2014-01-21 00:00:00

yükselen kocaeli genel yayın yönetmeni yusuf aygün 
1-efendim kendinizi tanıtırmısınız
2-mazlum der kocaeli şube başkanlığı ve genel başkanlığı yaptınız mazlum derle ilginiz nasıl başladı ve genel başkanlığa kadar giden bu süreci kısaca bize anlatırmısınız
3-sizi insan hakları ihlalleri ve türkiyenin iç ve dış meselerindeki etkin tavrınızla tanıyoryuz mesela bir baş örtüsü meselesi bir ermeni özür meselesi en nihayetinde kürt açılımı gibi meselelerde aktif röl üstleniyorsunuz bunun sizi bu konularla ilgilenmeye iten sebep nedir?
 4 -bahsi geçen bu konularda gelinen son durumu kendi mücaedeleniz ve türkiyedeki dengeler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz
5 -efendim gelelim kürt açılımı meselesine sizce bu meselenin isimlendirilme biçimi doğrumu güney doğu meselesi ile kürt meselesi aynı konuyu ifede ediyormu
6-Bu meselenin kökünü tarihsel ve politik olarak nerede aramalıyız
6-kürt açılımıyla pkk meselesi arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz yada bunlar apayrı meselelermi biri diğerini tetiklermi yada nasıl etkiler
7-kürt açılımıyla ilgili sürecin başlamasını abd ye bağlayanlar ve bu meselenin abd direktifiyle başladığı ve süreci küresel güçlerin yönlendirdiği spekülasyonu hakkında ne dersiniz
8-sice bu meselenin çözümü noktasında taraflar kim olmalı ve versa taraflar samimimi
9-sizce asker ve muhalefetin bu konudaki tavrı olayı olumsuz etkiliyormu yada bu muhalefetten ne gibi sonuçlar çıkabilir.
10-sizce bu konuda çözüme ulaşmanın olmazsa olmazları neler ve bu konuda hükümetin tavrını samimi buluyorusunuz zira bu konuda hükümetin oy beklentiisnden bahsediliyor
11-efendim söylemek istediğiniz başkaca bir şey yada ulaştırmak istediğiniz bir mesaj varmı 

  1. 2-11-1965  yılında  doğdum.  İlkokulu Bursa’da bitirdim. İmam hatip lisesini  bitirdikten  sonra  Tıp  fakültesini  kazandım. Mecburi hizmetimi yaptıktan  sonra  Süreyyapaşa  Göğüs  hastanesinde  ihtisasımı  tamamadım  ve  Göğüs  hastalıkları  uzmanı  olarak  İzmit ‘te  göreve başladım. Doktorluğun  yanı sıra siyasi  ve  sosyal  olayları  yakından  takip  ettim. Dünyadaki  ve  Türkiyedeki  gelişmelere  duyarsız kalmamaya  çalıştım.
  2. Uzun  bir  süre  MAZLUMDER’le  ilgili  çalışmalara  destek  verdim. MAZLUMDER’de  aktif  göreve  başlamadan  öncede  MAZLUMDER’i  sempati  ile takip  ediyor  ve  çalışmalarını  izliyordum. Kocaeli  şube  başkanlığım  sırasında  zulme  karşı  mücadele  vermenin önemini  daha bir  fazla  anladım. Dünya’da  zalimler  istedikleri  gibi  at  koşturabiliyordu  ama  bu taki  ezilen insanların  haklı  ve güçlü  oldukları ana kadar  idi. Bundan  dolayı  verdiğimiz  mücadelenin  önemine  her  geçen  gün  daha   büyük  bir  inançla  inandım. Oldukça  yoğun  geçen  bir  mücadele  sürecimiz  oldu. 5.5  yıllık  bir  süreçte  bu  görevi  sürdürdüm. Konunun  önemine inanan çok  değerli  mesai arkadaşlarım,  yönetim  kurulu  üyelerim  imkansızlıklar  içinde  olsa  bile  çok  samimi  desteklerle  bu  mücadelenin  bir  gönül işi  olduğunu  göstermemizi  sağladılar. Daha sonra  Kasım  2007 de  yapılan  kongrede  arkadaşlarımızın  teveccühü sonucu  genel  başkanlık  görevini  üstlendik. Oldukça  zor  bir  siyasal süreç  içinde  Türkiye’deki  olağanüstü  süreci,  Ergenekon  davasını, darbe  girişimlerini  yakından  takip  ettik  ve  gereken  hukuki  işlemleri  yaparak  müdahil  olduk  ve  bir  STK  olarak  insiyatif  aldık ve  girişimlerimiz  çok ses  getirdi. Uluslar arası planda  ise  birçok  farklı  konuyu yakından  izleyerek olabilecek  birçok sivil  toplum  etkinliği ile tepkilerimizi  ortaya koyup  hukuki  süreçlere  müracaat  ederek  baskı  aracı  olduk.

