2014-01-11 00:00:00

v  Kendinizi kısaca tanıtırmısınz?

v  Başkanlığınız hayırlı olsun sizi başkanlığa getiren süreci değerlendirirmisnz?

v  Türkiyeyi İslam ve batı dünyasıyla karşılaştırdığınızda insan hakları açısında nerde görüyorsunz?

v  Hükümetin insan hakları karnesini nasıl buluyosunuz?

v  Batının insan hakları söylemi ile insan hakları mücadelesinde kullanılan hakim dil  Müslümanlar açısından sorun teşkil edermi?

v  Mazlumderin  insan hakları mücadelesini temellendirdiği referansları nelerdir?

v  Sizce Türkiyede insan hak ve özgürlüklerinin genişlemesinin önündeki engeller nelerdir?

v  AHİM kararlarında sözkonusu İslam dünyası olunca hukukilikten ziyade siyasallıkmı ön plana çıkıyor.?

v  Mazlumder kürt sorununa nasıl bakıyor değerlendirmenizi  alabilirmiyiz?

 

 

 

 

                                                                                      Ahmet TİLCİ-20.08.2008

 

  1. yılında  Isparta  Şarkikaraağaç’da  doğdum. İlk  öğrenimimi  Bursa’da  bitirdim. Bursa  İmam  Hatip  Lisesi’nden  1984  yılında  mezun  oldum.1990 yılında  ise  Osmangazi Üniversitesi  Tıp  Fakültesini  bitirdim. Mecburi hizmetimi  Iğdır’da yaptım. Daha  sonra  Orhaneli  Devlet  Hastanesinde  göreve  devam  ettim.1996  TUS’u  kazanarak  İstanbul Süreyyapaşa  Göğüs hastalıkları  hastanesinde  ihtisasa  başladım.2000  yılında  Göğüs  hastalıkları  uzmanlığımı aldım. Halen  İzmit  Seka  Devlet  hastanesinde  görev  yapmaktayım.2003  yılında  MAZLUMDER  Kocaeli  şube  başkanlığı  ve  GYK  üyesi  oldum.2007 yılında  MAZLUMDER Genel  Başkanlığına  seçildim.  Evli ve  ikisi  erkek  biri kız 3  çocuk  babasıyım.  
  1. yapılan  son  kongremizde Genel  Başkanlık  konusunda  ismimiz  üzerinde  bir  mutabakat  sağlandı. MAZLUMDER’i  kurulduğu  günden itibaren  ilgi  ile  takip  ediyordum. Kocaeli’de  şube  başkanı  olduktan  sonra  insan hakları  alanında  aktif  mücadele  etmenin  gereğine  daha  çok  inandım. Arkadaşlarımızın  böyle  bir teveccühü oldu.İnşaallah  bu şerefli  ve  büyük  sorumluluk  gerektiren görevin  gereğini  hakkıyla  yerine  getiririz. 
  1. hakları  mücadelesi  bir adalet  ve   özgürlük  mücadelesidir.İnsan  hakları bireyin  kendini  özgürce  beyan  etmesini zorunlu  kılıyor.Batı  ülkelerinde  genellikle  bireysel  özgürlükler  daha  ileri  seviyededir.Batıda  kişilerin  tekil  veya  gruplar  oluşturarak  yönetime  katılmasınının    daha  yoğun  olduğunu  gözlemliyoruz.İslam ülkelerinin  çoğu  maalesef  halen  3. dünya  ülkeleri  kategorisinde.Çoğunlukla  başlarında  süper  güçlerin  hakimiyetinde  olan  kişiler  mevcuttur.Ülkelerini  insan haklarının  ve  özgürlüklerin  askıya alındığı  totaliter  bir  rejim uygulayarak  yönetiyorlar.Tabii  böyle  ülkelerde bireylerin  hak  talepleri  daha  düşük  seviyede  kalıyor.Ama  son zamanlarda  artık  bastırılamaz  şekilde  hak  taleplerinin  yükseldiğini  de  görüyoruz.Türkiye  arada  bir  yerde.AB  uyum  yasaları  çerçevesinde  nisbi  olarak  bazı  alanlarda  insan  haklarının  yükseltilmesi  yönünde  adımlar  atıldığını  gözlemledik.  Devlet  çoğunlukla  makyaj  olarak  olsa  da  bazı alanlarda iyileştirmeler  yaptı.Bunlar  sivil  toplumun  daha  rahat  kendini  ifade  etmesini  sağladı.Ama  hemen refleksler devreye  girdi  ve  bürokratik  devlet  anlayışı  bu  gelişmelere  çomak  soktu.Birçok  ilerleme  süreci   akamete  uğratıldı.

