2010-10-15 00:00:00
Sırplaşmış ünlü yönetmen Kusturica Altın Portakal jürisine giremeden gitti. Kusturica'nın Türkiye'ye geldiği halde jüriye katılmadan gitmesi anlamlıdır. Türkiye'ye hiç gelmemeyi tercih edebilirdi ancak geldi, tepki gördü ve gitti. Bunun üzerinde biraz durmak gerekir.
Kusturica Bosna katliamı yılarında yapılan vahşilikleri, cinayetleri, kadınlara tecavüzleri normal olaylar olarak gören bir kişi. Ünlü bir kişi olması hasebiyle sözleri ve fiilleri de ister istemez önem taşıyor. Kendisine tecavüze uğradığı için kürtaj yaptırılan kadınların durumu sorulunca “bunlar doğal afetler” vb demiş bir kişi. Daha sonra din değiştirip Katil Sırrp liderlerle aynı fotoğraf karesi içine girmekten çekinmeyen bir kişi. “Sırplara müdahale edilmemeliydi” diyen, ruhunu katillere satmış bir kişi. Kusturica bir tercih şekli olarak din değiştirebilir ancak insanlığa ihanet edemez, insani değerlerden dışarı çıkamaz. Kusturica özellikle toplumuna yabancılaşmayı tercih etmiş ve kendisi gibi yabancılaşmayanlara yapılan sistematik katliamları ve tecavüzleri hoş görmüş ve desteklemiştir. Bu yönüyle Kusturica insanlık ailesi tarafından cezalandırılması gereken bir kişidir.
Kusturica'yı hiç umursamadan Türkiye'ye kim davet etmişse büyük bir halt işlemiştir. Önceden Bursa büyükşehir belediyesinin daveti ve şimdi Antalya Büyükşehir belediyesinin daveti kamu adına yapılan büyük yanlışlıklardır. Kusturica'nın suçlu olduğu bellidir, tartışılmaz bir husustur. Ancak asıl önemlisi Türkiye'ye, Antalya'ya gelebildiği halde güçlü bir sivil toplum refleksi ile jüriye katılmadan Ülkeden çekip gitmesidir.
Dünyada son yıllarda gittikçe belirginleşen önemli bir güç var. Bu gücün adı sivil toplumdur. Tankı topu olmayan bir güçtür sivil güç. Devletten ve hükümetlerden bağımsız olması en önemli yönüdür sivil gücün. Sivil toplum refleksi ve tepkisi son yıllarda daha çok iş görmeye başladı. Gücün, zorbalığın hakim olduğu 20. yüzyılın ardından insani değerlerin ön plana çıkarılabilmesi ile zorba ülke yönetimleri gittikçe daha fazla bir şekilde sivil toplumun baskılarına boyun eğmeye başladı. Son olayda da böyle oldu. Güzel bir şekilde organize edilen sivil baskı metodları ile tansiyon yükseltildi ve ardından en yetkili bir ağızdan da “ Kusturica varsa, ben yokum” sesi ve resti çıkınca amaç hasıl oldu. Kusturica pılıyı pırtıyı toplayıp sıvışıp gitti ülkesine. Kendisine resti çeken Kültür bakanı Ertuğrul Günay'a hakaret ederek gitti, tıynetini gösterdi.
Kusturica'nın gidişi her kesimden her ırktan insanın zaferidir. Alenen işlenmiş cinayetleri destekleyen utanmazlara, insanlık ailesinin bir dersidir. Bu olay toplumumuz açısından da gurur vericidir. Filistin hakkında islam aleminde ve tüm dünyada takdir toplamış bir Türkiye'ye de zaten başkası yakışmazdı.
Sivil toplumu tüm dernekleri ve sözcüleri ile tebrik ediyoruz. Ancak bir noktanın da altını çizmek gerekiyor. Mazlumların en büyük gücü olan sivil toplum refleksi kavramını bir büyük sorun her zaman tehdit eder. O da sivil toplumun siyasallaşması, yan tutması hastalığıdır. Günümüzde yakın olduğu için sivil toplum kuruluşlarının bazı partilere pek eleştiri getirmediğini görürüz. Bazen de adeta o partinin sözcüsü gibi olurlar. Yakın oldupğu kişileri, grupları, partileri eleştirmek hiç akıllarından geçmez. “Şimdi sırası mı, karşıtları sevindirmeyelim” diyerek hatalara göz yumup haksızlığa prim verirler. Bu, çok değerli bir kavram olan sivil toplum anlayışına yapılmış büyük bir ihanettir. Sivil toplum kuruluşları Kusturica olayından sonra asıl bu yönüyle olayı değerlendirip tarafsızlığın değerini çok daha iyi takdir etmelidir ve nasıl büyük bir sorumluluk taşıdıklarını tekrar düşünmelidirler.
Yorumlar