 

3. İnsan  hakları  ihlalleri  ile  ilgileniyorsanız  at gözlüğü  takamazsınız.  Bizim  çok  önemli  bir  ilkemiz  var. Kim  olursa  olsun  zalime karşı  ve  kim  olursa olsun  mazlumdan  yana  gibi  çok  büyük  sorumluluğu olan  onurlu  bir  ilkemiz  var.  Kim  olursa  olsun  zalime karşı  ve  kim  olursa olsun  mazlumdan  yana  temel  ilkesi  ile hareket  ediyorsanız  çok  ilkeli  olmak  zorun dasınız. İnsan  hakları  savunuculuğu  demek zaten  bir  başkasının  hakkını  hukukunu

 

savunmak  demektir. Yoksa  zaten  size  karşı  yapılan  bir haksızlığa  refleks olarak  karşı  koyarsınız. Ama kendisine  karşı  yapılan bir  haksızlığa karşı  bile  sessiz  kalmayı  tercih  eden  bir  anlayışın  hakim  olduğu  bir  toplulukta   insan  hakları  savunuculuğu  yapmanız  oldukça   zordur. Zor  bela  kendisinin  de  hakkı bulunduğunu anlayan  ve devlet,  yönetici  vb  gibi  kutsal otoritelere karşı gelinebilineceğini zamanla   ancak fehmeden  bir  topluluk  başkasının  hakkını  savunmanın  bir  erdem  olduğu  anlayışına   nasıl  ulaşabilecek. Bu  çok  ciddi bir  sorudur.

 

Türkiye’nin  büyük  sorunları  var. İçinde  bulunduğumuz  ülkenin  sorunları  karşısında  duyarsız  kalmamız  mümkün  değildir. Türkiye’nin  yaralı konuları  ile  direkt  ve  sürekli  bir  müdahale  içinde  bulunmamız  gerektiğini  düşündük  hep. Örneğn  başörtüsü  meselesi. Bu  konu  uzun  yıllardır  bir  büyük  yara  olarak  önümüzde  duruyordu. Mağdurlar  uzun  süren  bir  mücadele  sonrası  yorgun  ve  bezgin  bir  durumdaydı. Biz   yasağın  kabul  edilemez olduğunu  düşünüyorduk. Bu  yüzden    yasağa  karşı  yeni  bir  direniş  hattı  oluşturduk. Konuyu  unutulmaya yüz  tuttuğu  bir süreçte  yeniden  ve inatla  gündeme  getirdik. Süreç  hızlandı  ve  15  Mayıs  2005’de  Ankara’da  yapılan  büyük  buluşma  ile  konuyu ulusal  çapta  gündeme  getirildi. Ancak  miting  sonrası  bu zalim  yasağa  karşı  bir  miting  yapıp  daha  sonra kenara çekilmenin  doğru  olmadığı  sürekli  bir  direniş  içinde  bulunmak  gerektiğini düşündük. Böylece  günümüze  kadar  süren  ve  birçok  ilde de  aynı  geleneğin  devam  etmesine  yol  açan  haftalık inanç  özgürlüğü  platformu  çalışmaları  başladı. Bu  çatışmaların  lokomotifi bir  çok  yerde   MAZLUMDER  oldu.  Süreç  içinde  yasağın  bitmesine  yönelik  anayasa  değişikliği  çalışmaları  ve  önemli tartışmalar  yaşandı. Yasak   bitmesede  zulme  karşı  çıkan bu  ısrarlı  topluluğun  çalışmaları tarihe  geçecektir. Tarih  boyunca  zalimler  belki  zulümlerini   bir müddet  devam  ettirebilmiş ve  mazlumlar  büyük hüzünler  yaşamıştır  ama   geriye  bakıldığında  hiç kimse zalimlerin  haklı  olduğunu söylemez. Zulme karşı  çıkan  cesur mazlumların  öyküsü binlerce  yıldır  dilden  dile  aktarılır  her  yerde.

