01 Mayıs 2020

Nupel / Muhittin Beyaz

Türkiye’de muhalefetin iktidara karşı akıbetinin özetle anlaşılması için ”Mr. Simit Washington’a gidiyor” filiminin izlenilmesi isabet olacak.- Reklam –

Kısaca filim böyle gerçekleşiyor: Bir Amerikan eyaletinde iki senatörün kongre üyelerinden birinin ölmesi sonucu kader Mr. Smit’e yol açar.  Mr. Smit izcilik yapan, ideallere sahip, namuslu bir insandır. Politikayla hiç bir geçmişi olmayan Smit’in tesadüfen gelişen senatörlük teklifini kabul edip kendini Washington’da bulur.

Simit ABD yönetimini ilk günkü gibi idealleri üzerinde yönetilen bir devlet olarak düşünür. Sorumluluğunun kutsallığını her fırsatta Abraham Lincoln anıtının huzurunda paylaşır.

Smit’in senatör olarak seçilmesinin arka perdesinde eyalette yapılacak baraj projesinin engellenmemesi vardır. Bunun için vali aracılığıyla Smit’i uygun görmüşlerdir. Perdenin karanlık yüzü olan Jim Taylor,  yönettiği baraj projesinin Smit tarafından engellenmesiyle mücadele başlar.

Haklı ve haksızın mücadelesinde Jim Taylor, Smit’in sesini topluma özelde eyaletine duyuramaması için hem senato içerisinde bir mücadeleye başlar, hem de eyaletin tüm resmi kurum ve medyasına el koyarak Smit’in sesini kısar.

Böylece Jim Taylor, Smit’i senatörlerce ve medya yoluyla suçlu, baraj projesinde kendine pay çıkarmak isteyen biri olarak göstermeyi başarır.

Smit’in bunlara karşı tek tutunduğu şey ise senato içinde söz hakkını kimseye vermeden bayılana kadar hakikati haykırmasıydı.

Türkiye’deki muhalefetinin de Smit gibi iktidara kaşı söz hakkından başka bir savunması yoktur. Tabi bu savunmayı Smit gibi güçlü bir şekilde kullanan temsilciler de var.  Bunların başında Sezgin Tanrıkulu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi temsilciler geliyor.

İnfaz yasasında da görüldüğü gibi Sezgin Tanrıkulu’nun ve Gergerlioğlu’nun avazı çıktığı kadar doğruyu, hakikati haykırmaları kürsüdeki savunmanın etkili isimlerinden olduklarını tekrar gösterdi.

Seslerini duyurmak için sadece kürsüyle yetinmeyerek alternatif olarak Sezgin Tanrıkulu’nun MST TV’si veya soyal medya yoluyla halka hakikati anlatmaya, seslerini duyurmayı başarmışlardır.

Sezgin Tanrıkulu ve Gergerlioğlu’nun infaz düzenlemesinde yaptıkları mücadele partililiğin yahut muhalefetin bir gerekliliği için değildi. Asıl olan insanlık ailesine ve cumhuriyetin temel ilkelerine etik bir bağlılıkla bunu gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bir temsilci için önemli olanda bu değerlerin olmasıdır.

Bir temsilcinin parti tarafından seçilmediğini, halk tarafından seçilen, halkın güç verdiği ve yetki verdiği kişi olarak, yanlış ve doğruları vicdan ve halk adına karar vermelidir.

Temsiliyette önemli olan parti değil halktır. Halkı partiye ye değişenler gerçekte bir temsiliyetten bahsedemezler. Ki bu temsiliyet olsa olsa güçlüyü temsil eden Makyavelli temsiliyetidir.

Kabaca bakıldığında partilerin toplumu temsil eden bir merkezi kurum olmadığını bilakis partilileri muhafaza eden, partililere hizmet eden halk adına mikro bir temsiliyetten bahsede biliriz.

Bilhassa Cumhuriyetin ilke ve kavrayışı  partizanlığın çok ötesinde bir yönetimdir.

Ne var ki günümüz cumhuriyet yönetimi bir partizanlık cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Partizanlık: toplumu bölen, kutuplaştıran ve halkı parti hizmetine sokan bir anlayışa sahip. 

Bu anlayış sadece cumhuriyetçi ilkelerine sahip olanlara zıt bir durum değil keza tevhit ve ümmet düşüncesine sahip bir ahlakta ötelemenin olduğu bir gerçekliği kabul edemez. Bu durum toplumu içten içe böldüğü gibi parti değerlerinin tartışmasız ayrıcalığıyla doğal bir despotlaşmanında yolunu açar. 

Cumhuriyet nezdinde partilerin geçici bir sözde temsiliyet olduğunu, asıl kalıcı olan ise halkın kendisidir. Günümüzde tüm partilerin en büyük kıskacı, insan değerlerine duyulmayan saygıyı parti değerlerine duyuyor olmasıdır. Bu kıskaçta gerçekte insan değerlerini savunanlar ise ahlaklı ideallere sahip insanlardır.

Bu gerekçeyle temsilcilerin ciddi kararlarda, devlet adamlığı ve toplumsal sorumluluğun ahlakında kalarak karar vermesi toplumsal barış için ve aydın gelecekler için temel bir yaklaşım olur. Aksi bir durum ise toplumsal huzuru getiremediği gibi eşitsiz bir düzeninde habercisi olur.

Öte yandan seçme ve seçil menin özgür olduğu bir sistemde partilerin organize güçlerini kullanarak parti dışında seçilmenin önünü ciddi bir şekilde tıkamaktadır. Parti adıyla seçmenlerin seçtikleri temsilcilerde bu sayede halktan kopuk bir şekilde partinin himayesinde seçilmektedir.

Bu da halk adına temsiliyeti zayıflattığı gibi demokratik tıkanmanın da bir nedenidir.  Bu durumdan kaynaklı olarak meclis içerisinde seçmen iradesini elinde tutanların çoğunluğu parti tarafından seçilen kişilerdir.  Bu seçilenlerin sırf kendi partilerinin kararlarını desteklemek için doğru veya yanlış tüm kararlarına topyekûn onaylamaları halktan çok partilere hizmet ettiklerini göstermektedir.

Her ne kadar demokrasiden uzaklaştırsa da bu durumun asıl acı tarafı seçmenlerin aldatılmasıdır. Netice itibariyle katı bir partileşme demokrasiye, hakikate darbe vurduğu kadar halka bir hizmeti de bulunmamaktadır. Partilerin halk adına önemli kararlarda bulunurken ‘Büyük Britanya’da liberal demokratik guruba mensup yermi üç lort, kendi aralarında yeni lortlar kamarasında bulunacak üç lordu seçtikleri zaman, kazananlar demokratik olarak seçilmiş diye nitelendiriliyordu.’

Bu gerekçeyle partililerin demokratik anlayışı bu tarz türdeşliği barındırmaktadır. Onun için halkın sesine kulak veren temsilcilerin partizanlık kıskacından sıyrıldıklarını Sezgin Tanrı kulu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun şahsında görmekteyiz…

Yorumlar