2008-09-13 00:00:00

‘12 Eylül ile hesaplaşmalıyız’

12 Eylül darbesinden ve darbeyi yapanlardan hesap sorulması gerektiğini belirten siyasal parti temsilcileri ve aydınlar, “bunu yapamadığımız takdirde ne geçmişle hesaplaşmak ne de 12 Eylül’ün aşılabilmesi mümkün olacaktır” dediler. Temsilciler, Kürt sorununun kangrenleşmesinde de 12 Eylül darbesinin ve bu zihniyetin sorumluluğu olduğunu belirtti. 

ÖDP: Kürt halkı için bir zulümdü
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul İl Başkanı Alper Taş, 12 Eylül’ün Kürt halkı için bir zulüm olduğunu ifade ederek, bu zulmün devam ettiğini belirtti. “12 Eylül’ün derinleştirdiği, Diyarbakır Cezaevi zulmünün ateşlediği direniş ve bu çerçevede gelişen Kürt sorunu etrafındaki çatışma sürüyor. 12 Eylül neoliberal politikalarla, AKP eliyle yaşama geçirilen gündelik yaşamın dinselleştirilmesi politikalarıyla, Kürt sorununda inkar siyaseti ile kendini o günden bugüne yeniden üretiyor. 12 Eylül artıklarının kirli ilişkileri egemen güçler, sınıflar arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak Susurluk’ta, Şemdinli’de Ergenekon’da açığa çıkıyor” açıklamasında bulunan Taş, devamında 12 Eylül’ün piyasacı yanını eleştirdi: “12 Eylül’ün 28. yılında 12 Eylül hukuku sürüyor. 12 Eylül Anayasası duruyor. Darbeciler serbestçe geziyor. 12 Eylül neoliberalizmdir. 12 Eylül’ün 24 Ocak kararları ile temellerini attığı zengin dostu yoksul düşmanı neoliberal-piyasacı düzen dün Özalizmle bugün de Tayyipizmle yürütülüyor. 12 Eylül’ün beslediği büyüttüğü dinci muhafazakarlık bugün hükümette, her düzeyde iktidar olma yolunda. Bu dinci muhafazakarlık neoliberal politikaları din ve imanla cilalıyor.” 

‘Hesaplaşmak neden önemli?’
Alper Taş, son olarak 12 Eylül’le hesaplaşma mücadelesini önemsiz bulanlara da şu sözlerle tepki gösterdi: “Bazen ‘aradan bunca zaman geçti niçin hala 12 Eylül’ün üzerinde duralım, artık 12 Eylül’ü dile dolamanın, solun zayıflığının bir mazereti olarak öne sürmenin, bunun mazeretine sığınmanın manası yok’ şeklinde görüşler ileri sürülüyor. Bir yığın sorun var. Tüm bunların içerisinde sanki bir avuç devrimcinin geçmişte yaşadığı bir olayın intikamını almak istenirmişçesine sürekli aynı olayı insanların kafasına sokmaya çalışmak ne kadar gerekli gibi bir soru akla gelebilir. Bunun doğru olmadığı açık. Hafızasız toplumların kendi kaderlerine ve geleceklerine sahip çıkmaları mümkün değildir. Hafızasız bir solun da kendi geleceğini toplumun geleceği ile birlikte aydınlatabilmesi, bütün toplumun şimdi büyük sermaye güçleri tarafından belirlenen kaderi üzerinde söz sahibi olabilecek güce ulaşabilmesi mümkün değildir.” 

