2014-03-17 00:00:00

Akıllarda “Dindarlar nasıl bu yolsuzluklara karışıyor, İslamcılar neden AKP’nin bu gidişine dur demiyor” soruları dolaşırken, İslami kesimin önemli aydınlarından Mazlum-Der eski başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu’yla konuştuk. Ocak ayındaki “Yetti Artık! Yolsuzlukları da Ergenekoncuları da AK’lama” açıklamasına imza koyanlardan biri olan Gergerlioğlu, Kürt barış sürecine destek vermek için oluşturulan Kocaeli Barış Platformu’nun da kurucularından. Aynı zamanda bir tıp doktoru ve T24 sitesi yazarı olan Gergerlioğlu “Dindarların parayla tanışmasıyla fetvalar da değişti” diyor.

Başbakan cuma günü seçim mitinginde, Berkin Elvan’ın annesini, halka yuhalattı. Ne hissettiniz?

Acı duydum. Bir başbakanın, ne olursa olsun, evladını kaybetmiş bir anneyle polemiğe girmesi olacak şey değil. Belki, bu, sana bir iki puan kazandıracak, ama insanî açıdan eksiklik oluşturacak. İnsafın, merhametin kabul edebileceği bir durum değil bu.

Bir yandan da yolsuzluk tapeleri çıkmaya devam ediyor, “otoriterleşme” eleştirileri artıyor. Ama İslamcıların, Erdoğan’a desteği azalmıyor. Neden?

İslamcılarda güçle ilgili bir özlem, istek var çünkü. “Hakim olalım ve ne olursa olsun gücü kaybetmeyelim” anlayışı var. Muhalefete düşmeyi büyük bir yıkım olarak görüyorlar. Bu, İslamcılığın ana problemlerinden biri.

İslamcılığın neden böyle bir problemi var?

19’uncu yüzyılın sonlarına doğru İslamcılık ideolojisi çıktığında İslam toplumu maddi, manevi anlamda perişan haldeydi. Batının yüzyıllardır süren teknolojik ilerlemesinin, doğuya faturası net bir şekilde çıkmıştı. Batı tarafından sömürülüyorlardı. Osmanlı sürekli toprak kaybediyordu. Her yerden yenilgi haberleri geliyordu. Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh gibi ilk İslamcı düşünürler bu ortamda çıktı. “Biz bu yenilgiyi ancak yenerek aşabiliriz” dediler.


Haklı değiller mi?

Değiller. Yenilgi var ama yenilginin nedeni senin çalışmaman, düşünmemen, akletmemen, İslam düşüncesindeki donukluğu uzun süre fark etmemen. Yapman gereken çok şey var. Kur’an’ı, hadisleri anlamaya çalışmadan, sosyolojik olarak ilerleme nedir, toplum nedir, biz kimiz, başkaları kim, cihat ne demek, bunları hiç tartışmadan ve büyük bir aceleyle “Yenildik ve yenmeliyiz” diyorlar. Bu kadar basit görüyorlar. Patoloji burada başlıyor.

İslamcılığı kökünden patolojik bir ideoloji olarak tanımlıyorsunuz…

Evet. Bunun sonucunda da din siyasallaştırılıyor ve İslam’a uygun olmayan tipler çıkıyor. Ben şu şikâyetleri çok duymuşumdur: “Çok sıkı İslamcı oldum ama manevi dünyam boşaldı.” Tabii boşalır, çünkü din, sadece siyaset değildir.

İslamcılık, Türkiye’de hangi koşullarda ortaya çıktı?

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden itibaren dindarlar, diğer pek çok kesim gibi bastırıldı. Bunu içlerine attılar, uzun yıllar sessiz kaldılar ama bu sırada şu düşünce oluştu; “Biz çok ezildik, şimdi yenmeliyiz, ne olursa olsun iktidara gelmeliyiz.” Erbakan da böyle düşünürdü ve tepkiseldi; “İslam düşmanlarına karşı, dini bir partide yer alalım ve iktidara yürüyelim.” Tamam, öyle de senin için ne kadar dolu, gerçekten İslam’ın dünya görüşünü hazmetmiş misin? Bid’atları, hurafeleri reddedebiliyor musun? İnsan haklarına nasıl bakıyorsun?

