2009-03-03 00:00:00

İsmail Hakkı  Karadayı  susuyor. Diğer  28  Şubat  paşaları  susuyor. Ergenekon  davasında  adı  geçenler  susuyor. Hepsi  susarak  bir  şeyleri geçiştireceklerini  düşünüyorlar  herhalde. Türkiye'de  savcılar  sindirilmişse    telefon  konuşmalarında darbe  ifşaatleri  yapan  kişilerin  susması  doğal. Van  savcısı  Ferhat  Sarıkaya'nın  şimdilerde   nerede  olduğu  ve  nasıl  geçimini  sağladığı  bile  bilinmiyor. Medyaya  görünmemek  için  özel  bir  çaba  sarfediyor. Demek ki  başına gelen  bunca  felaketten  sonra  bile  hala    birşeylerden  korkmaya  devam  ediyor. Kenan  Evren  hakkında  darbe  suçundan    iddianame    hazırlayan  eski  savcı  Sacit  Kayasu  anında  savcılıktan  atılmışdı.Uzun  yıllar  süren  bir  hukuk mücadelesinden  sonra  AİHM  onu  haklı  buldu.Şimdi   tekrar  savcılık  için  müracaat  etti. AİHM'de  kazandı  ama,    ne  kadar  sıkıntılı  yıllar yaşadığını  “Günaydın Savcı  bey”  isimli  kitabında  uzun  uzun  anlattı.

 

Suçluların veya  hakkında  suç  işlediğine  dair  açık  delillerin  bulunduğu  kişilerin  gayet  rahat  olduğu  başka  bir  ülke  var mı  acaba? Gerçekleri  araştırmak  üzere  uzun  uğraşlarla  iddianameler  hazırlayan  savcıların  bu  kadar  mağdur  olduğu  bir  başka  ülke  var mı  acaba? Türkiye'de  çift  başlı  bir  yargı  sistemi  var. Askeri  ve  adli  yargı. Adalet  aramak  için yola  çıktığınızda   ilkönce  yargıdaki  ideolojik  önyargıları  aşmanız  gerekiyor adalet  temin edebilmeniz  için. Ardından  uzun  bir  süre de  beklemeyi  göze  almanız  gerekiyor. Ama en  dayanılmaz  olanı    çok  önemli  insan  hakları  ihlalleri  ile  ilgili  yanlış  kararlar  verdiğini  düşündüğünüz  üst  düzey  yargı  mensupları  için suç  duyurusunda  bulunduğunuz  zaman  kağıt  üstünde  yargılanabilir  sandığınız  kişilerin  yargılanamaz  olduğunu  görmenizdir. Eğer  konu  askerlerle  ilgili  ise  o  zaman  işiniz  hepten    zordur. Genelkurmay  adli  müşavirliğinden  öteye  geçme  şansınız  bulunmamaktadır. Ama  bir  adalet  mücadelesi  yapmayı  her şeyin  üstünde gören bir  anlayışınız  varsa  o  zaman  umutsuzluğa  saplanma  gibi  bir  ihtimali  bertaraf  etmek  zorundasınız. Sonuna  kadar  hukuki  mücadeleyi  devam  ettirmekten  başka  bir  şansınızın  olmadığını  düşünürsünüz.

 

İtalya da  böyle  bir  ülke  idi. Adalet adına  umutların tükendiği  bir  ülke idi.  Ne  zamanki  savcı  Di  Pietro'ya  geniş  yetkiler  tanıdılar,  işte  o  zaman  çorap  söküğünün  sonuna  ulaşıldı. İtalya  belki  hukukun  gerçekleşmesi  açısından en  zor ülkelerden  biri  idi.  Mafya denince  adeta  ilk  akla  gelen  ülke  idi. Ama  bir  mucize  gerçekleşti  ve  üst  düzey  bir  çok  bürokrat,  siyasetçi   sonunda   mahkum  edildi. Sonunda  olamaz  denen  oldu  ve  suç  örgütleri  çökertildi. Hissedilen  ama  ispat  edilemeyen  olaylar  aydınlandı  ve  dokunulamaz  denen  kişiler  kodesi  boyladı. Türkiye  İtalya  olamaz mı?

