2008-08-29 00:00:00

27-8-2008 tarihinde yapılan törenle Genelkurmay başkanlığını devralan orgeneral İlker Başbuğ'un tören konuşmasını birçok açıdan insan haklarının temel ilkelerine aykırı bulmaktayız.Açıklamada, askeri bürokrasinin yurttaşların nasıl düşüneceğini, nasıl giyineceği, hangi dar ideolojiye tabi olması gerektiğini belirtip farklılıkları tehlike ve zararlı gören tek tipleştirici anlayışı, sivil siyasi alana yönelik açık ve kapalı müdahalelerdir. Ülkede AB sürecinde demokratikleşme adımlarını engelleyici niteliktedir.

Askeri bürokrasinin silahlı saldırılar ve özellikle dış güvenlik konusunda görevli iken, sivil siyasi alanda siyasi parti çalışmasında dahi demokratikleşmeyi, özgürlükleri engelleyici nitelikte sayılabilecek açıklamalarının bir devlet politikası olarak zorunlu olarak uygulanmasını istemek, demokratik ülkelerde askerin durması gereken yerin dışında müdahaleci bir konumda olduğunu gösterecektir.

Konuşmada, etnik sorunların adil bir şekilde halledilmesini talep etmeyi “Bunun dışında kimse demokratik istekler aldatmacasıyla farklı isteklerle kamuoyunun karşısına çıkamaz. Bu konular ülke gündemine devamlı sokulursa korkarız ki ülke ayrışmaya ve kutuplaşmaya zorlanır. Bu, ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür.” ifadeleri ile eleştirmek, sorunların adil çözümünü isteyenleri töhmet altında bırakmaya matuftur. Türkiye’nin sorunları ancak insan haklarına dayanan uygulamalarla sağlanabilir. Demokrasi, insan hakları gibi kavramları rakip kavramlar olarak görme hastalığından yeni Genelkurmay başkanının kurtulmasını istiyoruz.

Açıklamada “Kendi istekleriyle birleşen ve bir üst kimlik altında yaşamayı kabul edenlere Türk milleti ismini vermişlerdir. Devlet içinde entelektüel tartışmaların yapılabilir olması, devleti ayakta tutan unsurların tartışmaya açılması anlamına gelmez. Ulus devlet tartışmaya açılabilecek bir yapı değildir. Bu yapıyı zayıflatmaya çalışmak ve tartışmak Türkiye’nin ulusu ile bütünlüğünü istememek demektir .”denilmektedir. Yıllardır büyük sorunlara yol açan Kürt sorunu alanındaki tartışmaları görmezden gelmek mümkün değildir. Bu sorunların giderilmesi konusunda son 20 yılda yapılan bazı reformların önemi sorunun kabul edildiğini göstermektedir. Sorunun tam çözümü için daha ileri demokratik adımlar atılması gerektiği belliyken sorunu tartışmanın “anlamsızlık ve laf kalabalığı” olduğunu belirtmek kabul edilebilir değildir. Ulus devlet kutsallaştırılmamalıdır. Türkiye’nin tüm sorunları tartışılmalıdır. Sorunlar tartışılıp insan haklarına uygun çözümler bulundukça ancak ülke rahatlayacaktır. İfade ve örgütlenme özgürlüğü tek tipleştirici anlayışla sağlanamaz.

Yurtiçi ve yurtdışındaki birçok insan hakları derneğinin insan hakları raporlarında Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğü alanındaki ihlallerin endişe verici boyutta olduğunu belirtilmesine rağmen “bugün toplumsal hayatımızda dini değerlere ağırlık verildiği için toplumun bir kesiminde laiklik ile ilgili endişe vardır ve bu ciddiye alınmalıdır”

  1.  ile kalmayıp, toplumun sadece bir kesiminin sözcüsü olma pozisyonuna düşmektedir. Anayasa’da geçen laiklik anlayışının özgürlüklerle ilgili “Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.” Kısmını görmezden gelen, dini vicdana hapsedip, günlük hayattaki uygulamalarını din istismarsı olarak algılayan zihniyet hatalı bir zihniyettir.

“Anayasa Mahkemesi'nin yaptığı yorumlar, laikliğin ortaya konulmasında vazgeçilmezdir. “TSK’nın görevi halen gerekçesi bile yayınlanamayan anayasa mahkemesinin insan hakları hukukuna aykırı kararlarını savunmak değildir. “Böyle bir karardan başkası düşünülemez” demek kuvvetler ayrılığı ilkesine en başta aykırıdır. Yargısal yolların açık olması hukukun üstünlüğünün gereğidir.

“Giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo politiği şekillendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu sosyal gerçek doğru analiz edildiği takdirde, buna karşı alınacak tedbirlerin başarı şansı olur.” denilmektedir. Oysa TSK ‘nın görev alanı güvenlik konusu ile sınırlıdır. Siyasi alana dair görüşler belirtilmesi sivil siyasi alana yönelik müdahalelerdir. Sivil toplumun gelişmesini ve hak talep etmesini topluma şikayet etmek bir garabet örneğidir.

“Demokrasinin aşırı şekliyle popüler amaçlara yönlendirilmesi laik düzen aleyhine olabilir.” şeklindeki ifadeler ise demokrasinin aşırısının zararlı olduğu düşüncesini ortaya çıkarmaktadır. Bu düşünce, ideolojiye uygun bir demokrasi anlayışına ancak müsaade edilebileceğini göstermektedir. Demokrasi dozajı konusunda görüşler beyan etmek ve benzeri görüşleri açıklamak, bu tür tavırları yasaklayarak cezai müeyyideler getiren iç hizmet kanununa da aykırıdır.

Ayrıca “ülke çıkarlarını gözetebilen sivil toplum örgütleri” olma hususundan bahsedilmiştir. STK’lar Devletin devasa iktidar gücüne karşı, bireyin hak ve özgürlüklerinin korunması ve denetime katkı sunarlar.

MAZLUMDER insan hakları sorunları ile ilgili konularda görüş beyan edenlerin kavramlara, üsluba, görev ve yetkiye uygun olup olmadığına dikkat etmesini önermektedir.

-Askeri bürokrasinin yurttaşların ifade ve örgütlenme özgürlüğüne, sivil siyasi alana yönelik açık ve kapalı müdahalelerden vazgeçmeye çağırmaktayız.

-Her kim olursa olsun ve görevi açısından hangi açıdan bakarsa baksın içteki ve dıştaki sorunların çözümünün ancak insan haklarına dayanan uygulamalarla olacağı bilinmelidir.

MAZLUMDER Genel Başkanı

Ömer Faruk GERGERLİOĞLU

Yorumlar