2008-08-20 00:00:00

İnsan hakları savunucularının karşı karşıya kaldığı birçok yanlış anlayış ne yazık ki halen mevcuttur ve yer yer ısrarla savunulabilmektedir. Bir ülkede çeşitli insan hakları sorunları olabilir. Bu sorunlar çoğunlukla maalesef kişilere, yere, zamana göre farklı yorumlananabiliyor.

 

Örneğin bir ülkenin yöneticilerinin düşüncelerine aykırı bir topluluğun hakları çoğunlukla gasıplar tarafından görmezden gelinmeye çalışılır. En başta gelen bahanelerden birisi “Bu kadar önemli konular varken bu konu niye gündeme getiriliyor?” sorusudur. Oysa insan hakları doğuştan kazanılan haklardır. O insan için en önemli olandır. Başka haksızlıkların olması bir hakkın çiğnenmesinin görmezlikten gelinmesine yol açmamalıdır. “Büyük hırsızlıkları görelim ve cezalandıralım da küçük hırsızlıkları görmezlikten gelelim” demenin bir başka şeklidir bu düşünce şekli.

 

“Önce hakim sistemin veya ideolojimin menfaatleri gelir” denir bazen. “Kol kırılır yen içinde kalır” denilir. Devlet’in veya ideolojinin menfaatleri her şeyin üstündedir bu anlayışa göre. “Zaten devletin, ideolojinin kuvvetlenmesi ile tüm haksızlıklar yok edilecektir. Ne olursa olsun devlet, ideoloji yıpranmamalıdır”. Devlet veya ideoloji bir tabu halini almıştır artık. Her türlü haksızlığın kapısı aralanabilir artık bu tarzla. Bariz haksızlıklar bir takım mazeretlerle gözlerden uzak tutulmaya çalışşılır. Oysa bir devlet tüm vatandaşlarının hakkını korumakla mükellefdir. İdeoloji kendi kendisini eleştirmekle statikliğini atar, dinamizme kavuşur. Tabi olan tüm vatandaşların diline, dinine, mezhebine, siyasi görüşüne bakılmaksızın insanın korunması, kollanması ve yüceltilmesi ile ancak devlet kuvvetlenir. İdeolojinin ayakta tutulması ise diktatörlükle değil, insani tüm özelliklerle olan paralelliğine göredir.

 

Bazen de insan haklarını araçsallaştıranların karşısında zihnimizin rotası doğru  koordinatları şaşırır, kaybeder. Şu anda genellikle uluslararası arenada büyük devletler insan hakları kavramını işlerine geldiği zaman sahiplenir işlerine geldiği zaman terk eder. Örneğin ABD birçok ülkede yıllardır büyük insan hakları ihlallerine yol açtığı halde rakip olduğu ülkelerde insan hakları ihlali olduğunun yaygarasını yapar. “Ülkenizde insan  hakları ihlali olduğu için size ambargo uyguluyorum” der. Daha fenası “size insan hakları  getiriyorum” diyerek ülkeleri işgal eder. İnsan hakları gerekçesi ile yaptığı işgalden sonra milyonlarca kişinin zalimce katledilmesini ise “barbarlar ancak bundan anlıyordu, yeni dünya düzenlerinde bu çıkıntılıkları yapana yer yok artık” diyerek açıklamaya çalışır. Apaçık olan bu iki yüzlülüğü gören birçok insan sahtekardan dolayı, insan haklarına, güzel kavrama alerji uymaya başlarlar. Oysa her şeyin doğru ve yanlış kullanımı olabilir. Kötü niyetli ve sahtekar bir insanın tıp ilmini istismar etmesi ve insanları sömürmesi, nasıl ki tıp ilminden soğumamıza yol açmamalıysa, insan hakları kavramının da istismar edilmesi ondan uzaklaşmamıza yol açmamalıdır. Bir sahtekarın dini istismar ederek çeşitli filler yapması karşısında hakiki din ve dindarların farklı olduğunun teslim edilmesi hakeza aynı örnektir.

