20 Nisan 2020

Birartıbir / Fırat Fıstık

2002’de cezaevlerindeki mahpus sayısı 60 bindi, 300 bini buldu. Aradan geçen sürede 178 yeni cezaevi açıldı, yine de parmaklıklar ardındaki bu nüfusa yetmedi. Sekiz-on kişiye göre tasarlanmış, 25-30 kişinin kaldığı koğuşların mevcudu korona günlerinde daha da arttı. Salgın ortamında cezaevlerinin halini düşünmek dahi ürpertici. Hastalar, ileri yaştaki mahkûmlar, annelerinin yanında kalmak zorunda olan küçükler, çocuk cezaevlerindeki çocuklar, yüzlerce gündür tutuklu bulunanlar, icat edilmiş “suçlarla” akıldışı cezalara mahkûm edilen siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar, öğrenciler, öğretmenler… Ve nihayet Ceza İnfaz Yasası çıkarıldı, tahliyelerin önü açıldı. Ama, saydıklarımızın hepsi içeride kalmaya devam edecek. Cezaevlerindekilerin ve yakınlarının sesini duyurmak, sorunlarına çare bulmak için gece gündüz çabalayan HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’na kulak veriyoruz.      

Cezaevlerinde 300 bine yakın kişi olduğu söyleniyor; cezaevlerindeki nüfus ne kadar, koğuşlardaki durum nasıl?

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Cezaevleri konusunda verilen rakam çıplak gerçeği yansıtmıyor. Türkiye cezaevleri normalde 120 bin kişilik, ama 15-16 yılda, mahkûm sayısının artışıyla kapasite 220 bine çıkarıldı. En son 300 bini buldu mahkûm sayısı. Dört kişilik odalarda sekiz-on kişi kalıyor. Çocuk cezaevlerinde biraz daha az sayıda insan birlikte kalsa da, siyasi veya adli mahkûmların koğuşlarında sekiz-on kişinin kalacağı yerde 25-30 kişi kalıyor. Bugün, normalleşme olması için mahkûm sayısının en az 100 bine gerilemesi, kapasitenin 220 bin değil, 120 bin sayılması lâzım. Düşünün, Temmuz 2018’de cezaevlerinde kalanların sayısı 218 bindi, bir buçuk yılda 300 bin olmuş. Bu, dünya rekorudur. Beş yıl önce, “beş yılda 225 cezaevi yapacağız” diye karar almışlardı. Yeni cezaevleri yaptıysalar da yine yetmedi. Mecburen bir infaz yasası çıkarmak durumunda kaldılar.

Cezaevlerini ziyaret ediyorsunuz, buralardaki hak ihlalleriyle yakından ilgileniyorsunuz. Son dönemde başlıca tespitleriniz, gözlemleriniz neler?

Koğuşlar hep kalabalıktı, şimdi daha da kötüleşti. Silivri Cezaevi’nden örnek vereyim, yedi kişilik yerde önceden 35 kişi kalırken koronavirüsle birlikte aynı yerde 45 kişi kalmaya başladı. Karantina koğuşları oluşturulduğu için bazı koğuşları boşaltıp diğer koğuşlara doldurdular. Dün bir haber aldım: Patnos Cezaevi’nde boş koğuşlar olmasına rağmen, cezaevi görevlileri işleri kolaylaşsın diye koğuşları birleştiriyor. 10-12 kişilik koğuşta 33 kişi kalıyor. Bir de böyle bir anlayışla karşı karşıyasınız.

Karantina koğuşları oluşturulduğu için bazı koğuşları boşaltıp diğer koğuşlara doldurdular. Boş koğuşlar olmasına rağmen, cezaevi görevlileri işleri kolaylaşsın diye koğuşları birleştiriyor. 10-12 kişilik koğuşta 33 kişi kalıyor.

Cezaevlerindeki çocukların durumu nasıl?

