2017-11-08 00:00:00

.

.

AKP ve Erdoğan’ın Türkiye’deki tüm sorunları erteleyerek çözümsüz bıraktığını belirten Gergerlioğlu, ‘Erdoğan gerçek sorunun kendisi olduğunu görmeyerek, sorumluluğu başkalarına atmaya çalışıyor. Bu uygulamaların artık bir kırılmaya yol açacağını çok yakında göreceğiz. Erdoğan bu tür eylemlerle bir çıkış yakalamaya çalışıyor, ama bir çıkış yakalayamayacak. İniş döneminde olan bir partinin inişini daha da hızlandıracak’ dedi

 İhsan Polat/Amed

Muhafazakâr ve milliyetçi anlayışı bir araya getirerek, Kürt meselesini rafa kaldırarak belli bir müddet bir şeyler kazanabilirsiniz. Milliyetçi-muhafazakâr koalisyon seçim kazanıyor ama bu birlikteliğin sorunları yok edici bir etkisi yok. Toplum da buna yavaş yavaş reaksiyon göstermeye başlayacak. Bir opsiyon verdik, iki opsiyon
verdik, üç opsiyon verdik ama çözüm gelmedi denilecek.

Türkiye’de Kürt sorunu gittikçe derinleşmeye devam ederken, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti Rojava’da da Kürtlerin kazanımlarını hedef almaya devam ediyor. Tüm bunların yanında bağımsızlık referandumu bahanesiyle Güney Kürdistan da Türkiye’nin hedefi oldu. Bir yandan da Türkiye’de ağır insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Son olarak İHD’nin açıkladığı rapor bunları gözler önüne serdi.

Tüm bunlar olurken, AKP’de de “metal yorgunluğu” var denilerek bir iç operasyon yapılıyor. İl-ilçe teşkilatlarının ardından AKP’li belediye başkanları baskıyla istifa ettiriliyor. Tüm bu gelişmeleri, muhafazakâr kesimi yakından tanıyan, yıllardır insan hakları mücadelesi yürüten ve Kürt sorununu yakından takip eden Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuştuk.

 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olma şansını yitiren AKP, çözüm sürecini bitirerek, Kürt sorununda yeniden şiddet politikasına döndü. Erdoğan ve hükümet bu politikayı daha ne kadar sürdürebilir?

Şu anda tercih, barışçıl çözümden çok çatışmadan yana. Erdoğan çözüm defterini kapatmış durumda. Ama bu defter nereye kadar kapatılır, çözüm daha ne kadar ertelenir, bu ayrı bir soru. Sanırım hükümet de Rojava’daki gelişmelerden dolayı böyle bir tercihte bulundu ve oralarda bir stabilite sağlanana kadar tercihini bu yönde kullanacak diye düşünüyorum.
Kürt sorunu şu an çözümsüzlük sürecinde. Şu anda insanlar karşılıklı olarak ölmeye devam ediyor. Analar ağlıyor, çocuklar ölüyor. AKP-MHP koalisyonu Kürt meselesinde devlet anlayışını daha da kötüleştirdi. Toplum da her geçen gün çatışmalar içinde, Türk toplumunu kastediyorum, daha kötü bir yere gidiyor. Çok daha yoğun çözüm uğraşı içerisinde olmamız gerekirken, şu an da çözümsüzlük sürecindeyiz.
Bunun Türkiye toplumuna kazandırdığı hiçbir şey yok. Çatışmaların yeniden başlaması, demokrasinin ve hukukun yeniden ayaklar altına alınmasına neden oldu. Çatışmaların başlaması Türkiye’ye kötülükten başka bir şey kazandırmadı.

Ama böylesi süreçte AKP, bir genel seçim ve bir de MHP ile yaptığı ittifakla “hile” ile tartışmalı hale gelen bir referandumu kazandı.

