27 Ağustos 2020

YouTube

            Değerli Basın Mensupları bugünkü basın toplantımıza başlıyoruz.

Bir çok konumuz var bugün ama içlerinden en önemlisi ile başlıyorum.

Haftalardır bu konuyu işliyoruz, takip ediyorum. Kamuoyu bu konuda büyük bir tepki veriyor ama gelinen nokta tam bir hayal kırıklığı hukuk adına, vicdan adına. Konu nedir? Batman’da 18 yaşındaki İpek Er isimli bir genç kadına tecavüz ettikten sonra serbest kalan Musa Orhan isimli Uzman Çavuşun durumu ile ilgili. Kamuoyu bu durumu yakından takip etti ve büyük tepki gösterdi. Ne olmuştu? Musa Orhan bir ilişki yaşadıktan sonra İpek Er gördüğünüz mektubu yazarak bu kişiye lanetler yağdırarak, beddualar ederek hayatına son vermişti ve “Benim hakkımı arayın demişti!” kamuoyuna. Bu son derece ağır bir emanetti. Sadece ailesine değil tüm insanlığa ağır bir emanetti. “Benim namusumu kirleten bu kişinin cezalandırılmasını istiyorum.” Diyor bu mektup ve beddualar yağdıran bir mektup bu. Sonrasında ne oldu? İpek Er 15 güne yakın yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Bu dönem içinde tepki belki çok fazla yükselmedi ama hayatını kaybetmesi ile kamu vicdanı ayağa kalktı ve halen serbest olan tutuklanmamış olan Musa Orhan’ın tutuklanmasına yönelik çok büyük bir istek belirdi ve sonunda geçtiğimiz hafta Musa Orhan tutuklandı. Tam kamu vicdanı hukuku sağladı derken geçtiğimiz gün 1 hafta aradan geçmeden Musa Orhan tekrar serbest bırakıldı. Neden ? Kaçma şüphesi olmadığı için delilleri karartma ihtimali olmadığı için gerekçeleri ile serbest bırakıldı. Neden serbest bırakıldı? İpek Er’in rızası ile bu ilişki gerçekleşti denilerek serbest bırakıldı, nasıl bir rıza ise daha sonrasında bu mağdur hayatına son vermişti ve Musa Orhan hakkında tek bir işlem yapılmamıştı. Kamuoyunun baskısı sonrasında Musa Orhan tutuklandı ve daha sonra serbest bırakıldı. Gördüğünüz gibi İpek Er’in babası Fuat Er son derece tepkili, annesi son derece tepkili. Onlar çok önemli şeyler söylüyor. Acılı baba Fuat ER bakın ne diyor? “Adalet yerini bulsun devlet bu katilin peşini bırakmasın! Adalet yerini bulsun başka bir şey istemiyorum. Takipçisi olacağız, peşini bırakmayacağız, Televizyondan, radyodan ve avukatımız aracılığı ile takip ediyoruz, Katil serbest bırakıldı. Türkiye’nin her noktasından beni aradılar. Millet benden daha önce haberdar oluyor. Bizi yalnız bırakmayan herkesten Allah razı olsun. Devlet yetkilileri, Türkiye’yi temsil eden Meclis’e, kimin sözü geçiyorsa onlara sesleniyorum bu canileri, bu katilleri kulak arkası yapmasınlar. Bunun üzerinde dursunlar. Defalarca Meclis’te dile getirsinler. Hangi parti olursa olsun fark etmez çünkü o çatı altında Türkiye Cumhuriyeti milletvekili kim olursa olsun bunu defalarca dile getirsin. Bundan sonra kimsenin canı yanmasın. Bunların cezası çok ağır olsun kimse cesaret, cüret etmesin. Ben bunu rica ediyorum.” Diyor. “Sayın Cumhurbaşkanı ve Meclis çatısı altında olan bütün vekillere sesleniyorum.” diyor. “Türk’tür, Kürt’tür, Arap’tır, Çerkez’dir, diyerek kimse bu konuyu farklı yere çekmesin. Bu acı herkes için acıdır. Ateş, yüreği yakıyor. Ayrım yapmadan bu konunun üzerine gidilsin.” Diyor.

Kızı hayatına son veren İpek Er’in annesi bakın ne diyor serbset bırakıldıktan sonraki sözleri son derece ağırdır vicdan hisleri olanlar için ağırdır: “Sağ olduğum sürece davacıyım.” Diyor bu anne.  “Belindeki silaha ve devlete güvenerek bunları yaptı bu kişi.” Diyor. Değerli arkadaşlar kamu vicdanı zedelenmiştir. Bunu herkes bilsin. Belki “Efendim işte delilleri karartma şüphesi yok.” vb. Gerekçelerle bu kişiyi serbest bırakabilirsiniz ama kamu vicdanı bunu kabul etmiyor. Mahkemeler millet adına karar veriyorsa bilin ki millet bu kararı kabul etmiyor! Kamu vicdanı bu kararı kabul etmiyor! Bakın “Efendim kaçma şüphesi yok, ayağı ile geldi, delilleri karartma şüphesi yok.” Diyorsunuz ve tutukluluğu bitiriyorsunuz ama onun dışında cezaevlerindeki bebekleri tutmaya devam ediyorsunuz! Kadınları tutmaya devam ediyorsunuz! Çocukları tutmaya devam ediyorsunuz! KHK konusunda hakkı, adaleti isteyen insanları cezaevinde tutmaya devam ediyorsunuz!

Daha geçtiğimiz günlerde bakın Yüksel Direnişçileri gözaltına alınıp 9 gün gözaltında zulmedildikten, işkence edildikten, kötü muamele gördükten sonra tutuklandılar. Bu insanların tutuklanmasının nedeni neydi? Biz çok iyi biliyoruz ki; siyasi nedenler ile, zorlayarak, ite kaka tutuklandılar. Günümüzün hali bu! Tecavüz sanığı serbest, hakkını isteyen anneler, çocuklar, KHK’lılar, Kürtler, Solcular, Ermeniler her kesimden mağdur insan çok çabuk tutuklanabiliyor! Ülkenin hali bu!

Bakın Acun Karadağ tutuklu! Yüksel Direnişçisi sadece ve sadece KHK zulmüne karşı çıkmıştı.

Mehmet Dersulu tutuklu! Sadece ve sadece KHK zulmüne karşı çıkmıştı.

Nazan Bozkurt sadece ve sadece KHK zulmünü eleştirmişti.

Alev Şahin Düzce’de KHK zulmüne karşı 1400 günü bulan büyük bir direniş sergilemişti ve o da tutuklandı.

Nuriye Gülmen Türkiye’de KHK zulmüne karşı ilk önemli eylemi gerçekleştiren açlık grevi yapan ve bu konuda sonuna kadar direnen Nuriye Gülmen o da tutuklandı.

Bu insanlar ne yapmıştı? Hakkını istemişti!

Yine Harbiyeli öğrenci annesi Melek Çetinkaya bir kumpasa düşürülerek tutuklandı!

