2018-02-12 00:00:00

.

Her gün tartışıyoruz, her gün yeni yollar arıyoruz, her gün “nerede yanlış yapıldı” diye soruyoruz? Son yılların demokrasi macerasını yeni baştan tahlil etmekte fayda var. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler adına kötü bir sabıkası olan ülkemizde son yıllarda ne yaşandı da nerede hata yapıldı da iyi gelişmeler sonrası şu an yaşadığımız cehennemi ortam oluştu? Bu tahlilleri iyi bir şekilde yapmak ve daha sonrasının kalıcı iyiliği için yüzleşmeler yapmamız gerekiyor. Bunun için de sadece bir yazıyla bitmeyecek bir süreç analizi, kritiği yapmamız gerekiyor.
Tek parti ve darbeler geleneğiyle geçmiş siyasi hayatımız, gelişen dünyaya paralel olarak iddialarını sürdürebilmek için değişim sancıları çekiyordu. 12 eylül  darbe sonrası yeniden siyasetin devreye girmesiyle, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi kavramlar daha yoğun tartışılıyordu. Türkiye toplumu için çok eski olmayan bu kavramların koalisyonlar, çelişkiler, çatışmalarla dolu cumhuriyet tarihinin son yıllarında tartışılması, idealize edilmesi, herkesin yüreğine su serpiyordu. Artık darbelerin yapılmasının zor olduğu konuşuluyor, sabaha kadar süren siyaset programlarında farklı kesimlerden insanlar bazen özeleştirilerini, bazen samimi umutlarını hep birlikte söylüyorlardı.  
1960'lı yılların sonlarında MNP ile siyasete adımını atan Necmettin Erbakan farklı islami cemaatların uzun yıllardır sürdüğü faaliyetlerinden ayrı olarak siyasal islam'ın parti çalışmasını başlatmıştı. O güne kadar ana akım sağ ve sol seçeneğinden farklı olarak dini renkleriyle siyasete dahil olan Erbakan'a diğer dini cemaatların yaklaşımı ihtiyatlıydı. Dini bir perspektif sunan bu partiyi desteklemenin  egemen baskıcı güçlerin gazabını üzerine çekmek demek olduğunu düşünüyorlardı. Daha ilk seçimde anahtar parti olan bu İslamcı partinin toplumsal bir karşılığının olduğu görünüyordu. Üstü nispeten örtük söylemleriyle bu ürkek İslamcı partinin dini camialarda karşılığı vardı ama bu söylem diğer taraftan da yeni , modern bir dünya isteyenleri pek cezbetmiyordu. Dini bir anlayışın temsilcisi olan Erbakan'ın ve diğer cemaatların çağdaş kavramlar hakkında çok fazla bilgisi, muhasebesi ve içtenliği yoktu. Batıdan alınmış demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi kavramları yabancılayarak, fazla benimsemeden kullanıyorlardı. Ama bir de dindarların tüm hak taleplerini acımasızca bastıran Kemalist anlayış vardı. Bu çelişki dini camiada  hem bu kavramları öğrenme konusunda heves kaybına hem de eski acı anıları hatırlatan ön yargılara neden oluyordu.  Bu nedenlerle Cumhuriyetin başından itibaren başlamış çatışmayı demokrasi zemininde buluşturacak bir konsensusu yakalamak mümkün görünmüyordu. Kemalistler de kendilerine hep bir öcü gibi sunulmuş dindarların, İslamcıların ancak onlara uygun uzlaşmacı frekanslarıyla uyum sağlayabiliyorlardı. Her iki tarafta da tanımama, ön yargı ve ama diğerine adım atma arzusu da vardı.
Sol hareketin dünya çapında gerilemesi ve 12 Eylül darbesi İslamcılar için çok önemli bir boş alan oluşturmuştu. Dünyada yükselen İslamcı akımlar, Türkiye'de de etkisini gösteriyor, gençlik artık dini cemaatlara yöneliyordu. Cemaatlar ve İslamcı parti güçleniyor, gücün elinden kayabileceği korkusuyla dolu  sivil ve askeri bürokrasi, korktuğu ama her geçen gün de popülerleşen dini yönelişe nasıl baskı yapacağını bilemiyordu. Darbe geleneği, Kürt sorunu, bastırılmış olan ve şimdi popüler olan dini yükseliş, toplumun her kesiminde demokratik çözümlerin tartışılmasına yol açıyor, gündem hep bu gerilimlerle doluyordu. Yükselişi önlenemeyen Milli görüş, 28 Şubat darbesiyle çelmelenmeye çalışılıyor ve teorideki demokrasi tartışmalarının pratikte kolay olmayacağı ortaya çıkıyordu. 