Türkiye  kendisine  biçilen  elbiseyi  kabul  etmemeli. Her  ırktan,  her  dinden ,  her  mezhepten  vatandaşın kendisini  rahatça  ifade edeceği bir ülke  olmak için  herkes insan  haklarının  değerini  iyi  bilmeli.Vatandaş  olarak  uğradığımız  her  türlü  haksızlıkla  mücadele  etmenin  aynı  zamanda  ülkenin  insan  hakları  karnesini  iyileştireceğini  de  unutmamalıyız.

  1. insan  hakları  alanında  iktidarının  ilk yıllarında  bazı  adımlar  attı. AB  uyum  süreci  çerçevesinde  insan  hakları  alanını  genişletecek,  rahatlatacak  bazı  adımla  atıldı.Ancak  zamanla  süreç zayıfladı. Başbakan tarafından  “İşkenceye  sıfır  tolerans  göstereceğiz”  denmesine  rağmen  birçok  kesimden   ihlal  başvurusu  aldık. Toplantı  ve  gösteri yürüyüşlerinde   birçok  orantısız  güç   kullanımı vakası  oldu. Canlı  yakalanabilecekken  yargısız  infazlarla  öldürülen  kişiler de  oldu. İhlali  devam  eden  bir  başka  önemli  hak  ise  düşünce  ve  ifade  özgürlüğü  oldu. Uygulamalarıyla  insan hakkı  ihlali yapan    devlet  kurumlarını   eleştirmek  ağır  cezalar  almayı  gerektiriyordu. 21.  yüzyılda  sadece düşüncenin  açıklanması  ile  cezayı  hakketmek  kabul edilir  bir  şey  değil. Bu  konuda  çeşitli  insan  hakları kuruluşlarıyla  beraber  ortak  taleplerde bulunduğumuz  halde  301.  madde konusunda  sadece  “makyaj”  diyebileceğimiz  değişiklikler  yapıldı. Oysa  bu madde ülkedeki  birçok  aydının  hapis  cezaları  almasına,  hayati  tehditler  altında  yaşamasına  yada öldürülmesine  yol  açmıştı. Din  ve vicdan  özgürlüğü  alanında  hükümetin  çözemediği    konuların başında  başörtüsü  yasağı  geldi. Her ne  kadar  uzun bir  süreden  sonra  anayasa  değişikliği  şeklindeki  bir  tasarının  getirildiğini  bilsekte  bu  tasarının  tüm  sorunları  yok  etmeyi hedeflemiş  bir  anayasa  taslağı  şeklinde  sunulmaması   yasağın   sürmesinde  bir  etken olmuştur. Hükümetin bazı  bakanları  zaman  zaman bürokratik  devlet  anlayışını  yücelterek,  insan  haklarını   geciktirilmesi  gereken  bir  sorun  olarak  görmüşlerdir. Oysa  insan  hakları,  geciktirilince  ihlal  edilmiş   olan   bir  kavramdır.
  1. hakları  kavramı çoğunlukla   devletlerin  çok  hoşuna gidecek  bir  kavram  olmadı.. Güvenliği ve  hakimiyeti  öne  çıkaran  devlet  insan  haklarını hep  rakip  bir  kavram  olarak  görmüştür. Ama  insanlık  tarihinde  yönetimlere  karşı büyük  mücadelelerle  kazanılmış  bir  mevzi  olmuştur. Çünkü  sorgusuz  sualsiz  bırakılan  yöneticilerin  haksızlığa  meylettiğini  bir  insanlık  kuralı  olarak  biliriz. Din  bu hatalı  yönelişi  uyararak  bunun  cezasız  kalmayacağını  belirtir. Biz  insanlar  elimizdeki  dünyevi  güçler  ile  ancak  bu  dünyada  haksızlıkların  sona  ermesi  için  mücadele  edebiliriz.Bunun da  hakkını  vermemiz  gerekir. Hiç  bir  gerekçe  doğru  bildiğimiz  mücadele biçiminden  bizi  alıkoymamalıdır. Bugün batılı  ülkelerin  veya  ceberut doğulu     yöneticilerin  bulunduğu  birçok  devletin  insan  haklarını  yüzü  kızarmadan  istismar  ettiğini  biliyoruz. Ülkesindeki  insan  hakları  ihlalini  görmezden  gelen  devletler  başka  ülkelere  insan  hakları  götürmek  istediklerini  söyleyerek  onların  tepelerine  bombalar  yağdırmaktadır. Veya  insan  haklarını  diğer  ülkeler  üzerinde  siyasi  bir  baskı  unsuru  olarak  kullanmaya  çalışmışlardır. Bu  durum  insan  haklarının   ısrarla  talep  edilmesine  gölge  düşürmemelidir.

