2015-04-05 00:00:00

İlk önce haberi okuyalım.

 

Yalova Valisi Selim Cebiroğlu, bir okulu ziyaretinde ‘kılık kıyafet’ini beğenmediği sendika üyesi bir öğretmeni dilenciye benzetti, kılık kıyafet yönetmeliğini protesto için serbest kıyafetle okula geldiklerini söyleyen başka bir öğretmeni de ‘anarşist’ ilan etti.”“Okula serbest kıyafetle gelen matematik öğretmeni Halil Serkan Öz’e önce hakaretler yağdırdı, ardından sınıftan kovdu. Öz’e sınıf içerisinde, “Bu saç sakal ne? Sen ne biçim öğretmensin? İnsanlar dışarıda görseler dilenci zannedip para verirler” sözleriyle çıkışan Cebiroğlu, hızını alamayarak okul idarecilerine de, “Siz eşekbaşı mısınız burada? Yönetemiyorsanız istifa edin” diye bağırdı.”

 

Ve ertesi gün bu olayı protesto yürüyüşünde, hakaret edilen öğretmen Halil Serkan Öz kalp krizi geçirerek vefat etti.

 

Devlet vatandaşa hizmet için var edilmişti. Ama siyasi iktidarlar değişse de kibirli devlet değişmiyor. Bu olay bana bir zamanlar yaşadığım bir olayı hatırlattı. 2007 yılında  Kocaeli'de  yıllardır süren başörtüsü yasağına karşı bir yürüyüş ve ardından miting planlamıştık. Bu miting için gerekli bildirimleri yaparak anayasanın vatandaşlara verdiği toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkından  yararlanmak istemiştik. Yürüyüş için toplandığımız mahale gelen dönemin dönemin Emniyet müdürü Hüseyin Namal bu yürüyüşü ve mitingi yaptırmayacağını belirtmişti. Emniyet müdürünün bu keyfi kararı dolayısıyla oluşan kriz için kendisiyle oturup konuştuğumuzda ve bildirim işlemlerini, yasal işlemleri, hukuki hakkımızı ifade ettiğimizde bu işlemlerin yasallığına ses çıkaramayan Emniyet müdürü dönüp bana hayatım boyunca unutamayacağım önemli bir cümle söyledi. Kendisinin bu yürüyüşü istemediğini, yasal yollarla yapılan isteği umursamadığını belirterek bana “sen kim oluyorsun da devlete kafa tutuyorsun” dedi. Ben de ona vatandaş olarak hakkımı istediğimi, devletin buna engel olmaması gerektiğini söyledim. Tabi bu tartışma devam edip sonuç alınamayınca dışarı çıkıp yürüyüşü hiçbir gücün durduramayacağını ve mitingimizi yapacağımızı beyan ederek yürümeye devam edeceğimizi kalabalığa söyledim. Bunun üzerine yürüyen kalabalığa biber gazı sıkıldı ve aralarında çocuklu annelerin de bulunduğu sivil bir topluluk darp edildi. Ancak devlete karşı hakkını aramadaki ısrarı gören Emniyet müdürü gerilimi daha da yükseltemedi ve yaptırmayacağını söylediği yürüyüşe geçit verdi ve yürüdük,  tam istediğimiz yer olmasa da mitingimizi gerçekleştirdik. Ancak devlet geleneği devam etti, prosedür değişmedi,  Ak Parti hükümeti müdürü ardından daha üst makamlara terfi ettirdi. 

 

“Sen kim oluyorsun da devlete kafa tutuyorsun” sözünü hiç unutamadım. Bir büyük insan hakkı ihlaline karşı vatandaşın yapmak istediği sivil toplum etkinliğini hiçbir yasal gerekçe bulamadığı için “devlete kafa tutma” olarak gören zihniyette  bugün de bir değişiklik yok maalesef. Kendini hizmet etmesi gereken halka karşı hizmetçi değil mütekebbir bir zorba gibi gören yöneticilerimiz var olduğu müddetçe daha çok özgürlük mücadelesi vereceğiz. Bu mücadelenin ideolojik farklılık gözetmeyeceği açıktır. Zira en ufak hak talebinde karşısındakini devlete kafa tutan bir böcek gibi gören bir zihniyet var karşımızda. 

 

Son yıllarda tüketici hakları, hasta hakları gibi kavramlar ve kuruluşlar çok istendiği kadar olmasa da bir miktar işlev görmeye başladılar ancak bunlar esas yönetici sınıfındakilerden daha çok alt düzey devlet görevlilerine hesap soruyor. Üst düzey yöneticilere yönelik vatandaşın basitçe kullanabileceği mekanizmalar çok işlevsel değil. Bu yüzden üst düzey yöneticiler kendilerini ve adına hareket ettikleri devleti yarı tanrı gibi görmeye devam ediyorlar. 

 

Son olayda da aslında insan hakları alanında iyileşmelerle seyreden devlet memurlarının kılık kıyafeti ile ilgili bir hususta Vali bey'in hakaretlerini duyuyoruz. Öğretmenin uzayan sakalını devletin otoritesine kafa tutma olarak algılayan bir Vali var yine karşımızda. İktidarlar değişse de, özgürlükler gündemde olsa da hak talebini ancak ve ancak kafa tutmak olarak algılayan bir devlet adamı var karşımızda yine. Ama işte yılların can acısını, hakaretlerini tekrar ve çok vicdan sızlatacak bir şekilde hatırlatacak bir olay yaşanıyor ve hak isteyen, uğradığı ağır hakaretlere dayanamayarak can veriyor ve vicdanlar ayağa kalkıyor. Bu bir tesadüf değil devam eden devlet geleneğine karşı fıtri, doğal  isyanın vicdanlarda karşılık bulmasıdır.

 

Olayın şekli, söylenen cümleler, kimin haklı olup olmadığını konuşmayalım. Yapılacak tek bir devlet görevi vardır artık. Vatandaşa kafa tutan Vali'yi görevinden almak ve cezalandırmak. “Sen kim oluyorsun da vatandaşa kafa tutuyorsun ey Vali” demezsek bu düzen devam eder, şimdi herkesin vicdanı sızlasa da ilerde bu olay unutulur gider  Pişkin pişkin açıklama yapan Vali'yi koruyucu muhafazakar sesler duymayalım bu sefer ve bir insan olarak merhum öğretmene karşı vazifemizi yapalım. Cenazesinin arkasından “onu nasıl bilirdiniz” sorusuna “iyi bilirdik” demeyi marifet bilmeyelim, devlet olarak burada ve sonrasında gerekeni yapalım da Halil hoca öte dünyadan  “ben de sizleri iyi bilirdim ey halkım” desin.

Yorumlar