Siyasette hiç bir parti, “Ben eksiğim, biraz düşüneyim sonra iktidara geleyim” demez ki…

Tabii ki iktidara talip olacak ama “Her şey iktidar için, ben iktidardan vazgeçmemeliyim” anlayışı yanlış. Mesela, 28 Şubat’ta Hoca muhalefette kalmayı tercih etseydi, bir sonraki seçimde çok daha büyük bir oyla gümbür gümbür gelebilirdi. Mısır’da yaşanan da buydu.

Neydi?

İhvan’ın kadrosu yoktu, ama illegal bir örgüt muamelesi görürken birden iktidarı kucağında buldu. İktidar olduktan sonra da, “Bırakmam, eyvah öldük bittik”. İslam tarihine baktığınız zaman, bir çok peygamber yenilmiştir topluma aslında. Mesela Nuh Aleyhisselam, Lut Aleyhisselam, Yunus Aleyhisselam. Ama çok ilkeli hakkaniyetli, adaletli bir duruş sergilemişlerdir. Ve yenildiği zaman da bir insan kazanabilir.

Siz, Türkiye’de iktidara gelmiş İslamcıların, güç arzusuyla olsuzluk yaptığını düşünüyor musunuz?

Evet. Güçlü olmanın yolu aynı zamanda para sahibi olmak. “Güç için yolsuzluk da yapılabilir” düşüncesini taşıdı sanırım bazı kişiler.

Kişisel servetleri için mi yaptılar bunu?

Kesin yargı belirtemem. Ama gözle görülen de bir zenginleşme var, iktidar sahiplerinde, belediyelerde… Bu ne derece doğal yollarla olmuştur bilmek mümkün değil. Ama sonuçta bozulma, yozlaşma var. Tapelerdeki konuşmalar da vicdanların kabul etmediği konuşmalar.

Tüm bu yolsuzluklar, yozlaşmalar nasıl meşrulaştırılıyor bir dindar tarafından?

Mesela Hayrettin Karaman’ın fetvası… İslam toplumunun kurulduğu dönemde böyle fetvalara hiç rastlanmazdı. Güçle, parayla tanıştığınız zaman böyle fetvalar gündeme geliyor. Demek ki birileri böyle bir fetva arıyor.

Mümkün müdür böyle fetvalar vermek?

Halk arasında “hile-i şer’iyye” denir, “kılıfına uydurmak…” Deniliyor ki “Bir ihale aldıktan sonra bir yere bağış yapmakta ne mahzur var?” Hakikaten görüntüde bir mahzur yok. Ama İslam görüntü değil, vicdanının kabul ettiğidir. İslam alimleri önlerine çetrefil bir soru konduğunda, “Senin müftün, kalbin olsun” der, “Senin kalbin bu işi kabul ediyor mu?” diye sorar. Benimki kesinlikle kabul etmiyor. Buradan kötüye yöneliş çıkar, rüşvet çıkar, işi kılıfına uydurma çıkar. Buna, En başta dindarların karşı çıkması lazım.

Ama pek de karşı çıkmıyorlar… Neden sizce?

“Hakimiyeti kaybetmeyelim” diye. Hemen bahaneler üretiliyor: “Komplodur” ya da “Herkes çalıyor kardeşim, bunlar da az çalıyordur.” Oysa en büyük günah çalmak. Emeviler’de de krallar çok güçlüydü. Ama zulmediyorlardı, haksızlık yapıyorlardı. Gerçek İslam aydınları bu zalim krallara karşı büyük mücadele veriyordu. Emevi kralı diyordu ki, “Ben Kâbe’yi imar etmedim mi? Evi barkı bırakıp cihat yapmadık mı? Sen bana mı muhalefet ediyorsun?” Alim de diyor ki “Evet, sana muhalefet ediyorum, çünkü sen Müslümanları müreffeh şekilde yaşatmış olabilirsin ama değerlerini kaybetmişsin, hak, adalet ortadan kalktı, vicdan ortadan kalktı.”

