2007-07-02 00:00:00

DAYATMANIN  ADI  NİTELİKLİ UZLAŞMA  OLDU!..

 

Anayasa  mahkemesi’nin  gerekçeli  kararı  açıklandı. Bu  karar  aslında Türk   siyasi  hayatındaki  hukuksuz  davranışların  şifresini  açıklıyor.

Anayasa  mahkemesi  kararı  açıklandığı  zaman  hukuk  adına  vicdan  taşıyanlar  bu  kararı  kabullenememişti. Farklı  siyasi  görüşten  olduğu  için “iyiki  böyle  bir  karar  çıktı”  diyenlerin   bile  kararın  doğruluğu  noktasında  kafaları soru işaretleri  ile dolu  idi. Herkes gerekçeli  kararı  bekliyordu. Sonunda  Anayasa  mahkemesinin  gerekçeli kararı    da  açıklandı. Anayasa  mahkemesi  58  gün  niye  açıklamayı  geciktirdiğini,  kararın içeriği  ile  mahcup  bir  şekilde açıklamış  oldu. Kararda   bir  çok  teknik  husus  bulunuyor.Gerekçede  ya  yasalarda  ifade edilmeye gerek  bile  duyulmayan  ifadeleri tersyüz ederek  farklı  yorumlamalar   ya da  alenen göz  boyamacalar    mevcuttur.Bu  karar  karşısında  Türkiye’de  haklı  olduğunuz bir alanda  mahkemeye  gitme isteğiniz  yok  oluyor.Kararın teknik  özellikleri üzerinde  durmaya fazla gerek yoktur.Zira  zorlamalarla doludur.Asıl  gerekçeli  kararın  bir  maddesi var ki  fazlasıyla üzerinde durulmayı  hakkediyor.Gerekçeli  karardaki  Konu  ile  ilgili bölüm  şöyledir.

''102. maddedeki düzenlemeyle, Cumhurbaşkanı seçiminde Meclis'te olabildiğince nitelikli bir uzlaşma sağlanmasının amaçlandığı açıktır. Nitekim, ikinci fıkrada otuz günlük seçim takviminde adaylık süresinin on günle sınırlanması, kalan yirmi günde yapılacak dört oylamanın ilk ikisinde adaylardan birinin seçilebilmesi için üye tam sayısının üçte iki çoğunluğunun oyunun aranması, dördüncü oylamaya, üçüncü oylamada en çok oy alan iki adayın katılabilmesi, bu oylamada da yarışan iki aday arasında üye tam sayısının salt çoğunluğunun adaylardan biri üzerinde sağlanarak Cumhurbaşkanının seçilememesi halinde, TBMM seçimlerinin derhal yenilenmesi yoluna gidilmesi, Cumhurbaşkanı seçiminde uzlaşmanın temel alındığını göstermektedir. Anayasa’nın 104. maddesine göre, 'Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder.' Ayrıca, Cumhurbaşkanına verilen görev ve yetkilerin niteliği ile Anayasa'nın Cumhurbaşkanının statüsüne ilişkin diğer hükümleri bir bütün halinde incelendiğinde Cumhurbaşkanının, ulusun önemli bir çoğunluğunu yansıtan temsilcilerin katılımı ve iradeleri ile seçilmesi yaklaşımının Anayasa 'da benimsenmiş olduğu görülmektedir.”  

Bu  karar  hukukçular arasında  büyük bir şaşkınlık  ile  karşılanmıştır. Örneğin,  birçok  Anayasa  hukuku profesörü  gibi  Prof. Ergun  Özbudun  “Mahkemenin  gerekçeli  kararıyla  , uzlaşma bir Anayasa kuralı haline getirilmiştir. 'Uzlaşma' görüşü bir dayatmadır”  demektedir.

       Uzlaşmanın  şu ana kadar  olan  yüksek  mahkeme başkanlık seçimlerinde  ve  birçok  meclis kararında  aranmaya ihtiyaç  bile hissedilmediği  konusunu   geçelim. Fakat  bir uzlaşma kavramı  üzerinde durmak  gerekir. Türkiye’de  yıllardır iktidar  erkini  elinden kaçırmak  istemeyen  bürokratik  elit halka  “ya  benim  dayattığımı kabullenirsin  ya da çeşitli  vesilelerle  burnunu yere  sürterim” demektedir. Bürokratik elit’in  hoşuna gitmeyen  bir şey yapacağınız  zaman onun  iznini  almak  için  günlerce  kapısında el pençe  divan durmanız gerekmektedir. Çeşitli  eveleme  gevelemeden  sonra  ise  bürokratik elit   “benim gibi  olamıyorsan  hiç  olmaman  gerekir, benim  istediğim  gibi  düşünemiyorsan  hiç  düşünmemen gerekir,  benim  gibi  yapmayacaksan  hiç  yapmaman gerekir” demektedir. Anayasa mahkemesi’nin  kararında belirtilen  “nitelikli uzlaşmanın”  nitelikli  boyun  eğme anlamına geldiği  en anlamaz  kafalara  çakılmış  durumdadır. Uzlaşma  kelimesinin  evrensel  anlamını da iğfal  eden  bu  karar  Türk  hukuk  tarihine  kara  bir  leke olarak  geçmiştir. Olayın teknik  ayrıntısına  girmeye gerek yoktur.Zaten  her kesimden  Anayasa hukukçusu bu  gerekçe  ile   uzlaşma diye  yeni  bir anayasa  kuralı  icat edildiğini  haykırmaktadır.

