarın azınlıklara ait insanların Türkiye’den çıkıp gitmesine yönelik bir kurgusu olduğunu daha sonradan öğreniyoruz, bunu MİT mensupları söylüyorlar, Selanik’de ki bir MİT mensubunun Atatürk’ün bulunduğu eve bomba attığı, Yunan makamları tarafından bu kişinin tutuklandığı ve daha sonra bir işlem yapılamadığını biliyoruz daha sonra bu kişinin Türkiye Cumhuriyeti’nde valilik makamına kadar yükseldiğini de biliyoruz. Böylesine ilginç olaylar, tüm bu komplolar, kurgular tezgahlanırken öbür tarafta İstanbul’da azınlıkların evlerine böyle saldırılar yapıldı maalesef. Biz 6-7 Eylül Olaylarını kınıyoruz ve 6 Eylül gününün 6-7 Eylül olaylarının kınanması için ulusal anma ve yas günü olarak ilan edilmesi için bir yasa teklifi verdik. Her kesimden Türkiye toplumu için kabul edilmesi gereken bir yasa olduğunu söylüyoruz ve bu utancı bu şekilde ortadan kaldırılmalı. Bu memlekette Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes emniyet altında olmalı, gerek azınlıklar, gerek Kürtler, gerek Aleviler azınlıkta olan tüm bu din ve mezhep mensupları kendilerini tehlike altında hissetmemeli. Defalarca bunu söylüyoruz ve biliyoruz ki çoğunlukta olanlar azınlıkta olanları darp edebiliyor ve linç de edebiliyor bunların örneklerini defalarca gördük kabul edilecek bir durum değil. Tekrarlanmaması gerektiği için böyle bir yasa teklifinin görüşülmesi gerektiğini söylüyoruz.

Az evvel bahsetmiştim,  Uşak Emniyet Müdürlüğü’nde çıplak arama yapılan genç kadınların gözaltı esnasındaki görüntüleri basına yansıyan görüntüleri. Bu genç hanımlara çıplak arama yapılmış otur kalk şeklinde iç çamaşırını dizine kadar indirdikten sonra otur kalk işkencesi yapılarak, tamamen psiklojik olarak mağdur edilmeleri sağlanmış ve baskı altına alınmışlar. 3 gün kadar avukatları ile görüşmeleri engellenmiş, düşünün savunma hakkı da gasp edilmiş, avukat görüşmek istiyor gözaltındaki müvekkili ile görüşemiyor.

Az evvel bahsetmiştim Urfa’da DEDAŞ ile ilgili sıkıntıların çok olduğunu bize birebir de başvuran çok vatandaş da oluyor. Mesela Bilal Uçar diyor ki: “ Ben 70 TL’ye çalışan bir işçiyim. 3çocuğa zor bakıyorum, kirayı zor ödüyorum. DEDAŞ resmen beni soydu, elektriğim kaçak değil bana ceza geldi 4 bin TL geldi, ödemeye gittim, 5000 oldu, illa gidip üzerime benzin mi  dökmem lazım bunun yanlış olduğunun anlaşılması için. Çileden çıktım.”

Evet şuanda Cudi’de yangınlar var değerli arkadaşlar! Bakın Cudi’de ki yangınlar için yetkilileri arıyor vatandaşlar, “Bizi meşgul etmeyin.” diye cevap alıyorlar. ! Cudi Dağı bölgesindeki Cifanê köyü kırsalında çıkan ve günlerce devam eden yangını söndüren yurttaşlar, aradıkları yetkililerden ‘Bizi meşgul etmeyin.’ yanıtı aldıklarını söyledi. Yangınlar niye durmaz arkadaşlar? Memleketin dağındaki orman yangınları niye durdurulmaz? Yangını söndürmek istememek kadar büyük vicdansızlık var mı? Orada yanan canlılar ve cansızlar, ki onlar insana emanet, hangi niyetle bu sorumsuzluk? Diye soruyorum.

Geçtiğimiz günlerde yine vekili olduğum Kocaeli’ndeydim ve Yukarı Hereke bölgesini ziyaret ettim, halkımız ile konuştuk, bölgeyi inceledim, çok ilginç olmayacak haller gördüm, bakın Yukarı Hereke’de çarşı caddesinin hali! Caddesinin ortasında direkler var, görüyor musunuz? Hani herhangi bir tretuvar yok, arabalar gelip bu direklere çarpabilir, belediyenin gelip bir şey yaptığı yok. Körfez ilçemize ait Yukarı Hereke Mahallesi’nden görüntüler bunlar. Olacak işler değil.