Bugünleri o döneme benzetiyor musunuz?

Evet benzetiyorum. Oraya doğru gidiyoruz. Toplumun vicdanının kabul etmediği yolsuzluk alametleri, bunları örtbas etme çabaları, “Yolsuzluk, demokrasiyi yıkmak kadar kötü değildir” sözleri…

Değil midir?

Öyle şey mi olur? Yolsuzluk kadar kötü bir şey olabilir mi?

Bu yolsuzluk soruşturması bir komploysa da, hukuk süreci işlemeli mi?

Tabii ki. Erdoğan soruşturmaya engel olarak, çok nahoş bir hadiseye de yol açıyor. Yolsuzluk olduğuna inananlar, sadece AK Parti’ye değil dindarlara karşı da büyük bir tepki göstermeye başladı. Dindarlara “Hırsızsınız siz!” diyorlar. Sen ne yapıyorsun? Hırsızlığı kabul eden bir dindarlar topluluğu mu oluşturmaya çalışıyorsun?

Komplo varsa bile, iktidardan iktidardan düşürülmelerine boyun eğmeliler, öyle mi?

Eğer komploysa, yarın kendini ispat edip gümbür gümbür gelirsin. Zaten Komplo varsa halkın vicdanı, iktidarın senden alınmasına izin vermez. Bu kadar evhama, telaşa, ortalığı ayağa kaldırmaya gerek yok. Çok açık bir toplumda yaşıyoruz artık, 28 Şubat’taki gibi değil. gibi değil. Bir hadise olduğunda Twitter, Facebook’ta aslında ne olduğu anında ortaya çıkıyor. Mesela Ali Kalkancı’nın üç kağıtçılığını şimdi anında çıkarırlar. Hiç bir şey gizlenemiyor.

İslamcıların hakimiyet özlemi dediğiniz şey Gülen cemaati için de geçerli mi?

Orada da o hastalık var. Zaten yaşanan mücadele, gücü, elde etmek için her şeyi mübah gören iki yapının mücadelesi.

Cemaat’in genel olarak faaliyetlerinde bir güce odaklanma var mı?

Tabii. Mesela; tüm dünyada okullarım olsun, “tüm dünyada güce sahip olayım” demek….Güç sahipleriyle, ABD’yle İsrail’le bu kadar kolkola girmesi, gücünü sürdürmek için güçlüye çok fazla ses çıkarmaması… Oysa zulmedenlere karşı tavrınızı her durumda göstermek zorundasınız.

 

Barış süreci için yolsuzluğa boyun eğemem

Bu süreçte hükümet düşerse, barış süreci ne olacak?

Öncelikle, ben bu kavganın barış sürecini yıkmak için çıkarıldığını düşünmüyorum. Cemaat çok sıcak bakmıyordu sürece ama yıkıcı bir tavır içinde de değildi. Barış süreci benim için çok önemli tabii ki ama süreç için yolsuzluğa boyun eğemem.

“30 yıllık savaş bitecek” diyorlar ama…

30 yıllık savaş bir türlü bitecek. İki tarafın insanları bitmesi gerektiğini zaten görüyorlar. Güçlü irade gerekiyordu. Erdoğan bu iradeyi ortaya koydu ve risk aldı Allah için. Ama barış süreci için iktidardaki bozulmaya göz yumarsanız, barış süreci de mahvolur.

Nasıl mahvolur?

Onu da istediği gibi evirip çevirmeye başladı. Bu noktada da samimiyeti sorgulanır hale geldi. PKK kendini silahla kabul ettirmiş, şimdi “Silah bıraktığımızda kandırılmayacağımız ne malum” diyor. Çok önemli bir kaygı. İki tarafın samimiyeti süreci ilerletiyor. Samimi olduğumuz müddetçe süreç yıkılsa bile yeniden inşa edilir. AKParti gidince ille bu işler mahvolacak diye bir şey yok. Zarar görebilir ama her şeyi bir adama bağlamak patolojik bir tavır.
 