Türkiye Yeşilleri: TSK barış istemiyor
“Toplumda şiddet olağan hal almış durumda, askeri vesayet gerilemek bir yana Kürtlerle savaş üzerinden güç alanını genişletmekte. Toplum İsrail’de olduğu gibi giderek daha çok sağa kaymakta. Emek cephesinde hakların her geçen gün daha da tırpanlandığını görüyoruz. Davutpaşa, Tuzla Tersaneleri gibi örnekler neo-liberalleşmenin adı olan Özalizm temelinde artık ekonominin olağan bir parçası sayılmakta” diye sözlerine başlayan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Bilge Contepe, Türk ordusunun barışçıl çözümlere yaklaşmamasını eleştirdi: “Genelkurmay bu konunun barışçıl çözümünü ve kapsamlı bir afla kendi sınırları içindeki bir halkla barışarak ülkedeki demokrasinin güçlenmesini istememekte. Toplum artık ölümlere kayıtsızlaşmakta ya da bu olaylara tepkisini aşırı sağın taleplerine uygun bir biçimde vermekte. Askeri kesim de bunu teşvik etmekte.” Contepe, devletin ve askerin doğaya karşı saldırgan tutumlarına da şu sözlerle tepki gösterdi: “Ülkenin doğası yağmalanmakta. Kürtlerin yaşadıkları yerlerde dayanıklı orman popülasyonu savaş mantığı gereği yok edilmekte. Munzur gibi dünya harikası bir yere baraj yapma siyaseti tıpkı Karadeniz’in coşkun ırmaklarının barajlara hapsedilmesi gibi doğayı tutsak alınmakta.” Aşırı muhafazakarlığın da 12 Eylül’den kaynaklandığını ifade eden Türkiye Yeşilleri Eş Sözcüsü, “muhafazakarlık bize Özalizmin ve 12 Eylül’ün bir hediyesi. 30 yılda toplum adeta yeniden yaratıldı; ahlaken daha baskıcılıkla, ahlaki yozlaşmanın iç içe girdiği, Deniz Feneri benzeri din sömürüsüne dayanan yolsuzlukların çap ve etki gücünün çoğaldığı bir dünya yaratılmış oldu” dedi. 

‘Türk halkı da Kürtler kadar acı çekseydi…’
12 Eylül’ün ürünü olan hiçbir siyasi partinin darbecilerle hesaplaşmaya gidemeyeceğini kaydeden Contepe, şöyle konuştu: “12 Eylül’ün ürünü olan siyasal partilerin hiç biri bunu yapamaz, 12 Eylül’ün dönüştürdüğü toplumda da bu yönde güçlü bir talep olmadığını, medyanın askeri vesayeti meşrulaştırıcı rol oynadığını da gözönüne alırsak mevcut şartlarda ben kendi adıma umutluyum diyemem. Şu anda açıkçası Kürtler dışında bu toplumda demokrasiye, özgürlüğe susamış bir başka toplumsal özne yok.. Türk halkı da eğer bu susuzlukla yanıyor olsaydı zaten bu savaş devam edemez ve 12 Eylül’ün toplum üzerindeki tahrip edici etkisinin sürmesi de olanaklı olamazdı. Bu bakımdan 12 Eylül ruhuna kökten karşıt, muhafazakarlığa, neo-conluğa kökten karşıt bir siyasal ufuk gerekli bize. Yeşiller bu gereksinmenin ürünü ve bu anlamda 12 Eylül ruhuna kökten karşıt. Açıkçası Kürt siyasal hareketinde anti-otoriter, anti-militarist muhataplar bulması halinde bu toplumun özgürleşmesi için ciddi bir ortak çaba üretilebilir ve 12 Eylül ruhu bir daha gelememecesine toplumsal hafızadan düşülebilir.” 

DİP: Evren’in rahat ölmesine izin vermeyelim
Devrimci İşçi Partisi’nden (DİP) yazar ve teorisyen Sungur Savran, Brezilya’da 1989’a kadar süren askeri diktatörlüğün sorumluları hariç tutulduğu taktirde Kenan Evren’in son kırk yılın cezasız kalan tek askeri diktatör olduğunu belirtti. “Yunanistan ve Arjantin cezalandırma konusunda iyi örnekler. Şili’de bile Pinochet’in yargılanmasına az kaldı geçiliyordu. Bizde de aynı şeyi yapmak gerekir. Yani başta Evren olmak üzere generalleri yargılama konusunda sonuna kadar gitmek. Evren yaşlanıyor, zaman daralıyor. Yatağında huzur içinde ölmesine izin vermemek gerek” diyen Savran, 12 Eylül’ün arkasında emperyalizm ve tekelci sermaye olsa da, siyasi iktidarı elde tutanın dönemin generalleri olduğunu söyledi. 

