2011-04-21 00:00:00

Berfo Ana`nın oğlunun akıbetinin belli olmasından ve 5 yıl önce görevinden atılan ve mesleğini yapmaktan da menedilen Ferhat Sarıkaya`nın yeni HSY kararı ile tekrar savcılık görevine iade edilmesinden sonra `Bir parça hukuk devleti oluyoruz` galiba derken BDP`nin desteklediği bağımsız adaylardan bir kısmını YSK`nın veto etmesiyle tekrar umudumuz kırıldı.
103  yaşındaki  Berfo  anayı artık tanımayan  kalmadı. Yıllardır kaybolmuş  çocuğunu  ararken  bazı  kesimlerin görmek istemeyip  “bunlar  sol  grupların  ajitasyonudur, terörist  faaliyetlerin  maskesidir”  diyerek  nitelediği  cumartesi  annelerinden  bir anne idi Berfo ana. Tam  31  yıl boyunca  “belki  kaybolan  çocuğum  gelir” diyerek  evinin  kapısını  kilitlemeyen  Berfo  ana’nın  o içler  acısı  halini dinlemek,  bağrıyanık  bir  yaşlı  annenin  kaybolmuş  yavrusu  ile  ilgili  sözlerini  dinlemek yürekler dağlıyordu. Berfo  ana  kendisine  oğlunun    31  yıl sonra gözaltında  işkence  sonucu   öldüğü   haberini  veren  Meclis  insan   hakları  komisyonu başkanı Zafer Üskül’e  “en  azından  oğlumun  kemiklerini  bulun,  ben  onları  görmeden  ölmeyeyim”  diyordu. “Kemikleriyle    beraber   beni   toprağa  gömün”  derken  öyle  içten,  öyle  dertli  konuşuyordu ki  böyle  bir  mazlumun  bedduasının  tüm zalimleri  mahvedeceğinden insanın endişesi  kalmıyordu. Devlet  gözaltına  aldığından itibaren  vatandaşının  hayatından  mesuldür  ancak  eski  Türkiye’de  bu  böyle olmazdı. İşkenceciler  tarafından  zindan  duvarlarına  “Burada  Allah  ve  peygamber yoktur” yazıları  yazılarak  oralarda    merhametten  bir  iz  bulunamayacağını  vurguladıkları   bir   Türkiye  vardı. Bir  kişi  veya  gruba   terörist damgası  vurulmaya görsün  artık o  kişiye  yapılacak her türlü  gayriinsani davranış  vatanı  kurtarmaya  yönelik   kutsal (!)  bir faaliyetti. 1999  yılında  Hayata dönüş  operasyonu  ile  yapılanların  orantısız bir güç kullanımı olduğu  çok sonraları  yine  devlet  tarafından itiraf  edildi. O  gün  “farklı bir  dünya  görüşünden  olanlara  bu  yapıldı,  bana ne” diyenler  şimdi  zulme sessiz  kaldıkları  için  utanmalılar. Devlet hiçbir  zaman  orantısız  güç  kullanmamalı ve  insanın hayatını koruyarak  asayişi  sağlamayı  öncelemelidir.
Ferhat  Sarıkaya’da  bundan  5  yıl  önce  despotizme kurban  verilmişti. Hazırladığı iddianemede   Orgeneral   Yaşar  Büyükanıt’ın da  adı  geçince  neye  uğradığını şaşırmış ve  hem  savcılıktan  edilmiş hem  de  mesleğini  yapmaktan  menedilmiş  ve  linç  kampanyasına  maruz  kalmıştı. Fakat  artık  eski  Türkiye’de değiliz. O zamanlar hükümetin  gücü   yetmediğinden  kurban  verilmesine göz yumduğu  savcı Ferhat  Sarıkaya’yı yeniden  yapılanan  HSYK  görevine iade  ediyordu. Bu  karar aslında Cemil  Kırbayır’ın  31 yıl  aradan  sonra bir  devlet  açıklaması  ile öldürüldüğünün  itirafından  sonra   hukuk  devleti  olma adına büyük  umut  uyandıran  bir  diğer gelişme   idi. Ancak tam bu  iyi gelişmelerle  ümitlenirken  YSK  kararı ile tekrar uykumuzdan  uyandık.
YSK,  BDP’nin  desteklediği  adayların  yürürlükteki kanunlara  göre  adaylıklarının  kabul edilmediğini  iddia  ediyor. Aslında  incelendiği zaman  hem  yasaların  iyi  yorumlanmadığı  hem  de  bu  yasalarla  adaylık  kriteri belirlenmesinin  yanlışlığı  açığa  çıkıyor. Adaylık   bir  demokrasi meselesidir. Bir kişi  bir mahkumiyet almışsa  onun  tüm hayatını  karartmak,  bloke  etmek  doğru bir  davranış  değildir. Yeni  yasal  düzenlemeler  yapılarak aday  olmak  isteyenlerin  tepesindeki  demoklesin   kılıçlarını  azaltmak  gerekir. Bu  veto kararı  eski Türkiye’ye  ait  bir  karardır.  Temsiliyetteki  adli  sicil    kriterlerini  esnetmek gerekmektedir. Yüz kızartıcı   suçlardan  dolayı  olan  engellemeler    durabilir ve   fakat  diğerleri  esnetilmelidir. Aslında  YSK  yutdışındaki  seçmenlerin  oy  kullanımını  engelkerken de  aynı  anlayışta,   BDP’yi  engellerken de aynı  anlayıştadır. BDP’nin  kalkıp bu karardan  hükümeti sorumlu  tutması  ayrı  bir  sorumsuzluktur. Ama  hükümetin   bu  karardan sonra  temsiliyeti  fırsatçı  bir  tarzda  mı  değerlendireceği merak  edilmektedir. Demokrasi  eksenli  bir  karar  ile engellenen  adayların  temsiliyetine  yönelik  iyiniyetli  bir  girişim  yapıp  yapmayacağı onun  için  ayrı  bir imtihan  konusudur.
