22 Eylül 2020

YouTube

Herkese merhaba değerli izleyenler bugün de ÖFG TV canlı yayında yine karşınızdayız. ÖFG TV haftanın önemli olaylarını gündem etmeye çalışıyor ve yaptığımız haftalık çalışmaları sizlere aksettirmeye çalışıyoruz.

Malum çok önemli gelişmeler yaşanıyor, en önemlisi şuanda tüm Türkiye’nin konuştuğu bir olay var! Van’da iki şahsın operasyon yapan askerler tarafından gözaltına alınması ve ardından darp edilmesi, işkence edilmesi ve helikopter ile atıldığı iddiası! Bu iddia sonrası bu şahıslar Osman Şibak ve Servet Turgut isimli bu iki şahıs hastaneye kaldırılıyor, özel hastaneye ve ardından Van Araştırma Hastanesi’ne fakat daha sonra ortaya çıkan bilgiler hastane raporunda olan bilgiler; hastaneye geliş hikayesinin yüksekten düşme olduğu ve helikopterden atılma şikayeti ile hastaneye geldiğini görüyoruz ve ardından neler oluyor?

Bu duyulunca çok büyük bir tepki oluştu tabi; Partimiz Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç başkanlığında bir milletvekili heyetiyle bölgeye gitti ve çalışmalarını sürdürüyor fakat hastane önünde basın açıklaması yapması, mağdurlar ile görüşmesi engellenmeye çalışılıyor. Durum bu maalesef ve Van Valiliği sonunda bir açıklama yaptı ve “ Operasyon yapılan alanda bu kişilerin kaçmaya çalıştığı ve yüksekten düşmeye bağlı olarak bu kişilerin yaralandığını.” Söylüyor. Bu açıklamayı inandırıcı bulmak mümkün değil. Daha önce Sakarya Valiliği’nin yaptığı açıklama, Uşak Valiliği’nin yaptığı açıklamalar; hep inandırıcı olmayan açıklamalar. Şuanda Van Valiliği’nin yaptığı açıklamayı da inandırıcı bulmak mümkün değil. Şahsın darp edildiği apaçık ortada, çok ağır bir darp görüntüsü var, beyin kanaması görüntüsü var, subaraknoid kanama görüntüsü var, göğüs kemiklerinde kırıklar var, ağır bir şekilde darp edilmiş bir insan var karşımızda. Birisi taburcu edilmiş daha sonrası diğer hastanın yoğun bakımda olduğu iki vaka ile karşı karşıyayız ve biz bu olayın bir an evvel aydınlatılması gerektiğini söylüyoruz ama yetkililer olayı örtbas etmek ile meşgul gördüğümüz kadarıyla. Kabul edilecek bir olay değil işin doğrusu, arkadaşlarımız Van’dalar. Parti heyetimiz Van’da, araştırmalarını sürdürüyor fakat sürekli bir engelleme ile karşı karşıyalar. Birileri gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor sanırım ve o yüzden parti heyetimizin yaptığı tüm çalışmalar engellemeler ile karşılaşıyor. Bunun bir an evvel bitmesi lazım! Kabul edilecek bir durum değil! Biz işkence kime yapılırsa yapılsın, ayrımsız bir şekilde karşıyız. İki yılı aşan milletvekili hayatımda bir çok işkence vakasını takip ettim ve işkencenin bir insanlık suçu olduğunu örtbas edilmeye çalışıldığını ve bu konuda da elimizden gelen tüm çabayı göstermeye çalıştığımızı burada tekrar söyleyelim. Mutlak surette gerçekler er ya da geç ortaya çıkacak! Valilikler öyle kendi kafalarına göre, rahat açıklamalar yapıyorlar ve olayı kapattıklarını düşünüyorlar ama şunu en başta söyleyeyim gerek ben bir milletvekili olarak gerek milletimiz Valilerin kulu, kölesi değildir. Valileri sorgulama makamıyız biz. Valiler kamu adına açıklamalar yapıyorlar ama bu açıklamalar maalesef doğruyu yansıtan açıklamalar olmaktan ziyade olayın üstünü örtmeye yönelik açıklamalar oluyor o yüzden bizim bunları kabul etmemiz mümkün değil değerli arkadaşlar.

Maalesef bir başka konuya geçeceğiz bu konu da; bitip tükenmeyen ana konularımızdan birisi. Covid vakaları. Son derece vahim. Biliyorsunuz büyük bir yükselişte Covid vakaları. Her gün Bakan daha ağırlaşan tabloyu açıklıyor, biz de aylardır bu konuyu çok önemsiyoruz. Ankara Tabip Odası Başkanı ile programlar yaptık, daha öncesinde farklı tıbbi insanlar ile programlar yaptık ve meclisteki basın toplantılarımda sürekli Tabipler Birliği’nin yaptığı açıklamalar, doktorların şikayetleri bütün bunları açıklamaya çalışıyorum. Bu vahim giden tablo sonrasında işin doğrusu bakıyorsunuz ki son derece ilginç bir olay gerçekleşti; MHP Başkanı Devlet Bahçeli Türk Tabipler Birliği hakkında çok ağır bir açıklama yaptı, kapatılmasını istedi: “Terörist, vatan haini.” dedi, biz geçtiğimiz günlerde bunu konu edindik ve kabul edilemez olduğunu söyledik! O konuya ayrıca gireceğim ama şu bir gerçek: Güneş balçıkla sıvanmıyor! Apaçık ortada gerçekler var! Vakalar her gün artıyor! Gereken önlemler yine alınmıyor ve iktidar bu konuda sınıfta kaldığını göstermiş oluyor. Gerçekten gidişatın oldukça kötü olduğunu net bir şekilde artık herkes görüyor.