‘Erdoğan 12 Eylül mantığını koruyor’
Savran, şu hatırlatmalarda bulundu: “12 Eylül sınıflar arasında yepyeni bir güçler dengesi kurdu. 15-16 Haziran 1970’teki işçi ayaklanmasına bir cevaptı. İşçi sınıfının kazanımlarını (sendikalaşma ve grev konularındaki mevzilerini), sınıf mücadeleci sendikalarını (DİSK) ve ne kadar yanlış ve şaşkın da olsa siyasi hareketini (sosyalist ve devrimci demokrat hareket) ezdi. 1982 Anayasası bütün bunların bir şemsiyesi idi. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun o dönemde başkanı olan zat, Halit Narin, “bugüne kadar işçiler güldü, sıra bizde” diyecek kadar alçalmış ve 12 Eylül’e şükranlarını bildirmişti. Bu sistem bugün, aradan geçen 28 yıla rağmen hala dimdik ayaktadır. Tayyip Erdoğan, 12 Eylül’ün bu mantığının hakimiyetini korumak için geçtiğimiz 1 Mayıs’ta işçilerin Taksim Meydanı’na çıkmasına bu yüzden engel oldu. Türk solu 12 Eylül’ü genellikle halkı kendine acındırmaya çalışarak anlatır. Sosyalistlere, devrimci demokratlara, sendikacılara yapılanların hesabının elbette sorulması gerekir. Ama iş orada bırakılırsa 12 Eylül’den hiçbir şey anlaşılmaz. 12 Eylül herşeyden önce bir sınıf taarruzudur. Halkı 12 Eylül’ün mirası olan sisteme karşı harekete geçirmek istiyorsak bunu anlatmalıyız, sadece kahramanlarımızın mağduriyetini değil. Bu yaklaşım farkı, daha da öteye tarihi yorumlama yöntemi, Türk solunda proleter sosyalizmi ile devrimci demokrasiyi birbirinden ayırır.” 

‘Siyasetle ilgisi olmayan 
Kürtler bile işkenceden geçti’ Savran, 12 Eylül’ün aynı zamanda 70’li yıllarda mücadelesi kitleselleşmeye başlayan Kürtler için de bir taarruz olduğunu ifade ederek, Kürtçe’nin kullanımının 12 Eylül’le birlikte kesin biçimde yasaklandığını anımsattı ve ekledi: “Diyarbakır zindanı 12 Eylül’de siyasetle ilgisi olmayan Kürtleri bile işkenceden geçirdi. 12 Eylül öncesinde ilan edilen sıkıyönetim OHAL’e döndü ve bir kuşak Kürdün uzatılmış bir dönem boyunca askeri yönetim altında yetişmesini getirdi. Bugün yaşananlar, elbette 12 Eylül’ün kalıntısıdır. Ama arada devletin, onun hizmetkarı politikacıların ve kontrgerillanın geliştirdiği yepyeni korkunç yöntemleri unutmamak kaydıyla söylenmeli bu. Yani 12 Eylül sistemine karşı mücadele Kürt halkının haklarının savunulmasından ayrılamaz.” 

