03 Temmuz 2020

YouTube

ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Şimdi, biz burada Komisyonda rahat koltuklarımızda oturup konuşurken dışarıda Meclisin Çankaya Kapısı’nda baro başkanlarımız oldukça sıkıntılı bir hâlde. Dünden beri oradalar, kesintisiz bir şekilde oradalar, gece uykusuz bir şekilde orada kaldılar, sabaha çıktılar. Yine Meclise girmek istediler, yine yasak vardı, saatlerdir bu ülkenin baro başkanları Meclise giremiyor. Kendileriyle ilgili bir baro yasası görüşülecek, Meclise giremiyorlar. Kendilerini ekarte edecek, diskalifiye edecek bir yasa görüşülüyor ve tek bir sözleri olamıyor. Herhangi bir uzlaşmaya gelmek istemeyen iktidar var karşımızda. Ve arkadaşlarımız Ankara girişinde engellendikleri gibi şimdi de bu ülkenin Türkiye Büyük Millet Meclisine girişleri engelleniyor. Bu Meclisin adı niye Millet Meclisi arkadaşlar? Bu millet bu Meclise giremeyecekse bu Meclisin adını değiştirelim o zaman. Bu döneminizde siz Meclisin de adını değiştirin, iktidar meclisi, AK PARTİ meclisi falan yapın.
    Ardından yine gazeteci arkadaşımız -sabah orada görüştük- Sayın Sibel Hürtaş, gazetecilik yapıyordu. Gazetecilik yaparken alana girerken polislerle bir sürtüşme yaşadığı için sanırım polisler kendisine kafayı takmış, punduna getirip Sibel Hanım’ı darp ederek arabaya atmışlar, kimsenin görmediği yerde ne yapılmış biliyor musunuz? Kendisiyle az evvel görüştüm, gözaltındaydı. Sibel Hanım, geçmiş olsun, ne hâldesiniz dedim, oradan polis telsizlerinin sesi geliyordu. Sibel Hanım bana şunu söyledi: “Ömer Bey, arabaya alındığım gibi yüksek şiddette bir darba uğradım ve boğazım sıkıldı kadın polisler tarafından. Hakaretler, küfürler gırla gidiyor.” Polis merkezine götürüldükten sonra hastaneye götürüldü ve hâlen gözaltında, bırakılmadı. Bu ülkede hem kadına yönelik şiddet hem de gazetecilere yönelik şiddet bugün Meclisin kapısında birleşti arkadaşlar ve biz burada baroyu konuşuyoruz.
    Baronun bir sürü sorunları var. Avukatların, hukukçuların bir sürü sorunları var, özlük sorunları var. Pıtrak gibi ortaya çıkan hukuk fakülteleri, niteliksiz eğitim, yargıda siyasallaşma ve mesleğinden bıkmış, usanmış olan avukatlar çünkü ortada meslek kalmadı, hukuk kalmadı. Var olmayan bir şeyi âdeta yapıyorlar. Çok şanssız durumda hukukçu arkadaşlarımız. Çünkü, maalesef şu anda buharlaştırılan bir meslek avukatlık. Bakın, ülkede büyük yargı sorunları var. Muhalifleri acımasızca cezaevlerine dolduran bir yargı sorunu var ülkemizde. Bunu değil, baroları nasıl boyunduruk altına alabilirim, nasıl diskalifiye edebilirim meselesi var. Bakın, bugün ülkede 800’e yakın bebek ve çocuk cezaevinde anneleriyle birlikte arkadaşlar, acımasız bir şekilde cezaevlerine dolduruldular. Biz, adli bir reform paketi çıkardık ve orada bu konulara bir çare bulunur diye düşündük ama hayır, acımasız bir şekilde savcılar tutukluluğa sevk ediyor, hâkimler tutuklama kararı veriyor ve kimleri; bebekli anneleri, hamile anneleri, loğusa anneleri. Hiç çekinmeden, hiç utanmadan bu kararları veriyorlar. Bu yaz günlerinde Antalya’da, Aydın’da, Diyarbakır’da ve yanında 2 bebeğiyle tutuksuz yargılanabilecekken, zulümen oralarda perişan olmuş anneler var. Bakın, size bir örnek vereyim: Diyarbakır’da Eylem Oyunlu. Kendisi örgüte yardım diye bir suçtan tutuklandı geçtiğimizi günlerde, tutuksuz yargılanabilecek bir itham bu, suç ve on günlük loğusaydı. On günlük bebeği kucağında, yanında 2 yaşında bebeği annesini çekiştiriyor ve bu hâliyle hâkimin karşısına çıktı. Avukat yalvardı, bakın, yasada böyle annelerin tutuksuz yargılanabileceğine dair ifade var “Ne olur hâkim bey, görüyorsunuz. Kucağında on günlük bebeğiyle