2010-12-22 00:00:00

Anadil  tartışmaları  sürüyor. İnsanın,  toplulukların  birbirleriyle  anlaşabilecekleri  ailelerinden  öğrendikleri  bir  dili  konuşmalarının  adı anadilde  konuşma  olarak adlandırılıyor. Bu  adlandırma  şekli  aslında  sorunu  çözmedeki  anahtar  rolü  göstermektedir.

 

Türkiye'de  ek  bir  dil  olarak  İngilizce  konuşulur,  Fransızca,  Almanca  konuşulur  ama      kürtçe  konuşmaya  gelince tehlike  belirir(!). Kürtçe  bir  kelime  TBMM’de    konuşulursa  ülke  bölünme  tehlikesi  ile karşı karşıya  demektir(!). Etnik  kimliği  Kürt  olan  vatandaşların  zaten  kendi  aralarında  konuştuğu  bir  dil  olsa da  Kürtçe  bir  kelime  devlet  dairesi veya sivil  bir alanda   yazılırsa  ülke  neredeyse  artık  geriye  dönülemeyecek  bir  bölünme  tehlikesine  düşer(!). Devletin  yıllardır  uyguladığı  politikalar sonucu  toplu  olarak  bulunulan  yerlerde  kürtçe  konuşanlar potansiyel  olarak  terörist  olarak  algılanabilirler. Başka  dilde    alerji  göstermezler de herhangi  bir  toplulukta  kürtçe  konuşulursa  “acaba  hakkımda  gizli  ve  kötü  bir  şey  mi  konuşuluyor” diyenler   hemen  suratını  asar. Aslında  30  yıldır  süren  savaş  vücut  kimyamızı  bozmuş. Sakin  ve  makul  bir  şekilde  anadil  konusunu  değerlendirmeyi  beceremiyoruz.

 

Anadil  adı  üstünde  bir  sıcaklığı  içerir. En kıymetli  varlıklarımız  olan  samimi  sevgi  ve şefkati  ile  bizleri  kucaklayan  analarımızın adı  konmuştur   ilk  öğrendiğimiz   dille   konuşmaya. Tamlamanın  büyük  bir  sıcaklığı  vardır  ve  sorunu  çözmede  göz ardı  edilemeyecek  bir  faktördür  bu  tanımlama. Varlıklar  alemindeki  renklerin  ve  çiçeklerin  çeşitliliği  ve  çokluğu  gibi  bir başka  güzelliktir dillerin  farklılığı ve  çokluğu. Bu,  aynı  zamanda yaratan tarafından   tüm  insanlığa  sunulmuş  büyük  bir  lütufdur. Bir dilde  çok  güzel anlatılan  bir kelime  veya  kavramın  başka  bir  dile  çevrimini  bazen nerdeyse  sağlayamayabilirsiniz. Bir  dildeki  kültürü  yansıtan   bir  şiiri  başka  bir  dile  çevirmek  adeta  bir  balta  vurmaktır  o  şiire. Zira  insan  yaratılışı ve  tabiatı  itibarıyla  tekdüzelikten  uzaktır,  yeniliklere  meraklı  ve  ilgilidir. İnsan  beyni  ne  kadar  tekrar  ve  monotonluktan  kurtulursa  o  kadar  varolan  potansiyel  zekasını  geliştirir. Bu  yüzden  konunun  uzmanları  günlük  olarak   bile  yürüyeceğiniz  yolun  değiştirilmesinin,  kullanacağınız  kelimelerdeki    farklı   ifadelerin  faydasını  vurgular.

 

Anadili  Türkçe  olanlar  “isteyen  istediği dili konuşuyor,  karışan mı  var  derler” ama  farklı  dilde  konuşanlara  sorarsanız    durumun  pek  öyle  olmadığını  görürsünüz. “Vatandaş  Türkçe  konuş”  kampanyaları  ile  türkçe  dışında  dil  kullananlar  devlet  dairelerinde  zaten  cumhuriyet  tarihi  boyunca   mağdur  edilmiştir. 12 Eylül  sonrası  ise  birçok  ilde  vatandaşlar kürtçe  konuştuğu için  jandarmalar  tarafından  karakola  götürülüp  sorguya tabi  tutulmuştur. Bu  ve  benzeri  başına  gelmeyenin,  empati  yapmayanın  duymadığı  ve   hissetmediği  bir  çok  olay yaşanmıştır.

