03 Temmuz 2020
ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Şimdi, biz burada Komisyonda rahat koltuklarımızda
oturup konuşurken dışarıda Meclisin Çankaya Kapısı’nda baro başkanlarımız
oldukça sıkıntılı bir hâlde. Dünden beri oradalar, kesintisiz bir şekilde
oradalar, gece uykusuz bir şekilde orada kaldılar, sabaha çıktılar. Yine
Meclise girmek istediler, yine yasak vardı, saatlerdir bu ülkenin baro
başkanları Meclise giremiyor. Kendileriyle ilgili bir baro yasası görüşülecek,
Meclise giremiyorlar. Kendilerini ekarte edecek, diskalifiye edecek bir yasa
görüşülüyor ve tek bir sözleri olamıyor. Herhangi bir uzlaşmaya gelmek
istemeyen iktidar var karşımızda. Ve arkadaşlarımız Ankara girişinde
engellendikleri gibi şimdi de bu ülkenin Türkiye Büyük Millet Meclisine
girişleri engelleniyor. Bu Meclisin adı niye Millet Meclisi arkadaşlar? Bu
millet bu Meclise giremeyecekse bu Meclisin adını değiştirelim o zaman. Bu
döneminizde siz Meclisin de adını değiştirin, iktidar meclisi, AK PARTİ meclisi
falan yapın.
Ardından yine gazeteci arkadaşımız -sabah orada
görüştük- Sayın Sibel Hürtaş, gazetecilik yapıyordu. Gazetecilik yaparken alana
girerken polislerle bir sürtüşme yaşadığı için sanırım polisler kendisine
kafayı takmış, punduna getirip Sibel Hanım’ı darp ederek arabaya atmışlar,
kimsenin görmediği yerde ne yapılmış biliyor musunuz? Kendisiyle az evvel
görüştüm, gözaltındaydı. Sibel Hanım, geçmiş olsun, ne hâldesiniz dedim, oradan
polis telsizlerinin sesi geliyordu. Sibel Hanım bana şunu söyledi: “Ömer
Bey, arabaya alındığım gibi yüksek şiddette bir darba uğradım ve boğazım sıkıldı
kadın polisler tarafından. Hakaretler, küfürler gırla gidiyor.” Polis
merkezine götürüldükten sonra hastaneye götürüldü ve hâlen gözaltında,
bırakılmadı. Bu ülkede hem kadına yönelik şiddet hem de gazetecilere yönelik
şiddet bugün Meclisin kapısında birleşti arkadaşlar ve biz burada baroyu
konuşuyoruz.
Baronun bir sürü sorunları var. Avukatların,
hukukçuların bir sürü sorunları var, özlük sorunları var. Pıtrak gibi ortaya
çıkan hukuk fakülteleri, niteliksiz eğitim, yargıda siyasallaşma ve mesleğinden
bıkmış, usanmış olan avukatlar çünkü ortada meslek kalmadı, hukuk kalmadı. Var
olmayan bir şeyi âdeta yapıyorlar. Çok şanssız durumda hukukçu arkadaşlarımız.
Çünkü, maalesef şu anda buharlaştırılan bir meslek avukatlık. Bakın, ülkede
büyük yargı sorunları var. Muhalifleri acımasızca cezaevlerine dolduran bir
yargı sorunu var ülkemizde. Bunu değil, baroları nasıl boyunduruk altına
alabilirim, nasıl diskalifiye edebilirim meselesi var. Bakın, bugün ülkede
800’e yakın bebek ve çocuk cezaevinde anneleriyle birlikte arkadaşlar, acımasız
bir şekilde cezaevlerine dolduruldular. Biz, adli bir reform paketi çıkardık ve
orada bu konulara bir çare bulunur diye düşündük ama hayır, acımasız bir
şekilde savcılar tutukluluğa sevk ediyor, hâkimler tutuklama kararı veriyor ve
kimleri; bebekli anneleri, hamile anneleri, loğusa anneleri. Hiç çekinmeden,
hiç utanmadan bu kararları veriyorlar. Bu yaz günlerinde Antalya’da, Aydın’da,
Diyarbakır’da ve yanında 2 bebeğiyle tutuksuz yargılanabilecekken, zulümen
oralarda perişan olmuş anneler var. Bakın, size bir örnek vereyim:
Diyarbakır’da Eylem Oyunlu. Kendisi örgüte yardım diye bir suçtan tutuklandı
geçtiğimizi günlerde, tutuksuz yargılanabilecek bir itham bu, suç ve on günlük
loğusaydı. On günlük bebeği kucağında, yanında 2 yaşında bebeği annesini
çekiştiriyor ve bu hâliyle hâkimin karşısına çıktı. Avukat yalvardı, bakın,
yasada böyle annelerin tutuksuz yargılanabileceğine dair ifade var “Ne
olur hâkim bey, görüyorsunuz. Kucağında on günlük bebeğiyle ağlayan bir anne
onu yanında çekiştiren 2 yaşında bir bebeği. Bunları, iki kişi cezaevine mi
atacaksınız?” dedi ama acımadan attılar içeri. Ve o arada avukat arkadaş
diyor ki “Hâkim ve savcı ne olduğu belli olmayan kişilerle bir odada
toplantı yaptı, sonrasında bu karar çıktı.” diyor. Şimdi, cezaevinde
geçtiğimiz gün baba anneyle görüştü, kendisiyle görüştüm babayla “Kapalı
görüşte eşimle görüştüm, kucağında on iki günlük bebeği yirmi iki günlük oldu.
