2008-02-26 00:00:00

Anayasa’nın  10.  ve  42.  maddelerinde yapılan  değişikliğin  Cumhurbaşkanı  Gül’ün  onayından  sonra  Resmi  gazete’de  yayınlanarak  yürürlüğe  girmesi  ile Başörtüsü  yasağı sorununun  çözülmesi  gerekiyordu. Bununla  birlikte 82  Üniversite’den  ancak  14’ünde  yasak  uygulanmadı.Rektörler  şu  ana  kadar  birçok  demeç  vererek  Yasağı  bitirmeyeceklerini  ilan  etmişlerdi. Ancak  bu  kadar  pervasız  bir  şekilde   yasakçılığın devamını  mantıkla  ve  kanunla  izah  etmek  mümkün  değildir.

 

Yıllardır  yasağın  kanunda  var olmayan bir  şekilde  uygulandığı  çeşitli  vesileler  ile ispat  edildi.Anayasa  mahkemesinin  1991 tarihinde  YÖK  “EK MADDE 17” olarak “Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; Yükseköğretim Kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” hükmü eklendi. SHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi,  9.4.1991 tarih ve 1990/36 E, 1991/8 K sayılı kararı ile hükmü iptal etmeyerek, Atatürk ilke ve devrimlerine, laikliğe aykırı olduğuna hükmetti.Bu  karar  yeni  bir  kanun  koymuyordu.Çıkarılan  kanun  hakkında yorum  yapıyordu.Oysa  bir  şeyin yasak olması  için  açıkça  belirtilerek, kanun  konularak    yasaklanması  gerekirdi.Yasama  yapılırken asıl   olan  özgürlüktür.Kısıtlama  getirilmesi  için  açıkça  belirtmek  gerekir.Zaten bu  yüzden,  değiştirilen  Anayasanın 42. maddesine “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yüksek öğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir” fıkrası eklendi.

 

Şimdiye  kadar  yasadışı  bir  şekilde  uygulanan  bir  yasak  vardı  önümüzde. Bu  yasağın  kaldırılması  için  birçok  tarif yapıldı. Çene  altından  bağlama  formüllerinin  kanunlarda  yer  alması  aslında bu  konunun  ne  kadar  kronik bir  yara haline  geldiğini  göstermektedir. Traji  komik  bağlama  formülleri  aslında  çözülebilir  bir  konunun  yasakçıların  marifeti  yüzünden  çıkmaz sokağa  itildiğini  gösteren  vahim  bir  örnektir.  Aslında  şu  ana  kadar  topu  taca atmayı  tercih  eden  rektörler  vicdan  imtihanına,   dürüstlük  imtihanına  tabi tutuluyorlar. Zira  şimdiye  kadar “yasak  yasa  ile  emredilmiştir. Yasayı değiştirin  yasağı  uygulamayalım”  diyen  rektörlerin,  şu an  sergiledikleri  yasakta ısrarı  çok  düşündürücüdür.Demek ki  yasaları  bahane  etmek  bir  taktikmiş.Zaten   yasal  olarak  var  olmayan  bir  yasağın   uygulanması  konusunda  pek  hevesli  olanların  şu  an   yasa  değil  anayasa  değişikliklerini  takmamaları  pek  garip  değil  aslında.

 

Şu  an  2547 nolu YÖK  yasasının ek  17.  maddesinin  değişmediğini  iddia  eden  rektörler  anayasanın  10.  ve  42.  maddelerinin  değişimini  hesaba katmıyorlar. Oysa  bilinirki  kanun,tüzük  ve  yönetmelikler  anayasa’ya  dayanmak  zorundadır.Anayasa’dan  neşet  eden bir  anlayış ancak   kanunlaşabilir.Anayasa değişikliğinden  sonra  yasada  Anayasaya muhalif  kalan bir  yasa  varsa  bu  yasa  uygulanmaz.Mesela  yakın  geçmişte   Anayasa’da  idam’ın  kaldırılmasından  sonra  yasada idam  cezası   olsa da  yasa  uygulanmamış  ve hiç  bir  kimse idam edilmemiştir.Yine 2001’de  anayasa değişikliği  ile iptal  edilen  çek  yasası  yasa bir müddet  kalsa da  Anayasaya bağlı kalınarak  uygulamadan  kaldırılmıştır.Anayasa  değişikliğinden sonra  hiçbir  şekilde  eskimiş  geçerliliği kalkmış  madde ile  hiçbir  hakim karar  vermemişti.Anayasa  madde  42’de kanunda  açıkça yazılı  olmayan  bir  nedenden  dolayı  kimse  yüksek öğrenim  hakkından  mahrum  edilemez  demektedir.YÖK  17. madde’de zaten  bir  engelleyici  hüküm  yoktur.Bu vesile  ile yasağı  uygulayan  rektörlerin  suç işlediğini  ve haklarında  suç  duyurusu yapılması  gerektiğini  rahatlıkla  söyleyebiliriz. Ayrıca, Türk Ceza Kanununun 112. maddesinde eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi, müstakil bir suç olarak tanımlanmıştır. Çok açık  bir  şekilde  yasakta ısrar  edip  başörtülü  kızların  eğitim hakkını  ihlal eden   rektörler  suç işlemektedir.

 

Konu’nun  asıl can  alıcı  noktasına  geldiğimiz bellidir.411  oy’a  ve  açık  Anayasal  hükümlere  direnmenin  adının   oligarşik  bir  anlayışı  devam  ettirme isteğinden  başkası  olmadığı  ortadadır. Yıllardır azınlığın çoğunluğa  dayatması  olarak  bilinen  oligarşik  bir  zihniyetin dayatmalarını izliyoruz. Başörtüsüne karşıt  veya  yandaş  olunuz  ama  değerlendirmelerinizi  adalet  üzerine  yapmanız gerekmektedir.Yer  ve  gök  adaletle  ayakta  durur,  siz  bu  kutsal  değeri  katletmeyi düşünüyorsanız artık  söz  bitmiş  zorbalığın  dayatması  apaçık  ortaya çıkmıştır.

 

Yorumlar