2012-03-22 00:00:00

“Afganistan’da ne işimiz var” deniliyor. Ne işimiz olacak, NATO’ya olan bağlılığımızı bildiriyoruz…. ! “Bosna’da NATO  Bosna’lıları kurtarmadı  mı?”deniyor,  doğru kurtardı. Avrupa’nın insafına kalsaydı daha büyük katliamlar yapılacaktı. Ama Bosna’da kurtarması her yerde  ABD  ve yandaşlarına hizmet etmemiz anlamına mı geliyor? Kabul edelim ki dünya sistemini kabullenmişiz,  arada sırada naz etsek de sistemin içinde bir yerde durmaya çalışıyoruz. Hükümetin tercihi böyle. Kimse bunu “Afganistan’da Müslüman kardeşlerimize yardımcı oluyoruz”  hikayeleri ile unutturmaya çalışmasın. Amerika’nın Afganistan emellerine hizmet ediyoruz. Kore’de olanın aynısı oluyor. Helikopteriniz düşsün,  askerleriniz şehit ilan edilsin, gariban yakınları da dini söylemlerle yatıştırılmaya çalışılsın, Amerika’nın işi görülmüş olsun.

 

NATO ABD  istekleri doğrultusunda çalışan bir kurumdur. Bosna’da olduğu gibi bazen bozuk saatin günde iki kez doğruyu göstermesi kabilinden iyi işler yapsa da yaptığı  bellidir. ABD merkezli güç odaklarının planladığı bir dünyayı korumak ve kollamak.

 

Hükümetin Nevruz öncesi ve sonrasına bakıyorsunuz. Yine insiyatif alamayan, halkın çoğunluğunun gazını almaya yönelik tedbirler. Terör saldırılarında ölen sivillerin şehit statüsüne alınmasıyla sorunu çözebileceğini umuyor hükümet. Sorunun önderliğini yapmış olan  PKK’yı devreden çıkararak tribünlere oynamaya çalışıyor. PKK  1950’lerde kalmış kafası ile Stalinist yöntemlerini bile sorgulatmayan bir örgüt. Ancak  BDP’nin yükselen oy oranlarıyla da ortaya çıktığı gibi Kürt halkının  bir kısmının önemli desteğini almış bir örgüt. Güvenlik konsepti ile hareket ederseniz “Nevruz da istediğim gün kutlanabilir, BDP’den başka muhatap kabul etmem” diyebilirsiniz.  1 Mayıs’lar için de yıllardır “çok önemli istihbari bilgilerimiz var,  “Taksimde kutlansın diyenler”,  haklısınız 1 Mayıs Taksim’de kutlansa ne olacak   ama provokatif olaylarla hükümetin geleceği sarsılabilir” dediler. Bu aşırı şüpheci tavır sadece ve sadece boş yere gösterilerin terörize edilmesine yaradı. Ancak onca izin verilmeyen   ve  ortalığın karıştığı gösterilerinden sonra Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanmasına  izin verildiği zaman her şey daha iyi oldu, herhangi bir olumsuzluk yaşanmadı. Nevruz için de aynı süreç geçerlidir. Provokasyonu yine de çıkarmak isteyeni sağduyulu her iki halk da  anlar, kimse merak etmesin.

 

BDP zaten PKK’nın ağzına baktığını inkar etmiyor. Muhatap bildiğinin yüzüne bakmadan onun temsilcisi görünenlerle görüşmeler yaptığınız zaman en başta kendinizi kandırmış olursunuz. Bir şekilde aslında  PKK ile  görüşmüş olursunuz, kimse ne kendini ne de Türk halkını kandırmasın. Oslo sürecinde hükümet ihanete uğradığını düşünerek “bir daha böyle yollara sapmam” diyor ama bu sefer de başını kuma gömmeye çalışıyor.

 

Ölen sivilleri şehit ilan etmekle , ölen sivillerin yakınlarını milletvekili yapmakla   Kürt sorunu çözülmez. Belki batıdan tepki alsanız da  anadilde eğitim vb. kimlik tanıma  ve  benzeri güven oluşturan hususlarla çözüm oluşur. Başbakan’ın sabırsız Kasımpaşa’lı  tavrıyla uzun yılların sorunları çözülmez. Atılan açılım adımlarının  hayvanı değirmende döndürmek için ağzına bir tutam ot tutmaktan bir farkı olmalıdır. Kürt halkının gerçekten doğru, içten ve kalıcı adımlar atıldığına ikna edilmesi gerekir. Bu ikna süreci aslında  PKK ile  savaşmaktan daha zor sabır gerektiren bir süreçtir ama ayakları yere basan, en doğru süreçtir. Bölgede  bu  güven ortamı Kürt halkı arasında oluşturulmadığı müddetçe  ekonomik iyileştirmelerle,  devlete boyun eğdirilmiş Nevruz kutlamalarıyla bir yere varılmaz.

