13 Ağustos 2020

YouTube

Bugünkü basın toplantımıza başlıyoruz. Yine önemli konularımız var, değerlendirmelerimiz olacak.

Öncelikle gündemde olan çok önemli bir konu: İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmek isteyen, çekilmek isteyen iktidara karşı kadınlar direniyor. Dün Ankara Kadın Platformu’nun yapmak istediği gösteriye polis müdahale etti ve 33 kadını gözaltına aldı. Şimdi bunu anlamak mümkün değil çünkü yasa ve sözleşmeyi korumak için gösteri yapan kadınları gözaltına alan polislerin yaptığı nedir bunu sormak lazım. Bunu anlamak mümkün değil ama hepimiz iyi biliyoruz hukuksuz bir polis devletinde yaşıyoruz,işte şu görüntüler maalesef 21. Y.Y.’da Türkiye’de yaşanıyor, kadın haklarının ayaklar altına alındığı, hergün kadın cinayetlerinin işlendiği bir ülkede maalesef hakları ile ilgili önemli bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmemesini isteyen kadınlara yönelik polis şiddetini görüyoruz. Şiddete karşı mücadele eden kadınlara bu sefer de polis şiddeti uygulanıyor, darp ediliyorlar, hakarete maruz kalıyorlar ve gözaltına alınıyorlar ama biz kadını ile erkeği ile tüm insanlar bu kadınların yanındayız, İstanbul Sözleşmesi’nin yanındayız, hakkaniyetin yanındayız, eşitlik ve adaletin yanındayız. Bu görüntüleri de 21.Y.Y.’da ki Türkiye’de ki utanç görüntüleri olarak, demokrasi ve hukuktan uzaklaşmış iktidarın polisinin yaptığı utanç görüntüleri olarak sizlere gösteriyorum.

Bunlar ile kalınmıyor;geçtiğimiz günlerde sudan gerekçeler ile KHK konusunda büyük bir direniş sergilemiş olan Nuriye Gülmen tutuklanmıştı. 4 gün gözaltı sonrası tekrar 4 gün gözaltı süresi istenmiş ve Nuriye Gülmen hukuksuz gerekçeler ile tutuklanmıştı. Nuriye Gülmen KHK zulmüne karşı Türkiye’de ilk defa en önemli eylemi gerçekleştiren, açlık grevi ile bu zulme karşı aylarca direnen, cesur, onurlu ve ilkeli bir kadındır. Biz onun yanındayız o zulme karşı açlık ile direnmiştir, açlığı göze alarak, ölümü göze alarak, zulme karşı direnen bir kadındır, bir insandır ve biz de onun yanındayız, ona karşı yapılan bu hukuksuz tutuklama eylemini de kınıyorum.

 Onunla da kalmadılar bu sabaha karşı yine Yüksel Direnişi’nin önemli bir ismi olan Acun Karadağ sabaha karşı evine yapılan baskın ile gözaltına alındı. Neden gözaltına alındı? Sadece Nuriye Gülmen’in tutuklanmasını eleştirdiği için mi gözaltına alındı? Yoksa attığı twitlerde polis şiddetini eleştirdiği için mi gözaltına alındı bilinmiyor. Sabaha karşı evine baskın yapılıp, piyasada bulunan kitapları evinden alarak sanki suç unsuruymuş gibi gözaltına almak kabul edilir bir hadise değil, Acun Karadağ’da KHK zulmüne karşı direnen önemli bir isimdir. Bir Yüksel Direnişçisidir. Biz ona yapılan zulme karşı tüm kamuoyunun tepki göstermesi, tüm kamuoyunun bu zulme karşı durması gerektiğini söylüyoruz. Polis devleti uygulamaları her gün,her yerde yaşanmakta, Türkiye iyice boğucu bir hal almaktadır. Bu yaz sıcağından daha da boğucu olan polisin yaptığı hukuksuz işlemlerdir, yargı yerine geçen polis kendi karar vermekte ve yargıyı da etkileyerek kişiler hakkında tutuklama kararları alınmasına bile yol açabilmektedir. Biz bunun böyle olduğunu çok iyi biliyoruz, bir polis devletinde yaşadığımızı çok iyi biliyoruz. Yargının siyasete boğun eğdiğini çok iyi biliyoruz ve bu insanların gözaltına alınmasının, tutuklanmasının tamamen hukuksuz olduğunu da çok iyi biliyoruz.

Arkadaşlar ben size geçen hafta İstanbul ve Kocaeli Kandıra’da ki hayvan barınakları ile ilgili bilgiler vermiştim ve o hayvan barınaklarında;kedilerin, köpeklerin iyi bakılmadığını, kısa sürede öldüğünü belirterek bu konu hakkında Kocaeli Büyükşehir ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri’nin açıklama yapmasını beklemiştim, halen de bekliyorum çünkü biz bu açıklamaları yaptıktan, bu skandal vakaları ortaya çıkardıktan sonra bize gelen yeni bilgiler de oldu ben bunları da size aktarmak isterim. Hayvanlar bizlere emanet olan canlılardır, onlar bizim dostlarımızdır, bizim arkadaşlarımızdır ve bizleri seven canlılardır, onları korumak, onların yaşamlarını sağlamak biz insanların gereğidir. İktidarlar da bunu sağlamak ile görevlidirler, açılan hayvan barınakları vardır güya hayvanlara hizmet etmektedir ama biz buraların iç yüzüne baktığımızda hayvan sağlığı ile ilgili gereken işlemlerin yapılmadığını ve bu yüzden bir takım sağlık nedenleri ile bu barınaklara getirilen hayvanların kısa sürede öldürüğünü ve çok yüksek miktarda öldüğünü de görüyoruz bu aslında çok önemli skandaldır. Ben tekrar bu konuyu gündem ediyorum, bu hayvanlar değersiz varlıklar değildir onlar bu dünyada bizimle beraber yaşayan canlılardır ve bize emanettirler onları korumak, onların sağlıklarını sağlamak bizlerin görevidir, bana bakın gelen bir ileti de ne deniyor? Onu size aktarmak isterim: Bir hayvan dostunun bize aktardığı iletiyi size okumak isterim değerli arkadaşlar, diyor ki: “Ben Gebze-Darıca-Çayırova ve Dilovasında ormanlık alanlar, OSB’de bulunan sokak hayvanlarını beslemekteyim. Kocaeli genelinde tüm ilçelerde ağır hasta, kırıklı ve yasaklı ırkların hepsi Kandıra Barınağı’na gönderilmektedir. Burada belli padoklar ziyarete açık, diğer yerler kapalıdır. Buraya haftada 10’a yakın yasaklı ırk tabir edilen can girmektedir. Ancak burada sayı 20-45 arasını asla geçmemektedir.” Neden? Çünkü bu hayvanlar oralara alındıktan bir müddet sonra, kısa süre sonra hayatını kaybetmektedir. % 15-20 oranında buralarda ölüm vakası olduğunu konunun uzmanları bize aktarıyorlar. Yine devam ediyoruz.  “Bu canların hastalandıkları, ailelerini özledikleri için yaşamayı reddettikleri, kısırlaştırma sırasında anesteziye alerjisi olduğu için öldükleri, kaçmaya çalışırken kafes tellerinde boğuldukları, aralarında çıkan kavgalarda öldükleri gibi nedenler sunulmaktadır. Burası yasaklı tabir edilen canlar için uygun koşulları taşımamaktadır. Bu canların çoğu çok uyumlu, ailenin yanında yetişmiş canlardır. Yasaklı ırk kavramının kaldırılması, bu canların ömür boyu kafeslerde olmaması, ailelerinden alınmaması, sahipsiz olanların da kurulacak komisyonla saldırgan olmayanların sahiplendirilmesi isteğimizdir.” Yasaklı ırk kavramını biraz açmaya çalışacağım değerli arkadaşlar. Hani böyle pitbull gibi bazı köpekler insanlara zarar verecek diye oralara getiriliyorlar aslında bu hayvanların bakımı ve terbiyesi dışarda yapılacak olsa saldırgan olmayacakları ve buralara getirmeyecekleri beyan ediliyor uzmanlar tarafından ama bu hayvanlar sanki buraya mahkummuş gibi bu hapishanelerde kalmaya zorunluymuş gibi getiriliyorlar ve kendilerini kısa sürede kilitleyen hayvanlar yaşamdan kopmakta ve ölmektedirler. Yine bu hayvan hakları savunucusu bize şunları aktarıyor: “Saldırgan olup orada olan canlar içinse, sadece yasaklı ırklar değil, uygun koşullar sağlanması, yıllardır olan kayıplar göz önüne alınarak şartların düzeltilmesi gerekir.” Çoğunlukla insanlar hayvan barınaklarında kırıkların tedavi edildiği sanıyor ve ayağı kırılan hayvanlar buraya gönderiliyor geçen hafta belirttiğimiz gibi Kandıra Hayvan Barınağı’na gönderilen bir kedi daha sonra sahibi tarafından öldüğü yönündeki beyan ile bulunmuştur ve hatta cenazesini dahi bulamamıştır sahibi çünkü cenazenin yakıldığı söylenmiştir demek ki ayağı kırık olan hayvanların hayvan barınağına gitmesi meselesinde çok büyük bir sıkıntı var çünkü bu konunun uzmanı olan bir kişi diyor ki: “Kırık ameliyatları yapılamamasına rağmen tüm ilçelerdeki kırıklı hastalar, platin gerekli durumlarda gelen hastaların durumları ne olmaktadır?” diye soruyor.  “Buraya ilk gelen tüm köpekler yavrular, hastalar, emziren anneler hep bir araya konulmakta müşahede kafesleri adı altında, buradaki bekleme sürecinde bulaşıcı hastalığı olanlar diğerlerine de bulaştırmaktadır. Tahlil için kitler bulunmadığından hastalıklarda teşhis konulması imkansız hale gelmekte. Müşahede alanında bekletilen tüm yavrular, bağışıklığı düşük canların hepsi kaybedilmektedir. Yavrular arasında bulaşıcı hastalıklar çok yaygındır.” Değerli arkadaşlar normalde Avrupa’da bir odada en fazla iki hayvanın bulunduğunu biliyoruz ama bizim Türkiye’de ki barınaklara baktığımızda bir odada belki yüzlerce hayvanın bulunduğu, işte hastalığı olan ile olmayanın bir arada bulunduğu ve hastalığı olmayanın da hastalandığını görüyoruz. O yüzden hayvan barınağında güya sağlık bulması için götürülen hayvanlar maalesef orada ölümle karşılaşmaktadır. “Aşıları da olmadığından bir arada olmaları aralarında tek bir hasta dahi olsa hepsine bulaşması demektir.” Diyor uzmanımız. “Barınak ortamı yavrular için uygun değildir.” ve barınakların ziyaretlerinde yine skandal olaylar var. Çok ağır hasta olanların dahil hiçbirine gerekli müdahalelerin yapılmadığı iddia ediliyor. “ Ziyaretimizde yemeden kesilmiş olan hiçbir hastada damar yolu göremedik.” Diyor uzmanlar. “Oraya gelen canlar kaderlerine terk edilmekte, gönüllüler burada olmadıkça, gerekli kurumlar tarafından denetlemeler gereğince yapılmadıkça şartlar düzelmeyecektir.” Diyor konunu uzmanları ve “Kandıra Hayvan Barınağı’nın bir ölüm kampı” olduğunu söylemektedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hayvan Barınağı da bundan eksik değildir maalesef o da hem video görüntüleri hem de fotoğraflarını sergiliyoruz son derece vahim görüntüler ile hayvanların ölümüne yol açan yerlerdir, sanırım yetkililer orada hayvanlar ile uğraşmak yerine ölümlerini bekleyerek onlardan kurtulmayı tercih etmektedir. Bunlar son derece üzücü hadiselerdir kabul edebileceğimiz şeyler değildir değerli arkadaşlar. Tüm insanlığın dikkatini buna çekmek istiyorum. Bu ülkedeki bu topraklardaki tüm canlılar, cansızlar tarihi varlıklar, kültürel miraslar hepimizin koruması gereken şeylerdir değerli arkadaşlar.