Bu insanlar hak istemekten başka hiçbir şey yapmamıştı. Kimseye tecavüz etmemişti, kimsenin malını çalmamıştı, kimseyi öldürmemişti! Bu insanlar sadece ve sadece hakkı talep ettiği için tutuklandı ama bir genç kadını 18 yaşındaki bir genç kadını istismar edip, tecavüz eden bir insan kamuoyu baskısına rağmen tutuklandıktan sonra tekrar gayet rahat bir şekilde serbest bırakılabildi. Anne ve babası feryat ediyor. Bu durumu kesinlikle kabul etmiyor. Sadece anne ve babası mı? Kamu vicdanı da buna isyan ediyor! Kesinlikle bunun doğru bir şey olmadığını ve bu yapılan karşısında mutlak surette adalete ve hukuka muhtaç olduğumuzu ve onu yakalamamız gerektiğini söylüyor.

Değerli arkadaşlar bu ülkede kamu vicdanı zedelenmiştir! Sadece bu olayda değil, yıllardır hukuk ayaklar altındadır, demokrasi ayaklar altındadır, vicdan ayaklar altındadır. Cezaevinde çocuklar, bebekler, kadınlar, suçsuz insanlar zulmen tutuklu olarak tutulurken bu gibi insanların makamı itibariyle serbest bırakıldığı hissiyatı veyahut da bir Kürt genç kadınına tecavüz ettiğinden dolayı serbest bırakıldığı hissiyatı bile bu toplumda ne kadar önemli sorunların devam ettiğini ne kadar büyük sıkıntıların devam ettiğini gösterir ve bunları çözmedikçe, bu konularda bu kadar hassas konularda adil bir davranıştan uzak durduğunuz müddetçe bu ülkede hiçbir sorun çözülemeyecektir.

Geçtiğimiz günlerde 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası yaşananlarla ilgili medyaya önemli haberler düştü. Medyada çıkan haberlere göre 15 Temmuz sonrası toplu bir şekilde spor salonunda tutulan insanlara inanılmaz derecede darp yapıldı, kötü muamele ve işkence yapıldı. İşte o gece, o spor salonunda bulunan ve yüzlerce kişiyi muayene eden ismini vermek istemeyen bir doktorun anlattıkları: “İşkenceyi gördüm ve kayda geçirdim.” Diyor. “Doktor raporlarına yazdım ama hepsinin üstü örtüldü.” Diyor. “ Bize getirilen askerlerin hepsi dövülmüştü.” Diyor. “Kimisinin gözü içeriye çökmüştü, kimisi daha ağır darplar ile darbedilmişti.” “Kimisine bırakın ölsün deniliyordu.” Değerli arkadaşlar kim olursa olsun işkence suçtur. Kimse işkence yapamaz, kimse işkenceye uğrayamaz, bir hukuk devletinde bunlar kabul edilecek şeyler değildir. Bakın devam ediyorum: “O geceye dair bazı kişilerin tecavüze uğradığına dair bulgularım da var.” Diyen bir doktor ile karşı karşıyayız. Kadın tutukluların cinsel tacize uğradığını söyleyen bir doktorun ifadeleri ile karşı karşıyayız ve insanların ağzının, burnunun kırıldığını, yüz kemiklerinin kırıldığını söyleyen bir doktor ile karşı karşıyayız.  İnsanlara günlerce su verilmediğini ve kasten işkence edildiğini, profesyonel işkenceler yapıldığını söyleyen bir doktor ile karşı karşıyayız. Oldukça uzun ifadeler var ve bizim gördüğümüz o gece son derece ağır işkence ve kötü muameleler yapıldı ve kimse bunun hesabını sormadı.

Değerli arkadaşlar Türkiye cezaevlerinde de sorunlar devam ediyor. Ben şunu açıkça söylemek isterim; Biz Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu olarak cezaevlerine gidip tetkikler yapıyoruz, raporlar düzenliyoruz ve sonuçlarını açıklıyoruz, düzeltilmesi gerektiğini söylüyoruz. Sonuç ne mi oluyor? Hiçbir şey düzeltilmiyor. İnanılmaz bir şey ama maalesef bu. Biz iş yapıyormuşuz gibi görülüyor, raporlar düzenliyoruz ama Ceza Tevkifişleri ve Adalet Bakanlığı cezaevlerinde tek bir düzenleme yapmıyor. İşte bakın bunun belgesi: Diyarbakır cezaevi raporu düzenlemiştik TBMM İnsan Hakları Komisyonu olarak ve biz bu raporda kadın koğuşlarının mahrem yerlerini gören kameralar olduğunu söylemiştik. Düşünün banyonun önünü gören kameralar var. Kadın mahpusların hepsi bundan son derece şikayetçi. Bu siyasi bir konu değil, kadın banyodan çıkıyor kamera tak onun üstünde. Bunun uygun olmadığını raporumuzda da belirttik, değiştirilmesi gerektiğini de söyledik, 1 yıl önce söyledik bunu. Bugün durum nedir biliyor musunuz? Değişen bir şey yok! Kameralar yine aynı yerinde.

Yine çıplak arama konusu. Çıplak aramanın devam ettiğini söyleyelim, biz bunları eleştirdiğimiz halde. En son 10 günlük lohusa Eylem Oyunlu cezaevine girerken çıplak aramaya maruz bırakıldı. Düşünün bir kadın 10 günlük lohusa ve çıplak aramaya maruz bırakılıyor. O kadının psikolojisini ne hale getiriyorsunuz.

Yetersiz beslenme devam ediyor, insanlar kilo kaybediyor.

Sosyal aktiviteler bitirilmiş durumda maalesef şuanda. Bunları sadece biz söylemiyoruz bakın insan hakları kuruluşlarının raporları da hapishaneye giden MED TUHAD-FED,ÖHD ve TUAY-Der  yöneticileri kadın kapalı hapishanedesindeki bir çok ihlali raporluyor.

Biz bunları gözümüzle gördük, Meclis raporu olarak düzenledik ama görünen son durum değişen hiçbir şey yok. O halde ben soruyorum İnsan Hakları Komisyonu’na bu raporları biz niye düzenliyoruz? Hiçbir değişim gerçekleşmeyecekse bu raporlar niye düzenleniyor? Dostlar alışverişte görsün diye mi düzenleniyor? Tüm kamuoyuna da bunu söylüyorum, insan hakları kuruluşlarına bunu söylüyorum, AB yetkililerine bunu söylüyorum, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi yetkililerine bunu söylüyorum geliyorsunuz cezaevlerinin halini görüp raporluyorsunuz ama cezaevlerinde tek bir değişim olmuyor çünkü yapmak isteyen yok. “Bütün bu yapılanlar mevzuata uygun.” diyor bize yetkililer. Kadınların banyosunun önünü gösteren kamera uygun mu diyorsunuz mevzuata? “Evet, uygun efendim, değiştirmeyeceğiz.” Diyor. bizzat da sordum bunları, insan utanır ya haya eder ya! Cezaevinde kadınları tutuyorsun bir de bu kadar şikayet ettikleri, tüm kadınların şikayet ettiği bir hususu “Mevzuat böyle efendim.” Diyerek devam ettiriyorsunuz. Ayıptır ya!