‘Kürt sorununun sorumlusu, 12 Eylül rejimidir’
Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol, darbenin yıldönümünde Türkiye’deki tabloyu “bugünkü tablo, maalesef, Amerikalı generallerin ‘bizim çocuklar’ dediği 12 Eylül darbecilerinin yaratmak istediği tablodur” diye tanımladı. “12 Eylül darbesi, neo-liberalizm denen, sermayenin sınırsız yağmasını ve emekçi yoksul halkın sefaletine dayanan ekonomik-toplumsal tasarımı yaşama geçirebilmek için yapılmıştır” belirlemesinde bulunan Birol, 12 Eylül’le birlikte, eğitim, sağlık, elektrik, su gibi temel hizmetlerin hak olmaktan çıkarılıp ticarileştirildiğini, işçilerin ölüme, sefalet ücretlerine, güvencesizliğe, örgütsüzlüğe zorlandığını anlattı. Kürtlere karşı imha politikalarının da 12 Eylül ile mümkün hale geldiğini söyleyen Halkevleri Genel Başkanı, şöyle konuştu: “12 Eylül aynı zamanda Kürtlere dönük imha ve inkar politikalarının sistemli bir şekilde terör yöntemleri ile uygulanmaya başlamasında kritik bir tarihtir. Köy boşaltmaları, zorunlu göç, faili meçhuller, şovenizm ve milliyetçiliğin toplumsal alanda yukardan aşağı örgütlenerek halkların düşmanlaşmasına yol açan uygulamalar yine bu rejimle mümkün hale gelmiştir. 12 Eylül rejimi Kürt sorununu çözümsüzlüğe götüren politikaların başlıca sorumlusudur.” “12 Eylül darbesi, ezilenlerin çıkarlarını savunan düşünceleri, siyasi akımları bastırıp Türk-İslam sentezine dayalı gerici faşist bir toplumsal yapı yaratmak için yapılmıştır. Bugün sağın egemenliğindeki siyaset sahnesinde tahterevallinin bir tarafında ırkçıların öbür tarafında gericilerin oturması tesadüf değildir” diye konuşan Birol, sonuç olarak generallerin fikirlerinin hala iktidarda olduğunu belirtti. Dünyanın diğer ülkelerindeki darbecilerin yargılanması ve demokratikleşme süreçlerine değinen İlknur Birol, ülkelerin bu süreçleri ne kendilerinin yürüttüğünü ne de uluslararası dayatmalarla gerçekleştiğini ifade ederek, “Brezilya, Güney Kore, Arjantin gibi darbe sonrası toplumlarda demokrasi mücadelesi emekçilere dayanan güçlü toplumsal hareketlerin ve solun eseriydi. Bu nedenle darbecilerin yargılanması biçimsel adımlar olmanın ötesinde demokratik bir içerik de kazanabildi. Türkiye’de ise böylesi bir halk muhalefeti maalesef gerçekleşmedi. Toplumsal mücadelelerden bağımsız bir “demokrasi” tasavvuru türedi. Bu da solda ve genel olarak toplumsal muhalefet içerisinde çarpılmalara yol açtı” dedi. “Bu tasavvurun sahipleri bugün de darbecilerden, kontrgerilladan hesap sorulması için bizleri AKP’ye payanda olmaya çağırıyorlar” diye devam eden Birol, Türkiye’deki süreci ‘ABD, TSK ve kontrgerillanın çekirdek aktörleri kontrolünde gerçekleşen bir yeniden yapılanma süreci’ diye niteledi. Birol şöyle devam etti: “Darbelerden, darbecilerden hesap sormak, bu ülkeyi demokratikleştirmek yalnızca ilerici halk güçlerinin başarabileceği bir şeydir. Egemenler arası çatışmalardan, gerilimlerden medet umarak, bize egemenlerin dümen suyuna gitmemizi öneren liberallerden akıl alarak ancak halk güçlerinin parçalanmasına ve böylece 12 Eylül’ün devamına hizmet ederiz.” 

