2013-11-19 00:00:00

Başbakan Erdoğan’la yardımcısı Bülent Arınç arasındaki gerilimi, temennileri (“yaşasın, AK Parti dağılıyor”) ya da korkuları (“eyvah, AK Parti bu işten zarar görecek”) üzerinden okuyanların yol açtığı sis perdesinin gizlediği hayırlı bir tartışmadan söz ediyorduk…
Geçen yazımda, Gülay Göktürk’e (Bugün, 13 Kasım) katılarak, bu sis perdesinin altında, muhafazakârlar arası, “damardan” ve çok hayırlı bir tartışmanın bulunduğunu söylemiştim.
Tartışmayı, en içte “Erdoğan-Arınç”, dışa doğru AK Parti ve geniş muhafazakâr kitle olmak üzere üç halkada özetlemeye çalışacağımı söylemiş, “Erdoğan-Arınç” halkasını ilk yazıda ele almıştım. Şimdi sıra sonraki iki halkada…
***
İnsanların özel hayatlarına “meşruluk” ve “gayrimeşruluk” standartları koyma eğiliminin AK Parti içinde yol açtığı sıkıntıyı şimdilik ancak “kulis” bilgilerine dayandırabiliyoruz…
Fakat AK Parti yetkililerinin, Başbakan’ın ilk sözlerinden usulca gerilemesini imâ eden “nerelere çektiler” şikâyetini izleyen beyanları, “kulis” bilgilerinden çok daha net işaretler sayılmalı; bu beyanların neredeyse tümü, çok güçlü “legalist” vurgularla devletin hiç kimsenin özel hayatına müdahale hakkının olmadığına ve konut mahremiyetine odaklanmıştı.
AK Parti içindeki sıkıntıyı, Arınç’ın TRT’ye verdiği ünlü söyleşideki bir cümleden de çıkartabiliriz…
Arınç, o ünlü konuşmasında, “en az dört bakandan teşekkür aldığını” belirtmişti… Peki, teşekkür hangi bağlamda dile getirilmişti? Hatırlayalım:
“(…) Biz de evlat babasıyız, bizim de bir yaşantımız var. Toplumun da bir değerleri var. Bu değerlere uygun ne yaparsak ne konuşursak toplum bunu destekler ama bir de hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde bu söylediklerimizi ne kadar yapabiliriz?”
Tamam, “en az dört bakan”ın kimler olduğunu bilmiyoruz ama, dördünün de bu “teşekkür”le Başbakan’ın yaklaşımını onaylamadıklarını güvenle öne sürebiliriz, değil mi?
***
Geldik en dıştaki üçüncü halkaya… Acaba geniş muhafazakâr kitleler, “başkalarının hayat tarzları” söz konusu olduğunda devlet müdahalesine karşı nasıl bir tavır benimsiyorlar? “Öğrenci evleri” konusundaki tartışma, bu soruyu cevaplamada anlamlı veriler sundu mu?
Bence sundu… Muhafazakâr kitlelerin düşüncelerini ve duygularını yansıtan aydınların neredeyse tamamı, reşit insanların nasıl yaşayacakları hususunda devlete hiçbir sorumluluk ve görev düşmediğini yazdılar.
Çoğunluğun hassasiyetlerini gözetmeksizin, kendi bildikleri gibi yaşayan azınlıkların “mahalle baskısı”na hazır olmaları gerektiğini yazan ve sert eleştirilerle karşılaşan Hayrettin Karaman dahi devlet müdahalesine net bir biçimde karşı çıktı.
Eski Mazlum-Der Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Karaman’a cevap verirken çok daha özgürlükçü bir muhafazakârlık tarifi yaptığını da burada not edelim:
“Artık isteseniz de saf aynı ilkeleri benimseyen, aynı açıdan hayatı benimseyen bir toplum oluşturamıyorsunuz. Farklılıklarla beraber yaşamak durumundasınız ve eğer çoğunluksanız zulmetmemeniz ve azınlığa düştüğünüz durumlarda zulme uğramamanız için ilkesel düşünme ve uygulama konusunda herkesle mutabıklaşmalısınız.” (“Hayrettin Karaman yanlış düşünüyor”, T24, 14 Kasım).
Muhafazakârların, kendi ahlaklarının devlet zoruyla başkalarına da dayatılmasına karşı çıkmaları, Türkiye’nin iç barışı için sağlam bir sigorta olacaktır.

19.11.2013

Türkiye gazetesi

Yorumlar