Kasım 2019 verilerine göre, cezaevlerinde 0-6 yaş arası 780 çocuk var. 18 yaşın altında mahpuslar da var. Son derece olumsuz ortamlarda kalıyor bu çocuklar. Hiç unutmam, Diyarbakır Cezaevi’nde bir çocuk eline dövmeyle “anne” yazdırmıştı. “Anneni çok özlüyorsun herhalde” dedik, çocuk “hayır, ben annemden nefret ediyorum” diye cevap verdi. Bu çocukların hepsinde sevgi sorunu var, unutamadım bunu. Altı yaşından sonra çocuklar anneleriyle kalamıyor, bu da bir sorun. Yedi yaşına geldiğinizde cezaevinden çıkmak zorundasınız. “Anneyle çıksın”, yok. “Çocuk kalsın”, ona da yok. Böyle çok dram gördük. Küçük çocukların anneleriyle orada yaşaması da çok tehlikeli. Çocuğa göre düzenlenmiş yerler değil. Sekiz-on kişilik yerde 20-25 kişisiniz zaten. 40 metrekare yoktur koğuş alanı. Öte yandan, çocuklu kadınlar da koğuşlarda istenmiyor. Korona döneminde şu çok yaşanıyor, anneler çocuklarını dedelerinin, ninelerinin yanına izne gönderiyor. Ama şimdi görüş yasağı getirildi. Mektuplarda çocuğuna hasret çektiğini dile getiren anneler var. Çocuklar çok büyük dramlar yaşıyor, hepsinin psikolojik sorunları var. Bu çocuklar toplum için de sorun oluşturacak. Geçen gün bir mektup aldım. Üç çocuğu olan bir baba, cezaevine girmiş. Çocukları okulu bırakmış, biri cezaevinde, diğeri sabıkalı. Baba “en üzüldüğüm şey çocuklarımı bu şekilde kaybetmek oldu, ailemiz parçalandı” diyor.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül açık cezaevlerinde 17 kişide Covid-19 görüldüğünü, üç kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Bu sayılar gerçeği yansıtıyor mu sizce? Cezaevlerinde salgına karşı yeterli önlem alınıyor mu?

Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı baştan itibaren vaka gizliyorlar, doğru tespit yapamıyorlar. İki bakanlığı da itham ediyorum. Sağlık Bakanlığı test ve teşhis konusunda çok geç kaldı. Testi artırdılar, o zaman da vaka sayısı arttı. Uzun süre test yapılamadı, cezaevlerinde ise çok az. Cezaevlerinde ilk günden itibaren vakalar vardı, biz ortaya çıkarıyorduk. Ancak bunlar hasıraltı edilerek gizlenmeye çalışıldı. Adalet Bakanı ikide bir “Cezaevlerimizde vaka yok” diye açıklama yapıyordu. İsim vermeyeyim, cezaevleri yönetimi genel müdürlüğünden üst düzey bir yetkiliyle görüştüm, “Ne gibi tedbirler alıyorsunuz? Görüş yasağını 30 Nisan’a kadar uzattınız, yeterli olacak mı?” diye sorduğumda bana aynen şunu söyledi: “Zaten hastalık iki hafta falan sürer.” Gereken ciddiyetin olmadığını gördüm. Böyle bir anlayışla karşı karşıyayız. Acemilik ve amatörlük var ortada. Bakanlık baktı ki iş ciddi, karantina koğuşları oluşturuldu. Bir soru soruyorsunuz, açıklama yapın diyorsunuz, aşırı bir tepki geliyor. En son, Silivri Cezaevi’nden Bilkent Hastanesi’ne bir hastanın nakledildiğini duyurmuştum. Savcılık “doğru bilgi değil” diye açıklama yaptı. O zaman sen doğruyu açıkla. “Tetkikleri yapılmıştır” dendi. Peki, sonra ne oldu? Hastanın nerede olduğu bile belli değildi. Hastaneyi aradım, bir saat cevap vermediler, bağlamadılar. Sonunda, hastanede korona yoğun bakımda yattığını öğrendim. Savcılık bu hastanın yoğun bakımda yattığını neden sakladı? Böyle birçok vaka var, bakanlık gizledi. Bir kişi ailesine bile haber verilmeden ameliyat edilmiş. Cezaevine geri götürüldüğünde fenalaşmış, tekrar hastaneye götürülmüş. Korona teşhisi konmuş ve o arada hayatını kaybetmiş. Aileye de ulaşılmamış, kimsesizler mezarlığına gömülmüş. Aile durumu bir mahpus yakınından öğreniyor. Bafra Cumhuriyet Savcılığı “şahsın testi pozitif çıkmıştı, biz aileye ulaşmıştık” diye açıklama yaptı. Aile bunu reddediyor, “bizimle kimse irtibat kurmadı” diyor. Şakran Açık Cezaevi’nde İsmet Nice’nin ölüm raporu elimize geçti. Bakanlığa çağrı yaptım, ona da cevap verilmedi. En son 17 mahpusun, 79 cezaevi personelinin testinin pozitif çıktığı, üç kişinin hayatını kaybettiği açıklaması yapıldı. Bir muhalefet milletvekili olarak ölümü biz haber veriyoruz. Bakanlık susuyor, her şey ortaya dökülünce açıklanıyor. Bu anlattıklarımdan sonra, bakanın sayılarının doğruluğuna güvenebilir misiniz? Bakan Abdülhamit Gül 13 Nisan’da bu sayıları açıkladı; bir hafta önce sorduğumda vaka yok deniyordu. 79 personel bir anda mı hasta oldu? Mantıkla da çelişiyor bu açıklamalar. Belli ki, gizliyorlardı. Mahpus hastanede yatıyor, durumunu sorduğunuzda “cezaevlerimizde yok” deniyor. Kelime oyunuyla süreç böyle yönetiliyor.

