2008-01-15 00:00:00

Piyanist Fazıl Say ‘ın “İslamcılar kazandı biz kaybettik, Ülke’yi terk edeceğim” sözleri gündeme damgasını vurdu. Piyanist Say bu sözleri ile gündem oluşturmayı başardı. Tabiiki buna bu yönde gayret sarf eden medya organlarının da katkısını unutmamak gerekir. Güya bir aydın’ın çaresizliğini ve hüznünü gündeme getiriyorlar.

 

Zaten hayatının büyük bir kısmını dış ülkelerde geçiren Fazıl Say niye böyle bir söylemde bulundu?. Tabii ki bu sadece bir kişinin sözü değil. Bir mentalitenin eseri. Bu söz karşısında tuzaklara düşmemek ve doğru söylemde bulunmak ise tüm toplumun  vazifesidir.

 

Yıllardır Halkı değiştirmeyi dönüştürmeyi üstüne vazife edinmiş Jakoben zihniyetteki elit  taifenin yönetimin dizginlerini elinde bulundurduğu herkesin malumudur. Halkı cahil ilan edip ona yeni bir dil, yeni bir din, yeni bir yaşam biçimi dikte etmeye çalışanların   dayatmalarını 80 yıldır izliyoruz. Aslında daha öncesinde “din bir afyondur” deyip tarihsel materyalizmin zorunlu süreci ile din’in  rafa kaldırılacağını ileri süren Marks düşünsel altyapıyı hazırlamıştı. Modernizm rüzgarlarından etkilenen Osmanlı aydınları ise  kuracakları yeni yapılanmada bunun pratiğini bir an evvel yaşamak istiyorlardı. Cumhuriyet tarihi boyunca bürokratik elit’in Ülkeyi kendi zihniyeti dışındakilerden temizleme, dışlama, kovalama girişimleri devam etti. Ancak öldürülen, hapislerde yıllarca yatan, susturulmak istenen aydınlar yok olmadılar. Hala da devam eden İslam’ın sosyal hayattan dışlanma girişimleri karşısında yılların uygulayıcılarının başarısız oldukları ortadadır.İster kabul edin ister etmeyin din gerçek bir sosyolojik olgu olarak ortadadır. Her geçen gün din’in doğru veya yanlış görüntülerine doğru artan bir yöneliş vardır. 

 

Fazıl Say yıllardır din’i bu topraklardan kovalamak isteyenlerin takipçisi olarak aslında hiç  bir yere gitmek istemiyor. Burada kalıp ceberut zihniyetini halka dayatmak istiyor. Yıllardır hakim oldukları mekanizmanın başarısız olduğunu görüp feryad ediyorlar. Bu  feryad ile sanal bir tepki hazırlamaya çalışıyorlar. Bu söylemin karşısında ona  “biletini verelim gitsin” şeklinde bir söylem içinde bulunmak da yanlıştır. Bu  söylem onun ve onun zihniyetindeki jakoben zihniyetin tuzağına düşmek olur. Aslında tuzağına düşmek veya düşmemekten önce de doğru olanı araştırmak en  güzelidir.Her görüşten, her kesimden, her ırktan insanın bu topraklarda kendisini ifade etmesini istemek ve bunu en içten bir şekilde dillendirmek gerekir.Komünistlerin  Moskova’ya dindarların İran’a gitmesine hiç gerek yok. Böyle davetiyeler peşinde koşanların hislerine geçici bir şekilde mağlup olmuş insanlar olduğu kısa sürede hep ortaya çıkmıştır.

 

Asıl olan insan haklarına uygun olan bir dille provokatörün dolduruşuna gelmeden adaletten sapmamaktır.Bu Ülkede herkes birbirine saygı duymalıdır. Kalmak isteyen  kendi dışındakileri kovalamak peşinde olanların bunu yalancı bir provokatörlükle  gündeme getirmeleri doğru çizgiden bizi saptırmamalıdır.

 

 Önemli olan bu dışlayıcı, provokatör zihniyetin deşifre edilmesidir. Kalbi merhametle dolu  olanlar karşısında kimse duramaz. Kalbindeki kin ve nefreti yüzündeki ve dilindeki  acınacak saldırganlığa yansıtanların sevgi ve merhamet ikliminden alacakları çok şeyler vardır. Tarihsel tezleri çökenleri bırakalım da ifsada sürükledikleri yozlaşmış toplumu sevgi ve merhametle inşa edelim. İşte o zaman gerçekleri görüp tarihsel pişmanlıklarını ifşa edecek olan şımarık dayatmacılar olacaktır.