 

Namaz kılıyorsun ama hissetmiyorsun

Güç, AK Parti’yi nasıl değiştirdi?

Bir insan, kendi içini tam dolduramadan siyasi bir yönelişe girip güç sahibi olunca, siyasi yönü çok güçleniyor ama içi boşalıyor, manevi dünyası yokoluyor, hissetmiyor, vicdanı kayboluyor. Bu, hastalıklı bir durum. AK Parti de böyle. Güçlü hale gelmiş insanlar, ama eski idealleri yok artık. Bu çok büyük bir kayıp. “Hazza değil de zora talip olan bir insan olarak, bir hayat inşa ediyorum” diyen bir insanın içinin boşadığını düşünün. Yine namazını kılıyorsun, oruç tutuyorsun ama hissetmiyorsun. “Berkin’in ölümü piyasayı ne kadar etkiler?” diye bir soruyu kabul edemezsin! Vicdan dışı bir soru bu! Erdoğan da vicdanıyla başbaşa kalıp “Ben ne yapıyorum?” diye kendine sorduğunda pek iyi cevaplar veremez herhalde.

 

İslamcılar marjinalleşecek

Sizce seçimlerde ne olacak?

Erdoğan bu kafada giderse, oyları çok düşmeyecek ama toplumun ruh hali bozulacak. Gelecek için çok iyimser değilim.

İslamcılık açısından ne olacak?

İslamcılık, toplumdan kopacak. Sürekli “biz ve onlar” diyorsun, bu arada da toplumun vicdanının sızladığı işler yapıyorsun. Böyle olunca “siz” olarak kenarda kalırsın, toplum seni dışlar. İslamcılar olarak marjinal duruma gelirsin. İnsanlar sana güvendiği için oy vermişti. Şimdi, iktidara dört elle sarılıp yolsuzluk iddialarını görmezden gelenler, bu topluma yön veremez, hitap edemez artık.

 

 

Hem yetim hem otoriter

AK Parti, “İktidar, bana halkın emaneti” diyor. Siz neden AK Parti’nin çabasını, kendisinin dediği gibi “halkın emanetini yere düşürmeme” mücadelesi olarak değil de güç arzusu olarak görüyorsunuz?

Tabii ki herkes millet iradesine saygı duymalı. Ama şu anda halkın verdiği irade otoriterleşme için kullanılıyor. “Güç benden gitmesin” anlayışı var. Benim bir çok İslamcı arkadaşım “Biz 28 Şubat’ta çok eziyet gördük” diyor, “Öyle ya da böyle bu iktidarı devam ettirmeye hakkımız yok mu?” demeye getiriyor. En başta da Tayyip Erdoğan böyle düşünüyor.

12 yıllık iktidarın ardından hâlâ kendisini mazlum mu hissediyor AKP?

AK Parti’de şu bakış açısı var. “Biz bu toplumun yetimiyiz, iktidara gelsek bile yetimiz. Sürekli dışlanacağız. Her an bir darbe yaşanabilir.”

Erdoğan’da da var mı böyle bir psikoloji?

Var tabii. Ben de İmam Hatip mezunuyum. İmam Hatip’lerde gördüğümüz muamele hakikaten bir yetim muamelesiydi. Devlet, iyi öğretmen vermez, para göndermez. Bunu İslamcılar çok yaşadı. Bundan dolayı kendini hep yetim hissediyorsun. Ama ben okumuşum, doktor olmuşum, kendimi artık niye yetim hissedeyim ki? Toplumda değişim gerçekleştirebilirim. Hala niye aşağılık psikolojisine gireyim ki? Ama Başbakan hâlâ “Biz yetimiz, bizi beğenmezler” diyor. Beğenen de beğeniyor. Dinle alakası olmayan çok kişi “Erdoğan iyi iş yapıyor, ben oyumu vereceğim” diyor. Devletin kozmik odalarında belki hâlâ yetimsin, ama onun da bir gücü yok artık.

 

TUĞBA TEKEREK
tugbatekerek@gmail.com

Taraf

Yorumlar