 

Bir başka örnekte sayısal çoğunluğa bakarak karar vermedir. Örneğin Türkiye’deki Yezidilerin çiğnenen hakları gündeme getirildiğinde bazı kişiler “Onlar toplam nüfusa göre kaç kişilerdir ki ne önemi var onların” diyebilmektedirler. Oysa hak etnik veya dini kimliğin sayısına göre şekillenmemelidir.

 

Bazen de sayısal değerlere göre hak aranır. Büyük haklarımız gasp edildiğinde peşine düşeriz de apaçık bir haksızlıkla gasp edilen küçük haklarımıza karşı duyarsız kalırız. Yıllarca fiziki ve mali çilelere katlanarak kendisine karşı yapılan küçük bir haksızlıkla mücadele edenleri küçümseyebiliriz. Oysa bilinmelidir ki haksızlığa karşı çıkmak ilkönce insanlık onurunu ilgilendiren bir durumdur. İnsan hakları kavramı en başta insan onurunu yükseltme çabasıdır aslında. İnsanın, toplumunun kınamasına, nefsinin menfaatlerine rağmen hakkı, adaletli bir metodla ortaya çıkarma çabasıdır. En önemli insan hakları mücadelecisi kendisine dokunmasa da haksız fiilin karşısında durandır. Ama ülkemizde ve bir çok yerde mağdurların haksızlığa uğradığı apaçık ortada iken bazı kişiler kendilerini kör ve sağır ilan edebilmektedirler. Dini inancı nedeniyle çok kuvvetli bir istekle başını örtme isteğine mukabil, uygulanan yasakla tümüyle hayattan dışlanan bir genç kızın durumu karşısında, bazı kesimler tümüyle hissiz kalabilmektedir. Hatta bunun bir hak olmadığını ispat için gözleri yaşartan bir gayretkeşlik sergileyebilmektedirler. Yasağı meşru göstermek için yasaklanan şeyin adı dahi değiştirilebilmektedir. Örneğin başörtüsünün adı türban yapılabilmektedir. Yıllarca jakobenler tarafından Kürtlerin aslında Türk olduğunun ispat çabası buna bir başka örnektir. Adı “Ahmet” olan birisi kendisinin “Hasan” diye çağrılmasını niçin istemez diye bir kere dahi sorulmaz artık. Bunun tersden örneği ise misyoner hristiyanlara karşı gösterilir. “Ama onların siyasi  düşünceleri var, gizli emelleri var” denilerek onların dinini anlatma özgürlüğü engellenmeye çalışılır. Ardından hiçbir hakkaniyete uymayan saldırılar, dolduruşa getirilmiş kişilere işlettirilir. Çifte standartsız bir insan hakları hareketi siyasi ve dini açıdan tam tersi olan bir düşüncenin de özgürce ifade edilmesinin yanında olur.

 

Bazen de “bana haksızlık yapılıyor, başkasına da yapılsın” hastalığı tezahür eder. Başkasına, muhalifine yapılan haksızlığa göz yumulur. İnsan hakları savunucularına düşer yine iş. “Bana da başkasına da haksızlık yapılmasın demek çok zor mudur?” diye sorarlar kafasını kuma gömmeye çalışanlara. Bazen de başkasının yaptığı  haksızlık sık sık gösterilir ve bilinçaltından “bizim yaptığımız haksızlığı mazur görün” denir. Dedelerimizin işlediği bir cinayet veya katliam gündeme getirilse savunma refleksler, girer devreye ve “ama onlar da, başkaları da yapmıştı” denir.

 

İnsan hakları alanı adaletten sapmama zorunluluğu olduğu için kolay bir alan değildir. Düşmanına zulmeden kardeşini elinden gelen her türlü şekilde adaletle engelleme ne kadar gerekliyse, insan hakları kavramına sahip çıkmak ta o kadar gereklidir.

Yorumlar