2008-08-21 00:00:00
YASAKLAR VE KORKULARLA TOPLUMSAL BARIŞ İNŞA EDİLEMEZ
Park ve sokak ve caddelere konulan isimlere keyfi engeller getirildiği, Kayapınar Belediyesi'nin beş parka vermek istediği Kürtçe isimlerden dördünün Diyarbakır Valiliği tarafından reddedilmesi ile ortaya çıkmıştır. Valilik Belediye Meclisi'nin oybirliğiyle parklara verdiği Gülistan (gül bahçesi), Berfin (kar beyazı, kardelen), Daraşin (yeşil ağaç), Nefel (yonca) ve Beybun (papatya) isimlerinden sadece 'Gülistan'ı kabul etmiş, diğer isimler için verdiği kararda ise “Yargıya gidiniz” demiştir. Vali Hüseyin Avni Mutlu imzasıyla 10 Haziran 2008 tarihinde belediyeye gönderilen yazıda, Belediye Meclisi'nin verdiği diğer isimlerin “Adres ve Numaralamaya İlişkin Yönetmeliğin 24. maddesine uygun olmadığından” onaylanmadığı belirtildi. Yönetmelikte, “Anayasa'nın temel ilkelerine yürürlükteki mevzuata, genel ahlaka aykırı, ayrımcılığa ve bölücülüğe yol açabilecek nitelikte tespit edilemez” deniliyor. Avrupa Birliği Uyum yasaları çerçevesinde Kürtçe’nin kullanımı serbest bırakılırken, Kürt etnik kökenine mensup vatandaşların yoğunlukta yaşadığı bir bölgedeki parka Kürtçe isimler verilmesinin, nasıl bir ayrımcılığa ve bölücülüğe yol açacağı nesnel gerekçeleri ile Valilik tarafından ne yazık ki açıklanmamış/açıklanamamıştır.
21.yüzyılda, Avrupa Birliğine giriş sürecinde, AB. Komisyonuna göre; Çok-Dillilik terimi hem bir insanın birden fazla dil konuşabildiğine hem de birbirinden farklı diller kullanan toplulukların tek bir bölgede yaşabildiğine atıfta bulunmakta, olup, Komisyon, bu konuda üye ülkeler arkasındaki itici güç olduğunu vurgulamakta, aynı zamanda AB’nin temel değeri olarak dil çeşitliliğine saygı gösterdiğini belirtmektedir.2007 yılı başında Komisyon’un ilk defa Leonard Orban’ı Çok-Dillilikten sorumlu Komisyon üyesi olarak ataması, Çok-Dilliliğe verilen önemi daha da ön plana çıkarmıştır.Yine, uluslararası hukuk alanında, Türkiye, insan hakları ve demokratikleşme konusunda evrensel normları belirleyen en önemli uluslararası belgelerden biri olarak kabul edilen 'Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi'ni 15 Ağustos 2000 tarihinde imzalamıştır.
Bugüne kadar BM üyesi 188 ülkeden 144'ünün imzaladığı Sözleşmenin 27.maddesine göre; “Etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların bulunduğu bir Devlette, böyle bir azınlığa mensup bulunan kişiler grubun diğer üyeleri ile birlikte toplu olarak kendi kültürel haklarını kullanma, kendi dinlerinin gereği ibadeti etme ve uygulama veya kendi dillerini kullanma hakları engellenmez”
Avrupa Birliği sürecinde, genel gidişat bu iken, böyle bir ortamda, “kraldan fazla kralcı” bir refleksle, bir atanmışın, görev yaptığı bölgede yaşayan bölge insanının duygularına bu derece uzak olması, toplumun ulaştığı ve yöneldiği Avrupa Birliği standartlarını görememesi, hala, yasaklar ve korkularla, toplumu tek tip kalıba sokma, adam etme politikasına devam etmeye çalışmasını hayret ve ibretle gözlemlemekte ve kınamaktayız. Sadece mevzuatın değil, zihniyet değişiminin de sağlanması, siyasi irade tarafından, emrindeki memurlara bu hususların, aktif olarak hatırlatılması gerektiği ve yaptırıma tabi tutulması gereği, daha çok hissedilmektedir.
Atanmış ve devlet adına görev yapanlara, yapmadığı görevin, keyfi yorumladığı metnin hesabı siyasi irade tarafından sorulmalıdır. Daha önce Nevroz hadiselerinde de yaşanan, atanmışların keyfi, yöre halkından kopuk, önyargılı ve itici tutumunun toplumsal barışı dinamitlediği ve birçok hak ihlallerine sebep olduğu görülmüştür.
MAZLUMDER, yasaklarla ve korkularla toplumsal barışın inşa edilemeyeceğine inanmaktadır.Toplumda yaşayan değişik etnik ve dini grupların kendini birinci sınıf vatandaş olarak hissettiği mevzuat ve uygulama pratiği siyasi irade tarafından özgürlüklerin önü açılarak sağlanmalıdır.
Kamuoyuna saygıyla arz olunur.21.08.2008
MAZLUMDER Genel Başkanı
DR.ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU
Yorumlar