2013-08-21 22:50:07

16 Mart cumartesi Fatih'te  “Barış sürecini değerlendirmek” başlıklı bir söyleşi yaptık. Konuşma metnimiz aşağıdadır.
 
Barış sürecini değerlendirmek
 
Barış sürecini anlamak ve gidişatı  tahmin etmek için sorunun çıkış nedenlerine ve Cumhuriyet tarihi boyunca tarafları etkileyen sürecine bakmak lazım.
 
Balkan savaşlarındaki yenilgilerle iyice alevlenen Türkçü yaklaşımlar İttihat terakki eliyle güçleniyor  “Türk'ün Türkten başka dostu yoktur”  anlayışı iyice yerleşiyordu. Gelen müslümanlar Türkleştiriliyor ve Türkleştirilenler. Türkçüleşiyordu. T.C. kurucu iradesi Kürt  sorununu önünde buluyor ancak başta Mustafa Kemal özerklik sözleri sarf  etmesinden sonra Türkçülükte karar kılıyordu. Bunun neticesi 1925, 1929, 1938 isyanları oluyordu. Şimdi yaşananların temelindeki    Kürt sorunu ve çatışmasının  vebalini hissetmeme vardı. Kürtler uğradıkları mağduriyeti  hissediyor ancak devletin tunç eli bunun ifadesine fırsat vermiyordu. Atatürk'ün bir okulun kafatası laboratuvarını gezişini o günün gazeteleri “Türk kafataslarının 'brachysephale' (yassı yuvarlak) olduğunu (…) buyururlar.” diye vermişti. 1930 larda Devletin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt “Türk olmayanların tek bir hakkı vardır Türklere hizmetçi olma hakkı” diyordu.
 
Devlet Kürtleri asimile azınlıkları dışlama ve kovma politikası izleyerek yürüyüşünü devam ettirdi. Zamanla tek adam, tek parti, parti devleti, devlet partisi süreçleri izlendi ve otoriter bir kimlik kimseye soluk aldırmadı. Şeyh Sait isyanıyla Takrir-i sükün kanunu çıktı ve verdiği idam kararlarının meclisce onayına gerek görülmeyen istiklal mahkemeleri dönemi başladı. Süreyya Örgeevren isimli İstiklal mahkemesi  savcısının anılarında Kürtçe bilmediği  için kendisini savunamayan ve “türkçe bilmeyen bir adamdan vatana hayır gelmez” diyerek  verilen idam kararı anlatılır. Şeyh Sait'in bu savcıya emanet ettiği ve içişleri Bakanlığına emanet edilen vasiyetini bile açıklamayan devlet “T.C. devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” demekle meşguldü. Süreç  PKK nın ortaya çıktığı günlere geldiğinde devlet aynı  anlayışına devam etti silahlı kalkşmayı küçümseyen ve hemen ezilecek bir durum olarak gördü. Öyle olmadığını   gördüğü anda yargısız infaz ve fail i meçhullere başvurdu. 40 bin  kişinin canı gitti ve büyük bir sarsıntı ve iç savaşın eşiğine gelindi. Bu kadar gerilimden sonra iç savaşın olmaması ise toplumdaki derin dini bağlardı.
 
Sol  bu sorunu siyasallaşmayı ilk başaran olduğu için çabuk gördü ve sahiplendi. Sol hareketler popüler  oldukları 68'li yıllarda sorunlara sahip çıktı ve gençliği peşinden sürükledi. Türk solu ve Kürt solu zamanla ayrışma durumuna geldi gittikçe artan bir destekle dindar doğu halkı içinde  destek bulmaya başladılar. Hareketin lokomotifliğini yapan örgüt 80 öncesi Siverekte Bucak aşireti ile açık savaşa girişerek bölgede bir güç olmayı başardı. 80 sonrası devletin zorba mantığı ile sorunu çözme anlayışı Diyarbakır cezaevinde belirdi ve vahşi işkencelerle sorun kemikleşti ve kilitlendi. PKK  da daha sonra sol jargondan biraz uzaklaştı, Kürtlüğü öne çıkardı ve  dini kullanmaya çalıştı. Gittikçe artan silahli çatışmalara ek olarak  legalleşme sonucu kazanılan  toplumsal taban ile siyasete müdahale de rahatlıkla başarıldı.
 