 

Ermeni  sorunu,   Kürt  sorunu  gibi konular  ise  yüzleşmemiz  gereken  önemli  konular. Türkiye artık bu sorunları  aşmak  zorunda. Tarihimizle  yüzleşmek  zorundayız. “Ne  mutlu  Türküm”  demekle  mutlu  olamıyorsunuz. Sorunları    yok  edemiyorsunuz. Yanlışa   “yanlış”  demek zorundasınız. Dini  ve  etnik  ayrımcılık  yapılmışsa (ki  çok  baskıcı  ve  aleni  bir  şekilde  yapılmıştır)  bu  ülkede  bunun  sonuçlarını  tüm  toplum  yaşıyor. Ama   bu  toplum bunu  hak  etmiyor. Gücü  elinde  bulunduranların  yapmış  olduğu  zorbalıklar  farklı  inanç  ve  ırklar da  olsalarda  yıllarca  kardeşçe  yaşamış  insanları  birbirine  düşürmemeli. Ermeni  meselesi  yıllara  büyük  sorunlar  yaşadığımız  bir  konu. Türkiye  artık  bu  sorunu  aşmalı. Yüzyıllarca  beraber  yaşadığımız  bu  ırkla  20.  yüzyılda  yaşanan  büyük  acılar  hiçbir  komplekse  kapılmadan  tartışılmalı  ve  acılarla  yüzleşilmelidir. Acıları  paylaşmak  zalimlerin  yaptığı  vahşi  katliamlar  için  özür  dilemek  bize  bir  şey  kaybettirmez. Ancak  insaniyet  basamağında  yükselmemizi  ve  insaf  sahibi  kişilerin  karşı  adımlar atmalarını  sağlar. Bu da her  iki  taraf  için  yıllardır  süren  sorunların bitmesi  için  bir  şansın  doğmasını  sağlar. Türkiye  içe  kapanmacı bir anlayışı  terk ettiğini  gösterirse tahmin  edilenden büyük adımlar  atmış  olacaktır. Toplumlar   genellikle    tarih  boyunca    içindeki  farklı  halklarla  veya  komşu  halklarla  çok  acı  sorunlar  yaşamıştır  ama  çoğunlukla    bu  sorunları  çözmeyi  başarmıştır.

 

Kürt  açılımı  çok  geç  kalmış  bir  açılımdır  ve  nihayet    T.C. nin  yaptığı  tarihi  hatayı  resmen  kabul  etmesidir. Allah’ın  yarattığı  bir  ırkı  asimile  etme,   daha  olmadı  dışlama   girişimlerinin  devlet  eliyle  iflas  ettiğinin  ilanıdır  bu  durum. 85  yıldır  bu  ülkede  bir  ırkı  görmezden  geldiler  yok  etmeye  çalıştılar   devlet  eliyle,  devlet   erkiyle. Ancak  bu  tutmadı  geri  tepti  ve  bu  ülkenin  mazlum  insanlarının  başında  patladı  bu  çözümsüzlük.  Bir  haksızlığa  isyan  Anadolu’nun masum  40.000  evladının  canına  maloldu. Bu  zulmü  icat  edenler  çeşitli  vecizeleriyle  Türk  olmakla  mutlu  olunacağını  beyan  edenler  ise  zulümlerini  apaçık  bir şekilde  dayattılar  ama  sonuçlarına  katlanmaya  hiç  yanaşmadılar. Zulümleri  devam  etsin  ve  kan  aksın  önemli  değil. Zulümleri  devam  etsin  analar  ağlasın  hiç  önemli  değil. Onlar  için  ideolojilerinin  hakimiyetinin  devam  etmesiydi. Ama artık  bıçak  kemiğe  dayandı  tüm  analar  ağlıyor  ve  dayatmacı  zalimler  hesap  vermek  zorunda  kalıyor. Sorunun  çözümü noktasında  atılan  mini  adımlar  bile  birilerini  ürkütüyor  ve  kandan  beslendiklerini belirtmek  üzere  “biz  de  dağa  çıkarız”  diyerek  çözümsüzlüğü ne  kadar  istediklerini  gösteriyorlar.