 

Bu sorunun  doğru  cevabını    bulmak   için  savcıların yetki  durumuna  bakmak  lazım. Savcı  Di  Pietro'nun  yetkileri  sonuna kadar  arttırılırken  Ergenekon  davasında    adeta   savcı  Zekeriya  Öz'ün   yetkilerinin  kısıtlanması  gibi  bir  durum  ile  karşı  karşıyayız. Ana  muhalefet  partisi  lideri  hiç  çekinmeden  davanın  avukatı  olduğunu  ilan  ediyor.Tutuklu  orgeneraller    tartışmalı  tahliye  kararları  ile  cezaevinden çıkıyor. Savcı  buna  itiraz edecek  oluyor  bu  safer  gerekçe  değiştiriliyor. Sanıklar  sağlık  kontrollerinde  mutlaka  askeri  bir  hastaneye  gitmek  için  akıl  almaz  yollara  başvuruyorlar. Askeri  hastane  doktorları  ve  sanık  yakınları  arasındaki  telefon görüşmeleri sanıklar  hakkında  verilen   raporlara  güveni  sarsıyor. Hipokrat  yemini  etmiş  doktarların    verdiği  raporlara  inanmanız gerekirken  büyük  bir  güvensizlik   ortamı  oluşuyor. Tuzun koktuğu  anda  artık  halkın  vicdanına  güvenerek  onun  baskısının     adil bir  sonucu  çıkaracağını  düşünerek  umudunuzu  korumaya  çalışıyorsunuz.

 

 İtalya'da  daha  büyük  zorluklarla  mücadele  verdiğini  ama  yılmadığı  için  kazandığını  söyleyen  İtalyan  savcı  Dipetro'nun  sözlerine  kulak  vermek  belki  bu  karamsar  havayı dağıtacak. Nitekim, İtalyan savcı Di Pietro `Biz, milletvekillerinin dokunulmazlık zırhını kaldırabildiğimiz için Temiz Eller`i yapabildik` diyor… O zaman böyle bir zırhla, adalet mekanizmasını da açmazlara sokmadan bu yolda kararlılıkla yürümelidir. `Ben sadece yasallığı restore etmek istedim. Beni bir Torquemada ya da bir Robin Hood gibi betimleyenler yanılıyorlar. Ben sadece, duvarcı ustalığı yaptığımda düzgün duvarlar örmeye, polis olduğumda hırsız ve katilleri tutuklamaya çabaladım ve yargıç olduğumda da ne yoksul kişileri ne de güçlüleri kayırmaya kalkıştım. Ben, günün birinde, bir soruşturma yapmakla görevlendirilmiş sıradan bir kişiyim. Ne var ki, bu soruşturma İtalyan siyasetinin suça batmış halini gün ışığına çıkardı ve bunun bütün mekanizmasını bozdu. Ben görevimi yapmaya karar vermiştim.` diyor savcı  Di  Pietro. Sizce  bu  sözler  Türkiye'de  söylense  bir  farklılık  var mı? Aynı olaylar  ve  kişiler  isim değiştirerek  ülkemizde de  var.

 

İşimiz  kolay  değil.Adaleti  görmek  kolay  değil.Ama  imkansız da  değil. Bu  uğurda  bedel  ödemeyi  göze  almak  gerekiyor. Türkiye  en  azından  12 yıl  önceki  Türkiye  değil. Susurlukların  alenen  çözümsüz  bırakıldığı  bir  ülke  değiliz  en  azından. Dokunulamaz  denen  kişilere  geçici  olarak   dokunulması  da   bir  ilerlemedir. Ergenekoncuların  çarşafa  dolanması  önemli  bir  gelişmedir. Üstü  örtülemeyecek  gerçeklerin   en  azından  halkın  vicdanında  sümenaltı edilemeyişi   ortaya  çıkmıştır. Artık  yapılması  gereken  büyük  bir  istek  ve  azimle  hukuksuzluğun  üzerine  gitmektir. Başaramazsak  da  en  azından   suçlular  ile  aynı  safda  olmadığımızı  ve  onlara karşı  mücadele  verdiğimizi    göstermiş  oluruz.

Yorumlar