Kürtler süreç içinde Osmanlıdan kalma devlet bağlılığı ile inkara karşı duydukları  rahatsızlık arasnda aldı. Kimisi asimile olup kendisini Türk ilan etti ve bir sorun görmediğini beyan etti kimisi de dinin kardeşlik ruhunun  sorunu çözeceğini ifade etti. Süreç ilerlediğinde devlet ve PKK arasında kalan Kürtler şaşkınlık yaşadı ve Stalinist politikalar izleyen örgüte kısmen desteklerini arttırdılar. Zira örgüt her ne kadar acımasız olsa da haklı bir davanın  sorunun sözcülüğünü üstlenmeyi başarmıştı.Kürtler uğradıkları mağduriyetleri unutamıyorlar BDP oylarını her geçen gün arttırıyordu.
 
Türkler süreci anlamadı. Bir sorun görmüyorlardı çoğunlukla sorunları neden kaynaklandığına dair bir fikirleri yoktu. “Kürtler de Cumhurbaşkanı olabiliyor neleri eksik ki” demeyi hep sürdürdüler Zamanla bazı açılımlar yapıldı Kürtçe müzik  vb olduğunda “bu kadar verdik daha ne istiyorlarki” cevapları veriyorlardı.Türklerin bu toprakların egemeni olduğu bilinç altlarına işlenmişti ve Kemalist kirletme bünyeye iyice nüfuz etmişti.
 
Dindarlar ise tek sorun olduğunu düşündü. Sistemin sadece din düşmanlığı yaptığını  düşündü Kürtlere yönelik ayrımcı politikaların islam kardeşliği ile düzelebileceğini düşündüler. Ama somut çözüm bulma ve sahaya inmede çok geç kaldılar. Zamanla doğudaki dindar Kürtler BDP'li olunca çok şaşırıp bu kişilerin dinden uzaklaştığını düşündüler. Halbuki insiyatif alan sahaya hakim oluyordu. Zamanla islami çevreler Kürtlerin en doğal hakları gündeme getirildiğinde bunu  “Kürtçülük” olarak nitelendirdiler. İslami hak örgütleri bile dindarların hışmına uğradı. Sıradan Kürtlerden sonra dindar Kürtlerin kopuşu bile tam anlaşılamadı. Empati eksikliği hat safhaya ulaştı. Asker cenazeleri seküler milliyetçilik  akımlarının  dindar camiada bile yükselmesini sağladı.Hayrettin Karaman'ın bölünmenin ayrılmanın din dışı bir yaklaşım olduğu düşüncesi klasik Türk dindarının bilinçaltını ortaya koyuyordu. Sınırların dinleştirilmesi ve bölünmenin dini argümanlarla muhalleştirilmesi hak ölçüsünden bakanlarca oldukça eleştirildi.
 
Çözüm sürecini ne tıkadı? Devletin baskıcı   politikaları 80 sonrası iyice ayyuka çıkmıştı. Diyarbakır cezaevinde yapılanlar yetmezmiş gibi sokakta bile Kürtçe konuşma yasaklanıyordu. Özal'ın çözüm çabaları ile Kürtçe müziğin  serbest bırakılmasına  en büyük tepki  maneviyatçı kesimden geliyordu. Özal  sorunu görüyor çözüm için uğraşıyordu ancak 93 de esrarengiz bir şekilde ölüyordu. Barış görüşmeleri gizlice devam ediyor ancak devlet mantığı sorunu anlamadığı için karşısındakini aldatma ve imha mantığından vaz geçmiyor ve sorun çözülmüyordu. Arasıra olan ateşkesler uzun sürmüyor ve çatışmalar taban bularak yayılıyordu.Devlet ilk önce uçaklardan ayet attı sonra örgütün  Hizbulllah ile olan çatışmasına  göz yumdu.
 
PKK  baskıcı mantığıyla demokratik bir anlayışın filizlenmesine imkan vermiyor ve Kürt solu içinden  kendi muhaliflerini bile acımasızca yok ediyordu. Ergenekoncu askerler 2005'e   kadar İmralıya hakim oluyor 28 Şubat sürecinde görüştükleri Öcalana “1. düşmanımızla uğraşıyoruz  şimdilik  seninle ateşkes yapalım militanlarını sınır dışına çek” diyorlardı ancak sözlerinde durmuyor ve 500'ü sınırdan çıkışta öldürüyorlardı.2003, 2004 de ise Ergenekon'cu askerler “hükümetle anlaşma darbe yapacağız bizimle konuş” diyorlardı. Öcalan “Balyoz kararları ile hükümetin artık tek güç olduğunu anladım ve görüşülebilir diye düşündüm” diyordu daha sonraları.
 