Bakın revir doktorunun muayene etmediğine dair bilgiler var. Muayene etmeyip, uzaktan bakıp reçeteler yazdığı.

Kitap alışverişinin olmadığı.

Toplu fotoğraf yasak! Biz oradayken de bunu gördük. 3 kişiden fazla koğuşta fotoğraf çektirmek yasak. Bunun anlamı nedir? Var mı mevzuatta bir yeri diye sorduk;hiçbir açıklama yapılamadı.

Şimdi bakıyoruz aynı yasaklar devam ediyor. O halde meclis çalışıyormuş gibi niye gösteriyorsunuz? Meclis komisyonlarını niye cezaevlerine götürüyorsunuz? Niye kamuoyunu yanıltıyorsunuz? Niye bu kamuoyunu aldatıyorsunuz? Diye size soruyoruz.  

Mektuplar yine çok geç geliyor ve gidiyor.

Aylık görüş hakları engelleniyor. Bunlar sadece değerli arkadaşlar Diyarbakır’da olan hadiseler değil. Pandemi dönemi tamamen bir fırsatçılık dönemi oldu ve her türlü ihlal devam ediyor şuanda.

Van Cezaevi’nde de aynı sıkıntılar devam ediyor. Van Cezaevi’nde kalan bir gazeteci mahpus oradan haber yapmış. Mahpuslar: “Yaşadığımız hal bize test yapılmaması, pozitif vakalar olduğu halde test yapılmaması vicdani, ahlaki ve insani değil.” diyor. “Yaşamımız tehlikede.” diyor Van’da ki mahpuslar. “Hastanede dönüşü bize test yapılmıyor.” Diyorlar. “Diken üstündeyiz, kronik hastalıklarımız var ve bu konuda hassasiyet yok.” Diyorlar. Van Savcılığı bir açıklama yapmıyor hala. Bakın bir çok cezaevindeki korona vakalarını ben haber veriyorum kamuoyuna ve savcılıklar, Ceza Tevkifişleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı tek bir açıklama yapmıyor arkadaşlar. ‘Sessizlikle geçiştirme’ bugünün taktiği bu; susarak, sessizliğe gömülerek gerçekleri gizlemek, başka bildikleri yok ve düşünün bakın; Muş İl Genel Meclis üyesi iken tutuklanan 71 yaşındaki Abdulbaki Ak ne demiş: “Test talebinde bulunduk ama dönüş yapılmadı, pozitif vakalar çıktı ama sadece ateş ölçümü yapılıyor. Olumsuz bir tablonun ortaya çıkması durumunda sorumlular yetkililerdir.” Diyor, 71 yaşındaki mahpus. Siz dışarıdaki insanlara 65 yaş üstü dışarı çıkmayın diyorsunuz, cezaevindeki 71 yaşındakinin dedikleri de bunlar.

Değerli arkadaşlar bu iktidarın ne Sağlık Bakanlığı ne de Adalet Bakanlığı koronayı doğru bir şekilde takip edebiliyor, yönetebiliyor. Bakın şuanda ağır vakalar artıyor, hastalığa yakalanma oranları artıyor ve ölümler artıyor. Bunu artık gözden ırak tutamıyorlar. Sayıları adeta 20’de 1, 30’da 1 oranında az gösteriyorlardı. Biz bunları aylardır hep söylüyoruz, gizlediklerini söylüyoruz. Hem Sağlık Bakanlığı’nın hem Adalet Bakanlığı’nın ama bütün bunların üstüne, kulaklarının üstüne yatıyorlardı. Biz bunları iddia ettiğimiz zaman hakkımızda soruşturmalar açıyorlardı ama şuanda gizlenecek hiçbir şey yok artık “Güneş balçıkla sıvanmaz.” Vakalar artmış durumda ve şuanda adeta salgın yönetilemez durumda. Bunu söyleyen Prof. Dr. Mehmet Ceyhan. Salgını şuanda yönetemiyoruz diyor. Salgın hızla artıyor neden? Şuana kadar bilimsel usullere dikkat etmeden yapılan işler yüzünden. En başta testlerin temin edilmemesi ve gereken oranda yapılmamasından. Önlemlerin gevşetilmesinden, turizm aşkı, hatrı, sevdası uğruna üniversite imtihanlarının geriye çekilmesinden ve turizm sevdası uğruna bir çok önlemin iptal edilmesinden dolayı. Bunları çok iyi biliyoruz şuanda artan bir hastalık oranı, ağır hasta oranı var. Bütün bunlar karşısında ne oluyor? Bakın pandemi hastanelerinde hekimler istifa ediyorlar çünkü çok ağır bir yük altındalar, maddi ve manevi olarak haklarını alamıyorlar ve yoğun bir şekilde doktorlar sağlık görevlileri hasta oluyor, hayatını kaybediyor. Bunun önlemi  zamanında alınmadığı için tüm kamuoyunun sağlığını koruyacak olan sağlıkçılar hastalanıyor, ölüyor veyahut da sağ kalanlar bu kara tablo nedeniyle istifa ediyorlar arkadaşlar. Bakın en son Alanya Eğitim Araştırma Hastanesi’nde görev yapan 5 göğüs hastalıkları uzmanı istifa etti. Sadece Alanya değil ülkenin bir çok yerinden böyle haberler geliyor. Hekimler yorgunluk ve tükenme halindeler. Korona meslek hastalığı bile kabul edilmiyor en azından en çok risk altında olan göğüs hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları, acil hastalıkları hekimleri de göz önünde bulundurularak meslek hastalığı olduğu kabul edilmeli. Sağlık çalışanlarının sesine kulak verilmeli. Sağlık çalışanlarının yaşadığı sorunları aylardır gündeme getiriyoruz ama göz ardı ediliyor. İstifa sayılarından her yerden önemli haberler geliyor.

Bakın Bursa’da 3 ayda 21 hekim istifa etmiş.