İnsan  hakları  söylemi  fıtri  olana uygun  olduğu  müddetçe  ona  uzak  durmanın  bir  anlamı  yoktur. İnsan  hakları  ile  ilgili  kavramları  çoğunlukla  dini  istilahlar  içinde  de  bulabilirsiniz. Çağdaş  terminoloji  ile   ifade  edilen  hususların  tarafımızca  zenginleştirilmesi,  bizler  tarafından  tüm  insanlığın  hakkı  ve  hukuku  için  kullanılması  gerekir.

  1. insan  haklarını  her  insan  için doğal  bir  hak  olarak  tanır. İnsan  hakları  söyleminin  siyasi  bir  dil  kullanılmadan  savunulması  gerektiğini  düşünür. Elbetteki  her  kişi  ve  kurumun  siyasal  eğilimleri  vardır. Ama  adaletli  bir  söylem  için  taraf  olmayan  bir  anlayış  ve  dil  gereklidir. MAZLUMDER’in  çok  önemli  bir  ilkesi, sloganı  vardır.”Kim  olursa  olsun  zalime  karşı,  kim  olursa  olsun  mazlumdan  yana”. Bu  ilke  kimlik,  dil,  din,  siyasi  görüş  ayırt etmeksizin  her  türlü  insan  hakkı  ihlaline  karşı  durmamızı  sağlamıştır. Bu  konuda  insan hakları  sorunları  ve  bu    sorunların  çözümsüzlüğünden  dolayı  ortaya  çıkan  örgüt  vb. yapıların  durumlarını  birbirine  karıştırmamak  gerekir. Dini  ve  etnik  sorunların  halledilmemesinden  kaynaklanarak  hukuk  içi  veya  hukukdışı  kuruluşların  varlığının    ortaya  çıkması  çözüm  yolundan  ve  söylemimizden  bizi  saptırmamalıdır. Yanlış algılamalara da yol  açsa da    insan  hakları  ihlallerinde  mazluma  kimliğinin  sorulmaması  gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemizdeki  ve  dünyadaki  sorunların  çözümünün  teferruatta ve  güncel   kaygılarla  sınırlı  kalmayarak  temel  hakları  kalıcı  bir  şekilde  talep  etmekle olacağını  düşünüyoruz.

MAZLUMDER  insanlık tarihi  boyunca  dünyanın  çeşitli  yerlerinde farklı  ırk, dine  mensup  toplulukların insan  hakları  alanındaki  mücadelelerini  önemser. Haksızlıklara  karşı  yapılan  bu  mücadelelerin  insanlık  tarihinin  kolektif insan  hakları  mücadelesi  olarak  algılar  ve  birikimlerinden  istifade  eder.

Peygamber  efendimizin risaletten  önce haksızlıklara  karşı  oluşturulan  bir  topluluğu  gündeme  getirmesi  önemlidir. Çoğunlukla  her  türlü  İslam  öncesi adet  ve  tavır  yasaklanmışken  erdemli  insanların  topluluğuna  gönderme  yapması  önemlidir. “Bugün  o  topluluk  olsa  yine 

Katılırdım”  demek  dili, dini,  ırkı   farklı  ama  adalet  temelli  oluşumların  her  zaman  taktir  edileceğini  göstermektedir.

  1. hak  ve  özgürlüklerinin  yerleşmesi  ve  tüm  toplumun  mutlu  olması  için  hukuk  devleti  olması  gerekir. Devlet  mekanizması  tabiiyeti  altında  bulundurduğu  her  ırktan, dilden, dinden, mezhepten,  siyasi  görüşten  insanın  mutlu  ve  huzurlu  olması  için oluşturulmuştur. Bu  farklılıkları  kabul  etmeyerek   hakim  ideolojiyi  bireylere  dikte  etmek    çeşitli  sorunların  ortaya  çıkmasına  yol  açar. Türkiye de de aynı hadise  olmuştur.  Halkı  hakim  ideolojiye  boyun  eğmesi  gereken  bir topluluk  olarak  gören  devlet  aygıtı  bir  tornacı  rolüne  soyunarak  kafaları    kendisine  uygun  bir  şekilde yontmaya  çalışmıştır. Bu da cumhuriyet tarihi  ile  adeta  yaşıt  sorunların ortaya  çıkmasına  yol  açmıştır. Bir  hukuk  devleti  toplumda varolan  sorunları  en  adil  bir  şekilde  çözer. Binlerce  yıllık  insanlık  tarihinden  günümüze  damlayan ve  tüm  insanlarda hayranlık  uyandıran  çarpıcı  olaylar  hep  yöneticilerin  adil  uygulamaları  veya  yöneticiye  karşı  olan  adil yargılamalardır.