Cezaevlerini takip ediyoruz, cezaevlerindeki her türlü ihlali takip ediyoruz ve çok vahim vakalar ile karşılaşıyoruz. Bakın daha bugün az evvel aldığım bir haber bizim için son derece üzücüydü. Cengiz Karakurt; Siirt E Tipi Cezaevi’nde mahpus, KHK’lı bir öğretmendi. Kalp kapak hastalığı vardı, uzun süredir pıhtılaştırıcı ilaçlar kullanıyordu ama Nisan ayından beri pıhtılaşmayı önleyen bu ilaçları kullanmasına rağmen doz ayarlaması için gereken kontrol kan testleri yapılmıyordu çünkü hastaneye gidemiyordu. İlacı nasıl kullanacağını bilemiyordu çünkü bu ilaçlar –Ben bir doktor olarak bilirim.- eksik kullanırsanız zararlı, fazla kullanırsanız kanamaya yol açar, eksik kullanırsanız pıhtılaşmaya yol açar ve hastanın belli bir kontrol altında gitmesi lazım ama Covid salgını maalesef cezaevlerini de vurdu ve buralarda büyük sıkıntılara yol açtı. Biz infaz indirim yasası sırasında riskli gruplardan başlamak üzere mahpusların tahliye edilmesi gerektiğini ve bu Covid salgını sırasında ölüm riski ile karşı karşıya olduklarını söyledik ama dinlenmedi, hasmane duygular ile daha çok insanı cezaevlerine tıkmaya çalışıyorlar şuanda. Gerçekten son derece hasmane duygular içindeler ve Cengiz Karakurt gibi bir çok hasta taburcu edilmedi. Veysel Atasoy, Midyat Cezaevi’nden bir hasta, Elazığ Cezaevi’nden bir başka hasta gibi bir çok hastanın durumunu takip ettik ve bu bahsettiğim cezaevlerindeki hastalar, Tavşanlı Cezaevi’nden Veysel Atasoy, Siirt E Tipi Cezaevi’nden Cengiz Karakurt ve Elazığ ve Midyat Cezaevi’nden yine bir başka mahpuslar maalesef bu son 1 hafta 10 gün içinde Covid nedeniyle hayatını kaybeden mahpuslar oldu. Gümüşhane E Tipi Cezaevi’nden Mustafa Kabakcıoğlu Covid miydi değil miydi, ne olduğu belli olmayan bir şekilde gencecik yaşta vefat etti. Şu bahsettiğim hastaların hepsi gencecik hastalar. Tahliye edilmesi gereken hastalar. Mesela Gaziantep Cezaevi’nde Namık Bingöl isimli bir hasta var. Bu kişinin denetimli serbestlik süresi gelmiş ama hasmane duygular ile KHK’lı bir öğretmen hasmane duygular ile bu kişi taburcu edilmiyor ve Covid hastalığına müptela oluyor, yani insanları hasmane duygular ile tahliye etmiyorsunuz ve sonuçta da bu kişiler hastalığa duçar oluyor, hayati tehlike ile karşı karşıya kalıyorlar olacak bir iş değil ama gerçekten düşmanlık duyguları bu durumda. Maalesef böyle vakalar çok, Cengiz Karakurt bugün vefat etti! Kalp kapakçık hastalığı olan birisiydi. Takipleri iyi yapılmadı, kullandığı ilaçlar yanlış ilaçlar oldu. Bunu sonrasında doktorlardan duyuyoruz ve hastaneye gitti, şikayetleri vardı, bir şeyi yok denilerek cezaevine yollandı. Tek kişilik hücreye konuldu, karantina hücresine ve orada aniden ağırlaşmış olarak bulundu, güç bela hastaneye kaldırıldı ama çok geçti, bir kaç gün sonra yoğun bakımda hayatını kaybetti çünkü doktorlar hayatından umutlarını kestiklerini söylemişlerdi. Cezaevi yönetimi doğru söylemiyordu, koğuşundan alınıp götürüldü deniliyordu, arkadaşları ile birlikte kaldığı koğuşu kastediyorlardı ama Cengiz Karakurt tek kişilik koğuşta kalıyordu ve kendine bakamayacak derecede hasta bir kişiydi ve oldukça kötüleşerek maalesef hayatını kaybetti! Biz olayı araştırdığımız zaman; mahpusun yakınları ile konuştuğumuz zaman çok ağır ihlaller ve ihmaller görüyoruz ve bu konuda açıklamalar yapılması gerektiğini söylüyoruz. Maalesef sıkıntılar devam ediyor, ben size bu hafta bazı vakalardan örnekler sunacağım.

Yine bugün bakın Mücahit Başoğlu 4 yıldır Manisa T Tipi’nde bugün babasını kaybetmişti. Manisa Turgutlu’da ki cenazeye gitmek istiyordu ancak Covid var denilerek izin verilmedi. Maalesef insanlara babalarına son görevlerini yapmak bile nasip oluyor, biz de bu konuda gayret sarfettik ama Covid hastalığı konusunda önlem almayan iktidar, Bakanlık, Savcılar Covid hastalığını bahane bulmakta fırsatçılık yapmakta son derece mahirler ve maalesef babasının cenazesine gitmek isteyen birine izin bile verilmedi. Mücahit Başoğlu babasının cenazesine gidemedi. Düşünebiliyor musunuz? Yani Covid’i bir bahane olarak kullanan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Covid yüzünden insanların tahliye olması gerekirken, riskli hastalardan başlayarak tahliyelerin gerçekleşmesi gerekirken maalesef cezaevinde olan mahpuslar birer birer hayatını kaybediyor, mahpusların yakınları dışarda hayatlarını kaybettiğinde maalesef mahpuslar babalarının cenaze namazına gidemiyorlar.