Hükümet açısından toplumun yüzde 70’i milliyetçi muhafazakâr bir yapıda. Erdoğan buna oynuyor. Buna da “milli irade” diyor.
Muhafazakâr ve milliyetçi anlayışı bir araya getirerek, Kürt meselesini rafa kaldırarak, belli bir müddet bir şeyler kazanabilirsiniz. Milliyetçi-muhafazakâr koalisyon seçim kazanıyor ama bu birlikteliğin sorunları yok edici bir etkisi yok. Toplum da buna yavaş yavaş reaksiyon göstermeye başlayacak. Bir opsiyon verdik, iki opsiyon verdik, üç opsiyon verdik ama çözüm gelmedi denilecek.
Şu anda zaten toplum tekçiliğe, tek tipleşmeye, otoriterleşmeye gittiğimizi görüyor. Ama bir çaresizlikten dolayı muhafazakâr kesim iktidardan henüz elini eteğini çekmiş değil. Doğru düzgün bir alternatif göremiyor. Var olan alternatifler de yeterli olamadılar. Çözüm sürecinde HDP de oldukça etkilendi ve yıprandı. Kürt meselesi konusunda onun da önemli eksileri oldu ve bundan dolayı bir boşluk var.

Türkiye, bağımsızlık referandumuna kadar, Güney Kürdistan ile iyi ilişkiler içinde görünüyordu. Bunu da, ‘Bak bizim Kürtlerle sorunumuz olsa, Barzani’yle de olurdu’ diyerek sunuyordu. Ancak bağımsızlık referandumuna en sert tepkiyi veren ülke Türkiye oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt sorununda gerçek yüzünün ortaya çıkması olarak değerlendiriyorum. Şimdiye kadar “Bizim Kürt kimliği ile bir sorunumuz yok, bak Barzani ile birlikte Şiwan’a konser bile verdirdik, Diyarbakır’da” gibi bir söylem vardı. Kürt muhafazakâr seçmeni yanına çekmek için, “Benim sorunum Kürtlerle değil, PKK’yle” diye bir söylem içindeydi ve buna da dikkat ediyordu. Ama şu anda iş ciddiye binince, Barzani referandumla bir bağımsız devlet yapılanması oluşturmaya kalkınca, Türkiye’nin kırmızı çizgileri hemen ortaya çıktı. Türkiye’deki Kürt seçmeni küstürmek pahasına, Barzani’ye karşı bir tavır alındı. Bölgede dindar-muhafazakâr Kürtlerden hâlâ önemli oranda oy alıyor açıkçası. Şimdi bu tercih Kürtlerin ruh dünyasında büyük bir sarsıntıya yol açtı. Türkiye’nin referandum kararına sert tepkisinden sonra, burada bazı AKP’ye oy veren seçmenlerle konuştum, onlar da büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını söylüyorlardı.
Türkiye’nin tavrı, sanırım somut planda ilerdeki bir seçimde kırılmaya yol açacak şekilde seçmende tavır değişikliğine yol açabilir.

DBP’li belediyelere kayyum atanmasının, HDP eşbaşkanları ve milletvekillerinin tutuklanmasının üzerinden 1 yıl geçti. Yaklaşık 5 aydır Batman’da yaşayan biri olarak, bu konudaki gözleminiz nedir?

Belediye başkanlarının, milletvekillerinin tutuklanması çatışma ortamı ve çatışma konsepti içerisinde beklenmeyecek bir hadise değildi. Barış diyenin terörist ilan edildiği, çözüm diyenin örgüt üyesi ilan edildiği bir dönem yaşıyoruz.
Bunlar tabi hukuki tutuklamalar değil, tamamen siyasi tutuklamalar. Bakıyorsunuz, Demirtaş’ı tutukluyor, bir yıl sonrasına duruşmasını veriyor. Ayhan Bilgen tutuklandığını televizyondan öğreniyor. Her alanda yaşanan hukuksuzlukları burada da görüyoruz.
Açıkça konuşmak gerekirse, HDP seçmeninin bu tür tutuklamalara daha sert tepki vermesini beklerdim. Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Bu çözüm sürecinin bitişiyle birlikte yaşanan büyük hayal kırıklığı içinde değerlendirmek lazım. “Madem bu faturayı herkes ödeyecek, partim de ödüyor, ben de ödüyorum, başkası da ödeyecek” gibi bir bilinçaltı düşünce vardı benim gördüğüm. Tabi bir de ağzını açanın KHK ile atıldığı, hapislere tıkıldığı, aç bırakıldığı bir ortamdan bahsediyoruz. İnsanlar bunlara tabi sesini çıkaramamaya başladı. Bu tutuklanmaların bence artık kabullenilmemesi gerekiyor.
HDP milletvekillerini tutukluluğunun devam etmesi, Türkiye’de çözümsüzlüğün devam etmesi anlamına geliyor. Bunun için siyasi iradenin yeni bir tutum içerisinde girmesi gerekiyor.