Yukarı Hereke Karalayalar Mahallesi’nde derede akan sular 2 kilometre uzaklıkta olan mezarlıklara doğru akıyor. Dereden mezarlıklara doğru sular akıyor, bakın şu hali görüyor musunuz? Doğalgaz için açılan ara yollar bu şekilde tamir edilmeden bırakılmış olup, halkın çektiği umurlarında değil maalesef! Gerek bu yolun hali, yolun ortasındaki direklerin hali, arabalar gelip çarpıyorlar ve bu direkler hala yolun ortasında, gerekse de akan sular ki doğalgaz için açılan çukurlar mezarlıkları tehdit eden sular, dereler son derece kötü bir görüntü oluşturuyor. Yukarı Hereke mahallesi neden bakımsız? Orada iktidara oy çıkmadığı için mi mahalle cezalandırılıyor bunu tekrar sormak istiyorum. Yukarı Hereke Mahallesi’ndeki usulsüzlüklerin, hukuksuzlukların ve ihmallerin üzerine gitmeye devam edeceğiz!

OHAL uygulamaları bitmiyor! Bakın velilikten de mi ihraç edeceksiniz? Nasıl bir olay? “ Ben KHK’lı bir öğretmenim.” Diyor bana mektup yazan bir kişi. “Eşim de özel okulda çalışıyordu. Biz eski öğretmen olduğumuz için EBA öğretmen şifrelerimiz iptal edilmiş. Şimdi doğal olarak EBA veli girişi yapmak istiyoruz ama sistem kabul etmiyor.”

Kaçırma girişimleri ile ilgili gençler bir basın açıklaması yapmış İnsan Hakları Derneği’nde. HDP’li gençler kaçırıldıklarını, darp edildiklerini ve işkence edildiklerini söylüyorlar.

Yine geçtiğimiz günlerde AİHM Başkanı Spano Türkiye’yi ziyaret etti, İstanbul Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanı aldı. Mardin’e gitti AKP yetkilileri ile görüştü. Bu olacak iş değil. Biz buradan tekrar söylüyoruz, AİHM Başkanı Spano’yu istifaya davet ediyoruz! AİHM’in ceza verdiği ilk 3 sıra içinde yer alan ülkelerden birisi Türkiye. Çok ihlaller var, siz ceza verdiğiniz yoğun bir şekilde ceza verdiğiniz bir ülkenin iktidar tarafından rektörü atanmış bir üniversitesinden, ödül almaya koşturup Türkiye’ye geliyorsunuz, yetmedi kalkıp burada Mardin’e gidiyorsunuz, Mardin’li AİHM temsilcisi ile beraber kol kola gidip AK Partili yetkilileri ziyaret ediyorsunuz. Bunlar hep ihsas-ı rey’dir değerli arkadaşlar. Uluslararası hükmü olan bir mahkemenin başkanı, kalkıp ihlallerin en yoğun olduğu bir ülkede iktidarın istediği işleri yapıyor, bunu anlamak mümkün değil, o yüzden biz tekrar ve tekrar Spano istifa diyoruz! Böyle bir kişi AİHM’in başında kalamaz! Spano’nun bir an evvel istifa etmesi lazım diyorum bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden haykırıyorum.

Yine geçtiğimiz hafta Sakarya’da Kürt işçilere yönelik bir saldırı yapıldı ve maalesef  bu saldırının üstü örtülmeye çalışıldı, Sakarya Valisi bu olayı yalanlamaya çalıştı, görüntüleri inkar etmeye çalıştı, biz bütün bunlar ile iktidar ve devlet uygulamalarının nasıl var olan ihlalleri örtmeye çalıştığının son örneğini gördük oradaki Kürt işçiler darp edilmişti ve apar topar kaçıp Sakarya’dan Mazıdağı Mardin’e gitmişlerdi ama bütün bunlar birileri için sorun değildi, biz Türkiye’de Kürt meselesinin bir yara olduğunu her bir olayla bu yaranın kanadığını o yüzden Kürt meselesinde barışçıl ve insan haklarına dayalı bir çözümün olmazsa olmaz olduğunu ve mutlak surette bir an evvel bunun gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Yine bakın geçtiğimiz günlerde basın açıklaması yapan Furkan Gönülleri’ne yönelik müdahale etti. Polis zorbaca uygulamalar yaptı, basın açıklaması yapan kişileri ters kelepçe ile gözaltına alma girişiminde bulundu, hemen her kesime yönelik zorba polis uygulamaları, keyfi iktidar uygulamaları Türkiye’de devam ediyor, “Bana yapıldı bunu göreyim, başkasına yapıldı görmeyeyim.” kimse demesin, zorba iktidar uygulamaları muhalefet eden herkese yönelik yapılıyor, o yüzden biz bunları kesinlikle kabul etmiyoruz kime yapılırsa yapılsın.