ağlayan bir anne onu yanında çekiştiren 2 yaşında bir bebeği. Bunları, iki kişi cezaevine mi atacaksınız?” dedi ama acımadan attılar içeri. Ve o arada avukat arkadaş diyor ki “Hâkim ve savcı ne olduğu belli olmayan kişilerle bir odada toplantı yaptı, sonrasında bu karar çıktı.” diyor. Şimdi, cezaevinde geçtiğimiz gün baba anneyle görüştü, kendisiyle görüştüm babayla “Kapalı görüşte eşimle görüştüm, kucağında on iki günlük bebeği yirmi iki günlük oldu. Yirmi iki günlük bebeği yanında, 2 yaşındaki bebeğimiz kapılı görüşte camın ötesinde benimle görüşüyorlar. Eşim iki gözü iki çeşme ağlıyor. Kucağındaki bebeğimizin gözünde bir sıkıntı var, ameliyat olması gereken bir durum var, gözünden yaşlar ve kan akıyor, ameliyat olması gerekiyor. Eşim çok zor durumda, 2 yaşındaki bebeğim camlara vuruyor ‘Baba al beni kucağına.’ diyor. Ben gözyaşları içinde kaldım.” diyor. Bu kişi hâlâ cezaevinde arkadaşlar. Tutuksuz yargılanabilecek kişiler, birileri hâkim ve savcılarla toplantı yaptıktan sonra alınan kararla acımasızca cezaevinde. 800’ü aşkın bebek ve çocuk bu hâlde, perişan olmuş binlerce aile var Anadolu’nun dört bir tarafında. Bakın, anne, baba mahpus insanlar var, aile birliği ve bütünlüğü parçalanmış. İki yıldır annesini göremeyen çocuklar var bu ülkede arkadaşlar. Bakın, daha bugün bana geldi: Anne, Hatay Cezaevinde, 4 çocuk İzmir’de, maddi, manevi sıkıntılardan iki yıla yakındır anneyi görememiş çocuklar ya. Düşünebiliyor musunuz, böylesine insanın vicdanını sızlatan inanılmaz yargı skandalları var, inanılmaz siyasallaşmış kararla verilen acımasız cezalar var ve biz, bugün bütün bunları konuşacağımıza, neslimizi tahrip edecek bütün bu sıkıntıları konuşacağımıza kalkmışız baroları nasıl siyasallaştırabiliriz onu konuşuyoruz. Sanırım, baroların siyasallaşmasının önündeki en önemli neden baroların hazırladığı işkence raporları. Ben, Meclisin İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesiyim ve baroların hazırladığı tüm işkence raporlarının nasıl sümen altı edildiğini çok iyi biliyorum. Bakın, Van Barosunun, Trabzon’un Beşikdüzü Cezaevi için hazırladığı işkence raporuna iki buçuk yıldır tek bir işlem yapılmadı. Şanlıurfa Barosunun, Halfeti’deki işkenceler için hazırladığı raporuna tek bir işlem yapılmadı, adli ve idari. Diyarbakır Barosunun, Elâzığ Cezaevi için hazırladığı rapora tek bir işlem yapılmadı ki biz, o Elâzığ Cezaevine ziyarete gittiğimizde bize mahpuslar ne dedi biliyor musunuz arkadaşlar? Bakın, adli ve siyasi tüm mahpusların koğuşlarına girdiğimiz zaman bize çok çarpıcı bir Elâzığ Cezaevi tanımı yapıyorlardı. Diyorlardı ki: Sayın Vekil burası sıradan bir cezaevi değil, burası Elâzığ Cumhuriyeti, burada Ankara dinlenmez, burada istediklerini yaparlar. İşte, bu, cezaevi için hazırlanmış işkence raporunu hazırlayan Diyarbakır’ın raporu rafa kaldırıldı, hiçbir işlem yapılmadı.
    Daha da ötesi, bakın, içinde bulunduğumuz Ankara’da on dört ay önce, Ankara Emniyetinde yapılan dehşet verici işkenceler ki bunlar Ankara Barosunun raporuyla ispatlandı; gözaltında olmasına rağmen 6 kişi konuştu ve bu 6 kişi çırılçıplak bir karanlık odada Ankara Emniyetinde soyulduklarını, makatlarında cop dolaştırıldığını ve aşırı şekilde darp edildiklerini söylediler, gözaltında olmalarına rağmen söylediler. Ankara Barosu bunları raporladı ve ardından ne oldu biliyor musunuz? Takip ediyorum: İdari ve adli tek bir işlem yok. Cumhuriyet Savcısı güya bir soruşturma başlattı, on dört aydır bir sonuç yok. İşte baroların ekarte edilmesinin nedeni bu arkadaşlar. Bunu net bir şekilde söylüyorum, daha çok söylenecek şey var ama vakit kısa.
    Teşekkür ediyorum Başkanım.
    

Yorumlar