2007-04-01 00:00:00

ULUSALCILIK  VE ÇAĞDAŞLAŞMA  İDEALİ: HANGİSİ  SAMİMİ?

 

Türkiye’de  son  zamanlarda  belki  bir çok  birbirine  uzak  gibi  görünen  partileri    yakınlaştıran hatta  aynı  söylemlere  iten  bir  kavram  oldu  ulusalcılık.

Cuımhuriyetin  ilk  yılları halka  ideal  gösterme  yılları  oldu. Türkiye’nin   muasır  medeniyetler  seviyesine  ulaşma  azmi ön  planda  tutuldu  yıllarca. Bunun  sonucu  batılılaşma,  modernleşme  denilerek  halkın hayat  tarzının  değişimi sağlanmaya  çalışıldı..

Giyim  tarzından ,  yeme  içme  biçimine kadar halka batılıya, Avrupalıya benzeme  durumunda çağdaş uygarlığı  yakalayabileceği hatırlatıldı..

Hatta  şapka’nın ulusal bir  aksesuar olarak  kullanılımının  yaygınlaştırılmaya başlandığı  dönemlerde  ilginç olaylar  dönemin  karakteristiğini apaçık  ortaya  serer.Basit  gibi  görünen ama önemli  bir  bilinçaltını  aksettiren  bir  anekdot  aktaralım  sizlere. Dönemin başbakanı İsmet  İnönü’ye    yakın  bir   arkadaşının     yaygınlaştırılan şapka takma  ile ilgili ilginç bir önerisi  olur.Aynı yıllar  Türk  kimliğinin  de  ısrarla  altının  çizildiği  halkın her kesiminin  Türklük potası  altında  eritilmesinin de öğretildiği yıllardır.Bu  kişinin  “şapkaların  ön  tarafına  ay  yıldız  koyarakTürklerin  bu   aksesuarı kullandığını   gösterelim” önerisine    İsmet  İnönünün  “  Sen  meseleyi anlamıyor musun?biz    muasır medeniyet  seviyesine ulaşmaya çalışıyoruz,   batılı ülkelerle  aynı  düzlemde  olmaya  çalışıyoruz . Sen hala  bunu algılayamıyorsun”  şeklinde  azarı  dönemin  anlayışını  yansıtması açısından önemlidir. Batılılaşmayı her  şeyin üstünde  tutan  bu  anlayış  farklı  kimliklere karşı  Türkleşmeyi  bir tutkal  olarak öngörürken  modernleşme   hülyası  çerçevesinde de     kültürel öğeleri  unutmak  gerektiğini  buyuruyordu.

 

Zamanla  bu  çizgi  biraz farklılaşmaya başladı. Uygarlaşma , modernleşme  adı  altında  halkın  benimsediği  değerleri terk etmeye  çalışan  ve  bunu da  tepeden  inmeci, buyurgan  bir üslupla  yapmaya çalışan  anlayış evrim  geçirmeye  başladı.Yeni  şekillenen  anlayışta  artık  “Türkün  Türkten  başka dostu  yoktur” olmaya  başladı. “Avrupa  Avrupa    duy  sesimizi  bu gelen Türklerin  ayak sesleri” nakaratları   ezilmişlik psikolojisi içindeki taraftara  bol  bol  söyletildi.

 

Halkı  batılılaşmaya  teşvik anlamında      dönüştürmeye  çalışan  bu   düşünce  artık  statükocu  bir  hal  alarak  sürekli  dışarıyı  düşman  görme  eğilimine  girmeye  başladı. Batılılaşma adı  altında  değişimi  dayatmaya  çalışanlar  bir  müddet  sonra  dıştan  gelen  her şeyin  bizim  düşmanımız  olduğunu söylemeye  çalıştılar. Türkiye’de  ortaya  çıkan  etnik  ve  dinsel  bir  çok  sorunun  sun’i  sorunlar  olduğunu  iddia  etmeye başladılar.

Burada modernleşme,  muasırlaşma  şeklinde çizilen  rotanın  aslında  pek sahici  olmadığı da  ortaya  çıkıyor.

Zira  çağdaşlaşma  hakların  ve  özgürlüklerin  artmasıdır. Çağdaşlaşma  muhalifte olsa  insanların  kendini  özgürce  ifade  etmesidir.Halkın  gerçek  anlamda devletin  hakimi  olması  demektir.Yoksa  içe  kapanmacı  bir  refleks ile  sorunların  üzerini  örtmek  değildir.

Modernleşme  denilerek   çağdaş  uygarlık  çizgisini  yakalama idealinin    pek  samimi  bir iddia  olmadığı  son  zamanlardaki  ulusalcı  reflekslerle  net  bir  şekilde  ortaya çıkıyor.Dışarıdan  Türkiye’nin  birçok  alanda  otoriter bir çizgi izlediğine  dair  eleştirel  söylemlere     hemen   reaksiyon  gösterilmeye başlandı.Hiç  özeleştiri pampa ihtiyacı  duyulmadı. Bunlara cevabını    halkı derhal  sokaktaki  primitif  gösterilere  döken  bu  anlayış  aslında  baştaki  çizginin  özüne  dönmüş  durumdadır. Modernleşme  , çağdaşlaşma  idealinin  pek  samimi  olmadığı  ortaya çıkmıştır.

Halkı  kültüründen soyutlamanın  vitrin görüntülerinin ötesindeki  gerçek amaç  olduğu ortaya  çıkmıştır.Kültürel  mozaiğin görmezlikten  gelinmesinin de  ayrı  bir gaye olduğu ortaya  çıkmıştır.

Şimdilerde  moda , bayrak, ulusal  kimlik  edebiyatı  yapılarak  her  türlü  muhalif  sesi  bastırmaktır. “Başka  Türkiye  yok”  denerek  başka alternatiflerin  önü  kapatılmak istenmektedir..Halbuki  aslında her şeyin  serbestçe  tartışıldığı  toplumun  gerilim  noktalarının  demokratik  bir  hoşgörü  anlayışı  ile  aşılabildiği  bir  Türkiye ancak  huzurlu  olabilecektir..Yoksa   sürekli  birilerini   suçlu  ilan  etmek, dünün  düşmanlarının  Kızılelma  koalisyonlarında  ilginç  bir  şekilde  bir  araya  gelmeleri  sorunları  ağırlaştırmaktan  başka  bir  işe yaramıyacaktır..

Yorumlar