Bir çok kişi anne baba tutuklu, Arif-Sibel Gedik çifti bunlardan birisi. Bu kişiler aldıkları hukuksuz cezalar yüzünden yurdu terketme girişiminde bulunurken yakalandılar ve anne baba tutuklandılar. Dört çocuk ortada kaldı. Türkiye’de bunun gibi binlerce vaka var maalesef ve adil olmayan cezalar yüzünden ocaklar sönüyor, aileler perişan oluyor, anne baba tutukluluklar oluyor ve çoluk çocuk ortada kalıyor.

Ali Boçnak Patnos Cezaevi’nde yakınları bana ulaştı. 80 yaşında bir amca. Bu amca yaşlı ve çok hasta ve yine de cezaevinde. Aslında infaz erteleme alması gereken bir kişi ama acımasızca bu kişiyi de cezaevinde tutuyorlar. Cezaevinde ölüme aday bir amca maalesef!!!

KHK’lı arkadaşlar çok soruyorlar, OHAL Komisyonu ne oldu? OHAL Komisyonu şuanda bakın; günde 250 dosya incelemekten şuanda 25 dosya incelemeye düştü! Çok kasıtlı bir şekilde KHK mağdurlarını oyalamaya ve mağdur etmeye çalışıyor bu komisyon. İnanılmaz bir şekilde OHAL Komisyonu normalde 2017’nin 23 Ocak’da kuruldu ve 2 yıl içinde tüm dosyaları bitireceğini söyledi. 2019 Ocak geldiğinde dosya bitmiş değildi ve maalesef 1 yıl süre istediler, 2019 için süre verildi, 2020 için süre verildi ve sonuçta halen dosyalar bitmiş değil! Biz 600 günü aşkın bir şekilde OHAL Komisyonu’nun 1. Ziyaretimiz sonrasında tekrar davet edilmeyi bekliyoruz çünkü bize söz verilmişti! Onlarca dosya hakkında açıklama yapılmamıştı OHAL Komisyonu ve “Biz sizi tekrar davet ederek, bu konular hakkında bilgi vereceğiz.” Demişti OHAL Komisyonu ama açıklayacak bir kelimeleri, cümleleri olmadığı için tekrar davet edememişlerdi. Etmek istememişlerdi! Şuanda çok atıl bir durumda komisyon, düşünün günde 250 dosya sonuçlandırması gerekirken 25 dosyaya düştü! Bu gidişle 2023’de dosyalar bitecek ve bu arada insanlar kahrından ölüyor, kanser oluyor, intihar ediyor, fakirlik içinde kıvranıyor, iş bulamıyor, OHAL Komisyonu’nun umrunda değil arkadaşlar! son derece acımasızlar ama biz onların peşini bırakmayacağız. OHAL Komisyonu’nu sonuna kadar sorgulayacağız. Çok acımasız ve vicdansız bir komisyon. Biz onların yüzüne de söyledik, siz anayasaya aykırı, hukuk dışı bir komisyonsunuz. Maalesef bu hallerine devam ediyorlar. Umurlarında değil, onlar için tek dava paraları, tek kriterleri maalesef bu!!!

Bu haftanın önemli bir başka olayı; dün haber aldığımız Harbiyeli öğrenci annesi Melek Çetinkaya’nın tahliyesiydi. Melek Çetinkaya bir tetikçi medya organı olan AKİT TV’nin bir kumpas yayını sonucunda maalesef tutuklanmıştı. Suçu ve suçluyu övmek gibi bir fiilden dolayı, zorlama bir şekilde tutuklanmıştı ve sonunda Melek Çetinkaya 2.5 ay kadar maalesef cezaevinde kaldı, cezaevinde kaldığı kişiler kendi Harbiyeli öğrenci oğlu ve arkadaşlarının arkadaşlarıydı ve 3 genç hanım kadın ile kaldı ve onların yanından ayrılmak istemediğini, tahliye olurken çok ağladığını, tahliye olmak istemediğini ve onlarla kalmak istemediğini gözyaşları ile anlattı, sevinç ve hüzün bir aradaydı. Melek Çetinkaya çok dirençli bir kadın, Melek Çetinkaya tarihe geçecek bir kadın. Ben onlara boyun eğmedim ve gayretime devam edeceğim! Dedi. Son derece büyük bir gayret gösterdi. Biz hep onun yanında olduk, A’dan Z’ye sürekli o içeri girdikten sonra tüm desteğimiz ile onun dışarı çıkması için, tutukluluğunun bitmesi için uğraş verdik ve sonunda çıktı. Melek Çetinkaya çıktı ama bu yetmez, Harbiyeli Öğrenciler de çıkmalı 355’e yakın Harbiyeli Öğrenci boş yere 5 yıldır cezaevlerinde ve maalesef büyük bir dram devam ediyor.

KHK zulmünü eleştiren Acun Karadağ, Alev Şahin, Mehmet Dersulu, Nazan Bozkurt ve Mahmut Konuk da maalesef cezaevinde. KHK’lı arkadaşlarımızın yanındayız! Onlar büyük bir gayret gösterdi, Yüksel’de büyük bir direniş gösterdiler onlar da saçma sapan gerekçeler ile zorlama gerekçeler ile maalesef tutuklandılar, tutuklamakla kalmadılar hepsini bir yere sürgün ettiler. Mahmut Konuk’u Adana’ya, Acun Karadağ’ı ve Alev Şahin’i Kayseri’ye, Nazan Bozkurt’u Gebze’ye, Nuriye Gülmen ise Silivri’ye gönderildi. Her biri farklı bir yere gitsin ki birbiri ile dayanışmasın derdinde olan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Biz Melek Çetinkaya’nın çıkmasına çok sevindik çünkü baştan itibaren onun çıkması için büyük bir gayret gösteriyorduk sonunda da çıktı, Allah’a şükürler olsun, Melek Çetinkaya gerçekten çok değerli bir mücadele sergiliyor. Biz her zaman onun yanında olduk ve olacağız çünkü çok haklı, inanılmaz derecede haklı ve sonuçta da biz onun kazanacağına inanıyoruz değerli arkadaşlar ve Furkan Çetinkaya ve arkadaşlarının da tahliye olacağına inanıyoruz inşallah.