 

Ana dilde eğitim konusu aslında anahtar konulardan birisidir. Bu konuda hala “ anadil seçmeli ders olsun” vb. çekingen ve topu taca atacak girişimler içindeyseniz  Kürt halkının güvenini kazanamazsınız. Türk halkının da anadilde eğitim konusuna olumlu bakmasını sağlayamazsanız istediğiniz kadar  genel geçer sözler söyleyin,  meselenin bam teline dokunmadıkça turnusol kağıdının işlevini ortaya çıkartamazsınız.

 

Bölgedeki halkın dindışı bir anlayış ve  yaşam biçimine dönmesinden rahatsız oluyorsanız en başta bu halkı gerçek anlamda sahiplenecek bir yaklaşım içinde olmalısınız. Uludere’deki mazlumların acısını aylar sonra hatırlarsanız, konjonktüre göre seçim zamanına göre tavır belirlerseniz güven diye bir duygu kalmaz. Uzun yıllar sürecek ve daha da çatallaşacak bir sorunu kabullenmişsiniz demektir. Bunun bedeli ağırdır. Afganistan’da ölen asker yakınlarına bakan Başbakan ve Cumhurbaşkanının yüzünde  büyük bir üzüntü vardı. Daha doğrusu bir vicdan sızısı okunuyordu. Zira boş yere bu insanları Afganistan’a gönderen onlardı ve bu ölümler belli ki vicdanlarını sızlatıyordu. Bu kafa devam ettiği müddetçe,   çözüm yanlısı gazetecileri azarladıkça içte  ve dışta  daha  çok vicdan sızısı yaşayacak devlet büyüklerimiz. Bizden söylemesi.

 

Hükümet içeride ve dışarıda yanlış ata oynuyor

 

“Afganistan’da ne işimiz var” deniliyor. Ne işimiz olacak, NATO’ya olan bağlılığımızı bildiriyoruz…! “Bosna’da NATO Bosna’lıları kurtarmadı mı?”deniyor, doğru kurtardı. Avrupa’nın insafına kalsaydıdaha büyük katliamlar yapılacaktı. Ama Bosna’da kurtarması her yerde ABD ve yandaşlarına hizmet etmemiz gerektiği anlamına mı geliyor? Kabul edelim ki dünya sistemini kabullenmişiz, arada sırada naz etsek de sistemin içinde bir yerde durmaya çalışıyoruz. Hükümetin tercihi böyle. Kimse bunu “Afganistan’da Müslüman kardeşlerimize yardımcı oluyoruz” hikayeleri ile unutturmaya çalışmasın. Amerika’nın Afganistan emellerine hizmet ediyoruz. Kore’de olanın aynısı oluyor. Helikopteriniz düşsün, askerlerinizşehit ilan edilsin, gariban yakınları da dini söylemlerle yatıştırılmaya çalışılsın, Amerika’nın işi görülmüş olsun.

 

NATO ABD istekleri doğrultusunda çalışan bir kurumdur. Bosna’da olduğu gibi bazen bozuk saatin günde iki kez doğruyu göstermesi kabilinden iyi işler yapsa da yaptığı bellidir. ABD merkezli güç odaklarının planladığı bir dünyayı korumak ve kollamak.

