2012-08-28 00:00:00

Ferhat Kentel “nefret suçuna sessizkalmamakgerek” dedi.

“Terörist” kelimesini bütün ağırlığıyla hak eden birileri, Gaziantep’te, soğukkanlılıkla, buz gibi bir soğuklukla, çoluk çocuk demeden sivil insanları öldürüp, ortalığı kan gölüne döndürünce, başka birileri de acayip bir keyifle ellerini ovuşturdu. Gerçi bunlar yani başkalarının üzerine atlamak için fırsat kollayanlar her zaman vardı ama bu vesileyle sivri dişlerini daha da bilediler, zaten otomatikte çalışan makine dişlilerini daha da yağladılar.

Teröristler bir makine gibi, soğuk bir şekilde, hesap kitap yaparak öldürdüler… Bundan sonra gelecek adımları da hesap ederek… Bizim vereceğimiz tepkileri öngörerek… Ne kadar çok şok edici, ne kadar çok ağır hasar verici bir eylem yapılırsa, Türkler ve Kürtler arasındaki bağın bir o kadar zayıflayacağını, kopabilir kıvama geleceğini hesaplayarak…

Sonra “terör” gibi değil de, dağlarda “savaş” gibi süren bir atmosferde gene sapır sapır avlanan genç insanlar… Bir kenara atılan çentikler; beş bizden, on onlardan… Savaş tanrılarına sunulan taptaze kan sahibi körpe bedenler…

İşte fırsat kollayanlar, yani derin devletin farklı boy ve soydan taşeronları, gerekli ölüm mesajları her geldiği zaman, hemen vaziyet alıyorlar ve esas hedeflerine vurmaya çalışıyorlar. Onların esas hedefi karşılarında savaşır gibi göründükleri “düşmanlar” değil; onlar, sadakatle hizmet ettikleri devlet zihniyetinin hegemonyasını sarsanlara karşı dişlerini göstererek bekçilik ya da piyonluk yapıyorlar.

Bu zihniyet sahiplerinin ve onların bekçilerin bir kısmı şimdi Silivri’de. Ama çoğu da dışarıda hizmet etmeye devam ediyorlar. “Sol”, “Müslüman” ya da başka görünümlü bu piyonlar arasında inanılmaz benzerlikler var ve bu benzerlikler aslında onların nasıl kardeş olduğunu gösteriyor. Her birini belki tek tek muhatap almaya bile gerek yok; ancak ayakta durması için taşeronluk hizmeti verdikleri zihniyet açısından bilmekte yarar var. Mesela son günlerde Akit adlı “gazete”nin (ve uzantılarının) yapmaya çalıştığı faaliyetlere baktığınız zaman Türk Solu adlı “şey”in faaliyetleriyle birebir örtüştüğünü görebilirsiniz. İkisi de, Ali BayramoğluHasan CemalCengiz Çandar gibi aydınları ve daha pek çok özgür düşünceli insanı manşetlerinden hedef gösteriyorlar.

27 Mayıslarda, 12 Eylüllerde, ve hafızamızda hâlâ çok taze duran 28 Şubatlarda, bol miktarda örneğini gördüğümüz usullerle, üstelik o usullerin tekrarlandıkça komikleşen kopyalarıyla devletin derin damarını ayakta tutmaya çalışıyorlar. “Sağ”dan, “sol”dan ya da “din”den retoriklerle, ancak aynı içerikleri nefret eşliğinde kullanarak düşmanlık tohumları ekiyorlar habire…

Bu yüzden, bu tür piyonların “görünürdeki” kimliklerini ya da cilayı asla ciddiye almamak gerekiyor. Yani Akit’in politikasının “Müslümanlık”la, Türk Solu’nun “solculuk”la alâkası yoktur. İkisi de Ergenekoncu zihniyetin, totaliter devlet zihniyetinin ulaşmaya çalıştığı ulusal piyasada farklı “hedef kitlelere” uygun olarak devreye sokulan pazarlama araçlarından ve tekniklerinden başka bir şey değildir. Bunlar ve daha başkaları bütün yaptıklarıyla bir Ergenekon (ya da onun bir versiyonu, şubesi, devletin bir yedek lastiği vb.) ürününden başka bir şey değildir. Akit,Türk Solu, İP, Aydınlık, internet andıççıları, bir çıkıp bir kaybolan “Atatürkçü” dernekler,Abdullah Gül’ün Ermeni olduğunu yazan “yazarlar”, 28 Şubat’ın Kalkancıları, Fadime Şahinleri, Zekeriya Beyazları, Pelitli ya da Balyoz çeteleri… hepsi aynı kapının hizmetçileridir ve hepsi birbirlerinin kardeşleridir…

Bunların bu memlekette istedikleri gibi at koşturmaları, her türlü edepsizliği yapabilmeleri Nasrettin Hoca’nın “köpekleri serbest, taşları bağlı köy” hikâyesine benzer. Bunlar her türlü küfrü edebilirler, nefreti kusarlar; ancak bu memlekette bu saldırılar karşısında bırakın mücadele edebilecek taşları, kendini savunmak üzere kartondan kalkan bile yoktur. Onlar saldırırlar ve bu memlekette “nefret söylemi” suç sayılmadığı için, üstelik köyün korucuları nefreti bizzat kendileri ürettikleri için, “nefret”e “ifade özgürlüğü” adını taktıkları için, siz saldırıya uğradığınızla kalırsınız ve “neme lazım bulaşmayayım” diyerek sinersiniz.

Ya da böyleydi… Sinerdiniz…

Artık sinmeyenlerin sayısı artıyor. Üstelik “sağcı”, “solcu”, “İslamcı” nefret edenler nasıl “kardeş” ise, saldırılar karşısında sinmeyenler de “kardeş” olduklarını fark ediyorlar ve “köyün bağlı taşlarını” birlikte sökmeye soyunuyorlar.

Akit’in Ali Bayramoğlu ve diğer yazarlara karşı başlattığı nefret kampanyasına karşı Mazlum-Der eski genel başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun ve vicdanlı, mütedeyyin insanların öncülük ettiği “Sessiz kalmamak gerek” başlıklı imza kampanyası işte böyle bir “taşları sökme” adımı…

Kaynak:Taraf gazetesi

Yorumlar