17 mahpusun, 79 cezaevi personelinin testinin pozitif çıktığı, üç kişinin hayatını kaybettiği açıklaması yapıldı. Bir hafta önce sorduğumda vaka yok deniyordu. 79 personel bir anda mı hasta oldu? Belli ki, gizliyorlardı.

Karantina koğuşları oluşturuldu, ama korunmaya dikkat edilmedi. Güya karantina koğuşu var, ama bu insanların hepsi yemekhanede, çayhanede bir araya geliyor. İnfaz koruma memurlarının başından itibaren maskesiz ve eldivensiz sayımlara geldiği, askerlerin aramalarda sosyal mesafeye uymadıkları yönünde şikâyetler var. Görüşler yasaklandı, ama infaz koruma memurları eve gidip geliyor. İnfaz koruma memurlarını sonra karantinaya almaya karar verdiler. Dezenfektanlar ücretle satılıyor, birçok cezaevinde maske olmadığını biliyoruz. Mahpuslar kendi eşyalarından maske yapıyor. 20-25 kişinin kaldığı koğuşlarda sosyal mesafeye uymak mümkün değil. O koğuşları görmesem önlem alındığına inanabilirim, ama önlem alınabilecek bir yer değil.

Ceza infaz yasasını nasıl değerlendiriyorsunuz, Meclis’te bu sürede neler yaşandı?

İlk günden itibaren tahliyelerin gerekliliğini söyleyen bir milletvekiliyim, sonunda iktidar bu konuyu gündemine aldı. Bir taslak oluşturuldu, cumhurbaşkanı tarafından daraltıldı, komisyona geldi. Daha ilk anda, ayrımcı bir yasa olduğunu gördük. 18 saatlik bir çalışmada inceledik. Ardından Meclis genel kuruluna geldi, aceleyle çıkarmak istiyorlardı. Meclis’in son iki yılda görüştüğü en önemli yasa bu. 70 maddelik. Enine boyuna görüşelim istedik. Ama bir an evvel geçirmek istediler. HDP olarak önemli direniş sergiledik, yüzlerce konuşma oldu, hem CHP’liler hem biz. Yedi günü buldu tartışmalar, her maddeye önerge verdik. Vicdanı olan biri, “yanlış yapıyoruz” derdi. İktidar vekillerinin umurunda değildi. El kaldırıp indirme makineleri. Saray ne dediyse onu yapmaya çalıştılar; kendi mantıkları, vicdanları yoktu. Yasanın tümü kötü demiyorum, ama bunlar hep istisna gruplar dışarda tutularak yapıldı. Ceza indirimini ve denetimli serbestliği artırmışsınız, ama tüm bu avantajlar bazı “suçlara” gelince duruyor. Mesela, açık cezaevine çıkanlar 31 Aralık’a kadar izinli sayılacaklardı, ama sadece düşünce suçluları bunun dışında tutuldu. Madde 21’de mahpus yakınlarına bile ayrımcılık yapıldı. Eşinizin veya çocuğunuzun kronik hastalığı varsa, yanında olma hakkı tanınıyor. Adli mahpussanız bir yıl erteleme alıp eşinizin, çocuğunuzun yanında olabiliyorsunuz, ama siyasi mahpussanız çıkamıyorsunuz. Açıkça düşman ceza hukuku uygulaması diyebileceğimiz birçok madde var. Maalesef Saray tarafından onaylanıp yürürlüğe girdi.

Yasadan kimler yararlandı, kimler yararlanamadı?

