2016-11-29 00:00:00

Geçtiğimiz hafta sonu toplanan  Uluslararası din ve insan hakları çalıştayının (1) önemli bir konusu vardı. 'Din ve İnsan Hakları Perspektifinden küresel fakirlik' konusu dini ve etnik farklı kimliklerden akademisyenler, STK temsilcileri, bürokratlar tarafından  her açıdan incelendi, çözümler bulunmaya çalışıldı.

Fakirliğin hem neden hem de sonuç olduğu belli. Öncelikle dünya ölçeğinde bu sorunu istatistiki olarak inceleyelim. Küresel servet artmasına ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için kurulmuş uluslararası kuruluşların faaliyetlerine rağmen durum parlak görünmüyor. 19. yüzyılın sonlarında en zengin 20 ülkenin geliri ile en fakir 20 ülkenin geliri arasında 3 kat olan oran farkın, 20. yüzyılın ortalarında 15'e, günümüzde ise 46'ya ulaştığı tespit edilmiş. En zengin 62 kişinin, dünyanın % 50'sine tekabül eden 3.6 milyar insan ile eşit mal varlığına sahip olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Neredeyse üç milyar insan dünya nüfusunun yüzde 40'ı , yiyecek, su, barınak, sağlık ya da eğitim gibi en az bir temel gereklilikten yoksun durumdadır.

Dünyada para, teknoloji artarken bundan eşit yararlanma, ters oranda artmaktadır. Sahra altı Afrika, fakirlik açısından en kötü durumda, dünyada açlık sınırı altında yaşayanların %50'si buradadır ve her geçen yıl daha kötüye gitmektedir.

Ülke içindeki en zengin %10 ile en fakir %10 arasındaki oran Türkiye'de 14/1, Brezilya'da 30/1, Güney Afrika'da 100/1 iken, Kanada'da 9/1, İsveç'te 6/1 dir. Kuzey Amerika'da kişi başına düşen kişi başı servet oranı, Afrika veya Hindistan'ın 100 katı civarındadır. ABD'de kurum ve şirketlerdeki yöneticilerin maaşı 1978'den itibaren hesaplandığında ortalama %997 oranında artarken, tipik işçinin maaşı %10 oranında artmıştır. (2)

Güç sahibini sözle dizginlemek zor, küresel fakirlik baskıcılık, baskıcılık küresel fakirlik doğuruyor. Dünyada %11'i çok yoksul olmak üzere, 800 milyon insan aç yaşıyor, Zenginliğin %1 inin yoksullara verilmesi sorunları çözüyor, ancak bunu bırakın, her geçen gün yoksulluk ve yol açtığı eğitim, sağlık vd. sorunlar yüzünden büyük mağduriyetler yaşanıyor. Herhalde kendi türüne karşı en zalim olan yaratılmış, insandır.

İnsanın genellikle zenginleştikçe sömürüye eğilimli olduğu belli, bu yüzden devletin fakirliği önlemesi için özel önlemler alması gerektiği ortadadır. Küresel fakirliğin temel nedeninin adaletsizlik zemininde yükselen dini, siyasi, ekonomik ve insan hakları alanlarındaki sorunlar olduğu bellidir.

Toplantının ilk konuşmacısı olan İngiltere Essex üniversitesinden Prof Michael Freeman önemli konuşmasında “Fakir olmak, 'onurlu bir yaşam için' gerekli olan şeylerden yoksun kalmaktır. Devletler, en azından ekonomik ve sosyal hakların “minimum zorunlu seviyeleri” ne sahip olmayı sağlamakla yükümlüdürler. Milliyetçilik zengin ülkelerde küresel fakirliği alevlendirir çünkü kriterleri milli menfaattir” diyordu. Vaad edilenle realite arasındaki acımasız çelişkiye işaret ediyordu. Çözümü insana bırakmamak bir devletin en önemli görevi olmalı, eğer hukuk devletiyse bu konunun peşine düşmeyi en önemli görevi bilmelidir.

Freeman “Zenginlerin fakirlere yardımı doğrudan eğitim ve sağlığa yönlendirilmezse yöneticilerin cebine gidiyor, yardım, çoğunlukla bağışçının siyasi amaçlarına hizmet eder ve o ekonominin canlanmasında etkili değildir. Birçok yardım, çatışmaları finanse eder ve ekonomisini nasıl kalkındıracağını bilemeyenlerin eline geçer.” derken adeta canlı örnekler gözümüzün önünden geçiyordu.

G.Afrikalı akademisyen Selina Palm ise “Müslüman düşünürlerle insan hakları paydasındaki çalışmalarımla Hristiyan geleneğindeki hak ihlallerini düzelttim” diyerek insan hakları ortak payda perspektifiyle yapılması gerekeni ve yaptıklarını çok iyi örneklerle anlattı. Güney Afrikalı Desmond Tutu'dan örnekler verdi. Tutu, bir din adamı olmasına rağmen kiliseyi sıkı eleştirmişti ve `Kilise tarihi hak ihlaliyle dolu, din birliktelik içindir 'eğer biz varsak ben varım' demezsek olmaz, adaletsiz ortamda tarafsız kalmak, sesini çıkarmamak, baskının yanında olmaktır. Fil fareyi ezsin mi? Başkasını baskılamak tanrının inkarıdır.” diyordu. Her din adamı bu sözler için kendine pay çıkarmalıdır. Bu vesileyle Müslüman din adamlarımıza duyurmuş olalım.