Bu haberler son derece tedirgin edici, Covid salgını yönetilemez durumda ve biz yetkililerin bir an evvel gereken önlemleri alması gerektiğini söylüyoruz. Bu arada bakın Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nda ki vahim durumla ilgili bir başka size istatistik vereyim. Cezaevlerindeki ilaç giderleri rekor sayılara ulaştı. Cezaevlerini ağzına kadar doldurup sağlıksız bir ortam oluşturduğunuzdan dolayı insanlar silme hasta. Kısa sürede hasta oluyorlar, kanser oluyorlar ve vefat ediyorlar. Kronik hastalıklara yakalanıyorlar. Bakın bunun belgesi 2006 yılında cezaevleri için yapılan sağlık harcamalarında ilaca harcanan para, ilaç giderleri:7.9 Milyon iken,2016’da 79.8 Milyon olmuş, 2018’de 68 Milyon TL, 2019’da 84 Milyon TL olmuş, 2020’nin ilk 7 ayında ise çok büyük bir pik yaparak 115 Milyon TL’ye ulaşmış. Bu ne demek? Cezaevleri artık kaldırılamaz bir halde ve alarm veriyor çünkü cezaevlerinde insanları istifleyerek doldurdunuz, 6 kişilik odalara 18 kişi doldurdunuz, insanlar hasta oldu ve bu seferde ilaç giderleri korkunç bir şekilde artmış oldu. Bunlar boşuna değil ve ilaç giderlerinden de öte insanlar ölmeye başladılar. Son zamanlarda kanser olduğu için ölen birçok kişi var. Ağır hastalıklara yakalandığı için, infaz ertelemesi geciktiği için, yeterli  teşhis ve tedavi yapılamadığı için kısa sürede, gencecik 34, 35 yaşlarında ölen birçok insan oldu.

Yine önemli bir konu;İstanbul Bilişim ile ilgili. Biz bu konuyu aylardır işliyoruz, vatandaşları bir takım elektronik ürünler satıyorum diye kandıran aldığı para karşılığında malı göndermeyen İstanbul Bilişim konusunda soru önergesi vermiştik. Nisan ayında soru önergesi verdik 3-4 ay bakanlık bekledi, sorularımıza bakıyoruz, ediyoruz cevapları verdi ve insanlar çarpılmaya devam edildi. En sonunda ne mi oldu? Sonunda bakanlık işin farkına vardı ama firma daha uyanık davrandı ve konkordato ilan etti. Binlerce alacaklı şuanda dava bile açamıyor, bakın zamanında gereken yapılmadığı için, verdiğimiz soru önergelerine lakayıt tavırlarla cevap verildiği için firma konkordato ilan etti ve şuanda alacaklarının hiçbiri ona dava bile açamıyor. “çünkü ben konkordata ilan ettim, bana dava açamazsın.” Diyor ve yasa bunu gerektiriyor. İnsanları çarp, istediğin paraları al ondan sonra “Ben iflas ettim.” De kenara çekil kimse senden hesap soramasın ama bu apaçık bir yönetim boşluğu veyahut da kötü niyetten kaynaklanıyor.

Az evvel bahsettiğimiz hususla ilgili Türk Tabipler Birliği’nin önerileri var onları da hatırlatmak isterim. Sağlık Bakanlığı’na 16 maddelik bir uyarı yapmışlar ve bende bunlara katılıyorum bir doktor hekim olarak. “Sağlık Bakanlığı günlük olarak il, kurum ve meslek bilgilerinin de olduğu COVID-19 hastalığı nedeniyle yaşamını kaybeden bütün sağlık çalışanlarının verilerini açıklamalıdır.” Diyor.  COVID-19 hastalığı, bütün sağlık çalışanları için meslek hastalığı olarak tanınmalıdır. Emekliliğe de yansıyan düzeyde maaş artışları yapılmalı, insanların istifasının önüne geçilmeli. Kreş ve bakımevleri yapılmalı ve insanlar bir de bu dönemde mağduriyet olmamalı. Sağlık çalışanlarının işe gidiş gelişlerinde ulaşım parasız olmalı ve sağlık çalışanları rutin olarak haftada 1 PCR ile rutin arama testinden geçmeli. Hastaneye yatış ve ilaç tedavisi endikasyonu olmayan PCR  teması olan sağlık çalışanları ücretli izinli sayılmalı ve sağlık çalışanlarına parasız grip aşısı yapılmalı, immün yetmezliği olanlar gebeler ve emzirenler ise bulunduğu birimlerde görevlendirilmemelidir ve çalışma süreçleri de 6 saati geçmemeli, mesleki yeterliği olmayanlar görevlendirilmemeli. Filyasyon ekibindeki sağlık çalışanlarına saat gözetilmeksizin yemek öğünleri kamusal olarak karşılanmalı, filyasyon hizmetleri düzgün bir şekilde yürütülmeli.” Diyor Türk Tabipler Birliği. Bunlar son derece önemli tavsiyeler, sağlık tüm insanlığın ortak meselesi.

Bakın bir de asistanlar ile ilgili önemli bir sorun var. Bize ulaşan asistan arkadaşlarımız; normal uzman doktorların, pratisyen doktorların nöbet tutması sonrası aldıkları hakları almak istiyorlar, asistan doktorlara nöbet tuttuktan sonra tekrar çalışma mecburiyeti getiriliyor. Düşünün 36 saat uyumadan çalışan bir doktoru karşınızda düşünün, bu doktor size ne kadar hizmet edebilir? Asistan doktor arkadaşların sorunlarını biliyorum bende zamanında bir asistan doktordum ve aç, susuz, uykusuz oldukça zor saatler geçirirsiniz ve sizden çok iyi bir hizmet beklenir bu gerçekten usule, sağlığa, insanlığa uygun bir durum değil. Asistan doktorların da hakkının ve hukukunun verilmesi gerekiyor, diğer doktorların aldığı hakların onlara da verilmesi gerekiyor. 36 saat uyumayan bir pilotun uçağına biner misiniz? Veyahut da 36 saat uyumayan bir şöförün aracına biner misiniz arkadaşlar? O halde 36 saat uyumayan bir doktora canınızı nasıl teslim edeceksiniz?

Doktor istifalarını kabul etmemekle bu işin altından da kalkamazsınız, Tabipler Birliği’nin önerilerini yerine getirmekten başka bir çare yoktur!

Değerli arkadaşlar bütün bu hengame içinde belki unutulan önemli bir husus oluyor, mültecilerin durumları. Biz mültecilerin hakları ile ilgili çok önemli gündemler yapıyoruz ama işin doğrusu haksızlığa uğrayan tüm gruplar içinde en fazla unutulan grup mültecilerdir çünkü onların soranları yoktur, arkaları yoktur, bu ülkede veyahut da mülteci olarak bulundukları ülkelerde mülteci olarak bulundukları için hakkını en zor ve en az talep eden kişiler konumundadır. Son zamanlarda bakın birçok size olay söyleyeceğim. Suriyeli’lere yönelik saldırı ve öldürme olayları çok arttı. Bunları araştırdık, mesela: Muhammed H. Sadece göçmen olduğu için oğlu Bilal’in saldırıya uğradığını söylüyor. Bilal parkta otururken gençlerin saldırısına uğramış, “Defol pis Suriyeli.” Denilerek. Bilal durup dururken saldırıya uğruyor ve kalçası kırılıyor, ayları, yılları elinden alınmış oluyor. Sokaklarda Suriyeli avına çıkan çeteler var arkadaşlar haberiniz var mı? Bakın maalesef birçok vaka var, Suriyeli’lerin Türkler hakkındaki şikayetleri ciddiye alınmıyor! Gidiyor polis karakoluna, “Ben saldırıya uğradım.” Denildiğinde ondan yüz çevriliyor, böyle birçok vaka var.