Piyanist Fazıl Say ‘ın “İslamcılar kazandı biz kaybettik, Ülke’yi terk edeceğim” sözleri gündeme damgasını vurdu. Piyanist Say bu sözleri ile gündem oluşturmayı başardı. Tabiiki buna bu yönde gayret sarf eden medya organlarının da katkısını unutmamak gerekir. Güya bir aydın’ın çaresizliğini ve hüznünü gündeme getiriyorlar.

 

Zaten hayatının büyük bir kısmını dış ülkelerde geçiren Fazıl Say niye böyle bir söylemde bulundu?. Tabii ki bu sadece bir kişinin sözü değil. Bir mentalitenin eseri. Bu söz karşısında tuzaklara düşmemek ve doğru söylemde bulunmak ise tüm toplumun  vazifesidir.

 

Yıllardır Halkı değiştirmeyi dönüştürmeyi üstüne vazife edinmiş Jakoben zihniyetteki elit  taifenin yönetimin dizginlerini elinde bulundurduğu herkesin malumudur. Halkı cahil ilan edip ona yeni bir dil, yeni bir din, yeni bir yaşam biçimi dikte etmeye çalışanların   dayatmalarını 80 yıldır izliyoruz. Aslında daha öncesinde “din bir afyondur” deyip tarihsel materyalizmin zorunlu süreci ile din’in  rafa kaldırılacağını ileri süren Marks düşünsel altyapıyı hazırlamıştı. Modernizm rüzgarlarından etkilenen Osmanlı aydınları ise  kuracakları yeni yapılanmada bunun pratiğini bir an evvel yaşamak istiyorlardı. Cumhuriyet tarihi boyunca bürokratik elit’in Ülkeyi kendi zihniyeti dışındakilerden temizleme, dışlama, kovalama girişimleri devam etti. Ancak öldürülen, hapislerde yıllarca yatan, susturulmak istenen aydınlar yok olmadılar. Hala da devam eden İslam’ın sosyal hayattan dışlanma girişimleri karşısında yılların uygulayıcılarının başarısız oldukları ortadadır.İster kabul edin ister etmeyin din gerçek bir sosyolojik olgu olarak ortadadır. Her geçen gün din’in doğru veya yanlış görüntülerine doğru artan bir yöneliş vardır. 

 

Fazıl Say yıllardır din’i bu topraklardan kovalamak isteyenlerin takipçisi olarak aslında hiç  bir yere gitmek istemiyor. Burada kalıp ceberut zihniyetini halka dayatmak istiyor. Yıllardır hakim oldukları mekanizmanın başarısız olduğunu görüp feryad ediyorlar. Bu  feryad ile sanal bir tepki hazırlamaya çalışıyorlar. Bu söylemin karşısında ona  “biletini verelim gitsin” şeklinde bir söylem içinde bulunmak da yanlıştır. Bu  söylem onun ve onun zihniyetindeki jakoben zihniyetin tuzağına düşmek olur. Aslında tuzağına düşmek veya düşmemekten önce de doğru olanı araştırmak en  güzelidir.Her görüşten, her kesimden, her ırktan insanın bu topraklarda kendisini ifade etmesini istemek ve bunu en içten bir şekilde dillendirmek gerekir.Komünistlerin  Moskova’ya dindarların İran’a gitmesine hiç gerek yok. Böyle davetiyeler peşinde koşanların hislerine geçici bir şekilde mağlup olmuş insanlar olduğu kısa sürede hep ortaya çıkmıştır.

 

Asıl olan insan haklarına uygun olan bir dille provokatörün dolduruşuna gelmeden adaletten sapmamaktır.Bu Ülkede herkes birbirine saygı duymalıdır. Kalmak isteyen  kendi dışındakileri kovalamak peşinde olanların bunu yalancı bir provokatörlükle  gündeme getirmeleri doğru çizgiden bizi saptırmamalıdır.

 

 Önemli olan bu dışlayıcı, provokatör zihniyetin deşifre edilmesidir. Kalbi merhametle dolu  olanlar karşısında kimse duramaz. Kalbindeki kin ve nefreti yüzündeki ve dilindeki  acınacak saldırganlığa yansıtanların sevgi ve merhamet ikliminden alacakları çok şeyler vardır. Tarihsel tezleri çökenleri bırakalım da ifsada sürükledikleri yozlaşmış toplumu sevgi ve merhametle inşa edelim. İşte o zaman gerçekleri görüp tarihsel pişmanlıklarını ifşa edecek olan şımarık dayatmacılar olacaktır.

Yorumlar