MAZLUMDER: Darbeciler aramızda dolaşıyor
MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu da Türkiye’de darbeci zihniyetin devam ettiği görüşünde: “12 Eylül darbesinin yıldönümünde halen darbeleri konuşuyoruz maalesef. Hala 2003 ve 2004’de iki darbe hazırlığında bulunan paşaları savunanları konuşuyoruz… Darbeci paşaları hiç çekinmeden kurumsal olarak ziyaret eden bir TSK’yı konuşuyoruz. Ergenekoncu Eruygur’un kendisini ziyaret edenlere heyecanla ve sevinçle ‘askerlerin, onların geleceğini biliyordum’ dediği bir ülkede yaşıyoruz.” Gergerlioğlu askeri müdahalelerin siyasi alanda da sürdüğünü ifade ederek, şöyle devam etti: “Yine askerin siyasete pek rahat bir şekilde müdahale ettiği ve bunu da maalesef kanıksamış ve gerekli gören bir halk topluluğunda yaşıyoruz. ‘Sallandıracaksın üçünü beşini bak bir daha sorun kalıyor mu’ söylemlerinin geniş yer bulduğu bir toplumda paşalar hala hevesliler darbe yapmaya. Ailevi, toplumsal hayatta baskıcılığı içselleştirmiş bir toplumda darbecilere karşı çok kuvvetli seslerin yükselememesini artık anlamak lazım. Kendisi gibi düşünmeyen için de demokrasi isteyebilen bir topluluk olamadığımız için muhalifimize karşı yapılan darbelere sempati ile bakabiliyoruz.” Hem sağın hem de solun darbeler konusunda özeleştiri yapması gerektiğini kaydeden MAZLUMDER Genel Başkanı, 12 Eylül’den yara almış bazı sol düşüncedeki kesimlerin darbe girişimlerine yönelik ilgisiz kaldığını savunarak, “siz, hiç size zalimce işkence yapan, kollarını boynunuza dolamış bir ahtapotun diğer kolunu öper misiniz?.. Bununla birlikte farklı kesimlerde olsa da demokrat zihniyetteki kimselerin darbelere karşı ortak karşıtlığının varlığı umut vaat edici olandır” dedi. Özden Örnek günlüklerinin yalanlanmasını da olumlu bulan Gergerlioğlu, bunun darbecilerin artık yaptıklarından utandığı anlamı taşıdığını belirtti. 

İşkencehaneler unutulmadı’
Gergerlioğlu ‘darbeciler halen aramızda dolaşıyor’ diyerek, şunları kaydetti: “Estirdikleri baskı ve terör dolu yıllar hala zihnimizde. Yarı tanrı gibi kendilerini algıladıkları ve algılattıkları günler maalesef sorgulanamadı. İşkencehanelerde öldürülen sağdan ve soldan delikanlıların “ah”ları hala kulaklarda. Ama işkenceciler gayet rahatlar. Tabii ki hukuk devleti vicdan fakiri insanların insafına terk edilemeyecek çok değerli bir özlemdir. Bu ülkenin tarihiyle yüzleşmesi ve tüm darbecilerini sorgulaması gerekir. İttihatçı gelenekten itibaren farklı sese müdahale edilmeyen tek parti dönemleri ve her 10 yılda bir yapılan veya teşebbüs edilen darbe geleneği ile malül bir tarihimiz var. Bırakınız son dönem darbelerini, tek parti dönemi bile bu ülkede hala kutsanmaktadır. Yine de sivil toplumun önemli bir gayret içinde olması gerekir. Mutlaka sonunda darbecilerin gerçek anlamda yargılanacağı günler gelecektir.” 

‘Günümüzdeki 12 Eylülcüler; Ergenekon’
12 Eylül zihniyetinin günümüzde de Ergenekon çetesi ile karşımıza çıktığını söyleyen MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ergenekon’u ‘toplumsal kesimleri ‘iti ite kırdırma’ mantığı ile yok etmeyi amaçlayan, gayriinsanilikte sınır tanımayan, her türlü provokasyonu devlet için mübah kabul eden bir anlayış’ olarak tanımladı. Gergerlioğlu MAZLUMDER olarak düşünce ve ifade özgürlüğünden yana olduklarını tekrarlayarak, şu önerilerde bulundu: “Artık toplumumuzun yeni bir darbeye tahammülü kalmamıştır. En başta farklı düşüncedeki toplumsal kesimler kendilerini kullandırmamalılar. Duruşlarının egemen güçler tarafından bir başkasına karşı koz olarak dayatılmasına engel olmalılar. Darbelere hepimiz çifte standartsız karşı koyabilmeliyiz. Zira darbeler sadece muhalifimizi yok etmekle kalmıyor; baskıcı zihniyeti hakim kılıyor ve kendisinden başkasına hayat hakkı tanımıyor.” 

Hazırlayan: ALİ BARIŞ KURT
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

Yorumlar