HDP’ye girmeden önce de benim önemli bir konumdu; Kürt meselesinde insan hakları perspektifi ile bakılması gerektiği ve bununla ilgili çok şeyler yaşadım, çok şeyler öğrendim, çok şeyler yazdım. Çok kişi ile konuştum, çok kişiyi dinledim. Geçtiğimiz günlerde bir paylaşım yaptım, konuştuğum bir Kürt bilim insanı bana çok ilginç bir şey aktardı dedi ki: “ Dedemi ilk kez cezaevinde gördüm. Sonra babam cezaevine girdi, en sonunda babam beni cezaevinde ziyaret etti.” Düşünün dededen, babadan, oğula kadar herkes cezaevini ziyaret ediyor ve bu Kürt meselesi yüzünden oluyor ve sonuçta devlet hala tank ile topla, tüfek ile bu Kürt meselesinde çözümü kendi kafasına göre bulacağını sanıyor. Bu çok yanlış, insanları cezaevlerine doldurarak kesinlikle bir çözüm, bulunmaz. Bunu hatırlatmış olalım. Bu kafanın nasıl çok üzücü bir şekilde büyük hatalar yaptığını vurgulamak için bu örneği vermiş oldum, Kürt meselesi de bir KHK meselesi gibi çok büyük mağduriyetler oluşturmuş ve yıllardır da oluşturmaya devam eden bir meseledir. KHK meselesi de Kürt meselesi gibi büyük mağduriyetler oluşturmuş ve bu gidişle de nesiller boyu oluşturacak bir mağduriyettir!

Cezaevlerindeki ihlaller ile ilgili olarak devam edelim. Tokat Cezaevi’nden bize gelen bir başvuru: Üniversite hazırlık kitabını cezaevine almamışlar. Mahpus yakını bize başvurdu; Cezaevini arıyoruz niye alınmamış diye? Yakınlarına soruyoruz niye alınmamış? Üniversiteye başvuru yapmamış, başvuru yapmayan insana da hazırlık kitabı verilmezmiş! Böyle bir gerekçe nerede var? Üniversiteye hazırlık kitabı ideolojik bir kitap değil ki cezaevine girişine engelleme yapasınız. İdeolojik kitap olsa da insanların düşünce özgürlüğünü kısıtlayamazsınız ama üniversite imtihanı için hazırlık kitabını niye cezaevine almazsınız? Maalesef bu uygulama için biz cezaevini aradığımızda itirazlar üzerine İnfaz Hakimliği’nin bu kararı onayladığını yapacak bir şey olmadığını söylediler. Biz de onlara diyoruz ki: “Kardeşim kendi kafanıza göre, kendi keyfinize göre, kendi zorbalığınıza göre yasaları kullanmayın. Ben yaptım oldu, yargıda bunu onaylar nasıl olsa, Ahbap, çavuş ilişkisindeyiz nasıl olsa.” Diye hareket ediyorlar. Birisi yanlış yapıyor, diğeri yanlışı onaylıyor vatandaş da umudunu kesiyor ama şunu çok iyi bilmek zorundayız ki zulme karşı kesinlikle boyun eğmemeli. Ben bu olayın da peşine gideceğim. Bir cezaevindeki mahpusun üniversite hazırlık kitabını vermemeyi başarmak kadar vicdansızca bir iş olamaz maalesef Tokat Cezaevi buna imza atıyor, biz bunun üstüne sonuna kadar gideceğiz.

Bir çok yerden işkence haberleri geliyor! Uşak’dan, Afyon’dan, Ankara’dan, Van’dan. Türkiye adeta bir işkence ülkesi oldu! İçişleri Bakanı’nın Anayasa Mahkemesi’ni takmıyorum demesinden, Anayasa Mahkemesi’ni hafife almasından ve hakaret yağdırmasından sonra bütün bunların olması normal çünkü bir polis devletindeyiz ve polis devleti anlayışı mağdurlara istediği gibi zulmediyor, kötü muamele yapıyor ve işkence yapıyor ve sorgulanmayacağını düşünüyor maalesef durum bu.

Gözaltındaki avukatlar yaklaşık 12 gündür gözaltındalar ve çoğu için tutuklanma istendi ve biz incelediğimiz zaman gözaltındaki avukatların suçlamalarını, tamamen avukatlık ile ilgili suçlamalar. Bunu kabul etmek mümkün değil! Bir insan avukatlık yaptığı için suçlanamaz, bunun arkasında müvekkili oldukları dosyaları boşa düşürmek, savunmaları zayıflatmak, bu tür cemaat dosyalarında savunacak avukatın kalmaması veyahut da savunabilecek avukatın çok yüksek ücret talep etmesi gibi hususlar arz ediliyor ve böyle bir maalesef yola konulmuş durumda. Biz savunmanın kutsal bir meslek olduğunu, savunmanın yargı ayağında son derece önemli bir sac ayağı olduğunu ve hepimizin savunanların yardımcısı olması gerektiğini söylüyoruz. Zorba ve zalim bir iktidar anlayışı yargıyı tamemen ele geçirmek için barolara saldırdıktan sonra şuanda da avukatlara saldırıyor ve şuanda maalesef avukatlar hakkında bir tutuklama kararı istendi, bugün bildiğimiz kadarıyla İzmir merkezli yeni bir gözaltı furyası yapıldı, bunlar kabul edilecek şeyler değil. Dosyasına göre avukata muamele yapmak olacak bir iş değil! Bundan sonra avukatlık ortada kalmaz, hiç kimse siyasi dosyaları almaz, kendisinin o siyasi dosya ile özleştirileceğini düşünür ve maalesef bu konuda geri adım atar.