İnsan hakları  ihlallerini  karşısındaki  engeller  ne  olursa  olsun  çözmek  zorunda  olan devlettir. Ama  biz  Türkiye’de hak ihlallerinin  baş  müsebbibinin  devlet  olduğunu da  üzüntü  ile gözlemliyoruz. Toplumun sorunlarını  çözme  görevi  olan  siyasetçilerin  ülkenin  ana  sorunlarını  ya  inkar  ederek  ya da  onlara  dokunmayı  düşünmeden  siyaset  yaptığını gözlemliyoruz. Askeri  bürokrasinin  normal  bir  demokraside  olamayacak  şekilde  sivil  siyasete  müdahil  olduğunu  görüyoruz. Askeri  darbelerle  dolu  bir  geçmişi  olan  ülkemiz  olağan  zamanlarda da  MGK  ve  benzeri  kurullarla  yönetilmekte  daha  yeterli de  görülmezse askeri yetkililer   sivil  siyasete yönelik  uyarılarda  bulunmaktadır. İç  hizmet  kanununa  göre  sadece  güvenlikten  sorumlu  olan güçlerin  siyasi  alana  bu  denli  müdahaleci  olması  seçimlerin  neden yapıldığı  sorusunu  sık sık  gündeme   getirmiştir.

 

Devletten  ve  hükümetlerden bağımsız  olması  gereken  yargı  da  Türkiye’de  insan  hakkı  ihlallerinin  bizzat  faili  olmuştur.Devletimin  ideolojisine  uygun  karar  veririm  diyen hakimlerin  çoğunlukta  oldu  bir  ülkede  farklı  görüşleri  paylaşan  kişiler  adil  bir  yargı  önünde  bulunduklarını  nasıl  hissedebilirler?. Son  zamanlarda  iyice  belirginleşen  bir  tarzda  bizzat  en  büyük  mahkeme  olan  anayasa  mahkemesinin  bile  siyasi  kararlar  aldığı  gözlenmektedir. Kamu   vicdanında  kararları  kabul  görmeyen,    ama  son  durak  olarak  ilan  edilen  bu  mercilerin  aldığı  kararlar  ülkemizdeki  insan  hakları  ihlallerinin  çözümünün   ne kadar  büyük  mücadele  gerektirdiğini  göstermektedir.