Toplam 90 bin kişi yararlandı. 45 bin kişi hemen tahliye oluyor, 45 bini de adli tedbirle çıkacak. Hırsızlık, gasp, zimmetçilik, dolandırıcılıktan, organize çete kurmaktan yatanlar çıkıyor. 220. madde çok çarpıcı; siyasi olmayan örgütlerle ilgili bu maddede indirim getirildi. Siyasi olmayan örgüt suçlarında indirim artırılıyor, ama suça verilen cezada da artırma yoluna gidiliyor. Sonradan anladık ki, bu madde Alaattin Çakıcı için hazırlanmış. Çakıcı yirmi yıl almış, bir bölü iki ile on yıla düşüyor, üç yıl da denetimli serbestlikle, yedinci yılını doldurduğu için tahliye ediliyor. Yasa, Çakıcı yasası olarak çıkmış oldu. Düşünce suçluları içeride kaldı. Uyuşturucu suçluları, kişisel verileri koruma kanunuyla ilgili suçlar indirim alamadılar. Çocuklu ya da hamile kadınlar bu avantajlardan faydalanamadı. 65 yaş üstündeki adli mahpuslara bir yıl evde infaz kolaylığı getirildi, ama bu kesinlikle “terör” suçuna tanınmadı. 70 yaşındaki Ahmet Altan bundan faydalanamıyor. Altı gazeteciyle ilgili MİT Kanunu ayrıntısı gözlerinden kaçmıştı, son gün değiştirdiler. O gazeteciler de çıkamadı. Kişiye özel uygulamayla Çakıcı çıkıyor, gazeteciler içeride kalıyor. Kamu vicdanı bunu kabul edebilir mi?

Saray ne dediyse onu yapmaya çalıştılar; kendi mantıkları, vicdanları yoktu. Ceza indirimini ve denetimli serbestliği artırmışsınız, ama düşünce suçluları bunun dışında tutuldu. Mahpus yakınlarına bile ayrımcılık yapıldı. Adli mahpussanız kronik hastalığı olan eşinizin, çocuğunuzun yanında olabiliyorsunuz, siyasi mahpussanız çıkamıyorsunuz.

Yasanın Anayasa Mahkemesi’nden döneceğini düşünüyor musunuz?

Burası Türkiye. Bir anayasa varsa, kesinlikle iptal olması gerekir. Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı bir yasa. Suç ayrı olabilir, ceza ayrı olabilir, ama infazda eşitsizlik yapamazsınız. Adli suçlu bir kişiye on yıl ceza vermişsiniz, düşünce suçlusu olarak başka birine de on yıl vermişsiniz. Düşünce suçlusu yedi buçuk yıl sonunda, bir yıl da denetimli serbestlikle çıkabiliyor. Adli suçlunun cezası ise bir bölü iki indirimle beş yıla iniyor, üç yıl da denetimli serbestlik alıyor. İkinci yılı tamamlamışsa serbest kalıyor.

Salgınla beraber başka ülkelerde cezaevlerinde nasıl uygulamalar oldu?

Yasa görüşmeleri boyunca temel argümanımız yaşam hakkı ihlaliydi. Ayrımsız tüm tutukluların serbest bırakılmasını, mahkûmların da infaz ertelemesiyle yaşam haklarının korunmasını talep ettik. Bizim kadar geniş bir perspektif sunan başka parti olmadı. Sonuçta, bu kabul edilmedi. Diğer ülkeler bizim söylediğimizi yaptılar. İran 85 bin mahpusu hemen tahliye etti. Bahreyn 1500 kişiyi tahliye etti, ABD’nin üç eyaletinde hızlı tahliyeler oldu. Avrupa ülkelerinde yüksek miktarda olmasa da tahliyeler yaşandı. Türkiye ise bekledi bekledi, en sonunda yasa çıkarıldı, ama ayrımcılık yapıldı. Yaşam hakkı tehdidine rağmen içeriden insan seçiyorlar. “Şunlar çıksın, ötekiler kalsın.” “Onlar niye kalsın?” “Onlar benim hasmım, ölürlerse ölsünler.”Çocuğu olan adli suçlu bir kadın üç yıl ceza almışsa, “cezanı evde infazla hallederiz” diyorsunuz. Bebeği olan bir kadın terör örgütü propagandasından iki buçuk yıl ceza almışsa, “en az on buçuk ay seni tutacağız” deniyor.

Cezaevi gözlem kurullarının yetkilerinin artırılması ne anlama geliyor?

