2014-03-23 00:00:00

23 Mart 2014, Pazar

Dindar kimlikleri ön planda olan siyasiler yolsuzlukla itham ediliyor. Üstelik rüşvete dair yaptıkları konuşmalarda ‘Selâmün aleyküm, inşallah, hayırlı günler, Allah razı olsun’ diyor, seçmenin gözüne girmek için her cuma bir ayet ‘salladığını’ söylüyor! Yaşanan bu süreç, Türkiye’de ve belki de dünyada siyaset-din ilişkisini nasıl etkileyecek? Siyasetçinin dindar kimliği, namaz kılması, başörtülü olması, İslami terminolojiyle konuşması, seçmen için hâlâ geçer akçe olacak mı?

İktidardaki Müslüman demokrat partinin yolsuzlukla anılması kadar, dinî bir cemaati kendine düşman olarak seçmesi, onun ticari kuruluşlarına hukuku ve teamülleri altüst ederek operasyon yapması halkta şaşkınlığa sebep oldu. Neler oluyor? Hani dindarlar yolsuzluk yapmazdı? Hani dindarsa güvenilirdi? Nedir bu kasetler? Cevap bekleyen sorular çok. Hayret edilecek şeyler de… Dindar kimliği öne çıkan siyasî partinin eski bakanlarının rüşvet alması kadar, rüşvete dair yaptıkları konuşmalarda ‘selamün aleyküm, inşallah, hayırlı günler, Allah razı olsun’ demeleri mesela. Dinî terminolojiyi kullanarak rüşvet almak, adam kayırmak, haksızlık yapmak da nedir? En son örnek, bu bakanlardan birinin her cuma bir ayet paylaştığını, alaycı üslupla gazeteci arkadaşına anlatması oldu. Bakara-makara muhabbeti! İşte bu sebeple AK Parti seçmeni olsun olmasın toplumun genelinde büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı var.

AK Parti iktidara çok geniş bir tabanın desteğini alarak çıktı. Bunun en büyük sebebi yolsuzlukların ve postmodern bir darbenin ardından umut verici söylemlerle yola çıkmış olmalarıydı. Ancak şimdilerde kendisini kapatmak isteyen, darbe girişiminde bulunan vesayetle flört ediyor, suçu kesinleşmiş katilleri cezaevlerinden çıkartıyor. Üstelik “Tahliye olanların hiçbiri teşekkür etmedi.” diye sitemde bulunuyorlar. Hâlbuki partinin geniş tabanlarca desteklenmesinin bir sebebi de bu vesayetle giriştiği mücadeleydi.

‘Dindar güvenilirdir’ anlayışı yara aldı 

Yaşanan süreç Türkiye’de ve belki de dünyada siyaset-din ilişkisini, seçmen davranışlarını ve ideoloji yapılarını nasıl etkiler? Değiştirir mi? Siyasetçinin dindar kimliği (namaz kılması, başörtülü olması, İslamî terminolojiyle konuşması) seçmeni etkileyecek mi?

Dr. Erkan Toğuşlu, dindar kesimin yıllardır destek verdiği partinin yolsuzluklarla alakalı sorulara makul ve ikna edici cevaplar verememiş olmasının seçimlere doğrudan yansıyacağını söylüyor. Toğuşlu, bu süreçte en çok dindar imajı ve ahlâkın yara aldığı görüşünde. Ahlâkî çıkmazın farkına varmadığı sürece bu partiye kimlik üzerinden oy veren dindar muhafazakâr kesimin partiden kopuşunun zor olacağını da vurguluyor.

Araştırmacı yazar Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Din adına hareket eden görüntüsü taşıyanların dinî argümanlar da kullanarak yaptığı yanlışlıklar, o toplumda dindara ve en önemlisi dine olan inancı, saygıyı ve güveni sarsar.” diyor. Gergerlioğlu’na göre dinî terimlerin ağızlarda değer kaybetmesi siyaset-din ilişkilerinde dine tahsis edilmiş olan saygınlığı yıpratır ve bu sarsıcı travma seçmenin de tercihlerinde değerlere verilen öneme yıkıcı etki yapar.