Bu haftanın yine önemli bir olayı; uzun süredir gündeme getirdiğimiz hatta ilk olarak benim gündeme getirdiğim bir çok üzücü olaydı bu. KHK’lı bir öğretmen Rasim Çalışkan Manisa Cezaevi’nde eşi, 2 çocuğu olan bir hanımefendi ve 6 yaşındaki çocuğu bir müddet sonra beyin kanseri oluyor ve maalesef kurtuluşu mümkün olmayan bir hastalık. Babası defalarca tahliye dilekçesi veriyor, infaz erteleme dilekçesi veriyor, “Ne olur çocuğumun hastalığı müddetince bana infaz erteleme verin, sonrasında ben infaz erteleme sonrasında cezaevine girerim yeter ki çocuğumun takibini yapayım.” Diyor ama yetkililerin umrunda değil maalesef ve sonuçta ne oluyor? İşin doğrusu, son derece üzücü hadiseler oluyor, aile bize ulaştı, Rasim Çalışkan bana mektup yazarak bu durumu anlattı ve kamuoyuna ilk olarak ben duyurdum. Annesini aradım, Rasim Çalışkan’ın eşi Emine hanımı aradım durumunu sordum ve daha sonra kamuoyuna Rasim Çalışkan’ın durumunu anlattık. Son derece üzücü bir durumdu ve tedavi süreçleri sonrasında maalesef bir gelişme olmadı, Rasim Çalışkan’ın dilekçeleri kar etmedi ve Selman Çalışkan babasız çok zor koşullar altında annenin çırpanışları altında maalesef hayata veda etti. Selman Çalışkan’ın vefat fotoğraflarına baktığımız zaman içimiz sızladı çünkü boynu bükük bir çocuk. O boynu bükük çocuğu, hasta çocuğu kucağında tutan, kendisine izin verildiği günlerde onu ancak yapan bir çok üzgün baba ve ne yapacağını bilemez bir anne! Gerçekten çok üzücü bir görüntüydü bu. Eğer ki bu mahpus adli bir mahpus olsaydı son çıkan yasada bu mahpusa bir yıl infaz erteleme verilebilecekti ama siyasi bir mahpus olduğu için o hakkı alamadı ve çocuğunun başında olamadı, çocuğu vefat ederken. Bu ve benzeri olaylar, işte Ahmet Burhan Ataç’ın başına gelen, küçük Rasim’in başına gelen, Haluk Savaş hocanın başına gelenler, maalesef OHAL Döneminin çok acımasız, zalim ve çok vicdan sızlatan olaylarıdır. OHAL Döneminde insanların nasıl acımasızca bir eziyete, işkenceye dair örneklerdir. Biz Rasim Çalışkan’ı unutmayacağız çünkü o çok mahsun ve mazlum bir çocuktu ve gerçekten bu zalim kampanyanın küçük bir kurbanı oldu. Ne olduğunu anlayamadı, cezaevinde babası perişan oldu, bana yazdığı mektupları inanın ki okumaya dayanamazsınız, o denli insanı üzen mektuplardı onlar. Defalarca bana mektup yazarak, “Ömer bey bir şeyler varsa ne olur yapın.” Diyen bir baba vardı karşımda. Eşi Emine Çalışkan hanımefendi tedavi için, gayret için, eşinin tahliyesi için her bir tarafa koşturan bir kadındı ve sonuçta maalesef kar etmedi, hepimizin gayretleri kar etmedi ve maalesef küçük Selman hayatını kaybetti bu da OHAL’in son zulmü olarak kayıtlara geçti.

Az evvel Covid enfeksiyonu dolayısıyla gelinen noktayı anlattım. Devlet Bahçeli’nin biçimsiz açıklaması sonrasında maalesef doktor ölümleri devam ediyor. Şuandaki kayıtlara göre 32 hekim arkadaşımız ve toplamda 92 sağlık çalışanı arkadaşımız vefat etti. 800’e yakın arkadaşımız istifa etti. Binlerce kişi hastalığa yakalandı. Emekliliğini isteyen bir sürü insan oldu ve gerçekten tablo son derece ağır. Bütün bunların ortasında biz en başta KHK’lı sağlık çalışanları ki 15 bine yakındır, iade edilsin demiştik, bakın sağlık ordusu bu büyük salgının altından kalkamaz demiştik ama o da düşünülmemişti. Biz bunu söylediğimizde bizi düşmanlaştırmışlardı, şuan gelinen noktada ne yapılacağı bilinmiyor. Türk Tabipler Birliği kapatılsın gibi absürt bir açıklama yapması nedeniyle de geçtiğimiz gün biliyorsunuz Keçiören’de bir hastaneye magandalar saldırdı, sağlık görevlileri kendilerini korumak için kapıya yüklendiler ve saldırganların kapıdan girişini engellemeye çalıştılar. Durum bu maalesef! İşte böyle sorumsuz ve düşmanca açıklamalar sağlık çalışanlarını böylesine perişan edebiliyor değerli arkadaşlar.

Yine cezaevlerinden bu arada üzücü haberler alıyoruz. Diyarbakır D Cezaevi’ndeki mahpusları F Tipi’ne sürgün ettiler ve darp ederek, döverek bu sürgünler yapıldı. Aralarında hasta kişiler vardı, kemik kanseri kişiler vardı, maalesef bütün bunlar oldu.

