2008-03-16 00:00:00
YETER ARTIK… HUKUKSUZLUĞUN BİLE BİR SINIRI OLMALI.
Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında Yargıtay Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesine açtığı kapatma davası, dün akşam saatlerinde Ülke gündemine bomba gibi düştü.
Bir kez daha, ülke olarak demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü yolunda gelişme ümitlerimiz ciddi biçimde yara aldı.
Ve bir kez daha, Uluslar arası toplum nezdinde mahcup olduk.
Başımız bir kez daha önümüze düştü.
Bir kez daha, 45 yılda 24 siyasi partiyi kapatan yargı/hukuk anlayışı, 25. partiyi de kapatmak için dün sahneye çıktı. DPT hakkında ki kapatma davasını da kattığımızda bu sayının bir seferde 26 ya çıkması ihtimali ile karşı karşıyayız.
Böyle bir hukuk anlayışı olabilir mi?
Böyle bir hukuk sisteminin ve yargı anlayışının, demokratik bir sistem ve anlayış olabileceği düşünülebilir mi?
Bu zihniyette belirleyici olan normların, evrensel hukuk normları değil de ideolojik kaygılar olmadığını kime inandırabilirsiniz?
“Laiklik karşıtı fiillerin odağı haline gelmek” gibi son derece sübjektif bir gerekçe ile halkın % 47sinden oy almış ve meşru bir biçimde iktidara gelmiş bir siyasi partinin kapatılmasını istemek ne ile açıklanabilir ki?
Ülkenin en yüksek yargı organlarından biri olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, açtığı bu dava ile aslında Adalet ve Kalkınma Partisini değil de halkın yarısını dava etmekte değil midir?
Medyada yer alan haberlere göre Yargıtay Başsavcısının iddianamesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında bile siyaset yasağı istenmektedir.
Bu durumda Yargıtay Başsavcılığı, Yasama – Yürütme – Yargı üçgeninde yargıya tanınan yetkiyi aşmıştır. Tamamen ideolojik kaygılarla hareket ederek bir taraftan Anayasa hükümlerini bile hiçe saymış, diğer taraftan halkın büyük bir çoğunluğunun iradesine saygısızlık etmiştir.
Bu şekilde laiklik üzerinden rejimi koruma çabası artık açık bir paranoyaya dönüşmüş haldedir. Bu paranoyanın yargı eliyle ortaya konması ise durumun vahametini bir kat daha artırmaktadır. Yargının siyasallaştığı yönündeki iddialara büyük ölçüde haklılık kazandırmaktadır.
Bir ülkede demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin en büyük teminatı olması gereken kurumların başında gelen yargı, ne yazık ki tam aksi bir işlev yürütmektedir. Türkiye’yi bütün dünyada adeta muz cumhuriyetleri kategorisine sokmaktadır.
ÇYDD başkanı Türkan Saylan’ın yakın geçmişte sarfettiği “Bizim onaylamadığımız hiçbir şeyi, istediği kadar çoğunluğu olsun devlet veya hükümet onaylayamaz. Yapar, eder herşey geri döner.” Şeklinde konuşmasının ardından bir hukuk talebi olarak Başörtüsü’ne özgürlük yönünde anayasal düzenlemeler yapılması vb. gerekçeler gösterilerek parti kapatma davası açılması kadar talihsiz bir girişim olamaz. Darbe’lerin devrim olarak nitelendirildiği ve siyasilerin idam edilmesini hararetle alkışlamaktan çekinmeyecek hukukçuların olduğu bir Ülke’de parti kapatma davalarının açılmasını maalesef artık pek yadırgamamak gerekiyor.
Sonuç olarak;
“Sivil ve Siyasi özgürlükler”, altında Türkiye’nin de imzasının bulunduğu uluslar arası anlaşmalarla teminat altına alınmıştır. Bu anlaşmaların hükümleri, Anayasanın 90. maddesi gereği iç hukukun üzerinde yer almaktadır. Bu bakımdan Yargıtay Başsavcılığının açtığı bu dava kesinlikle kabul edilemez. Hiç kuşku yok ki bu dava antidemokratik ve insan hakları karşıtı bir aklın ürünüdür. Demokrasi’nin tartışmasız bir şekilde yer edebilmesi için her kesimden parti’ye karşı kapatma davası alışkanlıklarından vazgeçilmesini istiyoruz. Dolayısıyla biz insan hakları savunucuları olarak, bu kapatma davasını Anayasa Mahkemesinin ret edeceğini ümit ediyoruz.
Ömer Faruk Gergerlioğlu
MAZLUMDER Genel Başkanı
Yorumlar