Bakın size bir başka önemli olay ile ilgili bir fotoğraf göstereceğim. Şu gördüğünüz fotoğraf Tarihi İstanbul’da ki Galata Kulesi’dir. Fakat bu Galata Kulesi’nde geçen gün ne oldu biliyor musunuz? Geçen gün şu gördüğünüz restorasyon çalışması yapıldı, belediye bir şirkete vermiş onlar da Galata Kulesi’nde güya restorasyon çalışması yapıyor ama hilti ile Galata Kulesi’nin dibine dalmışlar, yanlış duymuyorsunuz hilti ile Galata Kulesi’nin dibine dalmış güya sıva talimatı yapacak, o olmaması gereken bir işi yapıyor,demek ki hani hilti ile bunu yapmak işçilikten de kurtulma anlamında bir girişim o yüzden daha kolay olanı tercih etmişler, belediye başkanlığı bir açıklama yaptı, “ Biz firmayı uyaracağız.” Diye ama şu fotoğraflar kamuoyuna yansımasa kim kime dum duma, kimsenin umrunda değil, firmada istediği gibi kolay ve ucuz bir işçilikle tarihi yapıyı böyle tahrip edebilecekti ve ettiği kadar da etmiş zaten, başka sadece burası değil ki değerli arkadaşlar. Kamuoyu tepki gösterince, cevap veren bir belediye var ama biz bu iktidarın doğal varlıkları, kültürel mirası nasıl katlettiğini çok iyi biliyoruz, Hasankeyf’i boğan elleri, Salda’nın ince kumuna kamyon sokan elleri, Şile Kalesi’ni Sünger Bob’a çeviren elleri, Karadeniz’in Allah’ın çizdiği rotasını beğenmeyip kanal projesi çizen ellerini, Sultanahmet’in silüetini yok eden elleri, Dipsiz Gölü kurutan elleri, Kaz Dağları’nı traşlayıp kel yapan elleri çok iyi biliyoruz. İstanbul’da tarihi Fikirtepe’ye o korkunç ve biçimsiz gökdelenleri çok iyi biliyoruz bütün bunlar ile nasıl bir rant uğruna bu toprakları katlettiklerini, doğal varlıkları ve kültürel mirası yok ettiklerini çok iyi biliyoruz çünkü bütün bu varlıklara rant amacıyla yaklaşan bir iktidarın olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz değerli arkadaşlar.

Ben size bir de Batman’da ki bir tecavüz olayı ile ilgili konuyla devam edeceğim. Batman’ın Beşiri ilçesinde 18 yaşındaki İ.E. isimli bir kadın, geçtiğimiz günlerde intihar etti ve intiharının sebebi olarak bir uzman çavuşun kendisine tecavüz ettiğini ileri sürdü ve intiharından önce bir mektup yazdı. Mektup burada bakın. Mektubu okudum İ.E. mektubunda ; Uzman Çavuş Musa Orhan’ın kendisini kandırdığını, tecavüz ettiğini ve daha sonra tehdit ettiğini “Ben kendimi kurtarırım, sen kendine bak, sesini çıkarma.” Dediğini ve daha sonra İ.E.’nin karnına silahı dayayarak ateşlediğini öğreniyoruz. Konuyu araştırdım, Batman Barosu’ndan ve gazetecilerden konu hakkında bilgiler almaya çalıştım. Bu olayın vahim tarafları var, gazeteci arkadaşlar açısından vahim tarafları var. Bu olay haberleştirildi bakın çünkü kamuoyuna yansımış bir olay. İntihar mektubu var, olay ortada, ailenin feryatları var, bu olayı haberleştiren bir Batman’lı gazeteci İdris Yayla; onun hakkında soruşturma başlatıldı. Yani mesleğini yaptığı için hakkında soruşturma başlatılan bir gazeteci ile karşı karşıyayız. Olay ortada, iddialar ortada, peki bu olay sonrasında Uzman Çavuş Musa Orhan hakkında idari ve adli bir işlem yapılmış mıdır arkadaşlar? Hayır o da yapılmamıştır, herhangi bir işlem olmadığını biliyoruz, görevine devam eden bir insan var, açığa alınma durumu da yok ve olacak gibi değil bu mesele nereye varacak, anlamak mümkün değil çünkü oldukça ağır iddialar var ve önemli bir kurumda çalışan bir kişi hakkında oldukça ağır iddialar var, İ.E.’nin annesi feryat ediyor ve “Ben bu adaleti kabul etmiyorum.” Diyor. Canhıraş feryatları var ve “Adalet nerede?” diye soruyor. “Benim çocuğumun canına kim katletti,kendini kıymasına kim neden oldu,neden soruşturulmuyor?” diye soruyor. Adalet duygusunu yok etmeyin değerli arkadaşlar. Kurumlar, kişiler için adalet duygusunu yerle bir etmeyin. Adalet isteyeni yok etmeyin, bunları iktidara söylüyorum ve kabul edilecek bir durum olmadığını söylüyorum. Biz bu olayın takipçisi olacağız, Batman’da ki bu olayı yakından takip ediyorum, Batman’lı bu genç kadın gerçekten bir adalet ile sonuçlanacak bir sonuç bulmalıdır çünkü onun bir hayatı ile ilgili protestosu vardır ortada ve aydınlatılmayan bir olay vardır, eğer ki yetkililer bazı görevlileri işte çalıştıkları kurum veya kişinin bir takım özellikleri nedeniyle koruma altına almışlarsa bu kabul edilebilecek bir davranış değildir. Ülkedeki son adalet kırıntılarının da yerle bir edilmesi anlamındadır, biz konu hakkında ayrıntılı açıklama yapılmasını bekliyoruz, Milli Savunma Bakanlığı’nın konu hakkında ayrıntılı bir açıklama yaptığını duymadım, açıklama bekliyoruz, olay nedir, ne değildir. Bu konuda bir an evvel Milli Savunma Bakanlığı açıklama yapmalıdır.

