2014-02-13 00:00:00

Başbakan'ın gazetecileri azarlaması oy kaybına yol açar mı? Bu soru yıllardır “Kasımpaşalı” kimliğiyle bilinen Tayyip Erdoğan'ın popülarite kaybına yol açar mı?

 
Gazetecilerin azarlanması Tayyip Erdoğan için yeni bir hadise değil. Bulunduğu her ortamda otoriter bir yönetim sergileyen Erdoğan içten tavırlarıyla Yeşilçam filmlerinin sert ama babacan  yöneticisi gibi görülüyor ve  tavırları toplum tarafından  genelde normalleştiriliyor. Yıllarca çocuğunu okula teslim ederken “eti senin kemiği benim” demiş toplumdan çok demokratik bir tavır beklenmemelidir. Yöneticinin sert olmasını toplumun her kesiminde, katmanında kabullenmiş bir toplum yapısından bu tavırları demokratik onur meselesi yapmasını çok beklemeyelim. Ataerkil ailesinde, askerde, işyerinde evlilik ilişkilerinde şiddeti bir yere kadar normalize etmiş, içselleştirmiş toplumun  anlayışıyla   gazeteci azarlanmasından oy kaybedileceğini sanmak çok anlamlı değil. 
 
Halkın bu tavrını normalleştirmek de mümkün değil tabii ki. İçinde yaşadığımız çoğunluğun dini olan İslami toplulukların tarihine baktığımızda güç ve zor yoluyla boyun eğdirilmiş toplulukların nadir örnekler dışında eleştiri geleneğini pek üretemediğini görüyoruz. Kendisine olağanüstü özellikleriyle sunulmuş yöneticiler karşısında ezilen, büzülen yapılarıyla, risk almaktan kaçınan ve dozu çok kaçırmamaları  şartıyla otoriter yönetimlere çok ses çıkarmayan bir anlayışı gözlemliyoruz. Tabii ki bu durum sağlıklı değil, akletmeyi eleştirel düşünme yeteneğini köreltip o toplumların maddi ve manevi ilerlemelerini engelleyen bir hal. 
 
Tayyip Erdoğan yakın çevresinde olağan hale gelmiş korkulan lider imajını yaratılışından gelen bir özellik olduğu için çok engellemeyi de düşünmüyor. Kontrollü öfke sanatını iyi kullanan Başbakan beddua meselesinde  öfkesini kontrol edemeyen Fethullah Gülen karşısında da kurt bir siyasetçi olarak inisiyatifi eline geçirmiş ve ağır sözlerinin taraftarlarınca normalleştirilmesini sağlamıştı.  Bu durumun ona “One minute” deki büyük bir avantaj sağlayabileceğini, medyada eleştirilse de bunu sahadaki karizmasıyla yeneceğini düşünüyor ve hakikaten de öyle oluyor. Ama oluyor da gerçekten hayra hizmet ediyor mu? Toplumun daha çok kutuplaşmasına, at gözlüğü takmasına, değerlerini kaybetmesine yol açmak gibi büyük toplumsal gelişme zararlarına yol açıyor. 
 
OECD verilerine göre 2011’de Türkiye’deki yetişkin nüfusun yüzde 68’i ilkokul mezunu. Bu durum zaten düşük durumdaki eğitim seviyesini yükseltmemizi işaretlerken yönetici ve yönetilen arasındaki anlayış iyileşme emaresi göstermiyor.
 
Basın özgürlüğü demokrasinin en önemli  unsurlarından birisidir. Ancak var olan medya kuruluşlarının genelde para ilişkilerinin ön planda olması nedeniyle iktidarla hoş geçinme arzusu basın özgürlüğünü en başta kendileri tarafından baltalıyor. İlkeli bir yayın anlayışı oluşmadıkça yayın organları gerçek anlamda demokrasi kelamı etmesinler. Muhalifi olmadığı zaman çanak sorular soran, muhalifi olduğu zaman azarlanmasına toplumun  sessiz kalınmasına bozulmamalı. Demokrasinin, toplumsal yaşamın adaletli olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorsak bu gerçekleri “acı ama doğru sözler” diye bilip hiç unutmamalıyız.
 
Başbakan'ın tavırlarına haklı ve gerekli bir tepkiyi bekleyenler yaşadıkları hayal kırıklığını iyi tahlil etmeliler. Halkın sertlik tolerabilitesini iyi okumalı ve uzun ve  yorucu da olsa onur ve hakkaniyet ilkelerine gören bir yaşam anlayışını inşa etme uğraşı içinde olmalılar. Yoksa hep hayal kırıklığı yaşanır. Yöneticilerin bu konudaki tavrnın üstünde durmaya gerek yok. Zaten bu durumun farkında olmayan en büyük yönetim cinayetini işlediğinin farkında değildir.

Yorumlar