 

Hükümetin Nevruz öncesi ve sonrasına bakıyorsunuz. Yine insiyatif alamayan, halkın çoğunluğunun gazını almaya yönelik tedbirler. Terör saldırılarında ölen sivillerin şehit statüsüne alınmasıyla sorunu çözebileceğini umuyor hükümet. Sorunun önderliğini yapmış olan PKK’yıdevreden çıkararak tribünlere oynamaya çalışıyor. PKK 1950’lerde kalmış kafası ile Stalinist yöntemlerini bile sorgulatmayan bir örgüt. Ancak BDP’nin yükselen oy oranlarıyla da ortaya çıktığı gibi Kürt halkının bir kısmının önemli desteğini almış bir örgüt. Güvenlik konsepti ile hareket ederseniz “Nevruz da istediğim gün kutlanabilir, BDP’den başka muhatap kabul etmem”diyebilirsiniz. 1 Mayıs’lar için de yıllardır “çok önemli istihbari bilgilerimiz var, “Taksimde kutlansın diyenler”, haklısınız 1 Mayıs Taksim’de kutlansa ne olacak ama provokatif olaylarla hükümetin geleceği sarsılabilir” dediler. Bu aşırı şüpheci tavır sadece ve sadece boş yere gösterilerin terörize edilmesine yaradı. Ancak onca izin verilmeyen ve ortalığın karıştığı gösterilerinden sonra Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanmasına izin verildiği zaman her şey daha iyi oldu, herhangi bir olumsuzluk yaşanmadı. Nevruz için de aynı süreç geçerlidir. Provokasyonu yine de çıkarmak isteyeni sağduyulu her iki halk da anlar, kimse merak etmesin.

 

BDP zaten PKK’nın ağzına baktığını inkar etmiyor. Muhatap bildiğinin yüzüne bakmadan onun temsilcisi görünenlerle görüşmeler yaptığınız zaman en başta kendinizi kandırmış olursunuz. Bir şekilde aslında PKK ile görüşmüş olursunuz, kimse ne kendini ne de Türk halkını kandırmasın. Oslo sürecinde hükümet ihanete uğradığını düşünerek “bir daha böyle yollara sapmam” diyor ama bu sefer de başını kuma gömmeye çalışıyor.

 

Ölen sivilleri şehit ilan etmekle , ölen sivillerin yakınlarınımilletvekili yapmakla Kürt sorunu çözülmez. Belki batıdan tepki alsanız da anadilde eğitim vb. kimliktanıma ve benzeri güven oluşturan hususlarla çözüm oluşur. Başbakan’ın sabırsız Kasımpaşa’lı tavrıyla uzun yılların sorunları çözülmez. Atılan açılım adımlarının hayvanıdeğirmende döndürmek için ağzına bir tutam ot tutmaktan bir farkı olmalıdır. Kürt halkının gerçekten doğru, içten ve kalıcı adımlar atıldığına ikna edilmesi gerekir. Bu ikna süreci aslında PKK ile savaşmaktan daha zor sabır gerektiren bir süreçtir ama ayakları yere basan, en doğru süreçtir. Bölgede bu güven ortamı Kürt halkı arasında oluşturulmadığı müddetçe ekonomik iyileştirmelerle, devlete boyun eğdirilmiş Nevruz kutlamalarıyla bir yere varılmaz.

 

Ana dilde eğitim konusu aslında anahtar konulardan birisidir. Bu konuda hala “ anadil seçmeli ders olsun” vb. çekingen ve topu taca atacak girişimler içindeyseniz Kürt halkının güvenini kazanamazsınız. Türk halkının da anadilde eğitim konusuna olumlu bakmasını sağlayamazsanız istediğiniz kadar genel geçer sözler söyleyin, meselenin bam teline dokunmadıkça turnusol kağıdının işlevini ortaya çıkartamazsınız.

 

Bölgedeki halkın dindışı bir anlayış ve yaşam biçimine dönmesinden rahatsız oluyorsanız en başta bu halkı gerçek anlamda sahiplenecek bir yaklaşım içindeolmalısınız. Uludere’deki mazlumların acısını aylar sonra hatırlarsanız, konjonktüre göre seçim zamanına göre tavır belirlerseniz güven diye bir duygu kalmaz. Uzun yıllar sürecek ve daha da çatallaşacak bir sorunu kabullenmişsiniz demektir. Bunun bedeli ağırdır. Afganistan’da ölen asker yakınlarına bakan Başbakan ve Cumhurbaşkanının yüzünde büyük bir üzüntü vardı. Daha doğrusu bir vicdan sızısı okunuyordu. Zira boş yere bu insanları Afganistan’a gönderen onlardı ve bu ölümler belli ki vicdanlarınısızlatıyordu. Bu kafa devam ettiği müddetçe, çözüm yanlısı gazetecileri azarladıkça içte ve dışta daha çok vicdan sızısı yaşayacak devlet büyüklerimiz. Bizden söylemesi.

Yorumlar