Suriyeli Ömer’i bilinmeyen bir sebeple darp ettiler ve sonrasında güvenlik görevlileri gerekenleri yapmadı. Bir Suriyeli’ye araç çarptığı zaman hastaneye, karakola gittiği zaman kendisi hakarete uğrayabiliyor. Suriyeli Ahmet Alo ısrarcı olan Alo görevli polislere gidiyor karakolda onlar kendisine : “Defolun Esed’e gidin, Esed sizi öldürsün.” Diyor ve tartaklıyor ve karakoldan kovuyor.

“Siz Suriyeli’misiniz?” Diyerek saldırıya uğrayan gençler. Enes Hassani, Mufavvad İbrahim feci şekilde dövüldüler geçtiğimiz günlerde.

Okulda cinsel saldırıya uğrayan Esenyurt Belma Barut İlköğretim Okulu’nda cinsel saldırıya uğrayan Suriyeli bir çocuğun polis merkezinde takibi düzenli bir şekilde yapılmadı. Çocuğun kimliği olmadığı gerekçesiyle tutanak düzenleyip, muayeneye sevk etmediler. Ancak olay sosyal medyaya yansıdı ve sonuçta küçük çocuğa istismar eden kişi sonunda tutuklanabildi.

Yine İstanbul Zeytinburnu’nda balkondan aşağıdaki gençlere “Defolun ülkenize gidin, pis Suriyeli’ler.” Diye bağıran kişi kendini daha da tutamayıp silahını alıp onların üzerine ateş açtı ve aralarından birisini öldürdü. Abdülkadir Davut öldürülen kişi oldu.

İbrahim El Sami öldürülen Suriyeli bir göçmen İbrahim sınırda cansız bedeni bulundu.

27 yaşındaki Selahattin pompalı tüfekle sırtından vuruldu. Bu ve benzeri sığınmacı ölümleri son zamanlarda çok arttı. Biz Göç ve Uyum Alt Komisyonu üyesi olarak bunları kınıyoruz ve yetkililerin bu konuda önlemler alması gerektiğini göçmenlerin insan olduğunu hatırlamaları gerektiğini söylüyoruz.

Evet Türkiye’de maalesef adalet olmadığı için her gün anne babalar tutuklanıyor. Bakın size örnekler:

Ayten Aydın ve eşi Adnan Aydın tutuklular. Tutuklu yargılanıyorlar. Bu çocukları, anne ve babayı bekliyor. 2 yıldır babasız şimdi de annesinden koparıldı bu çocuklar. İşte çocuğun hali ve anne babanın çocukları ile son çektirdiği fotoğraf.

Adil olmayan yargılamalar çocukları vuruyor! Nesilleri de vuracak! Bakın bana mektup yazan bir kişinin dediği şu: “Merhabalar Ömer Bey. Eşim 4 yıldır içerde ve 6 yaşındaki oğlum bugün bana kocaman bir soru sordu.”Çocukluğum bitmeden babam gelir mi?”diye sordu. Çocuklarımızın hayallerini gasp ettiler. Mutlu olsunlar artık.”diyor.

Bakın size cezaevindeki ve cezaevindeki dışındaki çocukları anlatacağım. Bu çocuklar nerede biliyor musunuz? Şakran Kadın Cezaevi’nde ki bir koğuş sadece bir koğuştaki kadınların çocukları ve o koğuşta bu sıcakta ne yaşanıyor biliyor musunuz? Bir de 6 aydır görüşler yasak, açık görüşler yasak, hazirandan sonra ancak 1 kişi kapalı görüşe gelebiliyor, o da çocukların girişi ve çıkışı yasak son derece sıkıntılı anlar yaşıyor bu çocuklar.

Bakın annesi bize bilgi göndermiş ne yaşıyormuş şu çocuklar: “”Çocuklar birbirlerine inanılmaz zarar vermeye başladılar. Çünkü aylardır pandemiden dolayı kapalı bir ortamda sıkışmış durumdalar. Anne ben “Gökyüzündeki yıldızları izlemeyi çok özledim.” diye ağlıyorlar. Spor salonuna dahi çıkamıyor çocuklar. Bununla alakalı o kadar çok dilekçe yazdık ki, bir çocuğun 3 tekerlekli minik bir motoru vardı, hepsi yüklenince 2 günde tekerler patladı. Salıncak ve kaydırağımız kırıldı, yenisi için dilekçelerimiz cevapsız. Kreş yok.Çocuklar çok bunaldı anneler çaresiz, perişan haldeyiz.” Diyor anneler. Pandemi döneminde cezaevinde mahsur kalmış yüzlerce çocuk var arkadaşlar, düşünün cezaevinden dışarı verilemiyor, cezaevi dışından annesine verilemiyor, böyle 6 aydır çocuğunu göremeyen annelerin olduğu bir ülkedeyiz arkadaşlar.

Bu ülkede bu anneler tutuklu yargılanıyor, Musa Orhan tutuksuz yargılanıyor. İşte zulmün, vicdansızlığın vardığı nokta bu, bu ülkenin fotoğrafı maalesef bu arkadaşlar.

Yine bakın bir başka bebek ile ilgili size bir anlatım okuyayım: “Arda Sözen isimli bir hanım Elazığ Cezaevi’nden yazmış. “Koğuşumuzdaki bebek diyor bu bebekler gibi bir bebek, Seniha’nın bindiği tek araba cezaevi aracı, başka araba bilmiyor.” diyor. “28 aydır kedi gördüğünü zannetmiyorum, kedi ya. Cezaevinde olduğu için çocuk dışarı da çıkmıyor, kedi bile görmüyor. Seniha’yı balon ile oynarken hiç görmedim çünkü yasakmış. Seniha biliyor balonu çizgi filmlerden, ne zaman kağıt kalem alsa balon çiziyor diyor.” Arda Sözen Elazığ Cezaevi’nden. Uçurtmayı Vurmasınlar diye bir film var değil mi arkadaşlar? Siz bunun filmlerde kaldığını sanıyorsunuz değil mi arkadaşlar? Uçurtmayı Vurmasınlar filmi şuanda tüm cezaevlerinde, kadın koğuşlarında yaşanıyor. Çocukların hepsi bunları yaşıyorlar. Düşünün balonun yasak olduğu bir cezaevinden bahsediyoruz ve çocukların ruhen, fiziken gelişim geriliği yaşadığı, psikolojik sorunları %100 oranında yaşadığı bir Türkiye gerçeğinden bahsediyoruz.