Kızına Fransa` dan uçakla çikolata getirten multimilyarder silah tüccarı Adnan Kasıkçı kendisinden yardım isteyen fakire 'Ben Allah`ın vekili miyim ..!' diye cevap vermiş. Her devir böyle olmuştur, sömürüyü yaparken alabildiğine zalimdirler, vermeye gelince dini argümanları kullanırlar. Nasıl da akıllarına dini getirip kullanırlar, aldatırlar böylesi dünyaya susana yazıklar olsun..!”

Yaşam projesinin meziyeti pratikte ortaya çıkar, her ideoloji, din bunun özeleştirisini yapmalıdır” diyen Prof Yasin Ceylan ise çok önemli bir gerçeği herkese hatırlatıyordu. Hakikaten günde 5 vakit Allah`a, mutlak doğruya secde edenin, zulme sessiz kalması dinin toplumsal kötülüğe karşı çıkan asıl özünü anlamadığını gösterir. Gerçek ilah Allah, herkese mutluluk veren, özgürleştiren, dünya acı çektikçe acı çeken, bize bir aradalık imkanları arayandır.

“Batı insanı ( sizi yönetmeliyiz), ve doğu insanı ( zaten siz hep bizi sömürürsünüz) ezberlerinden kurtulup ortak dili geliştirmedikçe küresel fakirlikten kurtulamayız” diyen genç araştırmacı yard. Doç Dr. Emir Kaya ise hissiyatlara, kutuplaşmalara değil, analiz yapmak isteyene, sahada sorunu çözmek isteyene sesleniyordu.

Artık ticaretin küresel piyasalarda olduğu bir zamanda aç gözlü tüccarlardan insaf beklemek boşuna, hak örgütleri, devletler ve uluslararası kuruluşlar zenginlik, fakirlik farkının her geçen gün arttığı dünyaya karşı duyarlı olmalıdır. Devlet, kendisini kuşatmaya çalışan sermayeye karşı hak örgütlerinin yanında durabilmeli, sürekli çıkış yolları arayan olmalıdır. İnsanın sorumluluğu da unutulmamalı, yapılan bir çalışmada dünyadaki insanlar sahip oldukları servetin 40'ta birini zekat olarak bağışladıkları takdirde yoksulluk ortadan kalkabilecektir. (2)

Din adamları da kendisini sorgulamalı. Habire demokrasiyi eleştiren din adamlarının olduğu yerde 'niye toplum demokrasiyi talep etmiyor?' sorusu anlamlı mı sizce? 'Kant`ın ahlak teorilerinin konuşulduğu yerde Hitler çıktı`diye Batı eleştirisi yapmak kolay, 'İslam`ın olduğu yerde IŞİD nasıl çıktı' sorusuna cevap veriniz asıl. Gerçekle yüzleşme yerine sloganlara sarılmayı tercih eden muhafazakar İslamcı, maalesef günümüzde asıl sorunumuzdur.

Yine Freeman ile bitirelim. Brezilya Olinda Başepiskoposu, Dom Hélder Câmara'dan verdiği örnek etkileyiciydi. Bu örnek, insanlığın  sorunu doğru tespit etmesi gerektiğini gösteriyordu. `Ben fakirleri beslediğimde bana aziz derler, Yoksulların neden yiyecekleri olmadığını sorduğumda bana komünist derler' diyen başepiskopos, herkesin gözlüklerini çıkarıp gerçekçi değerlendirmeler yapmasına vurgu yapıyordu. “Yoksulları beslemeliyiz, ama “fakirlerin neden yiyecekleri yok” diye sormalıyız. Bu komünizm değildir, Bu, küresel adalet için duyulan endişeyi yansıtır.” diyen Freeman söz değil, iş yapmanın gerçekçi ve ilerletici olduğunu görmek, duymak istemeyenlere hatırlatıyordu.

Çalıştayın önemli konulara temas ettiğini düşünüyorum.Cesur adımlarla fiili değişimi zorlama yönünde herkesi yüreklendirmesini diliyorum.

(1). IV. ULUSLARARASI DİN VE İNSAN HAKLARI ÇALIŞTAYI 25-26-27 Kasım 2016 Crowne Plaza – Sultanbeyli – İstanbul Din ve İnsan Hakları Perspektifinden KÜRESEL FAKİRLİK

(2). Dünya yoksulluk ve eşitsizlik raporu, Ekim 2016-İnsani ve sosyal araştırmalar merkezi, insamer)

@gergerliogluof

Yorumlar