Fütürist Ufuk Tarhan ise, dindar eşittir güvenilir algısının olumsuz etkilendiğini söylüyor: “Dindar güvenilirdir algısı üzerine bir şeyler inşa etmeye çalışanlar derin yara aldı. Ancak hiç azımsanmayacak sayıda insan ‘kol kırılır yen içinde kalır’ diye gerçek kırgınlık ve hayal kırıklıklarını gizlemeye çalışıyor. Önceden samimiyetle bu denkleme inanan kitlenin, açık açık itiraf etmese ve henüz taraf değiştirmeseler de vicdanen çok rahatsız oldukları, kandırılmış hissettikleri aşikâr. Dindar kimliği öne çıkmış siyasilere oy verenlerle sohbet ettiğimizde sıklıkla ‘Hakikaten utanç verici. Binde biri doğru olsa bile çok kötü. Ancak ne yapalım, başka gidecek doğru dürüst parti, takip edecek lider mi var? Başkalarını da gördük. Herkes yapıyor. Bunlar hiç değilse çalıştı, hizmet ettiler. Al birini vur ötekine’ tarzında dürtülerle ‘kötünün iyisini’ seçmek psikolojisine sahip olduklarını gözlemliyorum. İş dünyası ise ‘ağzımı açıp, anti bir şey söyler, yaparsam başıma, işime bir şey yaparlar korkusu’ ile kitlenmiş durumda. Önceden hiç de aynı değerleri paylaşmadıkları halde, ekonomideki parıltılı gidişin mimarı olarak gördükleri için dindar kesim oy verenlerde de derin bir ‘ne halt ettim?’ pişmanlığı fark ediliyor.”    

Geçen hafta Zaman Pazar’da yayımlanan röportajında 28 Şubat sürecinin Türkiye Müslümanları açısından ciddi bir sınanma olduğunu söyleyen Hüda Kaya da bugün dindarlara dair algının değiştiğine vurgu yapmıştı; “Önceden dindar olmadıkları halde dindarlara saygı duyan kişiler vardı. Şimdi öyle tepkilerle karşılaşıyoruz ki, Allah korkusu olan bir insan nasıl bu kadar büyük zulümler yapabilir. Nasıl bu kadar hırsızlık, haksızlık yapabilir?”

Dünyada din referanslı siyasete kuşku artabilir

Gazeteci-yazar Abdülhamit Bilici’ye göre, görünüşte de olsa kullanılan İslamî söylemin, hırsızlığı, rüşveti, hukuksuzluğu önleyememesi, aksine aşırı otoriter bir rejime kapıyı aralaması, Türkiye ve bütün İslam dünyasında din referanslı siyasete kuşkuyu artıracağı kesin. Bilici, bu tedirginliğin şimdiye kadar dıştan zorla dayatılan din düşmanı laiklik yerine, demokrat bir laiklik anlayışını ilk kez toplumca da çere olarak görülmesine sebep olacağı kanısında.

Laiklik kelimesini zikredince, Toğuşlu’nun sürecin dindar kimlik üzerine yaptığı olumsuz etkiyi açıklarken kullandığı bir örneğe değinmeden geçmek olmaz. Muhafazakâr çevreler yakın tarihini, ilk dönem laik cumhuriyetçi aydınların, tezli romanlar ve filmlerle zihinlere kazıdığı ‘düzenbaz, hilekâr dindar/imam tiplemesi imajını temizlemekle geçirdi. AK Parti, iktidara çıktığında ise dindar insan kurtuluş çaresi olarak görülüyordu artık. Ama bugün? Toğuşlu bunları anlatıp ekliyor: “Cumhuriyet’in mabetleri olan okullarda büyüyen benim neslim, önceki nesil, hep bu hikâye ve filmlerle büyüyüp, bilinçaltını da imam-öğretmen çatışması doldurdu. Cumhuriyet’in kurmacası, Kemalizm’in dindar tiplemesi diye yıllardır eleştirdiğimiz tezli romanların tiplerini, maalesef karşı karşıya olduğumuz her geçen gün büyüyen yolsuzluk haklı çıkartır nitelikte. Yolsuzluğu normalleştiren fetvaları da işin içine katarsanız ne demek istediğim daha da netleşecektir. Bu süreç içinde en çok yara alan, dindar imajı ve ahlakı oldu. Bir önceki neslin yaşamış olduğu Cumhuriyet’in ideolojik pompalamasına bugünkü realiteler dindarların eliyle bizzat eklenmiş oldu. Dindar tiplemesi hakkındaki kurgusal Cumhuriyet ideolojisiyle alakalı eleştirel tavır sergilemek mümkünken, gözümüzün önünde cereyan eden hadiseler karşısında bir on yıl sonrasının vereceği tepkiyi gözlemlemek zorunda kalacağız.”   