Yine Antalya L Cezaevi. Antalya sıcak bir yer, Antalya L Cezaevi’nde mahpusların uyuz olduğuna, kaşındıklarına, verilen ilaçların kar etmediğine dair bize aktarımlar var.

Tüm bu şikayetleri anlatırken biz bir hususu söylemek isteriz; biz bu ihlalleri, ihmalleri, insan hakları ihlallerini anlatıyoruz ama en başta şunu söylüyoruz, hepimizin yapıcı olması lazım, hepimizin gayretli olması lazım, sadece eleştiri ile kalmıyoruz, bir şeyler inşa etmek durumundayız. Peygamber Efendimiz: “Ömrünüzün son dakikaları olsa bile elinizdeki bir fidanı dikin.” Demiş. Bizim de zamanımız kısıtlı da olsa, kötülükler çok da olsa, iyilik yapmak gibi bir görevimiz var. İnsana, hayvana, doğaya, canlılara faydalı olacak her şeyi yapmak gibi bir amacımız olmalı. Buna yoğunlaşmalıyız değerli arkadaşlar. Biz bu ihlalleri sayıyoruz ama sadece işimiz ihlalleri eleştirmek değil, ihlalsiz insan haklarına uygun bir hayatın nasıl inşa edileceği, işte bizim bütün meselemiz ve önerimiz bu!

Biz bunları söylüyoruz bakın; Türkiye’yi eleştiriyoruz, haklıyız çünkü hukuk devleti örnekleri var. Mesela bakın düğününde sosyal mesafe kuralına uymayan Hollanda Adalet Bakanı, kendisine bağlı savcılık tarafından 390 € yaklaşık 3500 TL para cezasına çarptırılmış. Düşünebiliyor musunuz? Savcı Adalet Bakanı’nı cezaya çarptırıyor. Türkiye’de böyle bir şey düşünebilir misiniz? Savcılar Adalet Bakanı’nın, siyasi erkin önünde, el pençe divan duruyorlar.

Yurtdışında böyle ama yurtiçinde çok farklı! Bakın bir başka örnek; ABD’den. ABD Anayasa Mahkemesi üyesi bir yargıç vefat ediyor ve tüm Amerika halkı Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelip saygı duruşunda bulunuyor. Çünkü devlete karşı kamunun halkın haklarını korumuş bir yargıçmış o. Adaleti ile nam salmış bir kişi ve halk bu kişinin vefatında görevini yerine getiriyor, vefasını yerine getiriyor gidip o insanın görev yaptığı yerde onun anısına saygı duruşunda bulunuyor. Bunlar son derece önemlidir değerli arkadaşlar. İşte adalet budur, olması gereken husus budur ama maalesef Türkiye’de gelinen nokta gerçekten çok üzücü. Biz de nedir? İnsanların mallarına, mülklerine el konulur. Malları, mülkleri gasp edilir. Geçtiğimiz günlerde Can Dündar’ın 40 yıllık birikimine el konuldu. Adil olmayan bir yargılamadan kaçarak yurtdışına giden Can Dündar’ın mallarına el kondu! Tek malına el konulan Can Dündar değil. OHAL Döneminde on binlerce kişinin malına, mülküne el konulmuştu ve maalesef bunlar çok fazla ses getirmemişti! Biz biliyoruz tam bir yağma düzeni vardı, insanların malına, mülküne el kondu, insanların ödeme yaptığı halde bile ödeme yapmadın denilerek onlardan para talep edildi, özel okullara ödedikleri paralar hiçe sayıldı, üstüne yatıldı devlet tarafından. Bank Asya’ya yatırılan paralar gasp edildi, üzerine yatıldı, mallara, mülklere el konuldu, böylesine bir yağma ve talan düzeni oluşturuldu ve maalesef bundan en son Can Dündar nasibini aldı!!!

Takiyeddin dede. Bakın yine size üzücü bir olay anlatacağım. 75 yaşındaki hasta tutsak Takiyeddin dede yaşamını kaybetti! Takiyeddin dede cezaevindeydi ve yakınları defalarca onun çok hasta olduğunu söylediler, bir sürü sağlık ihmalinden sonra Takiyeddin dede maalesef hayatını kaybetti, cezaevlerinde onlarca kişi hayatını kaybediyor ama Adalet Bakanlığı, Cezaevi savcılıkları tek bir açıklama bile yapmıyorlar. Bunun gibi bir çok vaka var. Biz bunları hep takip ettik. Çok büyük ihmaller ile insanlar cezaevlerinde ölüyor. Cezaevinde ise bir insan hayatı değersiz değildir, devlet onu cezalandırmıştır ama hayatı kefaleti altındadır, ona kötü bir sağlık hizmeti sunamaz ama bunlar maalesef yapılıyor.

Kaçırma olayları da devam ediyor değerli arkadaşlar! MYK üyemiz, partimizin MYK Üyesi Serhat Aktemur, Diyarbakır’da kendisini Mit mensubu olarak tanıtılan kişilerce kaçırılıyor, işkenceye uğruyor ve daha sonra bir yerde bırakılıyor. Bundan öncesinde Van’da bu tür olaylar olmuştu, daha öncesinde biliyorsunuz OHAL Döneminde KHK’lı kişileri bu tür kaçırılma olayları olmuştu, inanılmaz bir şekilde böyle kaçırma olaylarının olduğu, hukuk dışı bir devletteyiz. Burası Haydutistan değil arkadaşlar, istediği gibi insanlar birilerini dağa kaldırsınlar, istediklerini yapsınlar daha sonrada Bakanlık bu konuyu hiç araştırmasın. Biz böyle onlarca kişi hakkında sorular soruyoruz, Bakanlığın umrunda değil. Nasıl bir ülke burası anlamak mümkün değil ama maalesef olanlar bu. En son da HDP MYK Üyemiz Serhat Aktemur maalesef bu kaçırılma olayının mağduru oldu.