Değerli arkadaşlarımız bir başka konumuz da Covid sürecinde insan hakları savunucularına yönelik baskılardır, biz Covid sürecinde mart ayından beri infaz indirim yasasına, siyasi mahpusların, düşünce suçlularının da dahil edilmesi gerektiğini çok söyledik ama maalesef düşmanca bir hisle düşünce suçluları infaz indirimine dahil edilmediler. Uluslararası Af Örgütü araştırmacısı  Lisa Maracani’nin bir açıklaması var. Tüm dünyadaki 46 ülkeyi incelemişler ve tüm dünyada insan hakları savunucularının Covid salgını sırasında cezalandırıldıklarını ve ölüme terkedildiklerini söylüyor. Uluslararası Af Örgütü İnsan Hakları Savunucuları Araştırmacısı Lisa Maracani şunu diyor: “Covid-19, haksız yere cezaevinde tutulan insan hakları savunucuları için fazladan bir cezalandırma oldu ve tacizlerin, yargılamaların, hatta öldürmelerin bahanesi oldu.” Diyor ağır cümleler söylüyor.  Türkiye’de, temelsiz suçlamalarla tutuklu yargılanan gazeteciler var, hukukçular ve hükümetin Nisan ayından bu yana 100 binin üzerinde kişinin tahliye etmesine rağmen, düşünce suçlularını cezaevinde tuttuğunu, ölüme terkettiğini çok iyi biliyoruz. Türkiye hükümeti pandemiden çok eleştiriden korkuyor değerli arkadaşlar. Yeter ki birileri kendisini eleştirmesin, ben bunun için her şeyi yaparım insanları yaşlı, hasta cezaevinde tutarım diyen bir anlayış var karşımızda. Uluslararası Af Örgütü bütün bunları belgeliyor ve tüm dünyada nedenle 131 tanınan insan hakları savunucusunun cezaevlerinde olduğunu söylüyor. Türkiye’de bunlar kimlerdir? Türkiye Cezaevleri’nde tanınmış siyasetçi; Eski Eş Genel Başkanımız Sn. Selahattin Demirtaş, Gülten Kışanak Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanımız ve vekilimiz, yine çok değerli yazar Ahmet Altan ve çok değerli sivil toplum aktivisti Osman Kavala pandemi döneminde cezaevinde ısrarla hukuksuz bir şekilde tutulmaya devam edilen, siyasi bir şekilde tutulmaya devam edilen, siyasetçiler ve sivil toplum aktivistleridir. Lisa Marakani: “Devletlerin insan hakları alanında alan açmak yerine, muhalif olduğu varsayılan kişileri susturmak için zarar veren uygulamalara giriştiklerini.” Söylüyor ve devletleri eleştiriyor. Sadece Türkiye’yi değil, 46 ülkedeki anti demokratik uygulamaları eleştiriyor, Hindistan, Mısır, Kolombiya, İran, Azerbaycan, bunların arasında Zimbamve, Tunus, Fas, Nijer, Angola yine bunların arasında maalesef Türkiye’nin ismi de bu ülkeler arasında geçiyor. Yani Türkiye Afrika liginde, 3. Dünya liginde değerli arkadaşlar. Türkiye’de bu tür pandemiyi fırsat bilerek insan hakları savunucularını susturma girişimi yapan ülkeler arasında. “Bu krizi insan hakları savuncularına saldırmak için suistimal eden hükümetler yakından izlendiklerini bilsinler.” Diyor insan hakları savunucusu Uluslarası Af Örgütü temsilcisi Lisa Marakani. Evet biz de bunun peşini bırakmıyoruz ve insan hakları savunucularını yalnız bırakmıyoruz, Nuriye Gülmenleri, Melek Çetinkayaları, Acun Karadağları da yalnız bırakmadığımız gibi sembol şahsiyetleri de her basın toplantımızda anarak onları unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı da yine söylüyoruz değerli arkadaşlar.

Bugünlerde cezaevlerinde feryatlar çok yükseliyor, Neden? Çünkü insanların cezaları dolduğu halde, cezaevlerinden tahliye edilmediği gerçeği ile karşı karşıyayız. Neden? Denetimli serbestlik süresi geldiği halde Yargıtay karar vermediği için insanlar cezaevinde tutuluyor, yani Yargıtay olumlu veya olumsuz bir karar vermiyor. İnsanlar cezaevinden çıkmak için temyiz hakkından vazgeçiyor, temyiz dilekçesini iptal ediyor. “Ey Yargıtay tamam beni zulmen bekletiyorsun tamam vazgeçiyorum temyiz hakkımdan.” Diyor ve cezaevinden ancak o şekilde çıkabiliyor veyahut da temyiz hakkından vazgeçmiyorsa Yargıtay onu aylarca bekletiyor,3-4-5 aydır bekleyen insanlar var hakkında karar verilmediği için.

Ayrıca cezaevleri gözlem kurulları da ayrı bir zulüm aygıtı haline gelmiş, insanların denetimli serbestliğe çıkış hakları geldiği halde;yasada olmayan, yönetmelikte olmayan abuk subuk gerekçelerle, dayatmalarla kişiyi cezaevinden çıkarmama kararı alıyorlar. Biz bunların siyasi kararlar olduğunu düşünüyoruz, eski gazeteci Habib Güler mecliste çalışmıştı, gazeteci arkadaşlarımız hatırlar, 4 yıldır cezaevinde 3 yıldır denetimli serbestliğe çıkması gerektiği halde maalesef Habib Güler’de denetimli serbestliğe çıkamıyor, gazeteci olsun, sıradan bir mahpus olsun herkesin hakkı çok önemlidir ama gazeteciler bir de medya özgürlüğü alanında önemli isimler olduğu için artı olarak bir önem arz ediyor değerli arkadaşlar. Biz bu denetimli serbestliği ile ilgili Yargıtay’ın haksız bekletme olayını ve cezaevi gözlem kurullarının keyfi, siyasi kararlarının biran evvel bitmesini, insanların yıllarca yattıkları cezaevlerinden artık çıkması gerektiğini, haklarına ulaşması gerektiğini söylüyoruz.

Biz kötü muamele ve işkence vakalarını çok söylüyoruz değerli arkadaşlar. İnsan Hakları İzleme Örgütü ( Human Wrights Watch) geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada; Hakkari’de ki bir işkence olayı hakkında açıklama yapmıştı ve Hakkari’de köylülerin darp edilmesi ile ilgili bir olayı hatırlatmıştı. Hepimiz onu hatırlıyoruz, Köylüler polis tarafından aşırı bir şekilde darp edilmişti ve görüntüleri medyaya yansımıştı, o sırada Hakkari Valiliği nasıl açıklama yapmış? Ben size bunu hatırlatmak isterim. Biz balık hafızalı değiliz, olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra o olay hakkında polisler bir şekilde hani olması gerektiği kadarı ile olmasa da en azından para cezasına çarptırılarak çok hafif de olsa cezalandırıldığını biliyoruz ama olay olduğu anda kamuoyu tepkisine karşı Hakkari Valiliği nasıl açıklama yapmış biliyor musunuz? Bakın yıllar öncesine dönüyoruz ve Hakkari Valiliği’nin açıklamasına bakıyoruz: “ Bazı haber ajanslarında ve sosyal medyada güvenlik güçlerinin vatandaşlarımıza işkence yaptığı haberler tamamen asılsızdır ve terör örgütünün propagandasını yapma maksadını taşımaktadır.” Demiş. Şimdi değerli arkadaşlar bakın daha sonrasında bu olay hakkında bir polis cezalandırılmış ama dakika bir Hakkari Valiliği hiçbir şey yoktur açıklaması yapmış, nasıl birbiri ile çelişen durumlar işte biz bunları belgeliyoruz, daha sonra tüm insan hakları kuruluşlarının raporlarına giren Hakkari’de ki bu olay sırasında Hakkari Valiliği’nin yaptığı bu açıklamada ibretamiz bir şekilde hatırlamamız gereken bir açıklama olarak sizlere sunduğumuz bir açıklamadır.

