2016-04-27 00:00:00

Meclis Başkanı İsmail Kahraman, 1982 Anayasası'nın herhangi bir yerinde Allah lafzının geçmediğini belirterek “Ama anayasa inanca göre tasnif edildiğinde, bu 82 anayasası da, 61 anayasası da dindar anayasalardır. Neden? Resmi tatiller, Kurban bayramı, Ramazan bayramı'dır.  Din dersleri mecburidir ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar anayasadır. Laiklik tarifi de ona göre olmalıdır. Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Dünyada üç anayasada laiklik var. Fransa, İrlanda, bir de Türkiye'de var. Tarifi de yok. İsteyen, istediği gibi bunu yorumluyor. Böyle bir şey olmamalıdır. Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım. Dini olarak bahsetmesi lazım.”

Tepkiler gelince sözlerini şöyle açıkladı. “Anayasanın dindar olması beyanımdaki kastım; hiçbir ayrım yapmaksızın din ve vicdan özgürlüğünün anayasamızın lafzi ve ruhu ile güvence altına alınmasını sağlamayı temenni etmektir. Laikliğin farklı inanç gruplarına sağladığı hürriyetlerin mevzuatta yer bulması, devlet ve milleti karşı karşıya getirmeyen bir laikliğin tarifi ve tatbikatı yeni anayasada olmalıdır.”

Demek ki Kahraman'ın din ve vicdan özgürlüğünden anladığıyla ilgili bir sorun var. Din derslerinin zorunlu olmasını istemesi bunu gösteriyor. Din dersinin zorunlu olduğu bir yerde din özgürlüğü sorunlu bir konudur. Farklı inanç gruplarının ibadethane olarak belirlediği yerlerin ibadethane olup olmadığını Diyanet isimli laik devlet kurumundan sormak, din ve vicdan özgürlüğüne ne kadar uyuyorsa, Kahraman'ın “dindar anayasa” isteği de o kadar din özgürlüğüne uyuyor. Klasik muhafazakar akıl, yani Meclis başkanı İsmail Kahraman aklı zorba askeri anayasalara sırf içinde diyanet yer aldığı ve din dersi zorunlu olduğu için “dindar anayasa” der. Ancak Kahraman'ın ruh halini Cumhuriyet tarihi boyunca dindarlara uygulanan dini yaşamı baskılamanın ışığında okumamak, konunun şablonik bakış açıları içinde değerlendirilmesi eksikliğini oluşturur.

Tanımsız bir laiklik uygulamasının ne olduğunu gördük. Cumhuriyet tarihi boyunca Sünni'ye dünyayı cehennem eden bir anlayışı getirdi. Din, devletin tanıdığı kadar özgür oldu. “Düzene uygun laik Sünni, Hanefi” vatandaş  dışındakiler dışlandı, laiklik uygulaması bir din düşmanlığı olarak uygulandı, dindarlar çok acılar çektiler. Başörtüsü,  devleti yıkamayacak bir bez parçası olmasına rağmen, 3-5 sene öncesine kadar yasaktı. Jakoben laik uygulayıcılara kalsa hiçbir zaman da serbest kalmayacaktı. Milli görüş geleneğinden gelen bir parti sayesinde serbest bırakıldı. Bu, dindarların Ak Partiye sımsıkı, sorgusuz sualsiz sarılmasının en büyük nedeni halen. Her kesimiyle dine mesafeli duran laik anlayışlar bunu görmeden yapacakları İsmail Kahraman eleştirisinin kendilerini daha da yanlış teşhislere götüreceğini bilmelidir. 
Devletin çizdiği “ideal Müslüman” tipinden zararla etkilenen bir başka grup ise Aleviler idi. “Hanefi, Sünni” Müslüman prototipinin dışında kalan ancak laik kontenjanından vatandaşlıkta yer bulan Aleviler de yüzyıllardır yaşadıkları sorunların çözümünü yeni cumhuriyette bulamadılar. Ancak Sünni baskısından kurtulmanın aşkıyla katliamlara uğrasalar bile cumhuriyete sımsıkı sarıldılar. Laiklik uygulamalarını kendilerini koruduğu için sahiplendiler ancak Sünnilere uygulanan baskıları ender örnekler dışında çok sorun etmediler. 
Sünniler için son yıllar, baskı altında geçen zamanlardaki din devleti idealinin ne derece sorunlu olduğunu görmekle geçti. Çeşitli “din devleti” uygulamaları baskı örnekleriyle doluydu. İran uygulaması tesettürü zorunlu hale getiriyor ve tepki alıyordu. Ancak Taliban ve IŞİD uygulamaları işin tuzu biberi oldu. Din adına hakimiyet kuran istediği gibi bir yorumla her kesim üzerinde dinin asli ruhuna aykırı bir baskı uygulamaya başlamıştı. Bu durum, din adına kurulan hakimiyetlerin sorgulanmasına yol açtı. Din adına yapılan uygulamaların doğruluk, yanlışlık kriteri yine insanlara göre oluyordu. Zira yorum farklılığıyla uygulamalar değişebiliyordu. Uygulamaların Allah adına olduğunu iddia etmek doğru değildir. Zira Allah adına yapılan uygulamalara Allah, dünyevi bir müdahale yapmamaktadır. 

