2010-03-18 00:00:00

Taraf  gazetesinde  önce  Dinç  Bilgin’in daha sonrada  Ergun  Babahan’ın itirafları yayınlandı. Bu  itirafları  okuduğunuz  zaman  küçük  dilinizi  yutar  gibi  oluyorsunuz. Bir  döneme  ışık  tutacak  son  derece  önemli  itirafların  yer  aldığı  bu  röportajları  eğer  kaçırdıysanız  Taraf  gazetesinin  internet  sitesinden  okuyunuz.

 

Bu  itiraflarda  medya’nın  bir  dönem  ne  kadar etkili bir  güç  olduğunu  okuyacaksınız. Etkili bir  güç  ama  hep  haksızlığın  gösterdiği  doğrultuda  zulme  hizmet  eden  bir  güç  olduğunu  okuyacaksınız. Hükümetlerin  değil  tröstlerin  hükmettiği   bir  Dünya’ya  nazaran  Türkiye’de de  medya  ve  askerlerin  sivil  siyaseti  nasıl  vesayet  altına  aldığını  okuyacaksınız. Medya’nın  hiç  yüzü  kızarmadan  darbe  şakşakçılığı  yaptığını  okuyacaksınız. Medya  asker  ilişkilerinin  ne  kadar  aleni ve  haya  perdeleri  yırtılmış  bir  çirkinlikte  yapıldığını  okuyacaksınız. Demokrat  köşe  yazarlarının  nasıl  andıçlandığını,  28  Şubat  döneminin  kudretli  generalleri  tarafından  küfürlü  ifadelerle  nasıl  tahkir  edildiklerini  okuyacaksınız.    

 

  O dönemler  medya  tek  başına  bir  güç oluyor  ve  medya  patronları  hükümetler  yıkıp,  hükümetler kuracak  güce  eriştiği  için  her  türlü  kirli  ihale işlerini  başbakanlara  kolaylıkla  yaptırabiliyorlardı. “Al  gülüm  ver  gülüm”  ilişkileri devam  ediyor  ve  ünlü  komutanlar emekli  olur  olmaz  holding  yönetim  kurullarına  yüksek  maaşlarla  transfer  oluyorlardı.

 

Bu  itirafların  bir  ortak  noktası  da  gazetecilerin  ajanlık  yaptığı  ve  bu  bilindiği  halde  göz  yumulduğuydu. Dinç  Bilgin  “ajan  gazetecileri bilirdik  ama  bir  gücün  göstergesi  olduğunu  bildiğimiz  için  sesimizi  çıkarmazdık”  derken    Ergun  Babahan  ise    “Fatih  Altaylı  ve  Tuncay  Özkan  ajan gazeteci  idi  ve  Mesut  Yılmaz’ın karşısında  sen  ajanlığı  paralı,  ben  gönüllü  yaptım  kavgası  yaptılar”  yönündeki  ifadeleri  idi.  Halkı  bilgilendirmekten  başka  bir  amacı  olmaması  gerekenler  dezenformasyonun  meslek  olarak  görüldüğü  bir  alemin  temsilcilerini  içinde  barındırmaktan  hiç  çekinmiyor  nedense.

 

Bu    itirafların  çarpıcılığı  anlatmakla  bitmez. Bu  itiraflar  niçin şimdi   yapılıyor  diye  düşünmeden  edemiyoruz.Kendilerini  mahcup  edecek  bu  açıklamaları  bu  ünlü  kişiler  niye  yapıyor?  Herhalde  vicdanen  bir  rahatsızlıkları var.  Medya  üzerinde  egemen  olan  faşizmin  bir  dönem  hoş  bir şey  olarak  algılanmasından  sonra    zorbalığın  ne  denli  kötü  olduğunu  azgınlaşan  zorbaların  hallerinden  anladıklarını  hissediyoruz. Gücün  yanında  olmak  ilk  anda  tatlı  bir  şey  gibi  görünebilir. Ama o  güç  doğasının  gereği  sonunda  en  yakınına da  zorbalığını  hissettirir. Ayılar  üzerinde  uzun  yıllar araştırma  yapmış  bir  araştırmacıyı  hatırlıyorum. Ayıları  o  denli  iyi  tanımıştıki  onlarla  beraber  yaşıyor  ve  bir  insan  için  bunun  ne  kadar  doğal  bir  şey  olduğunu  anlatıyordu. Fakat  bu  en  güvendiği  dostları  bir  gün  bu  ünlü  araştırmacının  hiç  ummadığı  bir  anında   ölümüne  neden  oldu. Zorbaca  tavırları  ilke edinenleri  dost  edinmemek  gerektiğini  insanoğlu  bir kez  daha  anlamış  oldu. Medya da  bunu   yaşıyor.28  Şubat  ve  benzeri   zorbalıkları  yapanlarla  dost  olanlar     daha  sonra  ağır  hakaretlerin  meslektaşları  için  yapıldığını  görünce  ancak  ayılıyorlardı.

 

Medya  mensuplarının  bu  itiraflarına  bakınca  zulmün baki  olmayacağı  gerçeği  tekrar  teyid  ediliyor.  Haksız  ama  güçlü  olup  bir  dönem  astığı  astık  kestiği  kestik  birisi  olabilirsiniz. Fakat  sonraları  haksızlık  ve  güç  üzerine  bina  edilmiş  bu  yapının  sakinleri  birbirine  düşer  menfaat  çatışmaları  baş  gösterir  ve  mazlumların  güçlenmesine  fırsat kalmadan  zalimler  birbirlerini  deşifre  eder  ve  foyalarını  ortalığa  saçıverirler.

28  Şubat’ın   o  karanlık  günlerini  hatırlıyorum. Her  gün  gazetelerde  yer  alan  “bir üst  düzey  komutan  şöyle  dedi  böyle  dedi”  manşetleri.Gittikçe  kararan ve  faşizanlaşan    ve  tüm  toplumun  üstüne  çöken  ağır  bir  hava. Halkın    iradesine acımasızca  vurulan  darbeler. Hiç  bitmeyecekmiş  gibi  süren  ve  “ Bari  bir  yok  der  sada  yok mudur?”  dedirtecek  bir  toplumsal  sessizlik…

 

13  yıl  sonra  şimdi  bakıyorsunuz,  günah  çıkartılıyor. Zaten  azıcık  vicdanı  olan  kötülükten  vazgeçer  ve  önce  kendi  nefsinde  sonrada  toplumsal  arena’da  vicdan  muhasebesi  yapar. Bu  itirafları  yapanları  tebrik  ediyorum. Zamanında 9  Mart  cuntasının destekçilerinden  Hasan  Cemal de  bu  itirafları  yapmış  ve  “kimse  kızmasın  kendimi  yazdım”  demişti. itiraf etmek insan ruhuna iyi geliyor   hakikaten.  Darısı   diğer    tüm  zorbaların yardakçılarının başına.

Yorumlar