Değerli arkadaşlar sıcak yaz günlerindeyiz ve gerçekten tarım ile ilgili önemli sıkıntıların yaşandığı bir ülkedeyiz. İktidar politikaları tarım ve hayvancılığın büyük düşüşe geçtiği politikalardır, iktidar böyle politikalar üretmiş, peki ülkede şuanda tarım ve hayvancılık dip yapmış durumdadır ve bakanlık geçtiğimiz günlerde bir rapor yayınladı. Ben bu raporu önemli buluyorum, raporu gündemime almak ve raporun uygulanması gerektiğini söylemek istiyorum. Tarım ve Orman Bakanlığı raporunda diyor ki: “Daha sıcak ve az yağışlı iklim koşulları görülecek, kuraklık şiddetinde artış olacak.” Zaten şuana kadar çok kötü bir performansı olan bakanlık meteorolojiden sonra aldığı verilerle bir kuraklığın geldiğini söylüyor o zaman demek ki daha kötü tarım yılları bizi bekliyor, peki yapılması gerekenleri söylemiş, bakalım yapacak mı onlara bakalım. “ 30 yıla kadar gıda fiyatlarında yüzde 85’e varan artışlar olabilir.” Diyor bakanlık ve ulusal anlamda bu konunun çok ciddi olduğunu söylüyor. “Türkiye’nin 10 ve 20 senenin tarım politikaları belirlenirken, 2-3 derece sıcaklık artışı ve bu artışın iklim üzerine yaratacağı etkiler varsayım senaryosu olarak ele alınmalı ve politikalar belirlenmelidir.” Diyor. bakanlık bunu açıklıyor bu ne kadar fiiliyata geçecek bunun takipçisi olacağız. Bakın açıklamalar önemli onlara bir şey demiyorum ve önemli buluyorum ama bunlar ne kadar fiiliyata geçecek söz veriyoruz, bunun takipçisi olacağız. Bakanlık diyor ki: “Tarımın olumlu etkilenmesi için yapılabilecek uygulamalar arasında yağmur hasadı kullanılmalı.Tasarruflu su kullanımı, doğrudan ekim yöntemi, rüzgar perdesi uygulanmalı. Gübreleme, arazi toplulaştırma, organik tarım, biyoenerji kaynakları da uygulamalar arasında olmalı.” Diyor. “İklim değişikliğinin etkilerine hazırlıklı olmak için, tarımda iklim değişikliğine uyum seferberliği olmalı.” Diyor. “İklim değişikliğine ‘uyum fonu’ acilen oluşturulmalı. Düşük gelirli çiftçilere iklim değişikliğine uyum destekleri sağlanmalı. Doğrudan ekim uygulamaları yaygınlaştırılmalı.” Diyor. bunlar önemli, yine devam ediyor: “Yüzde 100 basınçlı sulamaya geçilmeli ve iklim bazlı dinamik tarımsal sigorta yaygınlaştırılmalı.” Diyor bakanlık. Demek ki suyun tasarruflu kullanılması, iklim değişikliğine uyum ile ilgili hem iktidarın hem de halkın bilinçlendirilmesi, doğrudan ekim uygulamaları, gübreleme ve arazi toplulaştırma konusunda bilinçli tavırlar bunlar çok önemli, bu uygulamaların yapılması gerekiyor, bakanlığın hatırlatmaları önemli ama ne dereceye yapılıyor ve yapılacak, bunları da biz takip edeceğiz değerli arkadaşlar.

Yine bir başka konumuz; cezaevleri. Cezaevlerinden çok üzücü haberler alıyorum, bir milletvekili olarak bunları da o zindanların dibinden, o kuyuların dibinden bize ulaşmaya çalışan insanların seslerini sizlere ileterek yapmaya çalışacağım, bakın son 5-6 cezaevinden örnekler vereyim size.

Manisa Cezaevi’nden Zeynep Çelik mesela, bize ulaştı, kronik bir behçet hastalığı olduğu ki çok ağır komplikasyonları olan, beyin ve göz komplikasyonları olan bir hastalıktır, bağırsak hastalığı, kadın hastalıkları, depresyon hastalıkları, hemoroit ve benzeri çok hastalığının olduğunu beyan ediyor ama hastaneye gidemediğini söylüyor. Covid nedeniyle sağlık sevklerinin çok kısıtlandığını ve hastaneye gidemediğini söylüyor. Düşünün çok ciddi hastalığı olan bir insan, hastalığı ilerliyor, komplikasyonları gelişiyor ve bu kişi halen hastaneye gidemiyor. Cezaevi görevlilerine de hatırlattık, savcı bey ile de görüştüm bu kişinin bir an evvel sağlık hizmetinden faydalanması gerekiyor, buradan da meclisten de bunu hatırlatıyorum, konunun takipçisi olacağımızı söylüyoruz, bize cezaevinden gelen mektuplar çok hüzünlü ve çok ağır ihlalli bir tabloyu bize anlatıyor. Devam ediyorum.

Isparta Cezaevi’nden Cüneyt Gül, Cüneyt Gül; ayakta sayımı reddettiği için 7 infaz koruma memuru tarafından darp edilen bir Kürt mahpus. O denli ağır bir şekilde darp edilmiş ki;avukatı ile görüştüm,sayın avukatı İHD Temsilcisi Özgür Yakut ile kendisi mahpusun ellerini ve ayaklarını kullanamayacak derecede darp edildiğini söylüyor ve cezaevinde herhangi idare ve adli bir işlem başlatılmış değil bu konu hakkında tek kişilik hücrede kalıyor bu insan,darp edilmiş bir durumda ve çaresiz bir durumda. İnsanların özgürlüğünü ellerinden alabilirsiniz ama onları ağır bir şekilde ihlaller ile dolu cezalandırmalara tabi tutamazsınız.

Yine Çanakkale Cezaevi’nde 6 kişilik koğuşlarda, 18 kişinin yattığı bize bildiriliyor. Yemeklerin kötü olduğu, etlerin az olduğu, kötü ve kalitesiz olduğu bildiriliyor. Bu sıcaklarda düşünün 6 kişilik koğuşlarda 18 kişi kaldığınızı ve sosyal mesafenin ne olduğunu siz söyleyin, biz cezaevlerini aradığımızda “Bu konuda yapılacak bir şeyimiz yok.” Diyor görevliler çünkü cezaevlerinin hali ortada tepe tepe insanlar doldurulmuş, istiflenmiş bir halde. Biz de bunları eleştirerek kamuoyuna iletiyoruz ve olmaması gerektiğini söylüyoruz.

Yine Çorum Cezaevi’nden aldığımız haberler üzücü. Elektrik ve suyun kısıtlı olduğunu, yemeklerin çok kötü olduğunu, kahvaltı ve diğer yemeklerde son derece kalitesiz ürünlerle yemekler verildiğini öğreniyoruz, bunlar neden böyle oluyor? Ardında başka bir şeyler mi var? Hepsi, tüm cezaevlerinde kapasitenin üstünde insan olduğunu biliyoruz, kapasiteye göre gelen paranın kapasite üstü mahpuslarda harcanmasında mı sıkıntılar var yoksa suistimal mi var bunları bilemiyoruz ama bunları kamuoyuna deklere ediyoruz.

Yine Osmaniye Cezaevi’nde bir çok mahpusun siyasi gerekçelerle sağlık haklarından men edildiğini de biliyoruz ve cezaevi yönetimleri bu konuda açıklama yapmamakta direniyorlar. Cezaevi yönetimlerini mahpusların siyasi hükümlülükleri nedeniyle o nedensel gerekçelerle değerlendirmesini ve bundan dolayı cezalandırılmasını eleştiriyoruz, kınıyoruz, olmaması gerekir, insana insan gibi davranması ve ayrımcılık yapılmaması gerekir diyoruz, Osmaniye Cezaevi bu noktada sabıkalı bir cezaevidir, daha öncesinde aylarca uğraştığımız bir hasta mahpusun maalesef yeterli tedaviye ulaşamaması sonrasında hayatını kaybettiği bir cezaevidir Osmaniye Cezaevi o yüzden yetkilileri tekrar uyarıyoruz, yeni ölümler mi olsun istiyoruz, eski ölümlerin hesabını veremediniz diyoruz Osmaniye Cezaevi yetkililerine.