Hükümet DBP ve HDP’ye yönelik yargı eliyle bir operasyon yaparken, kendi içinde de bir operasyon yürütüyor. AKP’li belediye başkanları Erdoğan tarafından istifaya zorlanıyorlar. Erdoğan ne yapmak istiyor? AKP seçmeninde bunun karşılığı ne olur?

Şu anda alternatifsizlikten dolayı AKP seçmeni “Reis ne diyorsa o” tavrında. Ama bunun zamanla ister istemez bir kırılmaya yol açacağı apaçık ortada. Çünkü istifa ettirilen isimler bir kalemde silinip atılacak isimler değil. AKP şu an kendi yavrularını yiyen canlı gibi. Kendi bünyesinden gelen, kolu-kanadı olan insanları yemesi onun zamanla önemli bir güç kaybetmesine yol açar.
Genel olarak sorun AKP’de, genel merkezde, hükümetin genel politikalarında olmasına rağmen, Erdoğan bunu görmeyi tercih etmiyor ve problemi yavrularda arıyor ve onları yiyor.

AKP’nin ‘Halkın seçtiğini, halk götürür’ söylemine ne oldu?

“Milli irade” AK Parti için çok önemli bir söylemdi. Yıllardır “halkın getirdiğini halk götürür” diyorlardı. Şimdi, kendi seçmenine “2019’a kadar iç ve dış güçlere karşı ayakta durmam için bu tür parazitleşmiş ekipleri dışlamam, itlaf etmek etmem gerekir” sözünü kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Erdoğan meselenin kendisinde olduğunu görmeyerek, faturayı sürekli ona buna kesmeye çalışıyor, kesmeye de devam edecek. Başka zamanlarda senin benim gibi muhalif insanlardan seçiliyordu. PKK’li, Fetöcü, şucu bucu diye her türlü damga vurup, muhalefeti temizleme hareketini çok rahat yapıyordu. “Erdoğan ne yapsa seçmeni tolere eder” diye bir anlayış vardı. Artık öyle değil, bunun artık bir kırılmaya yol açacağını çok yakında göreceğiz. Erdoğan bu tür eylemlerle bir çıkış yakalamaya çalışıyor, ama bir çıkış yakalayamayacak. İniş döneminde olan bir partinin inişini daha da hızlandıracak bir hareket.

Erdoğan ‘İstifa etmezlerse bedeli ağır olur’ derken, AKP Sözcüsü Mahir Ünal, ‘Erdoğan demokratik hakkını kullanarak istifaya çağırdı’ dedi. Gerçekten bu demokratik bir hak mı?

İşte bunu orada otorite ne derse o doğrudur diyen bir anlayışın söyleyeceği sözler. Bunların demokrasiyle alakası olan sözler değil. Bu insanların bir hatası varsa, hakkında soruşturma aç. İstifa edenler için birtakım imalar var, dosyalar çıkarmak gibi. Demek ki, demokratik bir tercih değil, sadece liderin tercihi.

Türkiye’nin bir diğer yarası da OHAL’in ısrarla sürdürülmesi ve buna bağlı olarak yoğun şekilde insan hakları ihlalleri yaşanması. Uzun yıllardır insan hakları alanında çalışmalar yürüten biri olarak ne söylemek istersiniz bu konuda?