  1. AİHS’e  göre  oluşmuş  bir  mahkeme. AİHM  Türkiye’deki  bir çok  hukuksuz karardan  sonra  umutların yöneldiği  bir  merci  oldu. Ancak  önemli  hayal  kırıklıkları  oluşturdu. Çifte   standartlı  kararlar  verdi. Din özgürlüğü  ile  ilgili  başka  din  mensuplarının  mağduriyetine  sözleşme  çerçevesinde  bakarak  kararlar  verirken  İslam  dinine  mensup  kişilerin  mağduriyetlerinde bu   hükümleri  unutarak  kararlar  verdi. Bunda  yasakçı anlayışın Türkiye’den  AİHM’i  baskı  altında tutmasının,  lobi  faaliyeti  yapmasının büyük  etkisi  olmuştur. Ancak  bizler  hukuku  aramaktan  vazgeçmemeliyiz. AİHM  yanlış  kararlar  vermiş  olabilir. Bu  onun  utancıdır. Haklı bir  karar  değildir. Tarih  bu  yanlış  karar  vericilerin   haksızlığını  ortaya çıkaracaktır. AİHM  Türkiye’nin  adil  yargılanmayı  ihlal  ettiği  birçok  olayda  doğru  kararlar  vererek  ağır tazminat cezaları da  vermiştir. AİHM’in  Müslümanları  görünce  şaşıran  adalet  anlayışı  karşısında  yılmamalıyız. En  azından yoğun bir  şekilde  bu  çifte  standardı  ifşa  ederek  baskı  unsuru  oluşturabiliriz. AİHM kararlarının  yanlışlığı   ülkemizdeki  insan hakları ihlallerinin  kalıcı  olarak  devam  edeceğini  göstermez. Aslında  AİHM  yasak  koymamıştır. Türkiye’deki  yasak  kararının yanlış  olmadığını  söylemiştir.İnsan  hakları  hukukuna uymayan kanunların veya  siyasetten etkilenen  mahkemelerin  mahkumu  olunmaz. Aslında  AİHM  yasak  koymamıştır.
  1. Kürt sorunu  maalesef  ülkemizdeki  yanlış ideolojik  yönelişlerden  kaynaklanmıştır. Çanakkale  savaşında omuz  omuza   düşmana  karşı  savaşmış  insanların  torunları bugün  birbirini  öldürüyorsa   durup  düşünmek  gerekir. Yanlış nerede yapılmıştır?.Hakim  ideolojinin,  kurucu  ideolojinin  toplumu  tektipleştirme  projesi  vardı.Farklı  ırklar  mozayiğini  Türk  potası  altında  birleştirmeye  yönelik bir  anlayıştı bu.1930’lu  yıllarda  en  belirgin  ayrımcılığın    yapıldığına  dair   yetkili  ağızların  sözlerini  şimdilerde  dehşetle  okuyoruz.Dönemin  içişleri  bakanı  Mahmut  Esat  Bozkurt  dönemin  ruh halini  yansıtan  ve  o  zamanlar  normal  karşılanan  cümlelerini  sarfediyordu. “Türk  olmayanların  bu  memlekette  tek  bir  hakları  vardır  o da  Türklere  köle  olmak”. Allah’ın  eşit  şartlarda  yarattığı  insanların  dilini, kültürünü  yasaklamak  daha da  olmazsa bu  tür  söz  ve  davranışlarla  aşağılamak…”Türküm” demiyene  demek ki mutluluk yoktu  bu ülkede. Kürt  sorunu  devletin  yanlış politikalarından dolayı  oluştu. Sorun ırklar  arasında  değildir. Devletin  tüm  vatandaşlarına  insanca   ve  eşit bir şekilde  muamele  etmesi  zararın neresinden  dönülürse  kar  olacağını gösterecektir. Bir  taraftan da  aynı  sorunu  sahiplenerek  yıllardır  kanlı  bir  savaş  veren  ve  sınır  tanımayan   illegal  yapılanmalar  ortaya  çıkmıştır. Terör  olaylarının  artması  bu  sorunun  çözülemez  olduğunu  göstermez. Sorunu çözücü  adımlar   atılırsa   halkın  zihnini  bulandıran  olaylar bertaraf  edilecektir. İllegal  yapılanmalar  sorunun  çözümsüzlüğünden beslenmektedir. 1991  yılarında Kürtçe  müzik  yasağı  sona  ererken  birçok kişi  bu serbestiyetin  terörizmin  güçlenmesine  yol  açar demişti. Aslında  bu  serbestiyet  bölgede  gayet olumlu  karşılanmış  ve  Kürt sorununun çözümüne yardımcı  olmuştur. Kürtçe  kelimelerin  kullanılmasının serbestiyeti  veya  ana dilde eğitim öğrenim hakkı  bu ülkeyi bölmez  aksine  tüm  vatandaşların  mutlu  ve  huzurlu  olduğu  bir  ülke  oluşturur.Ulus  devlet  anlayışı  asimilasyoncu  politikalar  geliştiriyorsa  yapacak  ve  söyleyecek  bir  şey  kalmamaktadır.Sorunun  çözümünün  askeri  metodlarla  olacağını  düşünmek  kesinlikle  doğru değildir.Güvenlik  politikalarının  sürekli  öne  çıkarılması  inatlaşma  ve  çözümsüzlüğü  getirmekte  ve  yara  kapanmamaktadır.Başka  bir  ülkede  olsa  iç  savaş tehlikesi oluşturabilecek   acılar  yaşanmıştır ülkemizde. Asker  cenazesi  gütmeyen köy  adeta  kalmamıştır. Yürekler  yakan  ana,  eş, çocuk  feryatları  semalara  hala  yükselmektedir. Yüzyıllardır  iç içe  geçmiş   Türkler    ve  Kürtler  çözümün  olacağına  hala  inanmaktadırlar. Bu  topraklarda  insan  haklarına  dayalı adil  çözümlerin  bulunacağına  biz de  can-ı  gönülden inanıyoruz.  Bu  opsiyonu iyi  değerlendirmesi  gereken  kamu idaresidir. Hükümetlerin  bile elini  kolonu  bağlayan   sivil  ve  askeri  bürokrasi  olsa da  bu  sorunu  çözmeye  hepimiz  mecburuz,   mahkumuz.

Yorumlar