 

Bu  ülkenin  aydınları  ellerini  taşın  altına  koymadan  bu ülkenin  aydınlanmayacağını  bilmeliler. Yıllardır  ifade  ettiğimiz  düşüncelerin  artık  devletin  resmi  ağzınca  kabullenilir  olması  hiç  şüphesiz  olumlu  bir  gelişmedir. Keşke  bu  ülkenin  vicdan  sahibi  aydınlarına  40.000  kişi  ölmeden  önce  kulak  verilseydi.

  1. Türkiye büyük  sancılar  yaşıyor. Ufku  çok  açık  bir ülke olması  hasebiyle  Türkiye  artık  kabına  sığamıyor. Tüm dünyaya  mesaj  verebilecek  tarihsel ve  siyasal  vizyonu  nedeniyle  içine  kapatılamayacak,  daraltılamayacak  bir  ülke  Türkiye. Türkiye’ye  halen  kısıtlı  bir  alan  çizen  ufuksuz   bürokrat  ve  siyasetçiler  toplumsal  değişimi  artık  görmeliler  ve  bu  selin karşısında  durmamalılar.

Toplum  hakim  ideoloji tarafından    farklı  inanç   ve  kimlikteki  birçok  kesimini  tektipletirmeye  çalıştı. Sun’i  bir kaba  sığdırılmaya  çalışıldı.  Ama  denge  salamaya  çalışan gülerde  görüyorki  adaletsizlik  üzere  bir  denge  olmuyor.  Zulmü  zorbalıkla  dayatmanız  tutmuyor.

 

 

  1. Sorunun  adını  belirlerken  bile  sorunun    üstünü  örtmecilik   hastalığına    sapılmamalıdır. Bu  memleketi  yıllardır  kasıp  kavuran  bir  inkar  ve  imha  anlayışı  vardır. Allahü  tealanın  “varlığımın  ve  birliğimin  bir  delilidir”  diye  sunduğu  ırkların  farklılığı  gerçeğini reddetme    en  başta  yüce  rabbimize bir  isyanın  adıdır.  kürt  kimliğinin  85  yıldır  bastırılması  aleni   bir  devlet  politikasıdır  ve  iflas  etmiştir.. Bu  bastırmanın  büyük  bir  sorun  ortaya çıkardığı  ise  aşikardır. Bu  sorunun  adlandırmasında  bile  yine  hastalığın  gerçek nedeninin  ve  hastalığın  gerçek  adını  söylemezsek  tedavi  girişimleri  sonuçsuz  çıkar. Sorunun  adı  Kürt  sorunudur  ve  ancak  Türkiye  bunu  demokratikleşme  adımlarını  atarak  çözebilecektir.

 

  1. Sorunun kökeni  bir  hastalıktan  ibarettir.  Kendisini  üstün  gören  ve  başkasını  aşağılamakla  yükseleceğini  sanan  bir  hastalığın  yani  milliyetçilik  virüsünün  sonucudur. T.C.  nin    kuruluşundaki  Türkçülük  yönelişinin  çekimine  kapılmış  ve  fakat  bu  çekimin    kendilerini  bir  girdaba  sürüklediğinin  farkına varmayan  bir güruhun  istediği  gibi  at  koşturduğu  bir  ülkenin  içine düştüğü  içler  acısı  halin  son  resmidir  halimiz. Dini  ve  etnik  ayrımcılık   farklı  birçok  kimliğe   ülkemizde  en  vahşi  bir  şekilde uygulanmış  ve bu   dayatmacılık  sonuna  kadar  götürülmüştür.