Yine bir başka kötü ve adil olmayan yargılanma izledik bu hafta. Ebu Hanzala isimli kişi, İŞİD ve El Kaide’ye birlikte üye olmak suçlamasıyla hatta kararda örgütün adı bile yazılmadan bir örgüt yöneticiliği suçlamasıyla 12.5 yıl cezalandırıldı. Aslında o hani mahkemede de söyledi “Ben bu 2 örgüte üye isem Allah belamı versin.” Dedi. Kendisine eğer ki bu örgüt üyesi isem kendisine lanet etti ve olmadığını söyledi. Tüm delillerde böyle gösteriyordu, somut bir delil de yoktu ama maalesef bitmeyen OHAL döneminde, savcılar, hakimler bir delil aramıyor. Acımasızca insanlara cezalar yağdırıyorlar, işte en son ceza da Ebu Hanzala’ya yağdırıldı. Ne İŞİD’ci idi, ne El Kaide’ci idi. Basına öyle lanse edilmişti ama şunu da eleştirmek lazım, muhalif olarak mağdur olan çok kişi de muktedir medyanın bu yalanlarına hemen kulak kabarttı ve kabul etti. Kendilerinden değildi  ya! Çok kolay bir şekilde birisini yargısız infaz edebildiler ve ötekileştirebildir. Bu üzücü bir olaydı. Maalesef bu da yaşandı, şunu hep söylüyoruz: “Ötekileştirilenler, dışlananlar, ayrımcılığa uğrayanlar, bir de kendi aralarında bu ötekileştirmeyi, ayrımcılığı yaparsa, yargısız infazlara onay verirse bizim varabileceğimiz hiçbir nokta yok.” Değerli arkadaşlar. Öz eleştiri yapmak lazım, bir görüşten muhalif bir görüşe sahip olmayabilirsiniz bir muhalif olarak ama o farklı muhalife yapılan hasmane tavırlar, hukuksuz devlet tavırlarına size yapılmış gibi karşı çıkmalısınız.

Cezaevi örneklerini de işlemişiz bu hafta. Mesela bakın Muğla Cezaevi’nde ne olmuş? Bir mahpusun eşi bize diyor ki: “Eşim bilim insanı, eşime dergi, bilimsel makale, deneme gibi yazılar hazırlayıp gönderiyorduk, ayrınca üniversitede öğrenci olduğu için ders notları da gönderiyorduk ama cezaevi yasaklamış, sadece el yazısı mektuba izin veriliyor. Bu nasıl zulümdür?” diyor. Düşünün bilimsel yazılar, makalaler gönderiyorsunuz bir mahpusa; “Hayır kareşim göndereceksen sadece mektup gönder, bilimsel yazı da neymiş?” düşünebiliyor musunuz? Güya insanlar cezaevlerine konulur derler ki: “Bu insanı ıslah edelim, terbiye olsun, içerde ilim, irfan görsün, bilim tahsil etsin, topluma faydalı birisi olsun denir.” Güya. Mahpus olarak içeri girmiş, bu insan biraz evvel bir örnekte söyledik, üniversiteye hazırlanıyor diyorsun; “ Üniversite kitabını içeri almam.” Bir bilim insanı diyor ki: “Bilimsel makale, dergi gelsin buraya.” “Hayır bilimsel dergi makaleye izin vermiyorum.” Siz burayı güya, hani ıslah etmeye insanların kendisine geliştirmeye tahsis etmiştiniz, bu nasıl haldir anlamak mümkün mü? Maalesef yapılan bu! Bunlar hasmane ve zalimane uygulamalardır ve biz bunlara karşı tüm gücümüzle mücadele edeceğiz.

Biz toplumun her kesimi ile gayret ediyoruz. Her kesiminin şikayetlerine kulak kabartıyoruz. En son TEMPO Batman işçileri bize başvurmuştu ve gündeme getirmemizi istemişti, TEMPO Batman işçilerini mağdur etmişti! Biz de bu durumu gündem etmiştik sonunda TEMPO Batman işçileri için geri adım attım ve işçileri ile uzlaşmaya gitti, tebrik ediyoruz bu durumu da.

Yine Dilovası Kocaeli’nde bulunan YILPORT Liman A.Ş.’de çalışan bir kişi başvurdu. Korona vakaları çok yoğun bir şekilde var dedi, tedbirler sadece maske vererek ve ateş ölçümü ile sınırlıdır. Tüm çalışanlar aynı servisi, aynı yemekhaneyi ve giyinme odalarını paylaşıyor, temasta olan hiç kimseye test yapılmıyor, Kocaeli Dilovası’nda büyük bir hava kirliliği felaketi yaşanıyor. Ben Kocaeli vekiliyim, Dilovası hakkında çok şey gündem ettim. Maalesef Dilovası’nda hava kirliliğinden dolayı çok zor durumdalar. Kömürcüler OSB mahvediyor, Dilovası’nı. Fabrikaların dumanları bölgede yaşayan insanları perişan ediyor. O fabrika patronları, insanların o bölgeden gitmesini istiyor. Son derece kirli, sağlığa aykırı bir hal var ve düzeltilmiyor. Biz bu sorunları duyurmak için sonuna kadar gayret sarfedeceğiz.