Yine Bafra Cezaevi’nde Şehmus Koç’un da açlık grevinde olduğu duyumları var bu konuda cezaevinden de açıklama bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar cezaevlerinde ki bu uygulamaları eleştirirken maalesef inanılmaz cezaevi uygulamaları olduğunu da duyuyoruz, mesele Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda ne olmuş biliyor musunuz? Cezaevi müdürü bir hükümlüyü, bir avukat ile kayıt dışı bir şekilde görüştürmüş. Bunu ben söylemiyorum, cezaevinin 2. Müdürü bunu şikayet etmiş. Bizim bildiğimiz bir vaka da değil. Cezaevi’nin müdürü bir mahpusu belki işte bir çıkarı olan bir avukat ile cezaevinin eski savcısı ile kayıt dışı bir şekilde görüştürmüş. Cezaevine bu avukat giderken herhangi bir taramadan geçmemeiş daha sonra diğer müdür bu kişiyi şikayet ediyor ve cezaevi müdürü Tuncay Avanaş hakkında soruşturmaya gerek olmadığına karar veriliyor.

Nasıl olmaz? Çünkü hani hukuksuz bir işlem yapılmış ama soruşturma yapılmamış. Neden yapılmamış? Bakın nedeni de bu. Gerekçede deniliyor ki: Söz konusu eylem sabittir ama herhangi bir kişinin mağduriyetine sebep vermemiştir, o yüzden soruşturma açılmasına gerek yoktur. Değerli arkadaşlar hani hukuksuz bir işlem birisine zarar vermediği için soruşturmaya gerek yoktur diyerek nasıl kurtulabilirsiniz? İstediğiniz gibi cezaevlerinde hukuksuz işlem yapın, mahpusa zulmedin, istediğiniz avukatı kayıt dışı bir şekilde mahpusla görüştürün, bunları birileri şikayet etsin ve birileri de bu olayı kapatsın sümen altı etsin ne kadar güzel bakın Türkiye tablosu böyle. Bunla bizim iddialarımızdır. Çünkü apaçık artık bunlar ayan beyan ortaya çıkmış kamuoyuna da yansımış olaylar ve oradaki görevliler tarafından bunlar şikayet edilmiş. Aynı cezaevinde daha önce de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve iş insanı Fettah Tamince’nin avukatı Ahmet Kürşat Güvel ile Antalya Başsavcı Vekili Gürkan Köhle’nin aralarında bulunduğu beş kişiyle birlikte adli bir mahkumu kayıt dışı ziyaret etmiş ve görüntüleri de ortaya çıkmıştır. Avukatlık Kanununda yer alan 48. maddeye göre verilen bir ücret veya çıkar karşısında avukata iş getiren veya aracılık eden memura en az bir yıl hapis cezasına çarptırılır diyor aslında ama işte Türkiye’de bu işin üstü örtülüyor. Yine İnsan Hakları Derneğinin yapmış olduğu bir açıklamam var bizim de aylardır yıllardır altını çizdiğimiz bir diş tedavileri zaten kısıldı. Çok azaltıldı ama insanlar öncesinde 5-6 ayı bulan diş tedavisine ulaşamamayı yaşıyordu şimdi daha da uzadı ve insanlar dişleri çürüyerek ve iltihaplı bir şekilde cezaevlerinde kalmak zorunda şu anda. Olacak işler değil bakın 8 insan hakları örgütünün yaptığı açıklamayı sunuyorum ve bunun altına ben de imzamı atıyorum. Ağız diş sağlığı kuruluşları ve diş hekimliği fakültelerinin mahpuslara gecikmeden hizmet verebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve hapishane koşullarında gerçekleştirilemeyen muayene ve tedavileri için mahpusların ertelenmeden diğer sağlık kurumlarına sevk edilmesi sağlanılmalı diyor. Yine artan ağız diş sağlığı hizmetine erişim zorluğunun daha ciddi sağlık sorunlarına yol açmadan yukarıda ,ifade ettiğimiz çözümlere kavuşması gerektiği hususunun altı çiziliyor. Bunları biz de öneminki buluyoruz. Cezaevlerinde çok zor durum da sevk bekleyen hastalar var en ağır hastalara bile aylarca cezaevlerine giremiyor.

Kanserli hastalar az evvel bahsettiğimiz Zeynep Çelik, Manisa Cezaevi’nde aylardır çok ciddi komplikasyonlara rağmen hastaneye ulaşamıyor ve bunun yanı sıra ağız diş sağlığıyla ilgili sorunlar da artarak devam ediyor. Bakın size bir başka konu hakkında bir fotoğraf göstereceğim: Şu fotoğrafı herhalde sizler de hatırlarsınız Pamukkale üniversitesi rektörünün fotoğrafı. Rektör eşini de işe almış ve böyle gayet ahbap çavuş ilişkileri içinde üniversiteler yönetiliyor. Ohal döneminde biz bunu çok gördük gerçek bilim insanları üniversitelerden uzaklaştırıldı. İktidara ram olmuş boyun eğmiş ona sevdalı akademisyenler üniversitelide görev yağmaya başladı ve ahbap çavuş ilişkileriyle eşi çocuğu yengesi amcası teyzesi derken tüm akraba taallukatını üniversiteye dolduran görevlilerle karşılaştık Pamukkale üniversitesinin personel daire başkanlığı kriterlerinin tamamını eşine işaret ettiği  ortaya çıkmasıyla görevden uzaklaştırılan rektör Hasan Bağ’ın halini görüyorsunuz. Eşi için kriter oluşturmuş, utanç verici işler. Ardından yine batman üniversitesinde de yöne böyle bir olay çıktı.

Rektör Aydın Durmuş eşini ve oğlunu üniversiteye öğretim görevlisi olarak almış, başka ünversitelerde de var sadece orada değil. Bakın Karadeniz Üniversitesi’nde aynı hadiseler var. Rektörün kızlarından ikisi ve damadı yine her taraflara gelmişler çeşitli görevdeler.

Gaziantep Üniversitesi’nde yine yöneticilerinin eşleri öğretim görevlisi olarak aynı üniversitede görev yapıyor birçok akrabalar. 18 Mart Üniversitesi’nde yine rektör Prof. Dr. Yücer Acer’in eşi Aysun Acer Sağlık Kültür Spor ve Daire Başkanlığı’na memur olarak atanmış genel sekreterin Sami Yılmaz’ın kızı Behiye Yılmaz da mimarlık ve tasarım fakültesinde araştırma görevlisi. Üniversitede yaklaşık 250 akademisyenin üniversite çatısı altında bir akrabası bulunuyormuş yani üniversiteye bir akademisyen olarak girdiniz mi işler kolay arkadaşlar bir yakınınızı çok çabuk ve rahat bir şekilde üniversiteye aldırabiliyorsunuz.

Mersin Üniversitesi’nde rektör Ahmet Çamsarı’nın yeğeni Sena Karakuş Eğitim Fakültesinde görev yapıyor.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde öğretim üyesi, Doç. Dr. Osman Alacahan’ın oğlu Ömer Faruk Alacahan’ın Rektrörlüğe Uzman olarak atanmış.

Saymakla bitmiyor Çorum Hitit Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, diğer bölümler bakın son gelen,size belgesini de göstereceğim Gediz Üniversitesi’nde kişiye göre kriter belirleniyor arkadaşlar bakın. … Üniversitesinde bu olmuş daha yeni dün olmuş. … üni, karaciğer Ana Bilim Dalı Yüksek Lisansı için. Bakın ne diyor. Karaciğer nakli anabilim dalı tranpülasyon Koordinatörlüğü için ne gerekiyormuş Yüksek lisans giriş koşulları diye ilahiyat fakültesi ve iktisadi ve idari bilimler fakültesi lisans mezunları katılabilir. Demek ki birisinin ilahiyat fakültesi mezunu bir tanıdığı var yani karaciğer transplantasyonu için ilahiyat fakültesi mezunu nasıl gerekli bilemiyoruz ama demek ki birisinin yakını böyle bir kriter oluşturulmuş. Bunlar utanç verici hadiseler. Bir de bunları din adına yapmazlar mı?  Dini görüntü olarak yapmazlar mı din en büyük zarar verdiklerini apaçık göstermektedirler. İnsanları dinden soğutmakta ve dini bu kafadar ağır bir şekilde istismar ettiklerini göstermektedirler biz ise bu tür istismarlara şiddetle karşıyız dine karşı dinin kullanılmasını ve dinsel görüntülerin kullanılmasını şiddetler eleştiriyoruz ve reddediyoruz bunların karşısında biz gerçekten dini hassasiyete sahip olan inşalar olarak karşı duracağımızı da söylüyoruz.

