2014-12-21 00:00:00

SAMER’İN IŞİD raporu üzerinde durulması gereken çok önemli bir sapmayı etraflıca inceleme açısından çok önemli. İslam düşünce dünyasındaki sorunları daha ayrıntılı toplantılarda farklı birçok boyuttan incelemenin önemi her geçen gün artıyor. Batı’da da hemen hemen aynı sorunlar yaşanmıştır ancak onlar  büyük tecrübeler yaşadıktan sonra bu sorunları aşmış görünüyorlar. 30 yıl savaşları, Sen Bartelmi katliamı vb. olayları yaşamış olan Hristiyan dünyası bu sorunları aşmasına rağmen İslam dünyasında din, mezhep savaşları problemi halen aşılamamıştır. 

Bu sorun sadece dindar Müslümanların sorunu değil her farklı kesimdeki Müslümanın, hatta dinden uzak kimselerin, ateistlerin de sorunudur.
IŞİD’i anlamak, bu patolojik yönelişin nedenini çözebilmek için ilk önce İslam’ı ve İslam tarihini iyi bilmek gerekir. İslam’ın vahiy ve peygamber pratiğiyle vermek istediğinin Müslüman toplumlarda ne derece hayat bulduğu üzerinde düşünmek gerekir. 
İslam aleminde toplumsal krizin derinleştiği anlarda yüzeysel, aceleci, şiddet ve terör eğilimleri olan topluluklar ortaya çıkıyor. Bu İslamın ilk yüzyılında da böyleydi, yaşadığımız son yüzyılında da böyle. İslam peygamberi Hz. Muhammed İslam öncesi de Hılfül Fudul adı verilen oluşuma, gruba katılarak erdemli, faziletli insanlar ve tavırlar içinde olmuştu. Bundan dolayı lakabı “el-Emin” idi. Peygamber olduktan sonra da “bugün olsa yine aynı topluluğun üyesi olurdum” demiştir. Bu, dini inanç veya ideoloji bağlılığından  önce, erdemli insanların vicdan ve insaniyet ekseninde ortak paydalar oluşturması gerektiğini gösterir. İlk önce insaniyet basamaklarında yükselmeyi hedeflemek gerekir. İnsan olmadan Müslüman olunamayacağını zihnimize kazımamız gerekir. Zaten İslam’ın ibadetlerle ulaştırmak istediği nokta,  olgun, kamil bir örnek insandır. İslam  dini kendine silah gibi kullanıp tahakküm peşinde koşan bir insan olmayı emretmez, öğretmez.
 İslam toplumunda Peygamberin ölümüyle yaşanan şok Müslümanları hazırlıksız yakalamıştı. Daha peygamberin cenazesi soğumadan Mekkeliler ve Medineliler arasında yaşanan iktidar çekişmesi aslında yaşanması gereken çok önemli bir İslami eğitim pratiği olduğunu gösteriyordu. Peygamberin olmadığı bir ortamda ortaya çıkacak sorunların çözümü, hatasız kul olunmayacağı gerçeği unutulmadan  harikulade haller sergileyen sahabeler olsa da  o günün insanından beklenmeliydi. Peygamberin ölümünden sonra başlayan isyanlar, karışıklıklar içindeki hastalıkları atamayan, İslamın oluşturmak istediği insan tipini hazmedememiş kişiler için fırsatlar oluşturdu. Yaşanan nefsani eğilimler, güç histerisi, kabilecilik, milliyetçilik hastalığı  olgun kamil Müslümanların artmasını engelledi. Geliştirilmesi gereken örnek İslam insanı modeli oluşturulamadı. Sorunların çözümsüz kalması, hastalığın tedavi edilmemesi neticesinde çıkan karışıklıklar aceleci, yanlış, öfke ve heyecan dolu  çözümlerle sonuçlandı. Bugünün IŞİD ve benzerlerine benzeyen Haricileri işte o günlerde ortaya çıktı ve Hz. Osman’ı katletti. Krizin aşılamaması nedeniyle ortaya çıkan iç savaşlarda Hariciler daha da etkinleşti. Çünkü artık eleştirel düşünme becerilerinin geliştiği, akletmenin hakim olduğu bir ortam yerine yüzeysellik, sloganlar, ibadetlerin anlamı üzerine derin düşünmeden yapılan ameller daha popülerdi.