Yine Manisa Cezaevi’nden bir başka dram. Nesibe Nur Akkaş diyor ki: “Eşim de tutuklu, 3 tane çocuğum var, annem şizofreni hastası, babam annemden ayrıldı, bir başka kadın ile evlendi, hasta anneme veremiyoruz 3 çocuğu, üvey anneanne de 3 çocuk kalıyor, dedesi torunlarına bakıyor ama üvey anneanne 3 çocuğu istemeyince, Manisa’dan arabaya onları yanında da hiç büyük olmamak üzere, arabaya bindirip Kayseri’de ki görümceme yollamışlar. Onun da 3 çocuğu var ama ne yapsın, 3+3=6 sağolsun çaresiz bakıyor. Ne aile bütünlüğümüz kaldı, ne gelecek hayalimiz.” Nesibe Nur Akkaş’da bunu söylüyor Manisa Cezaevi’nden. İşte adaletsizliğin, zulmün hakim olduğu Erdoğan Türkiye’sinden manzaralar bunlar arkadaşlar.

Bitmiyor bakın bir başka manzara daha size söylüyorum: Her ocaktan kimsesiz çocuk sesleri geliyor arkadaşlar. Bakın bana mektup yollayan kişi ne diyor? 3 Eylül’de bu kabus biter umarım. “Sayın vekilim ben 15 yaşında Muhammed Emin.” 15 yaşında 3 kardeşten birisi bana mektup yazmış, anne ve babası tutukluymuş. “Babam 2016 temmuzunun sonundan beri tutuklu annem Emine Kaba 11 Marttan beri tutuklu, biz ortada kaldık.” Diyor çocuk. Ortada kaldık diyor arkadaşlar 21.Y.Y.’da Türkiye’de çocuklar bunu söylüyor. Bunlar yaşanıyor. Duymadık demeyin! “3 Eylül’de annemin mahkemesi var, ne olur bize yardım edin, kamuoyuna sesimizi duyurun.”diyor. “Bu vicdansızlıklar bitsin.” Diyor. Çok rahat bir şekilde birileri serbest bırakılırken işte bu anne ve babalar zulmen tutuklu olarak yargılanıyor. Bu çocukların durumu için, hatrı için bu anne ve babalar tutuksuz yargılanmalı aslında. Adli tedbir koyun, ister elektronik kelepçeyle takip edin ama bu dramlar bitsin artık.

Sadece yetişkinlere normal çocuklara değil, bir de hasta çocuklara vuruyorlar. Bakın size bir başka örnek: Şu fotoğrafta gördüğünüz çocuk, biraz problemli olarak görüyorsunuz değil mi? Annesinin yanında sıkıntılı bir çocuk olarak görüyorsunuz değil mi? Evet yanlış görmüyorsunuz. Otizmli bir çocuk bu. Yusuf Halis Çetin’in engellilik oranı babası cezaevine girdikten sonra 1 yıl içinde %30 arttı. Yıllarca bu çocukları iyileştirmek için anne, babalar gecesini gündüzüne katıyor, canı çıkıyor ve sonrasında baba cezaevine girip, tutuksuz yargılanabilecekken tutuklu yargılandığı için bu çocukların hastalık oranı yükseliyor. Böyle çok vaka geldi bana. Metin Koç bakın %26 iken çocuğunun engellilik oranı Otizm oranı, kendisi cezaevinde bir müddet kaldığı için %90’ın üzerine çıkmış. İşte Türkiye böyle bir yer arkadaşlar. Sadece anne babalara zulmetmiyorsunuz bir de masum, hasta çocuklara da zulmediyorsunuz. Babası hala Silivri Cezaevi’nde tutuklu olan Yusuf Halis’i 3 yaşındayken %64 otizm teşhisi konulmuştu. Anne babaları yaptıkları yetmezmiş gibi masum hasta çocukları da mahvediyorlar. Otizm’in ne olduğunu bilenlerin daha iyi anlayacağı bir durumdur bu.

Evet çocuğun diğer fotoğrafları da burada. Anne babası ile mutlu günlerindeki fotoğrafları, şu gördüğünüz biraz düzelmiş olduğu zamanlardaki fotoğrafları ama şuanda çok daha kötü durumda olan %64 iken %94 oranına yükselmiş bir çocuktan bahsediyoruz.

Yine bakın Ferhan Demir Artvin Cezaevi’nden bir vaka. “Her telefon sesine, her çalmaya ‘Baba arıyor.’ Diyor, çocuklar diyor.” annesi. “Çocuklarımın babası hayatta iken babasız büyümelerini istemiyorum. Çocuklarımın sorusuna cevap veremiyorum. ‘Ne zaman babamız gelecek işi bitecek diyorlar.’” Bu insanlar büyük bir zorbalık ile tutuklu olarak yargılanıyor, KHK mağdurları tutuklu olarak yargılanıyor ama tecavüzcüler bir an evvel serbest bırakılıyor. İşte Türkiye’nin gerçeği bu.

Bir çok yerde korona vakaları yaşanıyor arkadaşlar. Sivas Cezaevi’nde. Mardin, Midyat Cezaevi’nde, Tavşanlı Cezaevi’nde, Van Cezaevi’nde, Elazığ Cezaevi’nde korona vakaları yaşanıyor ve kimse açıklama yapmıyor.

Bakın Tunahan Kurt Silivri Cezaevi’nden bize ne yazmış, bir er: “ Ortaokul mezunu erim.” Diyor. “ Bizi otobüslere bindirdiler, darbeci ilan edip, müebbet verdiler. Kamerasız odada beni darbettiler, revir doktoru bana rapor vermedi koğuşa yolladı. Üstünü örtmekle kalmayıp ailemle 1 ay görüş cezası verdiler.” Ömer abi diyor “Hakkımızı savunacak devlet,bize zulmediyor.” Tunahan Kurt Silivri Cezaevi’nden yazan bir er hiçbir şeyden haberi olmayan 15 Temmuz gecesi bir anda darbeci ilan edilen gariban bir er.

Bakın yine bir cezaevinden bir annenin mektubu, bu anne çocuk kitapları yazan bir anne, Gazel Bulut. “Tecrit içinde tecrit yaşıyoruz Kandıra Cezaevi’nde.” Diyor. “Tam 6 aydır kızımı göremiyorum. Kapalı görüşte korktuğundan getirmeyin kızımı dedim. Hızlı test ile içeri girebilirler aslında, kimse çocukları düşünmüyor, görüntülü konuşma çıkaracağız dediler öyle bir şey yok.” Diyor. “Kendi yok,etkinliklerimiz iptal edildi, hastane gidişlerimiz engelli. Tecrit içinde tecrit yaşıyoruz.” Diyor.