 

      Aslında uzlaşma gerekçesi ile  açıklananın,   halkın  isteği  ile  yıllardır  niye  uzlaşılmadığını  açığa çıkarmaktadır. Anlamsız  gerekçelerle  meclis  kararı  yerine  geçmesi  mümkün  olmayan  bir  karar  ihdas  eden  Anayasa  mahkemesi cari  Anayasa’nın  en  azından  değiştirilmesi gerektiğini  göstermektedir. En  azından  diyoruz zira demokratik  bir anayasa  karşısında  statükocu  bir  dayatmacılığın bulacağı  yeni kavramlar vardır. Uzlaşma yerine “benden olmayanın  bana  boyun eğme zorunluluğu”  gibi  yeni  kavramlar  ihdas edilebilir. Tepeleyip boğazına çöktüğü  bir  kişiye bu  “hal üzere  benimle uzlaşacaksın”  demek  ne  derece doğruysa,  anayasa  mahkemesinin kararı   o  kadar doğrudur.Uzlaşma  dayatma  olarak  anlaşıldığı  sürece hukuk  adına  maskaralıklar bitmeyecektir.

Uzlaşma  kavramı  aslında  adaleti  sağlayıcı bir öğe olarak  gösterilemez. Farklılıklar  her zaman  birbiriyle uzlaşmak  zorunda değildir. Farklılıklar  ortak  paydalar etrafında uzlaşabilir. Belirlediğiniz herhangi  bir  kritere göre  seçimler  yapıp kendinizce  doğru   sonuçlar  alabilirsiniz. Ama uzlaşma diyerek kriteriniz  dışı   adaletsiz  bir  karar almayı  tercih  ederseniz bu,    tüm ilkelerinizi  çiğneme anlamı  taşır.

       Uzlaşma   diyerek  dayatma yapmaya çalışanların  ne  kadar  gözünün  kararmış  olduğunu  son  gelişmelerle  daha  iyi görüyoruz. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin oğlu olan Kubat Talabani, babasının liderliğindeki KYB'nin internet sitesine yaptığı açıklamalarda Hudson Enstitüsü  toplantısında  “Amerikalılardan, Kürdistan Bölge Hükümeti'nin PKK'nın bazı yöneticilerini tutuklayıp Türkiye'ye teslim ederse, acaba Türkiye'deki sorunu çözer mi? şeklinde bir öneri geldiğini” söyleyen Talabani şöyle devam ediyor.”Türkiye'nin Washington Konsolosluğu Askeri bölümündeki temsilcilerinden biri bu öneriye karşı çıktı”.Hudson  entitüsü haberini ortaya çıkaran  Yasemin  Çongar’ın  ısrarla  toplantıdaki  bu  iddiayı  “hükümetin eli güçlenir” kaygısıyla PKK’ lı  yöneticilerin  teslim  edilmediği  yönünde    teyid  etmesi  son derece  önemlidir. Muhalifi  olduğu siyasi  güçlerin elinin güçleneceği  düşüncesi ile  PKK’lı  yöneticilerin teslimine  onay  vermeyen  bir anlayışın  uzlaşma ile izah edilen  kavramı  nasıl    pratize  ettiği  ortadadır. Uzlaşma   sadece boyun  eğdirme anlamında değil,  akılalmaz bir şekilde gözlerin  karartılması  anlamına da gelmektedir anlaşılan.Uzlaşma gibi  barışı anımsatabilecek  bir  kelimenin tarih  boyunca  nasıl  yanlış  kullanıldığını  bilirdik te böylesi cin  fikirliklere uzanabileceğini   düşünemezdik.Ancak dayatmanın  adı  uzlaşma  oldu  en  azından  artık bunu  halkımız  tam  olarak  bilsin!..

 

 

Yorumlar