 Sıffin savaşında çıkan krizde “hüküm ancak Allah’ındır” ayetini sloganlaştıran ancak bu tavırlarıyla krizi çözümsüzleştiren bedevi Arapların oluşturduğu Hariciler İslam’ın ilk yüzyılının kriz anlarındaki en önemli sorunuydu. Bu anlayış, sorunların çözümünü sloganlarla, dini siyasallaştırmayla, şiddet ve içi boşaltılmış bir cihad anlayışıyla çözme peşindeydi. İlk önce insaniyet mertebelerinde yükselme daha sonra Müslüman olma gerekliliğinin altını çizen İslam’ın ana gayesini anlamamışlardı.  Bu anlayış artarak devam etti ve dinin en önemli emri olan akletmeyi hemen hemen iptal ettirdi. 
İslam düşünce dünyasında yaşanan ayet ve hadislerin  hedefini  takdir etmeden yüceltilen şekilcilik, şablonculuk hastalığının ön plana geçmesi yüzeysel anlayışları, öfkeleri, heyecanları daha da beslemiş ve olgun , kamil Müslüman yetiştirebilecek, yaşadığı günün fıkhını ayet ve hadislerden tekrar üretebilecek anlayışların azalmasına yol açmıştı. Peygamber herkese karşı kucaklayıcı,kuşatıcı iken onun yolunun takipçisi olduğunu söyleyen Hariciler ve onların sonraki takipçileri ötekileştirici, dışlayıcı, farklılıklara tahammül edemeyen kişiler oldular. 
İslam düşünce dünyasındaki akletme eksikliği, donukluğu, kısırlığı ve yeni gelişen toplumsal sorunlara karşı olan çözümsüzlüğü arttırdı. Sonunda 20. yüzyıla geldiğimizde Batı karşısında gerileyen, yenilen İslam dünyası yaşadığı perişanlığı tepkisel yöntemlerle çözecek yollara yöneldi. 19. yüzyılda çıkan İslamcılık akımı dini siyasallaştırarak sorunu çözebileceğini sandı ama bu sorunun kökenine inmeden bulunmuş bir ara çözümdü ve ideolojikleşmiş siyasal bir anlayışın ön plana çıkmasına yol açtı. Bu anlayışın daha da tepkisel ve silahlı formu İslam dünyasında El Kaide, El Şebap, Boko Haram , IŞİD  gibi isimler alarak ortaya çıktı. 
Bu siyasal gelişmelere ek olarak İslam dünyası asıl sorunu olan cemaatlerin, grupların, mezheplerin kendisinden başkasının batıl olduğu, sadece kendisinin kurtulan grup olduğu, bu nedenle herkesin kendisine uyması gerektiği,  şeklindeki yaygın anlayışını yenemiyordu. Çünkü geleneklerini sorgulamıyordu. Örneğin Fırka’yı Naciye hadisi. Ümmetin 72-73 fırkaya ayrılacağını, bir grup dışındakilerin Cehennemde olacağını ifade eden bu hadis isnadının aslında  zayıf bir hadis olduğunu, kimsenin araştırma zahmetine katlanmadığını, bilmemiz gerekir. Sadece kendisinin kurtulan fırka olması gerektiği düşüncesinin bir toplumsal hastalık olduğunu, kurtulan fırkanın kendisi olduğunu düşünenlerin herkesin kendisine tabi olması gerektiğini, kendisine tabi olmayanların ötekileştirilmesinin en doğal hak olduğu vb. düşüncelerin bir çorap söküğü gibi kendini merkeze koyan, farklılıkların bir arada olmasını hazmedemeyen bir anlayışı doğurduğunu görmemiz gerekir. IŞİD’i eleştirenler bile Ümmet’i Muhammed’in üstünden atamadığı hastalığı fark etmelidir. İslam alemi,   “ümmetimin ihtilafı rahmettir” diyen Hz. Muhammed’in akletmeyi, fikretmeyi düşünce farklılaşmasını teşvik eden anlayışının zıttı bir anlayışın İslam dünyasında  hakim olduğunu hissetmeli ve bunu en büyük sorun olarak görmelidir.  
IŞİD’i vb anlayışları  önlemek şu an İslam dünyasının yapması gereken en büyük iş.İslam düşünce dünyası üzerine çok uzun süreli komplike çalışmalar yapmak zorundayız.  IŞİD mantığını yok etmenin kolay olmadığını, adeta genetiğimize işleyen  toplumsal benmerkezciliğimizi terk etmeden bir yere varamayacağımızı bilmeliyiz.

Yorumlar