Yine bakın geçtiğimiz gün Ankara’da basın açıklaması yapmak isteyen Uygur Türkleri Ankara’da gişelerden içeri alınmadı. Düşünün Çin Devleti’nin zulmettiği Uygur Türkleri Ankara’da bu zulmü duyurmak için bir basın açıklaması yapmak istiyor, Ankara’ya bile alınmıyor! Hali görüyor musunuz? Daha öncesinde de İstanbul’da Taksim’de bir açıklama yapmaları engellenmişti, neden? Çünkü tişörtlerinde “Annem nerede? Yakınlarım nerede?” yazdığı için bu tişörtleri çıkartılıp ters giydirilmeye çalışılmıştı, şimdi de Ankara’ya girmeleri engelleniyor neden? Çünkü iktidarın Çin Devleti ile çok iyi ilişkileri var, Çin Devleti’ni rahatsız etmek istemiyor ve Uygur Türkleri’ne yapılan bu zulmün Türkiye’de duyurulmasını istemiyor. Bu konuda zerrece bir adım atmak istemiyor ve adım atmak isteyenlere, bunları duyurmak isteyenleri de baskılamak istiyor. İşte güya milliyetçi, muhafazakar Cumhur İttifakı’Nın son hali bu. Biz ayrımsız insan hakları mücadelesi veren bir siyasetçi olarak, bir HDP vekili olarak bu durumu kınıyoruz, olayın takipçisi olacağımızı Uygur Türkleri’nin halini yansıtmaya devam edeceğimizi söylüyoruz.

Değerli arkadaşlar son iki vakamız var; Malatya Barosu’na ait bir avukat Turan Canpolat, durumunu, dosyasını inceledim, inanılmaz hukuksuzluklar ile yıllardır tutuklu ama bu hukuksuzluklara biz itiraz ediyoruz, itiraz etmeyen birisi var, Malatya Barosu Türkiye Barolar Birliği. Olacak iş değil, dosyasını incelediğiniz zaman saçınızı, başınızı yolarsınız. O kadar hukuksuzluklar ile o kadar keyfi zorlamayla tutuklanmış ki bu kişi ama bir avukat olmasına rağmen kendi barosu bu kişiye sahip çıkmıyor.

Yine bakın bana Alev Şahin KHK zulmüne karşı Düzce’de direnen Alev Şahin bir mektup gönderdi. Alev Şahin gözaltına alındığında emniyette cinsel tacize uğradığını söylüyor, bir kadın polis tarafından. Üst iç çamaşırlarının içi ve alt iç çamaşırlarının içine elini sokan bir kadın memurun kendisine hem üzerine çöküp oturduğunu hem de cinsel tacizde bulunduğunu söylüyor. Bunlar nasıl bir vahşiliktir anlamak mümkün değil. Her yerden geliyor. Bir taraftan Uşak Emniyet Müdürlüğü’nden bu tür cinsel taciz olayları geliyor, öbür taraftan Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden geliyor, kabul edilecek hadise değil. Biz tüm bunlar için soru önergeleri verip olayı takip edeceğiz. Gerek Uşak Emniyet Müdürlüğü, gerek Ankara Emniyet Müdürlüğü bilsin ki bu olaylara susmayan bir milletvekili var bunların peşinde koşacağız, mutlak surette hukuk önünde bunların hesabını soracağız, KHK zulmüne karşı direnen Alev Şahin’in de yanındayız, Yüksel Direnişçilerinin yanındayız onlara yapılan tüm zulmün de karşısındayız ve bütün bu KHK zulmünü de bitirmek için sonuna kadar gayret de edeceğimize söz veriyoruz ve teşekkür ediyorum bugün beni dinlediğiniz için hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum değerli arkadaşlar.

Yorumlar