2005'de aydınlarla konuşup Kürt sorununda  bir açılım başlatan  Başbakan 2006 ve 2007 de Ergenekonun yaptıklarını görüyor ve güvenlikçi politikalara dönüyordu.TMK çıkıyor ve ortam sertleşiyor militarize ediliyordu.2008 de başlayan anayasa görüşmeleriyle Kürt sorunundaki çözüm umutları MHP'nin başörtüsü sorununu çözme konusundaki samimi olmayan adımıyla baltalanmıştı. Hatırlanacağı gibi anayasa çalışmaları rafa kaldırılmış ve başörtüsü konusunda iki parti arasında mutabakat sağlanmıştı. Zira Tunca Toskay “yeni anayasada Kürt sorununun çözüleceğini görünce başörtüsü meselesini  bilerek ortaya attık” diyordu daha sonrasında. 2011 referandumunda Kürt sorununda yeni madde görmeyince BDP “hayır” oyu veriyordu. Demekki özgürlükleri şahsına münhasır kullanma politikası faydalı girişimlerin zararla bitmesine yol açıyordu. Ölümlerin devam etmesiyle 2009 da açılım süreci başlıyor ancak 2011 de karşılıklı görüşmeler PKK'nın devre dışı bırakıldığını düşünmesi ve Silvan saldırısıyla çöküyordu.
 
Süreç PKKnın  silahlı halk kalkışması denemelerine rağmen bir karış toprak elde edememesi ve devletin örgütü yok edememesiyle kilitlenmiş durumdaydı. Umudunu ilk önce ABD ye daha sonra AB ye daha sonra da legal partilere bağlayan PKK da sürecin anlamlı olmadığını görüyordu.
 
Devlet iki yoldan birini seçecekti . Ya PKK ile uzun süreli bir savaş ve bunun sonuçlarına katlanma ve bu arada demokratikleşme adımlarıyla örgütü zayıflatma. Ya da sonucuna katlanarak PKK ile masaya oturarak riskli ama kısa sürede çözüme ulaşılabilecek bir yolu deneme. Birincisi olmayınca ikincisini denemeye açlık grevleri sonrası insiyatif alan Öcalan eliyle başladı.
 
Kilitlenen süreçte anayasal çözüm ile çıkış olacağı belliydi. Bunun için Kürt sorununu çözmek gerekiyordu. Bu da bensiz olmaz diyen PKK ile görüşmeden olmayacaktı. Zira insiyatif alıp sahada güçlü bir aktör olan devlet ve PKK vardı.
 
Barış  görşmelerinde tedirginlik sürüyor. Türkler bunun bölünmeye yol açaileceğini düşünüyor. Kürtler ise tekrar aldatılabileceklerini düşünüyor.
 
Türkler ve Kürttler ortak payaştıkları kültürlerinde kavgayı bitirmeyi severler. Barış yemekleri vb. usullerle bunu yapmayı severler. Ancak savaşın bitmesi sorunun bittiğini göstermiyebilir.
 
Barış ortamı pozitif bir ivme ve sinerji yaratarak herkesin daha iyimesr olabileceği bir otrtam olşturacak muhtemelen.T.C ekonomisi, Türkler,  Kürtler, gençler bundan çok memnun olacak ancak bunun  başkanlık şartına bağlanması tehlikeli bir durum   oluşturabilir. Zorunlu aslkerlik ve vicdani red ile ilgikli gelişmeler de yaşanabilir.
 
Başkanlık karşılığında barışın yapıldığı kuşkusu rahatsız edici bir tartışmyı başlatmıştır. Zira hedef olan demokratikleşmenin aksine hareket edecek olan başkanlık sistemi Erdoğan'ın güçlü egosu otoriter kişiliğiyle diktatörleşmeyi hazırlayabilir. Barış için  karizmatik bir önder olan Erdoğan bir şans olduğu kadar eski sorunları ortaya çıkarıcı diktatörrlüğün belirginleşeceği bir yapının da ortaya çıkmasını sağlayabilir.
 
İdari ve mali özerlik ilkesi içeren Avrupa Yerel Yönetimler Şartı demokratikleşme adımlarında güveni sağlayan bir unsur olabilir.

Yorumlar