Ben 2014-2015’e kadar hükümetin demokrasiye dönebileceğini düşünüyordum. Ülke demokrasiden uzak ama çözüm süreciyle, barış için bir şeyler yapılıyor, zamanla demokrasiye dönülür, kolay değil bu işler diye düşünüyordum. Ama şu anda hükümetin demokrasiye, hukuka dönme şansının kalmadığını görüyorum. Bu yüzden de 2019’a kadar OHAL’li de devam ettirecek. Zaten 2019’da getirilecek sistem mutlak bir iktidar olacağı için, gerek kalmadığından son verecekler.
Ama şu da var; referandumdan önce “evet”e destek veren ama şimdi “Vay be hocam, haklıymışsın” diyerek bin pişman olan çok kişi görmeye başladım.

 Kontrolsüz bir güçten o insanlar da korktular sanırım.

Çünkü artık bu mutlak güç kendisini de etkiliyor. Demokrasiden vazgeçmenin basit bir karar olmadığını görüyor. Kendi amca kızının, teyze oğlunun KHK ile işinden olmasından anlıyor bunu. Çevresine de değiyor ve böyle bir şokla karşılaşıyor, bundan dolayı tavır değiştiriyorlar.

 1990’lı yıllarda insan hakları alanında yaşanan ihlallere muhafazakâr çevrenin belli bir kesiminde tepki gelirdi, ancak şu anda böyle bir tepkiyi çok göremiyoruz, bunun nedeni nedir?

Bunu ben zaten her gün eleştiriyorum. Adalet Bakanlığı’nın geçenlerde Selahattin Demirtaş için bir mahkemeye gönderdiği yazıda, “silahlı terör örgütüne üye olma suçundan militan konumunda olan tutuklu” diyor. Hüküm verilmemiş ama böyle bir şey söyleniyor. Ama bizim dindarların buna çıtı çıkmıyor. Daha dün sana aynısı yapılıyordu. Erbakan’a 28 Şubat sürecinde bunlar yapılmıştı. Asker brifing veriyordu yargıya. O zaman bizim dindarlarımız çıldırıyordu. O zaman dindara yapılıyordu, şimdi KHK’lıya yapılıyor, muhalefete yapılıyor, Kürtlere yapılıyor. İlla dindarlara yapıldığında mı sesini çıkarman gerekiyor? Hiç demokrasiyi öğrenemeyecek misin kardeşim? Hiç demokrasi kültürün olmayacak mı senin? Ayıp değil mi, bugün bana yarın sana. Her türlü hukuksuzluğa karşı çıkman gerektiğini ne zaman anlayacaksın?
“Mesele vatansa gerisi teferruattır” diyorlar. Biz bunu dün milliyetçi kesimden duyuyorduk şu anda muhafazakâr dindar kesimden duyuyoruz. Vatan için her türlü hukuksuzluk yapılabilir diye düşünüyor.
Ben kendi adıma MAZLUM-DER içinde yıllarca mücadele yürütmüş bir insan olarak, utanç duyuyorum muhafazakâr çevrenin bu yaptıklarından. Çünkü biz yıllarca bunun mücadelesini yürüttük.

MAZLUM-DER’de bu tür hukuksuzluklara karşı duran insanlar vardı, ama ona da müdahale edildi.

MAZLUM-DER de zor durumdaydı. Dindarların iktidarı döneminde sen insan hakları savunuculuğu yapmaya çalışıyorsun. İnsan hakları savunuculuğu ne demektir, devletin bu alanda yaptığı ihlalleri eleştirmektir. Biz kayyum atanmadan önce MAZLUM-DER olarak, aktif görevim olmasa da ben arkadaşlarımı destekleyerek, bir ince damar olarak bir insan hakları savunuculuğu yapan bir dernek idik, şimdi hükümet savunuculuğu yapan bir dernek oldu. Öyle bir kayyum atandı ki, neye uğradığını şaşırdı dernek, kapansa daha iyi olacaktı. Bir dönem şerefle, onurla bu dernekte mücadele verdik. Şimdi dindarlar içinde hak-hukuk diyen bu son damar da yok edildi.

 Sadece insan hakları değil, yolsuzluk iddiaları konusunda da muhafazakâr çevrede çok fazla itirazlar yükselmiyor.

AKP yola çıkarken 3Y diye tabir ettiği yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceğini söylüyordu. Bugün üçü de var. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Maalesef benim adıma çok utanç verici bir tabloyu sergiliyor dindarlar. Her alanda.

ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ

Yorumlar