Önemli olan kimlik mensuplarının “etki, tepki” prensibine göre değil, esastan sorgulamalarla laiklik anlayışına yaklaşmasıdır. Şu anda laiklik tartışmalarında anlaşamamanın temelinde jakoben laik uygulamaların seküler kesimlerce yeterince sorgulanmama hatası yatmaktadır. Sekülerler, dindarların uygulamada “din düşmanlığı” olarak tezahür eden uygulamalardan dolayı laiklik kavramından tedirginliğini  anlamalı, dindarlar da “dinin egemen olması” kavramının sekülerlerdeki tedirginliğini anlamalıdır.  Herkes hatasını araştırma masasına yatırmadıkça, güvenin oluşması ve adalet üzere değerlendirmeler zorlaşacaktır.

Dini yorumların özgürce konuşulmadığı bir din devletinde en başta Müslüman düşünürler zor durumdadır. Zira din adına yaptığı eleştirilerinin kendisini “din dışı, mürted” diyerek afaroz ilan ettirme tehlikesi vardır. Zira iktidarı güç yoluyla elinde bulunduran için farklı dini yorumlar tartışılmaya bile değer değildir. Devletin dini düşünceye, uygulamalara eşit mesafede olması ancak bu sorunu çözebilecektir. Tarih boyunca özgür ve üretken düşünmeye çalışan dini düşünürler bu yüzden sürekli devlet dışlamasına maruz kalmıştır. Devlet uygulamalarını kabul eden din adamları ise imtiyazlı bir ruhban sınıfının ortaya çıkmasına yol açtılar. 

Kahraman'ın sözlerini “dini devlet istenme cür'etine gelindi, laiklik de elden gidiyor” çerçeveli tedirginliklerle okumak toplum olarak bizi doğru yere götürmez.

Anayasa din dayatmamalıdır, devletin resmi dini, mezhebi, ırkı olmamalı,anayasa toplumsal sözleşme olmalıdır. Herkes kendi inancını rahatlıkla yaşayabileceğini düşünmelidir. Laikliğin yıllarca bu ülkenin eğitim kurumlarında öğretilen tanımı, dinin siyasete alet edilmemesiydi, din devlet işlerinin ayrılığıydı. Laikliği böyle daraltarak tanımlarsanız dine baskı uygulamalarının kapısını açarsınız. Oysa laikliğin devletin tüm dinlere, ideolojilere, etnisitelere eşit uzaklığı olarak anlaşılması sorun çıkarmayan olacaktı. Devletin dine, ideolojiye, etnisiteye ayrımcılık yapmamasını ancak böyle sağlarsınız. “Türkiye tipi laiklik” mazeretiyle laikliği dine baskı olarak uygularsanız bugünkü sorunlardan başkasıyla karşılaşmayız. Laiklik dinin sosyal hayata hiç dahlinin olmaması hatta silip süpürülmesi olarak anlaşılacaksa bu, sürekli huzursuzluk çıkaran olacaktır. 

Yorumlar