Toğuşlu, yaşanan sürecin din-siyaset ilişkisini iki şekilde etkileyeceğini düşünüyor. Birinci kesimin daha da militanlaşacağını, dini alet eden bir siyasallık tasavvurunun oluşacağını belirtiyor. Dinin siyasete kurban edilmesi olarak da tanımlanabilir bu durum. İkinci kesim içinse siyasetin son derece seküler bir iş olduğu ortaya çıkmış olacak, aslında hiç de kutsanmaması gereken, sıradan her vatandaşın işinin bir parçası olduğu gerçeği görülecek. Toğuşlu, kutsallıktan arındırılmış bir siyasetten söz ediyor ve “Dinin tamamen siyasetten kopuşu olarak değil de, daha çok dindarın siyaset algısı ve yapma şekli değişecektir.” diyor.

Yeni nesil seçmen daha özgür ve doğru karar verebilir

Belki de en çarpıcı soru yeni nesil seçmen için sorulabilir. 12 Eylül, 28 Şubat sürecini bilen ama bu dönemlerdeki baskıları birebir yaşamayan, ekonomik sıkıntı çekmeden büyüyen genç dindar/muhafazakâr/sağ seçmenin bugün tanık oldukları çekişmeden sonra din-siyaset ilişkisine bakışı nasıl olur? Onların üzerinde ‘eski ideolojiler ve korkular’ın etkisi söz konusu mudur?

Ömer Faruk Gergerlioğlu bu soruya şöyle cevap veriyor: “Eski baskıları yaşamayan yeni nesil seçmen aslında daha özgür ve doğru karar verebilir. Muhafazakâr bir anlayışla yaşadığı eski sıkıntıların tekrar geri gelmemesi için her türlü yanlışlığı görmezden gelme eğilimindeki eski nesil dindar seçmenin tersine daha adil ve hakkaniyetli kararlar verebilirler. Yeni nesil seçmen şablonik korkulara kapılmadan herkesin hakkını ve özgürlüklerini önceleyen bir yöneliş içinde olarak daha doğru bir yerde durabilir.”

Nesiller değişiyor, başörtüsü sorunu değişmiyor

Dindar gençlerin siyaseti dinî veriler üzerinden değil de, daha çok toplumsal karşılığı olan projeler-hizmetler-programlar üzerinden değerlendireceğini söyleyen Toğuşlu, sıra dışı bir yorum yapıyor: “Eğer ki bu süreçte, sol toplumu daha kucaklayıcı bir çizgide siyaset yapar, başörtülü-dindar insanlara sahip çıkarsa siyasetteki dindar oyların yönelişi çok farklı olacaktır. Dindar gençler, yeni nesil korkulardan uzak bir hayat istiyor. 12 Eylül ya da 28 Şubat’ı yaşamamış olmamaları bu korkuyu yok etmiyor, başörtüsü tipik bir örnek. Çok yeni bir sorun, hemen herkesin bir hikâyesi var, dolayısıyla AKP sonrası ne olur sorusu zihinleri meşgul ediyor; ancak siyasetin ayrımcı çizgileriyle de boğuşmak istemeyen dindar bir nesil var. Geçmişin sağ-sol, Sünni-Alevi, dindar-seküler muhayyilesinin getirmiş olduğu çatışmacı hayatı da yaşamak istemiyorlar. Geçmişin politik dilinden sıkılmış bir nesil. AKP ise tipik bir sağ partisi olarak geçmişin ayrımcı çizgilerini yine Gezi, yolsuzluk gibi dosyalarla getirmek istiyor, ancak genç seçmenin özellikle eğitim seviyesi yükseldikçe bu dilden rahatsız olduğunu gözlemliyorum.”