Bakın yine size yurdun dört bir tarafından feryatlar sunmaya devam ediyorum. Bu sefer Silivri’den Antalya’ya geçtik. Antalya Ceza İnfaz Kurumu’ndan bir fotoğraf. Bu çocukları olan anne tutuklu, baba tutuklu bu küçük çocuk annenin yanında, büyük çocuk dışarıda. Hepsi psikolojik sorunlar yaşıyor, anne diyor ki: “ Daracık koğuşta 42 kişiyiz.” Antalya sıcağını düşünün. “Kapasitenin 3 katı çocuklarımız ile beraberiz.  2 yaşındaki oğlum yanımda, konuşmayı unuttu.” Diyor. “Her şeye tepkili konuşmak istemiyor, ama cezaevindeki jargonu iyi taklit ediyor, sayımı iyi taklit ediyor, oyuncağı yok, çekbasla oynuyor. Suyu çekmek için çekbas ile oynuyor, çocuğun oyuncağı yok, dışarıdan gelen oyuncaklara izin verilmiyor. 7 yaşındaki dışarda, 4 aydır abisini sayıklıyor küçüğü. Tutuklu babasını göremiyor,bu fotoğrafa bakıyor gece ancak uyuyor, gece uyanıp ağlıyor, bende başında çaresiz ağlıyorum.”

Yine Diyarbakır Cezaevi ile ilgili şunu söylemek isterim;Kürtçe şarkının yasak olduğunu söylüyor mahpuslar, pandeminin fırsatçılık olduğunu, hastaneye çift kelepçe ile götürüldükleri için 6 aydır hastaneye gitmediklerini söylüyorlar. Düşünün bir kelepçe yetmiyor, çift kelepçe ile götürüldüğünüz için, mahpus da bunu kabul etmediği için çünkü bir kelepçe ile kendisi kelepçeleniyor, diğer kelepçe ile askere kelepçeleniyor böyle ancak hastaneye gidersin diyor. Mahpus diyor ki: “Böyle götürürsen gitmem.” “E o zaman götürmem seni.” “ E hastalığım var.” “ Napalım benim dediğimi kabul etmedin.” Diyor. Arkadaşlar böyle bir zulüm olabilir mi? Aylardır bu çift kelepçe zulmünü yetkililere söylüyoruz. “Sizi dinledik bakarız, ederiz.” Diyorlar değişen tek bir şey yok. Bu nasıl bir ülkedir? Bu nasıl bir demokrasidir? Nasıl bir ülkedir burası, meclisi var güya biz milletvekilleri varız, itiraz ediyoruz, kimsenin umrunda değil. Bu kadar ihlaller apaçık ortada, insanlar aylardır çift kelepçe yüzünden hastaneye gidemiyor  ve kimsenin umrunda değil.

Bitlis Cezaevi yine aynı şekilde Koronanın yoğun bir şekilde yaşandığı bir yer.

Kayseri Bünyan Cezaevi’nden de yine haberler alıyoruz ve bakın tüm bu cezaevlerini sayıyorum, hiçbirisi hakkında bir şey yapılmıyor. En son Rize Kalkandere Cezaevi’nde vakalar çıktı, onlarca cezaevi için haberler veriyorum, Bakanlıktan çıt yok! Savcılıklardan tık yok! Umurlarında değil!

Yine bakın iş alanında da sıkıntılar yaşanıyor, seçim bölgem Kocaeli Dilovası’nda grev devam ediyor. Özer Elektrik işçilerini ziyaret ettik. Pandemi iş alanında da tam bir fırsatçılığa yol açmış, çok rahat bir şekilde işçi çıkarabiliyor patronlar, bu işçiler çıkarılmak istenmiş, buna karşı direnmişler ve şuanda grevdeler biz de yanlarına gittik ve ziyaret ettik bu haksızlıkların, hukuksuzlukların bitmesi için biran önce adım atılması gerektiğini söylüyorum.

Mehmet Cengiz gibi holding sahiplerine bol teşviklerin verildiği yerlerdeyiz. Rize’de yaptırdığı 5 yıldızlı otel için 49 milyon teşvik vermişiz ama işte diğer sorunlar devam ediyor. Fakire, fukuraya zulüm devam ediyor.

Yine polis şiddeti devam ediyor, bakın Antakya’da yol verme tartışması yüzünden, Özel Harekat Polisi Sergen Ö. Ateş açıyor Mustafa Şahin yaşamını yitiriyor. Biz aylardır, yetkilileri sonsuza ulaştırılmış, polislerin şiddet olaylarını konuşuyoruz kamuoyu olarak. Bunu kabul edemeyiz arkadaşlar. Her yerde polis, bekçi şiddeti artarak devam ediyor. Bu hukuk dışıdır, demokrasi dışıdır ve biz bu yasalar çıkarken bu tür olayların olacağını da hep söylüyorduk.

Yine KHK’lılara yönelik hukuksuzluklar devam ediyor. Bize ulaşan bir KHK’lı hukukçu diyor ki: “Arabuluculuk sınavını kazandım, arabuluculuk yaptırmıyorlar, arabuluculuk portalı 10 yıl süreyle kapatmışlar, avukatlık yaptırmıyorlar, AYM bu ihlali iptal etti, Resmi Gazete’de gerekçeli yayımlamıyorlar, OHAL Komisyonu kurum istemiyor diye bizi iade etmiyor. Köşeye sıkışmış durumdayız.” diyor KHK’lılar yani düşünün devlette seni çalıştırmıyorum, hukuk diploman olsa da sana avukatlık yaptırmıyorum diyen zalim bir iktidar ile karşı karşıyayız. İnsanlıktan haberi olmayan bir iktidar ile karşı karşıyayız.

Çevre sorunları da devam ediyor arkadaşlar. Bakın Dilovası, Kocaeli Dilovası’nda sorunlar devam ediyor maalesef. Dere yatakları, Dilovası’nda ölüm saçıyor. Fabrikaların, Kömürcüler Sitesi’nin ve İmes Organize Sanayi Sitesi’nin bütün zehirli atıkları bu derelere akıtılıyor. Son zamanlarda bu zehirli atıklardan dolayı birçok hayvan telef oldu.

 Hayvanlar telef edilmekle kalmıyor bir de hayvanlar katlediliyor. Bakın şu güzel hayvanlar katlediliyor. Avcılık turizminin kurbanı ediliyor, ceylanlar, karacalar. Bartın’da 10 karacanın av turizmi adı altında katledilmesine izin verildi. Yurdun birçok yerinde böyle av izinleri çıkıyor. Şu muhtemeşem canlıya insan nasıl kıyar arkadaşlar! Şunlara bir bakın! Avcılık eski çağlarda bir ihtiyaçtı ama şuanda zevk için gelip yurtiçi ve yurtdışından bu mazlum, sevimli hayvanları öldürüyorlar. Kabul edilecek bir hal değil! Bütün bu ihalelerin iptal edilmesi gerekiyor.

Urfa’da yine iktidar ceylanlar için ihale açmış, ceylanları vurduracak.

Yine bitmeyen OHAL ile ilgili şikayetleri size aktaralım, bize gelen şikayetler, milletin şikayetlerini Millet Meclisi’nde size aktarmam gerekiyor.