Bazen  bazı  konuları  çevresel  şartlardan  sıyrılmadan  tam  anlayamazsınız. Şöyle  çevresel  şartlar,  ırki  gerginlikler,  “vatan sınırlarında  Türkçeden  başka  dilde  konuşulmaz”  gibi  tabulardan  sıyrılırsanız  anadilde  konuşmanın  engellenmesinin  ne  büyük  bir zulüm olduğunu  anlarsınız. Bunu  aslında  birçok konuda  yaşarsınız. Ön yargılarınız,   ön kabulleriniz size  at  gözlüğü  takar da  farklı  bir  dünyanın  farkına  varamazsınız. Gözünüzün  önüne  takılan bir  çöp  sizin  karşıdaki ormanı  görmenizi engelleyebilir.

 

Anadil  ile  konuşmanın  engellenmesinin  doğru  bir  şey  olmadığını  söylediğinizde  size  hemen  “ama Türkiye'nin  özel  şartları  var”  denir. “Türkiye'nin  özel  şartları  nedir?”  diye sorduğunuzda  dört  bir  taraftan bizi  saran  düşman  gözlerden  bahsederler. Tüm  komşularımız  ve diğer  ülkeler  bizi  bölmek  parçalamak  için planlar  yapmakta  imiş. Bu  büyük  tehlikelere karşı  insan  hakları,  özgürlük,  demokrasi  gibi  dış  güçlerin  içimize soktuğu  hain(!)  kelime  ve  kavramlara  karşı  uyanık  olmalıymışız. Belli  bir  müddete  kadar  dişimizi sıkmalı,  hakkaniyetin  perdelenmesine  vatan  menfaati  için  göz  yummalıymışız. Türk'ün elde  kalan  son  toprak  parçasını  korumak  için başka  çaremiz  yokmuş. Bu  ve  benzeri  masallarla  yıllarca  bu  toplumu  cendereye  sokanlar  aslında  dökülen  binlerce  kişinin  kanının  sorumlusudur. Halen  çözümsüzlüğe  oynayanlar  bu  topraklara  bu yüzlerce  yıldır  beraber  yaşayan ırklara  ne  büyük  bir  kötülük  yaptıklarının  farkında mı  acaba?

 

Aslında  bu  ülkemize özgü  özel  şartlar  sözünü  bir başka  konuda  daha  sık sık  duyarız. Din  özgürlüğü  konusunda  artık  dini emirlerin  engellenmesinin  normalliği  hakkında  savunacak tek  bir  kelimeleri  kalmayanlar da bu  cümleyi  söyler. “Ülkemizde   biliyorsunuz dini  bir  hassasiyet  vardır,  bu  yüzden yaptığımız  her  türlü zorbalık  hoş  görülmelidir”  şeklinde  beyanlar yapanlar konuya  dışardan  bakan  yabancılara. Zira  dil  meselesinde  olduğu  gibi  konuya dışardan  bakanlar   bu yasakçı  garip  uygulamaları  anlayamazlar. Baş  örtmenin  okulda  okumaya  nasıl  bir engel  çıkaracağını, böşörtülü  memure olmanın  devlet  işlerini  nasıl  aksatacağını (!) anlayamazlar. Bunu  anlatmanın  en  güzel  yolu  “ülkemize özgü  özel şartlardır”. Yani  “anlarsınız  ya,  ülke  ya dini  bir  otoritenin  eline  geçerse” umacısı  sunulur insanlara.

 

Velhasılı  her  konuda  olduğu  gibi  anadil  konusunda da  normal  bir  zihinle  arı, saf  bir  düşünme  şekli ile  düşününce  sorunlar  çözülür. Anadilde  konuşma  tartışması  tekrar  çıkınca  askerin  alelacele  çıkıp  bildiri  yayınladığı  bir  ülkede  yaşıyoruz. Korkular,  vehimler  sorunlarımızı  çözmenin önündeki  en büyük  engel  olmuş. Anadili  ile  konuşan  milletvekileri gerçek  anlamda  milletin  vekilliğini  yaparlar. Meclis  tüm  farklılıkları  kabul  edip  kuşatınca  gerçek anlamda  büyük  millet  meclisi  olur. Öbür türlü bu  basit  tartışmalarla  oyalanıp  dururuz. Avrupa  AB  olarak  birleşir,  biz  “nasıl  olur da  bütünleşmiş  halimizi  dağıtabiliriz” hesapları  yapar  ve  mazeretler  üretiriz .

Yorumlar