Değerli arkadaşlar yine bir başka önemli konu Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla ilgili. Biliyorsunuz Kanun Hükmünde Kararnameler ile adeta bir soykırım yasatılmıştır. Yüzbinlerce kişi haksız hukuksuz bir şekilde işinden ihraç edilmiştir. Aralarından bir meslek grubu da on bine yakın sayısıyla KHK’lı hukukçulardır. KHK’lı hukukçuların avukatlık bürosu açmalarının önüne geçilmektedir ve adeta onların yaşamalarının önüne geçilmektedir. Çünkü bu insanlar yıllarca 30-40 yıl bu eğitmi almıştır balak bir eğitim bilmemektedir ama avukatlık yapmalarının önüne geçilmektedir. Anayasa mahkemesi bu konuda aldığı kararlar var kişi mahkûmiyet alsa bile kişinin haklarının ihlal edilmemesi gerektiğini söylüyor ve biz de suçlardan mahrum olanların belirli meslekleri ve görevleri sürekli olarak icra edememeleri işledikleri suçlara göre adaletli ve eylemle orantılı olmayan ölçüsüz bir hak yoksunluğuna yol açması nedeniyle Anayasa’nın 2. Maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesine aykırıdır, iptali gerekir demiştir bir kararında. Bakın burada hakkında bir mahkumiyet kararı olan kişiler hakkında bile böyle hayat boyu sürecek  bir hak ihlalinim olmaması gerektiğini söylüyor anayasa mahkemesi ama khklı hukukçular zaten diyor ki biz takipsizlik almışız, beraat almışız hakkımızda bir soruşturma açılmamış, bize avukatlık hakkı verilmiyor. Anayasa mahkemesi hakkında adli işlemler yapılanların bile anayasal haklarının ayaklar altına alınmaması gerektiğini söylerken şu anda takipsizlik beraat alanların avukat olmasının halen önüne geçilmektedir değerli arkadaşlar.

Yine bir başka kararı da Bayhan Mahmutoğlu’nun başvurunu karara bağlayan anayasa mahkemesi, iki başvurucunun haklarının ihlal edildiğine karar verdi ve bu kişiler açılan davada beraat etmişti Bayhan Mahmutoğlu hakkında da herhangi bir dava açılmamıştı ve illerinde avukatlık yapmak amacıyla baro levhasına yazılmışlardı ancak adalet bakanlığı buna itiraz etmişti ev dava sonucunda adalet bakanlığının isteği gerçekleşmiş ev avukatlık baro levhasına yazılan ruhsatları ,iptal etmişti anayasa mahkemesi bu kararı iptal etmiş işte bütün bunlardan sonra yapılması gereken nedir. Artık anayasa mahkemesini tanımıyorum diyen idarecilerin utanması ve hukuka dönmesi gerekir öncelikle anayasa mahkemesi kararı gerekeli kararı bir an önce yayınlanmalı. İdari yargıda devam eden baro levhasına yazılma işlemine adalet bakanlığının itiraz işlemleri gitmeli. Adalet bakanlığı da bunlardan ders almalı khlı hukukçular lehine bir karar verilerek hak ihlalinin uzamasının önüne geçilmeli. Adalet Bakanlığı bu tür engelleyici girişimlerden vazgeçmeli. Yine kişilerin avukatlık haklarının engellenmesi için yeni soruşturmalar açılmamalı. Anayasa mahkemesinin bu kararının biz Avrupa insan hakları mahkemesinin almak üzere olduğu kararlar arifesinde olduğunu biliyoruz. Avrupa insan hakları mahkemesinin etkin müracaat yolu olmaktan çıkaracağı aşamada Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı almasında anlamlı olarak buluyoruz anayasa mahkemesi AİHM’in kendisini devreden çıkaracağı bir hamlesini savuşturmak için bu kararı almış olabilir her ne şekilde olursa olsun bu karar adalet yönünde bir adımdır ve uygulanması gerekir diye düşünüyoruz değerli arkadaşlar.

Yine bir takım ihlallerle ilgili haberlerimize devam ediyoruz değerli arkadaşlar. Türkiye de anne baba mahpusların çok büyük dramlara yol açtığını hep söylüyorum. Dilek Öznur’un Murat Öznur’un üç çocuğu bakın anne baba mahpuslar acımasız bir şekilde tutuksuz yargılanabilecekken bu anne baba tutuklu yargılanıyor. Türkiye’de böyle öksüz yetim kalmış binlerce çocuk olduğu Ohal döneminde bu kişiler Manisa Turgutlu’dan anne baba tutuklu ve üç kardeşi üç masuma yetmiş yaşındaki hasta anneanne bakıyor artık annelerinin gelmesi ve bu çocuklarının başında durması gerekir diyoruz.

Bitmedi bakın Sehat Sarı 7,6 aydır hamile bir kadın ve bir çocuğu var karnında bir bebek var. Aksaray’lı gözaltına alındı tutuklandı Ankara Sincan cezaevinde. Doğum sıkıntıları yaşıyor kasılmalar yaşıyor sancılar yaşıyor ve halen cezaevinde ve halen tahliye edilmiş değil. Biz yetkililere soruyoruz cezaevinde mi doğum yapsın u kadınlar zaten Ohal döneminde yüzlerce binlerce kadın cezaevlerinde hamile ve çocuklu halde bulundu. Büyük dramlar yaşandı ve hala bunları yaşatıyorsunuz . Ohal’in 4-. Yılının oldukça kara bir tablosudur Serhat Sarı’nın 7.6 aylık hamileyken Sincan Cezaevi’nde olması. Bir an evvel tahliye edilmesi gerektiğini söylüyoruz bu sıcaklarda her dakikası stres dolu mahpuslukları yaşıyor bir hamile çocuklu anne.

 Evet 6 ve 8 yaşında çocuklarımız var ama ben 22, eşim 46 aydır cezaevindeyim suçlu bile olsak fatura çocuklara kesilmemeli diyor bir anne ev hapsi niye olmuyor diyor Elif Güven isimli anne. Cezaevinde bayanların yaşadığını kimse yaşamamıştır evet çok çileler yaşanmıştır ama bizim yaşadığımızı kimse yaşamamıştır diyor bu anne. 5 aydır göremediğim çocuklarını görmek istiyorum diyor bandırma cezaevinden feryat eden Elif Güven.

Yine keskin cezaevinde avukat görüşleri hala sıkıntılı bir şekilde halen yapılmıyor ev evrak alışverişlerinde kısıtlamalar var. Hukuka aykırı olarak kapalı görüş şeklinde yapılan görüşlerde evrak kısıtlamaları var telefon konuşmaları idare memurlarınca dinleniyor diyor bir avukat. Kapalı görüşlerin ile bir baskı altında yapıldığını söylüyor avukatlar. Silivri 1 No’lu cezaevinde bakın ne oluyor. Birçok mahpustan bu yönde şikayet geliyor. Pandemi bahane edilerek tek kişilik hücrede kalan bir kişiye kitap verme konusunda sıkıntı çıkarılıyor, tüm mahpuslara yaşatıldığı gibi 3 gün hücrede kalıyorsunuz, ne televizyon ne başka bir şey sadece kitap okumak istiyorsunuz o kitap bile size verilmiyor, zaten diyor yakını özgürlükleri elinden alındı görüşleri kısıtlı havalandırma saatleri kısıtlı nefes alacakları tek yere kitapları ama onlarda verilmiyor. Bunlar 21. yüzyıl Türkiye’sinde yaşanıyo Ortaçağ Bastın Zindanlarında yaşanmıyor değerli arkadaşlar. Buradan anlaşılıyor ki Bastin zindanlarından farklı değil Türkiye 21. Y.Y. cezaevleri.