Cezaevi gözlem kurulu, bir mahpusa “Senin teröristlikten vazgeçtiğini düşünmüyorum, bir yıllık denetimli serbestliğini tanımıyorum” diyebilir. Bu yasa kurula büyük bir yetki veriyor. Gözlem kurullarının siyasi yerler olduğunu biliyoruz. Bir örnek vereyim. Aynur Gazioğlu Tekirdağ Cezaevi’nde yatıyordu ve iki yaşında bebeği vardı. Mama markası yüzünden memurla tartışmış. Mahpusa on gün bebeğiyle hücre cezası verilmiş! Bana eşi başvurdu. Bu zalim kararla ilgili cezaevi müdürünü aradım, “hakikaten de ağır bir karar” dedi. Sonunda infaz hakimliği bozdu kararı, ama uğraşmasak gözlem kurulu kararıyla bu kadın bebeğiyle on gün hücrede tutulacaktı. İhlallerden dolayı mahpuslar hastaneye gitmiyor. Sabah muayene olup akşama kadar demir bölmede beklemektense gitmemeyi tercih ediyorlar. Adli tıp kurumları çok zor infaz erteleme raporu verir, bu raporlar verildikten sonra, mahkemenin karşısına gider. Mahkemenin son kararıyla mahpus tahliye edilir. “Adli tıp kurumunun kararını tanımıyorum” derse mahkeme, o kişi tahliye edilemiyor.

Milletvekili olduğunuz Kocaeli’nde Covid-19 vakalarının bu kadar çok olmasının sebebi ne sizce?

Kocaeli sanayi kenti, binlerce tesis var, onbinlerce insan buralarda çalışmaya devam ediyor. Üretimi kesmek istemediler, ekonomi sarsılır diye yaptırımlar uygulamakta ihmalkâr davranıldı. Gölcük tersanesinden çok şikâyet geldi. İşçiler, hastalık yokmuş gibi beraber çalıştırıldılar. Fabrikalar da öyle. Bunları haber yapan gazetecileri Kocaeli’de gözaltına aldılar. Peki koronavirüsten ölüm var mı? Cevap yok. Gazeteciye “yanlış haber yaptın” diyen yok. Savcılık “niye haber yaptın?” diye soruyor. Fabrikalar, sanayi tesisleri çalışıyor, gazetecilere, doktorlara konuşma yasağı getiriliyor. Kocaeli küçük bir alanda yoğun nüfuslu bir şehir. Virüsün en sevdiği ortam. Bu yüzden beşinci sıraya yükseldi. Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü ya da hastaneden tek bir yetkili açıklama yapmıyor. İşçiler iş bırakmaya başladı, patron tehdit etti. Koronavirüs vakasının ortaya çıktığı fabrikalarda işçiler çalışmaya zorlandı ve devam ettiler. Bazıları ise toplu bir şekilde işi bırakıp gitti. 

Bilim Kurulu’nun tehlikeyi vurguladığını, iktidarın engellediğini biliyoruz. Salgının 2022’ye kadar uzayabileceğinden söz ediliyor, çok ciddi bir durum bu. Sokağa çıkma yasaklarının artırılarak devam etmesi gerektiği apaçık ortada. Virüs yaz aylarında etkinliğini devam ettirecek.

Hekim olarak koronavirüse karşı verilen mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Devletin parası Saray’a gitmeseydi, Merkez Bankası’ndaki bütün para harcanmış olmasaydı, “afet durumu” uygulamasına geçilebilirdi. Anayasamıza göre, afet durumlarında olağanüstü hal ilan edilir. Devlet yetkilileri “Herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” dedi. Oysa, devletin “işe gitmeyin, ücretinizi ben vereceğim, bugünler için para sakladım” demesi lâzım. Ama para yok. Sokağa çıkma yasağı ilan etseniz, çalışanlar sizden para isteyecek, onu verecek haliniz yok. Bilim Kurulu’nun tehlikeyi vurguladığını, iktidarın engellediğini biliyoruz. Sağlık Bakanı’nın yüz ifadelerini de izliyorum açıklamalar sırasında. Belli ki, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da sokağa çıkma yasağı konmasını istiyordu, ama uygulatamıyordu. Ardından haftasonları sokağa çıkma yasağı kararı alındı, biliyorsunuz, bu da felaket şekilde uygulandı. Baştan beri yürüyen acemilik, amatörlük burada da oldu. Beceriksizce yaptılar bu işi, virüs bayram etti. Önümüzdeki üç ay içinde salgının geçeceğini düşünmeyin. Geçen gün önemli bir makale yayınlandı, salgının 2022’ye kadar uzayabileceğinden söz ediliyor, çok ciddi bir durum bu. Sokağa çıkma yasaklarının artırılarak devam etmesi gerektiği apaçık ortada. Virüs yaz aylarında etkinliğini devam ettirecek. Yazın hastalıklar azalır, ama bu virüsün 37 derecede dahi çok rahat yayılabildiğini biliyoruz. O yüzden işi gevşetmemeliyiz. Cezaevleri boşaltılmalı, göçmenlerin tutulduğu merkezlerde, psikiyatri bakım evlerinde, yaşlı bakım evlerinde, kışlalarda önlemler alınmalı.

Yorumlar