2016-04-27 00:00:00
Tepkiler gelince sözlerini şöyle açıkladı. “Anayasanın dindar olması beyanımdaki kastım; hiçbir ayrım yapmaksızın din ve vicdan özgürlüğünün anayasamızın lafzi ve ruhu ile güvence altına alınmasını sağlamayı temenni etmektir. Laikliğin farklı inanç gruplarına sağladığı hürriyetlerin mevzuatta yer bulması, devlet ve milleti karşı karşıya getirmeyen bir laikliğin tarifi ve tatbikatı yeni anayasada olmalıdır.”
Demek ki Kahraman'ın din ve vicdan özgürlüğünden anladığıyla ilgili bir sorun var. Din derslerinin zorunlu olmasını istemesi bunu gösteriyor. Din dersinin zorunlu olduğu bir yerde din özgürlüğü sorunlu bir konudur. Farklı inanç gruplarının ibadethane olarak belirlediği yerlerin ibadethane olup olmadığını Diyanet isimli laik devlet kurumundan sormak, din ve vicdan özgürlüğüne ne kadar uyuyorsa, Kahraman'ın “dindar anayasa” isteği de o kadar din özgürlüğüne uyuyor. Klasik muhafazakar akıl, yani Meclis başkanı İsmail Kahraman aklı zorba askeri anayasalara sırf içinde diyanet yer aldığı ve din dersi zorunlu olduğu için “dindar anayasa” der. Ancak Kahraman'ın ruh halini Cumhuriyet tarihi boyunca dindarlara uygulanan dini yaşamı baskılamanın ışığında okumamak, konunun şablonik bakış açıları içinde değerlendirilmesi eksikliğini oluşturur.
Önemli olan kimlik mensuplarının “etki, tepki” prensibine göre değil, esastan sorgulamalarla laiklik anlayışına yaklaşmasıdır. Şu anda laiklik tartışmalarında anlaşamamanın temelinde jakoben laik uygulamaların seküler kesimlerce yeterince sorgulanmama hatası yatmaktadır. Sekülerler, dindarların uygulamada “din düşmanlığı” olarak tezahür eden uygulamalardan dolayı laiklik kavramından tedirginliğini anlamalı, dindarlar da “dinin egemen olması” kavramının sekülerlerdeki tedirginliğini anlamalıdır. Herkes hatasını araştırma masasına yatırmadıkça, güvenin oluşması ve adalet üzere değerlendirmeler zorlaşacaktır.
Dini yorumların özgürce konuşulmadığı bir din devletinde en başta Müslüman düşünürler zor durumdadır. Zira din adına yaptığı eleştirilerinin kendisini “din dışı, mürted” diyerek afaroz ilan ettirme tehlikesi vardır. Zira iktidarı güç yoluyla elinde bulunduran için farklı dini yorumlar tartışılmaya bile değer değildir. Devletin dini düşünceye, uygulamalara eşit mesafede olması ancak bu sorunu çözebilecektir. Tarih boyunca özgür ve üretken düşünmeye çalışan dini düşünürler bu yüzden sürekli devlet dışlamasına maruz kalmıştır. Devlet uygulamalarını kabul eden din adamları ise imtiyazlı bir ruhban sınıfının ortaya çıkmasına yol açtılar.
Anayasa din dayatmamalıdır, devletin resmi dini, mezhebi, ırkı olmamalı,anayasa toplumsal sözleşme olmalıdır. Herkes kendi inancını rahatlıkla yaşayabileceğini düşünmelidir. Laikliğin yıllarca bu ülkenin eğitim kurumlarında öğretilen tanımı, dinin siyasete alet edilmemesiydi, din devlet işlerinin ayrılığıydı. Laikliği böyle daraltarak tanımlarsanız dine baskı uygulamalarının kapısını açarsınız. Oysa laikliğin devletin tüm dinlere, ideolojilere, etnisitelere eşit uzaklığı olarak anlaşılması sorun çıkarmayan olacaktı. Devletin dine, ideolojiye, etnisiteye ayrımcılık yapmamasını ancak böyle sağlarsınız. “Türkiye tipi laiklik” mazeretiyle laikliği dine baskı olarak uygularsanız bugünkü sorunlardan başkasıyla karşılaşmayız. Laiklik dinin sosyal hayata hiç dahlinin olmaması hatta silip süpürülmesi olarak anlaşılacaksa bu, sürekli huzursuzluk çıkaran olacaktır.
Yorumlar