İktidarın, devletin güvenlik ve adli aygıtı eliyle HDP’li kişi ve organlara bir cadı avı yürüttüğünün gizli saklı bir tarafı yok. Bunun son –ve trajikomik örneği–, HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu için yazılan fezleke oldu. Fezlekedeki suç isnadı, başka ülkede olsak inanılmayacak türden. Kısaca söylemek gerekirse, savcıya göre Gergerlioğlu’nun suçu “susarak propaganda yapmak”. Böylece, ceza literatürüne de bir katkı yapmış oluyor.
Şöyle ki, Ekim 2018’de HDP eşbaşkanı Pervin Buldan Diyarbakır’da bir konuşma yapıyor. Gergerlioğlu da salonda onu dinleyenler arasında. Kendisi söz almıyor, konuşmuyor. Fakat, savcı Gergerlioğlu’nun Buldan’a karşı çıkmayarak, yani susarak, terör örgütü propagandası yaptığı kanaatinde. Buna, “susarak propaganda suçu” denmezse ne denir? Kurgu distopyalar solda sıfır kalır. Burada alenen bir distopya yaşanıyor. Bence bu suç, “örgüte üye olmadan örgüte yardım etme suçu”nu aşmıştır, bir seviye atlamasıdır. Bu mantıkla, yoldan geçen birini çevirip “terör örgütünü kınadığına dair kanıt” sorabilir, gösteremezse hakkında propagandadan dava açabilirsiniz! Peki, Buldan’a o konuşması için soruşturma açılmış mı? Gergerlioğlu’nun aktardığına göre, hayır. Ya o sırada salonda bulunan, artık kaç kişi vardı bilmiyorum, diğer kişiler? Öyle ya, Gergerlioğlu o anda orada söz almadan, sadece mevcut bulunarak suç işlediğine göre, onun gibi orada olanların da aynı suçu işlemiş olması, dolayısıyla hepsi hakkında tek tek soruşturma açılması gerekir. Öyle bir haber de gelmedi. (Bilmiyorum, aranızda öyle anlayanlar oldu mu ama tabii ki diğerlerine de dava açılmasını savunmuyorum, bir tutarsızlığa dikkat çekmeye çalışıyorum.) Bu da bize özellikle Gergerlioğlu’nu hedef aldıklarını düşündürüyor. Sanki, bir süredir “Nereden soruşturma açsak?” diye düşünüyorlarmış da bunu bulmuşlar gibi…Peki, neden özellikle Gergerlioğlu hedef olsun ki? Çünkü, Gergerlioğlu ve ‘benzerleri’, devlet aklı açısından bir bakıma daha ‘tehlikeli’. Birincisi, Kürt olmadığı halde Kürtlerin uğradığı haksızlıklara kulak vermiş, ses olmuş, o da ‘yetmemiş’, devletin gözünde ‘Kürt ve terörist partisi’ olan ve izole edilmeye çlışılan HDP’den milletvekili olmuş. Dediğim gibi, asıl mesele Kürt –veya Ermeni veya ‘Türkiye düşmanı’ başka bir gruptan– olmadığı halde bunları yapması, yani ‘sürüden ayrılıyor’ olması. Barış Ünlü’nün kavramsallaştırmasıyla ‘Türlük Sözleşmesi’ni bozması. (Bunun bir örneği de Sırrı Süreyya Önder. O da uzun süre, insanları Kürt olmadığına ikna etmekte zorlandı. Öyle ya, Kürt olmayan biri neden bu kadar Kürtlerle ilgilenirdi ki?)İkincisi, Gergerlioğlu nerede hakkı yenen, zulme uğrayan birileri varsa, yani KHK’lıların, işinden haksız hukuksuz atılanların, hapiste kalmak zorunda olan bebeklerin, hasta hükümlü ve tutukluların, lohusa yatağından kaldırılıp hapse konan kadınların sesi oluyor, onların hakkını arıyor. Bunu yaparken, siyasi görüş, yaşam tarzı ayrımı gütmüyor. Dolayısıyla, yaptığı işleri kötülemek, bir kulp bulmak zor. Mazlumun sesi olmuş adama ne diyeceksin? Mazlumun sesi olmak kaçınılmaz olarak muktediri de eleştirmeyi getiriyor tabii. Onları rahatsız eden de bu. Üstelik, Gergerlioğlu’nun ayrım yapmaksızın haksızlıkların, hukuksuzlukların peşinden gitmesi, insanların gözündeki değer ve meşruiyetini yükselterek, birinci etken olarak saydığımız, ‘Kürtlerin yanında durma’ etkisini güçlendiriyor.Üçüncüsü, Gergerlioğlu’nun devlet aklının hedefe koyacağı bir geçmişi yok. Etnik olarak ‘sakıncalı’ bir gruba dahil değil, siyasi geçmişinde solculuk yok; tam tersine, mütedeyyin bir çizgiden geliyor. Şu anda yaptıklarını da şiddetle veya terörle bağdaştırmak çok zor. Velhasıl, yıpratılması, kulp takılması bu kadar zor olunca ve var olan suçlardan biri ona uydurulamayınca, ona özel bir suç icat etmek zorunda kaldılar: Susma yoluyla propaganda. Tabii, böyle bir suç bir kere icat edildikten sonra pekâlâ başkaları için de kullanılabilir. Gergerlioğlu’nunkine benzer ama daha sınırlı bir durum da, iki hafta kadar önce sosyal medyada ekonomist Atilla Yeşilada’nın başına geldi. Gültan Kışanak ve Sabahat Tuncel’e verilen hapis cezalarının demokratik olmadığını, siyasi hakların gasbı olduğunu söyleyecek oldu, halkımız topluca ‘üzerine çullandı’. “Onlar zaten teröristti”, “Verilen şehitleri ne çabuk unuttun” diyenler mi, “Sen işine bak, ekonomiyi aşma” diye sınır çizenler mi, “Biz sizi böyle bilmezdik, bundan sonra ekonomi yorumlarınızı da dinlemeyiz” diye ‘gönül koyanlar’ mı, hepsi vardı; küfredenleri zaten saymıyorum. Gene aynı durum: Anaakımdan birinin Kürtleri (Yeşilada “Kürt kökenli” demiş ama ‘mazur görülmesi’ne yetmemiş) savunması, tepki gösterenler açısından tahammülü daha zor, çünkü paradigmayı zorluyor. Yeşilada’nın söylediklerini mesela ben söylesem, ki söylüyorum, onlar için o kadar alarm verici veya şaşırtıcı olmaz, çünkü ben zaten kötü olan doğam, yani Ermenilik gereği bunları söylüyorumdur ama Yeşilada gibi ‘kendilerinden’ gördükleri ve sözü belli ölçülerde dinlenen biri söyleyince, herkesi uyutan büyüyü bozma ihtimali karşısında tepki daha büyük oluyor. Yeşilada’nın sözleri ne karşılık yazılan yüzlerce ‘cevaba’ bakarsanız zannedersiniz ki Kışanak ve Tuncel o davada PKK’nın gelmiş geçmiş bütün eylemlerinin faili olarak yargılanmış. Kışanak ve Tuncel’in doğru dürüst, hukuk usulleri çerçevesinde yargılanıp yargılanmadığı, tepki verenlerin umuruna değil, kimsenin de umurunda olmasın istiyorlar.  

Kaynak

Yorumlar