 Tavşanlı cezaevinde yine covid vakaları var bakanlık yine açıklama yakmıyor. Bu süreç içinde birçok covid vakasını ben açıkladım bakanlık yetkilileri hep sustu. Ya düşünün koca bir bakanlık var covid vakalarını Ömer Faruk Gergerlioğlu açıklıyor. Bakanlık yetkilileri daha sonradan mırım kırım ederek evet diyor. Açıklama yapmamaya çalışıyor halen hangi cezaevinde kaç ölü var kaç vaka var resmi açıklamasını yapmadı hepsini üstünü örtmeye çalışıyorlar. Tavşanlı cezaevinden 5-6 kişinin hastaneye kaldırıldığı da söyleniyor. Yine açıklama yok maalesef çünkü pandemiyi bahane olarak kullanan baskıcı bir iktidar var. Görüşte arife günü verilen dilekçe işleme konulmadığı için görüşe giden kardeşimi içeri almadılar diyor bir mahpus yakını. Görüş hakkı olan birinin neden dilekçeye tabi tutalar ve dilekçe olduğu halde neden zamanında ,işlerini yapmayıp Kayseri’den Çorum’a tekrar Kayseri’ye gider düşünün Çorum’a Kayseri’den girmişsiniz saatlerce yol gitmişsiniz görüş hakkınız var ama dilekçe elimize geç ulaştı diye bir garip bahaneye sığınıyorlar saatlerce gittiğiniz cezaevinden görüş yapamadan geriye ilinize dönüyorsunuz.

Bolu açık cezaevinden yine bakın corona vakalarını ihbar ediyorum. 50 mahpus şu anda karantinada . Adalet bakanlığı yine bu konuda açıklama yapmıyor ne tavşanlı için ne bolu için sonra da hakkımızda soruşturmalar açıp fezlekeler gönderiyorlar. Gerçeği açıklamanın bedeli bu oluyor arkadaşlar olsun biz gereği açıklamaya devam edeceğiz. İstedikleri kadar bize baskı yapsınlar güneşin balçıkla sıvanmayacağını söylüyorum. Şunu da net bir şekilde sağlık bakanlığı ve adalet bakanlığı corona vakalarını saklıyor.

Aydın cezaevinde yine 10 kişilik yerde 19 kişi kalıyor 3 kişi wc önünde yatıyor aydın sıcağında istiflenmiş mahpusların olduğu hijyenin olmadığı bir koğuşta bırakın covid-19’u yaşama mümkün mü arkadaşlar aydında şu anda nasıl  bir sıcak olduğunu hepimiz biliyoruz düşünün 10 kişilik yerde 19 kişi kalıyor 3 kişi tuvalet önünde yatıyor istiflenmiş bir şekilde havası sıcak bir ortamda insanlara adeta işkence ediyorsunuz başka bir şey değil bu.

 Bakın bir başkası yine cezaevinde yakını olan bir bize yazmış. Size ağlarken yazıyorum kaç bayram geçti saymayı bıraktım küçük kızım akşam anne ben babamın yüzünü unutmaya başladım dedi pandemiden dolayı kısıtlama geldi şu an her yer normale döndü niye cezaevlerine rahatlama gelmedi niye çocuklarımı aylardır babalarını görmedi diyor mahpus yakını. Burada pandeminin iktidar tarafından bir fırsata döndürüldüğünü ve insanlara zulmetmek için kullanıldığını gösteriyor. Çocuklar eşler aylardır eşlerinin görebilmiş değiller çocuğum cezaevinde yine bahsettiğimiz sık sık su ve elektrik kesintileri var, yemeklerdeki et miktarı çok az, kalitesiz ve kötü, manav ihtiyaçları maalesef doğru dürüst karşılanmıyor, yeşil sebze gelmiyor, insanlar son derece zor koşullarda bütün bunları ceza Tevfik işleri genel müdürlüğü duysun Adalet bakanlığı duysun biz bunların peşini bırakmayacağız ve hukuken tüm bu şu ana kadar saydığımız ve sayacağımız ,ihlallerin hesabını soracağız.

İzmir Kırıklar Cezaevi’nden Silivri Cezaevi’ne nakledilen Abdullah Oral isimli br mahpusun hem mektubu hem de bir yakınının şikayetleri bize ulaştı. Abdullah Oral’ın ablası ve vefat ettiği halde kendisine cenaze izni verilmediği gibi kendisi habersiz bir şekilde arabaya bindirilip İzmir’den İstanbul’a nakledilmiştir ve nakledildiği yerde de tabi biliyorsunuz covid dolayısıyla hücreye konuluyor ve arkadaşlarının olduğu koğuşa verilmiyor tam 36 gündür bu kişi nakledildiği cezaevinde tek kişilik hücrede kalmak zorunda arkadaşlar tam 36 gündür. Nedir bu kişiye olan garez neden bu zalimlik yapılıyor anlamak mümkün değil. Herhalde kırıklar cezaevinde bir sürtüşme yaşandı ve bu kişi cezalandırıldı diye düşünüyoruz. Cezaevi yetkililerine soruyoruz. Silivri 9 No’lu Cezaevi telefonlarımıza çıkmıyor ama biz bunu soru önergelerimizle insan Hakları komisyonuna sunduğumuz dilekçeler ve uzun vadeli takibimizle sürdüreceğiz insanlara böyle 36 gün tek kişilik hücrelerde işkence çektirmesinler değerli arkadaşlar. 

Patnos Cezaevi’nden de size çok bahsettik kalitesiz ve az yemeklerin olduğu  etlerin neredeyse yemekte hiç olmadığı, mektupların engellendiği, kargoların engellendiği, insanlara kütüphanedeki kitaplardan bile kitap verilmediği bir cezaevinden bahsediyoruz. Hani TRT’de bazı yayınlar yapılır, cezaevleri ne kadar rahat? Ne kadar güzel, şartlar ne iyi, hizmet ne kadar iyi, insanın cezaevine gidesi gelir. İşin ironisi bir yana değerli arkadaşlar bakın ne diyor mahpus? “Benim diyor ziyaretime gelen Düzce’den Patnos’a gelen eşime 40-45 dk olması gereken görüşü eksik yaptırdılar, yarım saat de görüşü tamamladılar oysa o 1500 Km gelmişti beni görmek için.” Düşünün aylarca görmemişsiniz eşinizi ve size cezaevinde yapılan muamelede bu arkadaşlar, hiç kimsenin suçu ne olursa olsun, cezaevindeki mahpuslara böyle zulmetmeye hakkı yok.

Yine Maraş Türkoğlu’ndan İsmail Bakioğlu bize yazdığı mektupta diyor ki: “Sosyal soykırım var diyor bu ülkede. Neden? Malın yağmalanması var, paranın gaspı var, adalet nerede?” diye soruyor. Neden soruyor,bakın ne olmuş: OHAL öncesi bir özel okula erken kayıt yaptırmış, para vermiş nisan-mayıs aylarında, ne kadar vermiş? 26240 TL vermiş, daha sonra bu okul kapatılmış kişi de demiş ki : “ Kapatıldı ama benim muhattabım devlettir, bana paramı gerin verin, ben erken kayıt yaptırdım.” “Hayır sana paranı vermeyiz.” Demişler bir de cezaevine atmışlar. Türkoğlu cezaevinden bize yazmış: “ Adalet nerede?” diyor. “Bu ülkede mallar yağmalanıyor, paralar gasp ediliyor.” Bütün bunlardan sonra mahkemeye başvurmuş reddedilmiş, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş orası da reddetmiş. Memleketin hali bu arkadaşlar, bu kadar açık bir gasp ve ihlali Anayasa Mahkemesi bile reddedebiliyor, olacak işler değil, hani bir yere erken kayıt parası vermişsiniz suçlu olmuşsunuz ve paranız gasp edilmiş bir de üstüne özgürlüğünüz yenmiş.

Ayrıca biz insanları kandırarak, insanların parasını gasp eden özel şirketleri de takip altında tutuyoruz. İstanbul Bilişim’in son durumunu da size aktarmak isterim: Biz bu konu ile ilgili bize gelen yoğun şikayetler üzerinde 3-4 ay öncesinde İstanbul Bilişim; çünkü insanları mağdur ediyordu ve paralarını yatırdığı halde elektronik eşyalarını göndermiyordu, bir para gaspı olayı vardı, bir çete şüphesi, bir dolandırıcılık şüphesi vardı, biz bununla ilgili soru önergesi verdiğimizde  Bakanlık bize :” Konuyu takip altında tutuyoruz.” Demişti ve bu takip altında tutulurken bu İstanbul Bilişim insanlardan para toplamaya devam etti. Sonunda ne oldu biliyor musuz? Şirket aylar geçti, paraları topladı ve sonunda Konkordato ilan etti. Bütün paralar kasasına, kendisi konkordato ilan etti herkesten kurtuldu. Ne kadar güzel değil mi arkadaşlar? Bakın biz aylar öncesinde burada bir sahtekarlığın dönme ihtimalinden dönme ihtimalinden bahsedip, bakanlığa haber veriyoruz, soru önergemizle soruyoruz, “Bize araştırmalarımız devam ediyor.” Diyor. senin araştırmaların devam ederken, İstanbul Bilişim çalışmalarına devam ediyordu ve konkordato ilan etti şimdi kimse mahkemeye gidemiyor çünkü konkordato ilan edildiğinde şirket alacaklarını vermek zorunda değil, hiç kimse de mahkemeye gidemiyor, ne oldu? Herkes mağdur oldu. İktidara biz bunları bildirdik, iktidarın bir sorumluluğu yok mu? Kulağının üstüne yatmış iktidar. Bu kadar basit yani insanların malının, parasının gasp edilmesi bu kadar kolay değerli arkadaşlar.