Bakın biz geçen hafta işkenceden bahsettik. Önceki hafta da işkenceden bahsettik. Bu hafta da işkenceden bahsediyoruz. Uşak Emniyet Müdürlüğü’nde ki çıplak arama! Genç hanımlara çıplak arama işkencesini anlatmıştık. Üstüne üstüne gitmiştik ve Uşak Valiliği sonunda bir açıklama yayınlamıştı ki doğru olmayan bir açıklamaydı bu! Bundan sonrasında peşpeşe açıklamalar geldi. Müberra Boşçu, Murat Boşçu’nun eşi. Murat Boşçu cezaevinde, Müberra Boşçu eşi ile beraber evlerine yapılan baskında kendilerine yapılan işkenceleri anlattı. Öncesinde biz Murat Boşçu’nun şikayetlerini gündem etmiştik ve bu gündem sonrasında Murat Boşçu’nun uğradığı işkenceler ile ilgili verdiğimiz araştırma önergesine TBMM Başkanlığı içinde kaba ve yaralayıcı ifade bulunan bu önergeyi kabul edemeyeceğiz diyerek cevap vermişti. Biz tek bir kelime dışardan katmamıştık, şahıs kendi gördüğü işkenceyi anlatmıştı. Hani işkence nasıl kibarca anlatılır onu bilemiyoruz ama kaba ve yaralayıcı, incitici bir tarz anlatım olduğunu söyledi meclis başkanlığı. Bu meclisin adına da Türkiye Büyük Millet Meclisi deniliyor evet yanlış duymuyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi deniliyor, milletin ferdi en ağır bir iddia ile millet meclisine başvuruyor ve bunun araştırılmasını istiyorsunuz ve inanılmaz traji komik cevaplarla araştırma isteğini reddediliyor. Türkiye’ de durum bu. Uşak Emniyeti’nde ki çıplak arama, otur kalk işkencelerinden sonra Murat Boşçu’nun eşi Müberra Boşçu’da konuştu ve kendisine yapılan işkenceleri de anlattı, bu da son derece önemliydi değerli arkadaşlar.

Bakın bize gelen bir çok talep oluyor, onlardan birisi ne demiş? “Çok kıymetli vekilim 672 KHK ile öğretmenlikten ihraç edildim.” demiş. “45 yaşındayım, dünyanın bütün hazinelerini verseler hiçbir kıymeti yok benim için artık ve ben ahirette bunları yapanlardan alacaklı olarak gitmek istiyorum çünkü Rabbimin adaletine inanıyorum.” demiş. Bakın çok ağır cümleler bunlar. Bir insan “Tamam.” diyor, “Bana bu dünyada adalet getirmeyin, zaten.” Diyor. “Ağır bir cezanın olacağı yeri belli.” diyor. “Öte dünyayı bekliyorum, bu dünyadaki  ceza ile öte dünyadaki alacağım hafiflemesin ve öte dünyadaki ağır hakkımı talep edeceğim.” diyor. Bunlar son derece ağır ifadelerdir.

Ali Kıranbaşkesen hadiseler de oluyor mesela Sincan Cezaevi’ne bir mahpus yakını diyor ki: “Sincan Cezaevi’ne verdiğimiz kıyafetlerin, iç çamaşırı olması sebebiyle görevli memurdan içerisine iç çamaşırı olduğunu söyleyerek açmamasını rica ettik, açınca tartışma çıktı ve 6 ay görüş yasağı getirildi bana ve enişteme, bu aleni bir zulüm.” Düşünün yakınınızı ziyarete gidiyorsunuz, hani diyorsunuz ki: “İçinde iç çamaşırı var, mahremiyeti var, bunları kontrol etmeyin. Belli iç çamaşırı.” “ Hayır.” Diyor, karşılıklı tartışma 6 ay görüş cezası. Tartışma yaşandı anladık da 6 ay görüş cezası nedir arkadaşlar? Bu kadar rahat bir şekilde insanlara 6 ay boyunca yakınlarını görememe cezası verilir mi?

KHK’lı vakaları çok oluyor. İntiharlar çok oluyor. Geçtiğimiz günlerde Ankara Polatlı’da bir KHK’lı yarbay eşi Setenat Erol, müzik öğretmeniydi maalesef hayatını kaybetti, maalesef büyük acılar, sıkıntılar, dramlar sonrasında girdiği depresyon sonucunda intihar etti, Setenay Erol. Allah ona rahmet eylesin, Allah onu affetsin, Allah yakınlarına sabırlar versin ve Setenay Erol’un mekanı cennet olsun diyoruz.

Geçtiğimiz hafta ne oldu? Bize Urfa’dan Şenyaşar ailesi geldi. Şenyaşar ailesi olayını biliyorsunuz 2 yılı aşkındır bir cinayet yaşandı. Bir ailenin 3 ferdi öldürüldü, bir annenin 2 oğlu ve 1 eşi öldürüldü. Korkunç bir cinayet yaşandı, karşı aileden de bir kişi öldürüldü. Karşılıklı 4 ölü var. Bir aileden 3 ölü, bir aileden 1 ölü, toplam 4 ölü var ve adalet çalışmıyor. 1.5 yıl sonra katil zanlısı sonunda gidip teslim oldu ve maalesef şuanda gelinen noktada adaletin tecelli etmeyeceği inancıyla anne Emine Şenyaşar, Fadıl Şenyaşar, Mehmet Şenyaşar bizi mecliste ziyaret ettiler, durumlarını anlattılar. Biz bir canlı yayında sorunlarını tüm kamuoyuna yansıttık. Avukatları Bülent Duran yanlarındaydı ve tüm kamuoyuna bu yaşadıklarını anlatmış olduk, biz Şenyaşar ailesinin sorunlarını takip edeceğiz ve onların sesi olmaya devam edeceğiz. Bu davada adaletin tesis edilmesi, zorbaların dayatmalarının bitmesi için önemli bir gayret sarfedeceğiz değerli arkadaşlar.

Bu akşam programımız burada bitiyor, haftaya Salı günü saat 21.00’de buluşana kadar hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Hoşçakalın.

Yorumlar