Kişi diyor ki : “Sayın vekilim eşim de 701 KHK ile ihraç edildi. Hakkında hiç bir soyut ve somut bir delil yok. Eşim merdiven siliyor, çöp topluyor, 10 yıllık hizmetinin karşılığı bu olmamalıydı. Hala bir umut bekliyoruz, hala ne olabilir diye düşünüyoruz. 1 temmuzda mahkemeye girdi sadece fişleme olduğunu orada öğrendik. Fişleme anayasal bir suçtur. Artık bu zulum ve kul haklarından dönsünler, yeter dayanacak gücümüz kalmadı! Sabır terazimiz çöktü. Bu zulümdür.”diyor. Her gün böyle iletiler alıyorum değerli arkadaşlar ve hepsi içinde işlem yapıyorum, kamuoyu bilsin ki bana gelen şikayetlerin hiçbiri için işlem yapmadığım olmuyor, hepsi için işlem yapıyoruz.

Diyor ki: “Sn. vekilim ben KHK’lı bir öğretmenim Kocaeli’de yaşıyorum. Eşim bir kamu kurumunda memur. 2 hafta once Vakıfbank’a konut kredisi başvurusu yaptı fakat “Eşinizden dolayı veremeyiz.” dendi. Zulüm bu boyutlarda.” Evet bir çok bankadan bu haberi alıyoruz, Akbank’ı, Vakıfbank’ı ve diğer bir çok banka maalesef bu zulme devam ediyor. Sırf KHK’lı olduğu için bu kişilerin üzerinde tedbir kararları var ve bankalar bu muameleleri yapabiliyorlar.

Geçtiğimiz gün Samsun’da Emel Hanıma da yaptılar. Savcılık hakkında takipsizlik vermiş ama belki unutkanlıkla belki kötü niyetle tedbir kararını kaldırmamış, 4 yıldır bankalarda ki paralarına tedbir konulduğunu öğreniyor Emel Hanım yaptığı bir işlemde.

Hamza Yıldız yine bakın Silivri Cezaevi’nden bana yazmış. “ 42 günlük bir erdim darbe gecesi.” Diyor. “ 42 günlük bir er nasıl darbeci olur vekilim?” diyor. “Fakir bir ailenin çocuğuyum, sanayide gözlerime kadar yağda çalıştım, çocukluğumu yaşayamadım, garibanlığı ben seçmedim, askere gelmek mi suçum? Çürümek istemiyorum, adalet istiyorum, müebbet verdiler bana sırf emirlere uyduğum için.” Bu ülke böyle bir ülke arkadaşlar işte görüyorsunuz. “Kaybolan 4 yılımı istiyorumç” diyor Hamza Yıldız Silivri 1 No’lu Cezaevi’nden.

Bakın iade olan bir akademisyen yazmış bana. “ 4 yıl çile çektirdiler bana hiçbir şey yoktu, ihraç etmişlerdi, nihayetinde iade olduğum bilgisi geldi bana, pardon dediler! Kızımın bu arada rahatsızlığı vardı, ameliyatı çok zorluklarla yaptırdım. İşsiz kaldım, bir akademisyen olarak pazarda salça sattım. Bu habere sevinip, sevinmeme konusunda ikircikli kaldım. . Mağdurlara tavsiyem sabretsinler ve mücadeleyi bırakmasınlar.” Diyor.

Yine şunu söyleyelim ülkenin hali şu: Bu hukuksuzluğa bir anlam verebilir misiniz? “672 KHK’lıyım, yeğenim o sene deniz askeri lisesini kazanmıştı, malum darbe ile kapatılınca kaldı lise bitince yine müracaat etti. Mülakatta önüne halasının kocası olarak benim durumum konmuş, gittiği dershane konmuş.” Düşünün yeğeninize sizinle ilgili durum önüne konuluyor. “Halasının kocası olarak benim diyor onun önüne konmuş.” diyor. Türkiye bu kadar hukuksuz bir yer bunu herkes bilsin.

Yine Taksim’de Uygur Türkleri için gösteri yapmak isteyen Uygur Türkleri tişörtlerinde “Annemi arıyorum.” “Eşimi istiyorum Çin devletinden” baskılı tişört giydikleri için Taksim’de açıklama yapmalarının önüne geçildi ve tişörtlerini ters giymeleri istendi. Düşünün burası Türkiye, Uygur Türkleri’ne zulüm yapılmış ve 2 dakika konuşmalarına bile müsaade edilmiyor, işte hukuksuzluğun vardığı son nokta burası.

Yine bakın bir mağdur bize yazdığı cümlelerde Türkiye’de yaşatılan zulmü binlerce kişi adına kendisi nasıl anlatıyor: “Türkiyede ki zulümlerden en çok etkilenenlerden biri oldum. Lise yıllarıma denk gelen bu felaket geleceğimi doğrudan etkiledi. 9. Sınıfta denemelerden full çekerken babamın hapse girmesiyle birlikte hayatım alt üst oldu. Psikolojik olarak bir çok hastalık baş gösterdi. Yaşayan bir insanın son çaresi olarak intiharı bile düşündüm. Geleceğim yok oldu. Tıp potansiyelinde bir öğrenciyken bugün ancak fizyoterapistlik yapabiliyorum. Cebimizden değil geleceğimizden verdik, az kalsın ömrümüzden de veriyorduk. Yok olan geleceğimi tekrar sağlayabilir misiniz? Son cümlemi rica olarak değil sitem olarak algılayın. Soruyorum size, kaybolan geleceğimi geri getirebilecek misiniz? Gözyaşlarımda kaybolan hayallerimi topraktan çıkarıp benimle tekrar buluşturabilecek misiniz?” diye soruyor.

Değerli arkadaşlar ben son olarak çok sıkıntılı durumda olan bir hususu belirterek bugünü bitirmiş olalım. Şuanda bir çok konumuz var ama ölümün sınırında olan 2 kişinin durumu var. Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal 238 gündür Ebru Timtik açlık grevinde ölmek üzere, ağzını bile açamıyor, ağzı yaralar içinde, B1 vitamini alamıyor, çok zor durumda ve Yargıtay hala bu konuda karar vermiyor. Olacak şey değil, bu kişi tutuklu, mahkum değil, Yargıtay bir karar verse cezaevinden çıkacak, ölmek üzere ve Yargıtay halen karar vermiyor. 37. Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay arasında top gibi gidip geliyor dosya, hiç kimse bu konuya bulaşmak istemiyor ve bu kişi ölmek üzere.

Aytaç Ünsal 208 gün olmuş hala açlık grevinde ve çok zor durumda sağlığı çok kötü ve halen Yargıtay bir karar vermiyor, bir an evvel Yargıtay’ın karar vermesini bekliyoruz. Hem Esas hakkındaki dosya hem de hastanede tedaviyi kabul etmeyen bu kişilerin tahliye edilmesi ile ilgili Yargıtay’ın karar vermesi gerekiyor.

Biz Ebru Timtik ölmesin diyoruz! Son derece zor anlarda belki bugün yarın ölebilir bu kişinin kurtarılması tüm insanlığın boynunun borcudur Yargıtay’ın da görevidir değerli arkadaşlar.

Bugün konularımız bu kadar.

Yorumlar