 

  1. Kürt açılımı  yapılır  ve  bir insanın  bir  kimliğin en  doğal  hakları teslim  edilirse  Türkiye  ancak  ve  ancak  rahatlar. Yüzyıllarca  beraber  yaşamış  insanlar  birbirleri  ile  daha  büyük  bir  birliktelik  oluşturur. Ülke  daha  çok  güçlenir. Hastalıklarını  bilen  bir  bünye  ancak  iyileşebilme  kabiliyeti  gösterebilir. Kafasını  kuma  gömmeye  çalışan  bir  bünye kendini  bir  bodruma  hapsetmiş  ve  fakat  niye  beni duymuyor  görmüyorsunuz  diyen  bir  şizofrenden  farklı  değildir.

 Kürt  açılımı  konusunu  hangi  ülkenin  isteyip  istemediği  beni  fazla  ilgilendirmiyor. Önemli  olan   bu  sorunun  bitmesidir.  Şu  veya  bu  ülke  istedi  veya  istemedi  diye  sorunlarımızı  çözmekten  uzak  durmamalıyız.  Zaten   bu  sorun  çözüm  bekleyen  bir  sorundur.Er  veya  geç  çözümlenmekten  başka  bir  çıkış yolu  olmayan  bir  sorundur.. Sorunun  çözüm  ihtimali  belirmesinin  kime  zararı  vardır? Şu  veya  bu  ülke  ne  isterse  istesin. Biz  öncelikle  içimizdeki  sorunu  kendimiz  halletmeliyiz. Sorunun  çıkış noktası da  aynıdır. Kürt  meselesi  devlet  tarafından   çözümsüz bırakıldığı  için  kürt  sorunu  ve  ardından  PKK  çıkmıştır  ve  konu büyük  bir  yara  halini  almıştı. Bu  yarayı  siz  tedavi  etmezseniz  tabiiiki  dış  düşmanlarınız  bu  yaranın  üzerine  tuz  döker.  Şimdide  fırsat  ayağımıza  gelmiştir. Çözüm  umudu  doğmuştur. Artık  beklememek  gerekir. Bahanelere  sığınmamak  gerekir. Bu  konu  zaten  çözücüleri  beklemektedir  ve  çözülmeye  mahkumdur. Şimdi  çözülmez  ve  gecikirse  canı  yanacak  olanların  vebalni  kim  üstlenecektir?

 

  1. İlkönce sorun çıkaran  haksız  uygulamaları  bitirmek  gerekir. Tabii  bu  devletimizin  genleri  ile  oynamak  olarak  algılanacağı  için  derin  güçlerin  hiç  hazzetmeyeceği  bir  durumdur.  Kimse  vatan  haini  olarak  doğmuyor. Kimse  katil  olarak  doğmuyor. Kimse  “evimi  barkımı  bırakayım  dağ  başına  çıkayım,  savaşayım”  hevesi  ile  dolu  değil. Sorunu  çözecek  adımı  atacak  şu  veya  bu  kişi  değil  en  başta  erki  elinde  bulunduran  devlettir. Devlet   haylazlık  yapan  çocuklarının  kulağını  çeken  ve  fakat  onları  yinede  evladı  vatandaşı  gibi  görmekten  başka  bir  çıkış  yolu  aramayan  bir  baba bir  güçtür. Sorunu  bitirici  samimi  adımlar  atılırsa kısa sürede  önemli  gelişmeler  olur. Ama  tabiî ki  bu  uzun  bir  süreçtir  ve  40  yıllık  ve  40  bin  kişinin  canına  mal  olmuş  bir  kangrenleşmiş  yara  öyle  kolay  çözülmez.  Sabırla  uzun  bir  süreci  göze  almak  zorundayız.  Muhatap  ve  taraf  konusuna  gelince   belki  resmen  ifade  edilmese de  devletin  her  birimi  Abdullah  Öcalan’ın  yol  haritasından  ne  çıkacağını  merak  ediyor  ve  önemsiyor. Tüm  savaşlarda  en  büyük düşmanlar  bile  bir  müddet  sonra  barış masasında  el sıkışabilmektedir. Bu    çok  garip  bir  durum  değildir. “40  bin  kişinin  ölümü  az,    daha  çok  kişi  ölsün”  diyorsanız  bir şey  diyemem.  Tarafların  Samimi olup olmaması  da  önemli değildir. Samimi  olmayan  yan  çizen  bertaraf olacağını  bilmelidir. Artık herkes  çözüm  beklemektedir.  Eğer  bu  ülkede  bir  iç  çatışma  bu  kadar  zor  bir  sürece  rağmen  halen  yaşanmamışsa  artık    çözüme  ulaşmaya  mahkum  olduğumuz  açıktır.