Yirmi iki günlük bebeği yanında, 2 yaşındaki bebeğimiz kapılı görüşte camın ötesinde
benimle görüşüyorlar. Eşim iki gözü iki çeşme ağlıyor. Kucağındaki bebeğimizin
gözünde bir sıkıntı var, ameliyat olması gereken bir durum var, gözünden yaşlar
ve kan akıyor, ameliyat olması gerekiyor. Eşim çok zor durumda, 2 yaşındaki
bebeğim camlara vuruyor ‘Baba al beni kucağına.’ diyor. Ben gözyaşları içinde
kaldım.” diyor. Bu kişi hâlâ cezaevinde arkadaşlar. Tutuksuz
yargılanabilecek kişiler, birileri hâkim ve savcılarla toplantı yaptıktan sonra
alınan kararla acımasızca cezaevinde. 800’ü aşkın bebek ve çocuk bu hâlde,
perişan olmuş binlerce aile var Anadolu’nun dört bir tarafında. Bakın, anne,
baba mahpus insanlar var, aile birliği ve bütünlüğü parçalanmış. İki yıldır
annesini göremeyen çocuklar var bu ülkede arkadaşlar. Bakın, daha bugün bana
geldi: Anne, Hatay Cezaevinde, 4 çocuk İzmir’de, maddi, manevi sıkıntılardan
iki yıla yakındır anneyi görememiş çocuklar ya. Düşünebiliyor musunuz,
böylesine insanın vicdanını sızlatan inanılmaz yargı skandalları var, inanılmaz
siyasallaşmış kararla verilen acımasız cezalar var ve biz, bugün bütün bunları
konuşacağımıza, neslimizi tahrip edecek bütün bu sıkıntıları konuşacağımıza
kalkmışız baroları nasıl siyasallaştırabiliriz onu konuşuyoruz. Sanırım,
baroların siyasallaşmasının önündeki en önemli neden baroların hazırladığı
işkence raporları. Ben, Meclisin İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesiyim ve
baroların hazırladığı tüm işkence raporlarının nasıl sümen altı edildiğini çok
iyi biliyorum. Bakın, Van Barosunun, Trabzon’un Beşikdüzü Cezaevi için
hazırladığı işkence raporuna iki buçuk yıldır tek bir işlem yapılmadı.
Şanlıurfa Barosunun, Halfeti’deki işkenceler için hazırladığı raporuna tek bir
işlem yapılmadı, adli ve idari. Diyarbakır Barosunun, Elâzığ Cezaevi için
hazırladığı rapora tek bir işlem yapılmadı ki biz, o Elâzığ Cezaevine ziyarete
gittiğimizde bize mahpuslar ne dedi biliyor musunuz arkadaşlar? Bakın, adli ve
siyasi tüm mahpusların koğuşlarına girdiğimiz zaman bize çok çarpıcı bir Elâzığ
Cezaevi tanımı yapıyorlardı. Diyorlardı ki: Sayın Vekil burası sıradan bir
cezaevi değil, burası Elâzığ Cumhuriyeti, burada Ankara dinlenmez, burada
istediklerini yaparlar. İşte, bu, cezaevi için hazırlanmış işkence raporunu
hazırlayan Diyarbakır’ın raporu rafa kaldırıldı, hiçbir işlem yapılmadı.
Daha da ötesi, bakın, içinde bulunduğumuz Ankara’da on
dört ay önce, Ankara Emniyetinde yapılan dehşet verici işkenceler ki bunlar
Ankara Barosunun raporuyla ispatlandı; gözaltında olmasına rağmen 6 kişi
konuştu ve bu 6 kişi çırılçıplak bir karanlık odada Ankara Emniyetinde soyulduklarını,
makatlarında cop dolaştırıldığını ve aşırı şekilde darp edildiklerini
söylediler, gözaltında olmalarına rağmen söylediler. Ankara Barosu bunları
raporladı ve ardından ne oldu biliyor musunuz? Takip ediyorum: İdari ve adli
tek bir işlem yok. Cumhuriyet Savcısı güya bir soruşturma başlattı, on dört
aydır bir sonuç yok. İşte baroların ekarte edilmesinin nedeni bu arkadaşlar.
Bunu net bir şekilde söylüyorum, daha çok söylenecek şey var ama vakit kısa.
Teşekkür ediyorum Başkanım.
Yorumlar