İşte bu ortamda hem partisel olarak hem de cemaat çalışmalarıyla yükselen İslami cemaatlar arasında biri dikkat çekmeye başladı. Diğer cemaatlardan daha farklı olarak siyasette söz sahibi olmak isteyen Fethullah Gülen grubu, yani  o zamanlar bilinen adıyla “Cemaat” gözleri üzerinde toplamaya başlamıştı. Yükselen İslamcı partiye paralel gelişen ve  toplumun her yerinde, illerde, ilçelerde bile benimsenen hareket stratejisiyletabanda büyüyen ve kadrolaşmaya başlayan Gülen grubu, gittikçe artan bir etki göstermeye başlamıştı. Fethullah Gülen, İzmir'de bir camide  yoğun ilgi çeken vaazlarıyla bir hareket oluşturmuş, başlarda eleştirileriyle takibata uğrayınca söylemini yumuşatmış bir din adamıydı. Bu değişen hareket planı nedeniyle bürokrasiyle iyi ilişkiler kuruyor, eğitime özel önem veriyor, dini camialara yakın olmayan kişiler için bile cazibe merkezi oluyordu. Din ve laiklik çatışmasının gelip tosladığı duvardan sonra hem siyasette hem de cemaatsal çatışmalarda bir çıkış yolu bulmak gerekiyordu. Çatışmadan uzlaşmaya gitme artık vazgeçilmez bir durumdu. İslamcı partinin önde gelenleri iktidarını kucaklamaya hazır bir toplumu hissediyor ve görüyordu. Gülen grubuysa yeni bir vizyonla toplumun çatışmadan yorgun her kesiminde dikkat çekmeye başlamıştı. Gülen grubu ve Erbakan'ın klasik dini argümanlarıyla başarılı olabilecekleri kulvarlara açılamayacağını düşünen Milli görüşçüler,  yenilikçi bir isim ve muhalefetle farklı bir siyasi anlayışın sinyallerini veriyordu. Her iki grubun uzun soğuk ilişkiler dönemi sonrası amaçları, metodları, hedefleri kesişmişti. Çoğunlukla cemaatsal çalışma çıkarları kriteriyle hareket eden dini yapılardan farklı olarak Gülen grubu, yenilikçi milli görüşçülerle'yle beraber hareket edebileceğini düşünmeye başlamıştı. 
Bülent Ecevit ve Ahmet Necdet Sezer'in tartıştığı anayasa kitapçıklarının uçmasıyla çöken bir siyaset ve ekonomiden sonra başa gelen Ak parti iktidarı için işler çok zor değildi. Belediye başkanlığı döneminde hizmet ve başkanlık yeteneği hakkında önemli iz bırakmış Tayyip Erdoğan'ın kuracağı bir partiyi desteklemeye hazır büyük bir kitle vardı. Sadece dini hassasiyetleri olan değil, İstanbul başarısı ve egemen güçler tarafından bir şiir okuduğu için cezaevine atılmış Erdoğan'a yapılan haksızlığa tepki gösteren milyonlar vardı. Sadece İstanbul'da değil, yurdun her yerinde başarı hikayeleri anlatılan Erdoğan, demokrasi, insan hakları alanında yanına Abdullah Gül'ü de alarak yenilikçi bir vizyonla genel siyaset meydanına çıkıyordu. Bu çıkışı destekleyen bir önemli grup daha vardı. Gülen grubu hiç bir zaman yıldızlarının uyuşmadığı Erbakan'dan ayrılan bu partiyle beraber bir yolculuğun iyice kuvvetlenmiş ama dikenlerle dolu bir yolda kendisi için iyi bir partner olacağına karar vermişti. Her iki yapı da diğerinden tecrübe ve güç istifadesinde bulunacağını düşünüyordu.
Gülen grubu ve Ak Parti farklı kaynaklardan gelmiş olsa da başarıya, zafere, iktidara odaklanmış yapılarıyla demokrasi, ortak paydalar konusunda dışarıya verdiği görüntüden farklı olarak iç muhasebesini nitelikli bir şekilde yapmış değillerdi. Bunun doğuracağı önemli sorunlar vardı ve her iki hareket için de bünyedeki bu yüzleşilmemiş soru işareti, ileride önemli sorunlara yol açacaktı. 
Bu hafta tarihi arka planıyla sosyolojik yansımalarının gelişimini irdelemeye başladığımız meseleyi önümüzdeki hafta biraz daha açmaya çalışacağız. 

Yorumlar