Yine bir başka haber bakın. Dedaş ile ilgili burada çok vurgular yaptık, Dedaş’ın önemli ihlaller yaptığını söyledik, Mardin halkını kaçak elektrik kullanmakla suçlayıp, çiftçilere “Hepsi şerefsiz.” Diye küfreden, aylarca köylere elektriksiz ve susuz bırakan, eski Kent A.Ş. Başkanı ve Dedaş Mardin İl Müdürü Mehmet Bulut, ne olmuş biliyor musunuz? Yolsuzluk, rüşvet ve zimmet suçundan tutuklanmış. Biz aylardır Mardin halkından gelen istekler ile Dedaş’da büyük bir sıkıntının olduğunu, insanların elektrik ve dolayısıyla suyunun kesildiğini söylüyorduk,dinlemek istemiyorlardı, sonunda iş araştırılınca olay böyle çıkıyor. Vatandaş çektiği sıkıntı ile kalmış oluyor.

Uygur Soykırımı’nda kadınlar özellikle hedef alınıyor. Eşi kamplara götürülen birçok kadın Çin Komünist Partisi üyeleriyle aynı yatağa girmeye zorlanıyor. Ak Parti-MHP Cumhur İttifakı tüm bunları para hatrı için görmüyor. Hatırlatınca “Ne yani Çin’le savaşa mı girelim?” diyorlar!

Yine Kürtçeye yönelik yaklaşımları deşifre etmek gerekiyor, bakın Selim Temo söyledi bunu : “10 yıldır Kürtçeye yönelik bu densiz yaklaşımı deşifre ediyorum.” Diyor Selim Temo, “İşte yeni densizlik: Üniversitelerdeki Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinde Kürt diliyle tez yazımı yasaklandı ve bütün derslerin dili Türkçe oldu. Yerli ve milli akademi böyle bir şey” diyor. “Şu hale bakın, Kürtçe bölümünde Kürtçe tez yasak.” İktidarın Kürt meselesi konusunda adım attığını söyleyen sözlerinin ne kadar yalan olduğu da ortaya çıkıyor,bir halkın dili bile akademik alandan zaten zor bela geldiği akademik alandan kaldırılıyor ve iktidarın gerçek yüzü ortaya çıkmış oluyor.

Siirt’de yine geçtiğimiz günlerde siyasi bir soykırım operasyonu yapıldı ve partimizin mensubu 11 arkadaşımız ve 70 yaşında Belediye Meclis üyemiz Musa Kurhan gözaltına alındı. Arkadaşlarımızın bir an evvel serbest bırakılması gerektiğini söylüyoruz.

Yine geçtiğimiz günlerde yaşayan Lübnan’da ki Amonyum-Nitrat patlaması bizim yıllardır söylediğimiz işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki önlemlerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bakın artık kronik bir yargı ve iktidar sorunu haline dönüşmüş bu gemideki malzeme işçi sağlığı ve insanların hakkını düşünmeden orada tutulduğu için patlama ve yüzlerce insanın ölümüne yol açtı, Türkiye’de de bunun benzeri hadiseler oluyor, o yüzden geri kalmış ülkelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin çok daha fazla arttırılması gerekiyor, işin altında yatan gerçek nedeni konuşmak zorundayız, Türkiye’de de buna benzer hadiseler olabilir, şimdiden uyarıyoruz arkadaşlar.

Bakın size bir önemli fotoğraf göstermek isterim, Hasret Demirtaş eşi ile boşanmış, bir çocukları var, çocuğunu eşinden alırken sürekli darp ve hakaret yiyor, en sonunda da çocuğu eşinden alırken arabada eşinin kucağındayken çocuk ondan almaya çalışırken çocuğu eşi kendisinin üzerine sürüyor ve arabanın altında kalıyor, çeşitli yerleri kırılıyor, boynu inciniyor, Hasret Demirtaş’ın eşi hakkında bir kampanya yaptık, sosyal medyadan bir an evvel tutuklanması gerektiğini yoksa bir adım sonrasının onun cinayet işlemesi olduğunu söyledik ve adil bir karar sonunda çıktı M.D. isimli kişi tutuklandı ama bunu böyle kararlar alınmayıp daha sonraki aşamalarda kadını öldüren bir çok vaka olduğunu da biliyoruz değerli arkadaşlar.

Sanko okulları Gaziantep’de KHK’lı ailelerin çocukları çok başarılı bir şekilde kendilerine müracaat etse bile sırf KHK’lı ailelerin çocukları diye onları kaydetmiyor. Bunu biz söyledik,SANKO okulları cevap veremedi ama twitter hesabını sınırladı. Ben Sanko okullarını tekrar buradan cevap vermeye çağırıyorum, “Bu sene KHK’lı çocuklarına burs vermeyeceğiz.” demiş. Anne diyordu ki bana : “ Beni en çok yaralayan çocuklarımın da fişlenmesidir.” Bu çocuk 480 puan almış,0.26 sırasına girmiş ve maalesef yapılan bu.

Yine barış akademisyenleri ile ilgili bir konu; çok önemli. Barış akademisyeniydi,KHK’ya yurtdışında yakalandı, Londra’da evlilik prosedürü için Türkiye doğum belgesini konsolosluk vermedi, “İdari karar uyarısı çıkıyor.” dedi. Beraat etmişti ve öncesinde bu belgeyi vermişlerdi aslında! Yurtdışında evlilik için başvurduğunuzda ülkenizde ki doğum belgeniz isteniyor. Kişi; gidiyor Londra Büyükelçiliği’ne “Hayır senin doğum belgeni veremezsin.” “ Niye veremezsin? Evleneceğim.” “ Veremeyiz.” Hani düşünün KHK ile işinden atmışsınız, yaşamdan da onu atmaya çalışıyorsunuz. Barış akademisyenleri diyor ki: “822 kişiye dava açılmıştı 622 kişi beraat etti, 200 kişinin henüz davası sonuçlanmadı. Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü ihlali kararının üzerinden 1 yıl geçti oysa. 406 ihraç edilen barış akademisyeninden görevine dönen yok varsa da kamusallaşmadı. Pasaport başvuruları reddedilenler var, sebebini bilmiyor kişiler.” Diyor.

Yine bakın KHK’lılar çok büyük bir mağduriyet yaşıyor ve zulüm yaşıyorlar, bana bir ileti gönderen Bitlis SES Şube Başkanı iken 675 KHK ile ihraç edilen İsmet Saz diyor ki : “Zulmen mağdur edildik ama biz kimseye boyun eğmeyeceğiz, helalinden paramızı kazanmaya çalışacağız, Bitlis Sebze Hali’nde toptan karpuz işi yapıyorum, Adana’ya gidip o kavurucu sıcakta karpuz yüklüyorum, olsun.” Diyor. “ İşimle gurur duyuyorum, utanmıyorum, beni bu duruma düşürenler utansın, helal kazanç başka.” Diyor bu kişi.

Yine bir başka kişi: “ 701 KHK ile ihraç edildim. Hakkımda hiç bir soyut ve somut bir delil yok. Eşim merdiven siliyor, çöp topluyor. 10 yıllık hizmetinin karşılığı bu olmamalıydı. Hala bir umut bekliyoruz. Hala ne olabilir? diye düşünüyoruz. Neden biz ihraç edildik bilemiyoruz. 1 Temmuz’da mahkemeye girdi sadece fişleme olduğunu orada öğrendik fişleme anayasal bir suçtur. Artık bu zulüm ve kul haklarından dönsünler, yeter artık dayanacak gücümüz kalmadı! Sabır terazimiz çöktü.” Diyor KHK’lı bu vatandaş.

Değerli arkadaşlar bugünkü basın toplantımızı burada bitiriyoruz, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Yorumlar