Sivil İslamî hareketlere ilgi artabilir

Abdülhamit Bilici (Cihan Haber Ajansı Genel Yayın Müdürü): Türkiye’de yaşananların ve Ortadoğu’daki din, mezhep temelli kavgaların, din temelli siyaset anlayışına büyük darbe vuracağı kesin. Görünüşte de olsa kullanılan İslamî söylemin; hırsızlığı, rüşveti, hukuksuzluğu önleyememesi, aksine aşırı otoriter bir rejime kapıyı aralaması, Türkiye ve bütün İslam dünyasında din referanslı siyasete kuşkuyu artıracağı kesin. Şimdiye kadar dıştan zorla dayatılan din düşmanı laiklik yerine demokrat bir laiklik anlayışı ilk kez toplumca da çare olarak görülecektir. Körfez ülkeleri ve Mısır’da İslamcı siyasete duyulan tepki, şimdiden oldukça ileri boyutta. 28 Şubat bazı İslamcıları demokrasi ve evrensel değerlerle barıştırmıştı. Yaşananlar, Türkiye’de olduğu gibi Ortadoğu’da da bu barış ve dönüşümün samimiyeti hakkında soru işaretlerine yol açtı. Çoğulculuğu korumak, demokrasi, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü gibi değerlere yönelim artacak. İslamî kimliğin, yolsuzluğu önlemeye yetmemesi, farklı kesimlerin özgürlüklerini garantiye almaması, dinî referanslı siyasete darbe vuracak. Belki sivil İslamî hareketlere ilgiyi artıracak.

İslamcılar güçlü olmayı mı tercih edecek, haktan yana olmayı mı?

Ömer Faruk Gergerlioğlu (Araştırmacı-yazar): İslamcılık ve İslamcılar önemli bir imtihandan geçiyor. Güçlü olmayı mı tercih edecekler yoksa haktan, adaletten yana ilkeli bir tavrı korumaya mı çalışacaklar? Bu sorunun cevabı sanırım şu anda kolay değil. Çünkü iktidarın cazibesini yaşadıktan sonra zor olan ilkeli, hakkaniyetli bir tavrı tercih etmek zor. Yolsuzluk soruşturmaları ve İslamî camiada bunun çok fazla önemsenmemesini tehlikeli buluyorum. Dindarlık denince herkesin bilinçaltında ilk aklına gelen sıfat güvenilirliktir. Bunun  zedelenmesi din adına son derece tehlikeli. Dinî kimliğiyle tanınan yöneticilerin sırf iktidarını devam ettirebilme amacını ön planda tutmaları,  onlara gönül veren dindar camianın da ahlakını bozacaktır. Bu yöneliş, dinî, dünyevî bir iktidar hırsı arzusuna kurban edecek bir anlayış maalesef.

Adalet üzerinden ahlâk tekrar tanımlanmalı

Dr. Erkan Toğuşlu (Leuven Üniversitesi Antropoloji Bölümü): Muhafazakâr kesimin en hassas olduğu konu aslında ahlâkilik üzerine, ancak son yaşananlar gösterdi ki muhafazakâr dindar kesimin ahlâk konusunda bedeni aşan bir yorumları yok. Dindarların yıllardır açıktan açığa tartışmadığı, normalleştirdiği ve içselleştirdiği bir durum var. Haksız kazanç, rüşvet ve yolsuzluk bu ahlakî çöküntünün dışavurumları. Adalet üzerinden ahlâkın tekrar tanımlanmasının bu sürecin en faydalı sonucu olacağını düşünüyorum, eğer ki makul bir tartışma zemininde konuşabilirsek. Her kriz aynı zamanda önemli bir sürecin yaşanması için bir şans ve fırsattır, dindarların bu kriz süreçlerini nasıl kullanacağına bağlı. Eğer ki sağlıklı bir zeminde konuyu tartışma imkânımız olursa muhtemelen siyaseten de adalet-özgürlük konusunda yeni siyasî bir duruşun çıkabileceğini düşünüyorum, ancak bu konuda şimdiki muhafazakârlardan da çok beklentim yok.

Yorumlar