2014-04-17 00:00:00

17 Nisan 2014, Perşembe

T24 yazarı Ömer Faruk Gergerlioğlu 'Erdoğan'a odaklanmak' başlıklı yazısında Erdoğan’ın güçlü bir lider olmasının yanında, aleyhine olan durumları bertaraf etmesini de iyi bildiğini yazdı. Gergerlioğlu yazısında; “Demokratik seçimlerin olduğu bir ülkede Erdoğan'a diktatör denmesi haksızlıktır ” deniyor doğru ama otoriterleşmenin sonunun diktatörlük olduğunu niye göremiyorsunuz?” sözleriyle duygusal hareket etmenin tehlikeli olduğu uyarısında bulunuyor.

Erdoğan'a odaklanmak

Tayyip Erdoğan şüphesiz çok güçlü bir lider. Allah vergisi yöneticilik kabiliyetini siyasal alanda halkı etkileyerek kullanmasını iyi biliyor. Aleyhine olan durumları da hitabeti, karizması ve kazandığı güvenle bertaraf etmeyi biliyor.

 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın adı yine gündemde. Erdoğan muhtemelen aday olacak ve kazanacak. Yerel seçimlerde bile adaya değil Erdoğan'a oy veren bir taban bulunduktan sonra Erdoğan'ın böyle bir yönelişte bulunmaması mümkün değil.

 Bilhassa İslamcılar, dindarlar yerine göre at gözlüğü takarak Erdoğan'ın liderliğinin koşulsuz desteklenmesi gerektiğini düşünüyor. Erdoğan'ın hataları gündeme getirildiğinde “Erdoğan'ın seçimleri kazanması için Bosna'da, Filistin'de, Arakan'da dua edildi” deniliyor ve akan sular duruveriyor. İslamcılar için çok önemli olan ittihad'ı İslam'ın Erdoğan'ın şahsında sağlanmasının üstünde bir şey olamayacağına vurgu yapılıyor. Böyle duygusallıklarla hareket edilmesi kimileri için göz yaşartıcı olabilir ama otoriterleşmenin kötülüğünü görmeyi engelleyeceği için son derece tehlikelidir.

Ancak herşey Erdoğan'ın  kazanması yönünde çalışırken unutulan bir husus var. Bir faniye bu kadar odaklanmak İslami açıdan doğru mu?

Müslümanların önderi olan Hz. Muhammmed'e baktığımız zaman onun peygamberliği boyunca insanları anlamaya, dinlemeye, sorunları çözmeye, paylaşmaya odaklandığını görürüz. Onun getirdiğine o zaman ve diğer zamanlarda inanmayanlar bile onun mütevazi kişiliğine, istişareye verdiği öneme, merhametine, nezafeti ve nezaketine hayran olmuştur.  Hz. Muhammed'in  sorgusuz sualsiz Cennet'e gireceğine yani “masum ” olduğuna inanan Müslümanlar bile ona keskin itirazlarda bulunabilmiştir. Siyasi tavırlarda olan bu itirazlarında muhalefetlerini açıkça göstermişlerdir. “Bu görüşün Allah'ın vahyi değilse itiraz ediyorum” demişlerdir.  Hz. Muhammed, kendisine ve arkadaşlarına karşı inanılmaz zulüm yapan Mekke'yi  fethedip şehre girerken zafer kazanmış bir komutan gibi  değil, başını devesinin boynuna değdirecek kadar eğerek tevazu içindeydi. Önder masum  olsa, zafer kazansa bile tevazu gösteren, eleştirileri kabul eden,  paylaşan kişidir. O kendisini yücelten, karşısında titreyenlere “Ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” diyerek sadeliğini, tevazusunu vurgulardı. Ama şimdiki zamanların Müslümanları fani Erdoğan'ı her konuda temize çıkarabilmek için üstün bir performans göstermektedirler.

Hz. Muhammed'in elçisi olduğu öğretiler zaten o toplumdaki otoriterliği kırmaya, yıkmaya yönelikti. Efendinin köleye, erkeğin kadına, büyüğün küçüğe, zenginin fakire, nefsin ruha  olan tahakkümünü kırıcı ifadeler ön plandaydı. İbadetleri yapan Müslümanlar emirlerin ruhundan kopma tehlikesini en büyük tehlike olarak ne zaman görecek?

Aslında Erdoğan'a taraf olmayı devam ettirse bile onun otoriter tavırlarına karşı ilk muhalefeti İslamcıların yapması gerekir. Bugün bunun tersini görüyoruz. Sol, liberal kesim eleştiri yapınca envai tür saiklerle İslamcılarımız savunmaya geçiyor. Bu, en başta dinin ruhuna aykırıdır. Eleştirmenin hemen keskin karşıtlık anlamına geldiği bugünlerde sözlerimizin yeterli anlaşılması ihtimali zayıf olsa da hatırlatmamızı yapmak zorundayız.

Keskin karşıtlaşmışların egemen olduğu bir ülkede olsak bile hakkı teslim edenlerin kaybetmeyeceğini asıl kazananların onlar olduğunu tekrar hatırlatmak gerekir.

Fethullah Gülen'in cemaatinin mensupları için de bu ifadelerimiz geçerlidir. Bu kavgada gözü kapalı “taraftarcılık, lidercilik” hastalığından kurtulmadan kimse kurtuluşa eremez.

“Demokratik seçimlerin olduğu bir ülkede Erdoğan'a diktatör denmesi haksızlıktır ” deniyor doğru ama otoriterleşmenin sonunun diktatörlük olduğunu niye göremiyorsunuz?

İslam tarihinin en önemli kırılma anı olan Kerbela hadisesinde otoriterliğin izlerini görmüyor musunuz? Hz. Hüseyin son ana kadar anlaşma, konuşma kapılarını açık bırakmış ancak karşısındakiler “fırsat bu fırsat” diyerek Yezid tarafından gelen otoriter emirle katliam işlemişlerdi. Bu hadiseyi unutulması gereken, deşilmemesi gereken bir olay olarak gören gelenek maalesef şimdi de otoriterleşmenin afetlerini unutuyor.

Hz. Ali ve Hz. Hüseyin istişareye dayanan bir yönetimin otoriterleşmeye kaydığını gördükleri için mücadele etmişlerdi. Bu eğilimin toplumun başına büyük bir bela olacağını bildikleri için canlarını feda etmekten çekinmemişlerdi. Otoriter yöneticiler genelde sessiz kalan, başını eğen ve çıkarını gözeten toplumu görünce de diktatörleşmişti. Ama bugün İslamcılık adına bu yöneliş görmezden geliniyor.

Son derece iyi, becerikli,  beğenilen bir kişi olsanız bile otoriter bir yönetim tarzının fesada yol açacağını unutmamalısınız. Bunun adına Batı'da “demokrasi” demişlerse İslam'da zaten “istişare” denmişti, hatırladınız mı?

zaman

Yorumlar