 

 9.  Muhalefet  son    derece  sorumsuz  bir  şekilde  beyanlarda  bulunuyor. Tribünlere  oynuyor.  Belki  halkın  çoğu  etki  tepki  prensibine  göre  hareket  ediyor  ve  duygusal  davranıyor.  Batıda  yaşayan  ve  sorunun  ciddi  ve  derin  nedenlerini  bilmeyen  toplum  belki  sorumsuz  beyanların ardından  gitme  eğiliminde  olabilir. Ama  vicdan  sahibi  kişiler    bilmeliki  bu  sorunun  temelinde  ve  sonrasında  büyük  acılar  vardır  ve   insaf  sahibi kişiler  bu  sorunun  çözümünden  başka  bir  şeye  kilitlenemezler.

 

Kandan  beslenen  ve  bunu  bir  rant  haline  getirenler  var. Güneydoğu’ya  gidip  zengin  olarak  dönen  çok  resmi  görevli  oldu. Resmi  ideolojiyi  devam  ettirme  inadında  bulunan  güçler  şunu  bilmeliki  bu  ucuz  siyasetleri  sonunda  kendilerini  yalnız  bırakacaktır.

10. Sorunun  çözümü  kolay  bir iş  değildir. Çözüme   soyunanlar  bir koru avuçladıklarını  bilmeliler.  Her   türlü  provokasyona  hazırlıklı olmalılar.  Ama  1-2  ufak  tehdit ,  şantaj, blöf ile  yılmanın  Türkiye’ye  çok şey  kaybettireceğini  bilmeliler.  Hükümet   belki  kısa  vadede  oy  kaybedebilir  bu  sorunun  çözümünü  gündeme  getirdiği  için. Ama uzun  vadede  gönül  kazanır  ve  kalıcı  oylar  toplar. Tabii  hükümetin  içindede  farklı  yönelişler  var  ve  bu  açılımdan  dolayı  çatlak ses  çıkarabilecek  olanlar  var.  Konu  Türk  muhafazakar  kamuoyu  tarafınca  hazmedilmiş  bir  konu  değildir.  Hükümet   şimdi  doğru  yaklaşımları  hatırlamış  durumdadır. Geç  ama güzel  bir  durumdur.

11. MAZLUMDER bu  konuda uzun  yıllar  cesur  ve  adil yaklaşımlar  sergiledi. Çok  suçlandık  ve  yaftalandık. Ama  bugün  devletin    resmi  ağızlarının  yıllardır  söylediğimiz  şeyleri  kabul  etmesini  izliyor  ve  haklı  çıktığımızı  görüyoruz.. Keşke  çok  daha  önce  bu  yaklaşımlar  sergilenseydide  bu  acıları   milletçe  yaşamasaydık. Kürt  halkının  bu  açılımını  heyecanla  karşıladığını  görüyor  ve  mutlu  oluyorum. Farklı  siyasal  anlayışta  olsada  Türk  etnik kökenli  vatandaşlarımızın  konuya  çeşitli  “ama” larla  başlamalarını  izliyor  ve  tedirgin  oluyorum. Keşke  yaklaşımlarımızda  hep  empati  yapmaya  çalışsak. Bir  büyük  sorunun  çözüm  ihtimali  belirmesinin  Türkiye’nin  önünü  açacağını  hepimiz  anlasak. Batıda  yaşayan  insanımız  halen  “ne  sorun  vardıki  çözülmeye  çalışılıyor”  diyorsa  bu  marazi bir  haldir. Memleketei yıllardır  kasıp    kavuran bir  devlet  politikasına  “bana  dokunmadı  o halde  hissetmem  mümkün  değil  ve  mağduriyeti  anlamam  mümkün  değil”  anlayışı  ile  yaklaşmak   sorumluluk duygusuna yakışmaz. 

 

 

 

 

 

 

 

       

 

 

 

 

 

Yorumlar