Kürt sorunu bu  ülkenin  çözmesi gereken bir sorundur. Kürt sorunu   eski  Türkiye  alışkanlıklarının     terk  edilmeden  çözümü    mümkün  olmayan  bir  sorundur. Dağda  değil  mecliste  çözüm arayanların önü kesilmemelidir.  Başbakan  Erdoğan  için zamanında  sabıka kaydından   dolayı   “artık  muhtar  bile olamaz”  denmişti  ve fakat  yasalar  aşıldı,  toplumun  istediği   yapıldı. Toplumun  vicdanı  bunu  kaldırmıyordu.  Doğru  olan da  buydu. Yasalar  toplum  içindir. Eğer  toplumun   içine  sindiremediği  bir  durum  varsa  yasalar  pekala  tekrar  gözden  geçirilip  değiştirilebilir. Her şey    farklı  dini  ve  etnik kesimlerde   bir  araya  gelmiş toplumumuzun  daha  adaletli  bir  şekilde  yaşamasına  yönelik  dizayn  edilmelidir.
Berfo Ana`nın oğlunun akıbetinin belli olmasından ve 5 yıl önce görevinden atılan ve mesleğini yapmaktan da menedilen Ferhat Sarıkaya`nın yeni HSY kararı ile tekrar savcılık görevine iade edilmesinden sonra `Bir parça hukuk devleti oluyoruz` galiba derken BDP`nin desteklediği bağımsız adaylardan bir kısmını YSK`nın veto etmesiyle tekrar umudumuz kırıldı.
103  yaşındaki  Berfo  anayı artık tanımayan  kalmadı. Yıllardır kaybolmuş  çocuğunu  ararken  bazı  kesimlerin görmek istemeyip  “bunlar  sol  grupların  ajitasyonudur, terörist  faaliyetlerin  maskesidir”  diyerek  nitelediği  cumartesi  annelerinden  bir anne idi Berfo ana. Tam  31  yıl boyunca  “belki  kaybolan  çocuğum  gelir” diyerek  evinin  kapısını  kilitlemeyen  Berfo  ana’nın  o içler  acısı  halini dinlemek,  bağrıyanık  bir  yaşlı  annenin  kaybolmuş  yavrusu  ile  ilgili  sözlerini  dinlemek yürekler dağlıyordu. Berfo  ana  kendisine  oğlunun    31  yıl sonra gözaltında  işkence  sonucu   öldüğü   haberini  veren  Meclis  insan   hakları  komisyonu başkanı Zafer Üskül’e  “en  azından  oğlumun  kemiklerini  bulun,  ben  onları  görmeden  ölmeyeyim”  diyordu. “Kemikleriyle    beraber   beni   toprağa  gömün”  derken  öyle  içten,  öyle  dertli  konuşuyordu ki  böyle  bir  mazlumun  bedduasının  tüm zalimleri  mahvedeceğinden insanın endişesi  kalmıyordu. Devlet  gözaltına  aldığından itibaren  vatandaşının  hayatından  mesuldür  ancak  eski  Türkiye’de  bu  böyle olmazdı. İşkenceciler  tarafından  zindan  duvarlarına  “Burada  Allah  ve  peygamber yoktur” yazıları  yazılarak  oralarda    merhametten  bir  iz  bulunamayacağını  vurguladıkları   bir   Türkiye  vardı. Bir  kişi  veya  gruba   terörist damgası  vurulmaya görsün  artık o  kişiye  yapılacak her türlü  gayriinsani davranış  vatanı  kurtarmaya  yönelik   kutsal (!)  bir faaliyetti. 1999  yılında  Hayata dönüş  operasyonu  ile  yapılanların  orantısız bir güç kullanımı olduğu  çok sonraları  yine  devlet  tarafından itiraf  edildi. O  gün  “farklı bir  dünya  görüşünden  olanlara  bu  yapıldı,  bana ne” diyenler  şimdi  zulme sessiz  kaldıkları  için  utanmalılar. Devlet hiçbir  zaman  orantısız  güç  kullanmamalı ve  insanın hayatını koruyarak  asayişi  sağlamayı  öncelemelidir.
Ferhat  Sarıkaya’da  bundan  5  yıl  önce  despotizme kurban  verilmişti. Hazırladığı iddianemede   Orgeneral   Yaşar  Büyükanıt’ın da  adı  geçince  neye  uğradığını şaşırmış ve  hem  savcılıktan  edilmiş hem  de  mesleğini  yapmaktan  menedilmiş  ve  linç  kampanyasına  maruz  kalmıştı. Fakat  artık  eski  Türkiye’de değiliz. O zamanlar hükümetin  gücü   yetmediğinden  kurban  verilmesine göz yumduğu  savcı Ferhat  Sarıkaya’yı yeniden  yapılanan  HSYK  görevine iade  ediyordu. Bu  karar aslında Cemil  Kırbayır’ın  31 yıl  aradan  sonra bir  devlet  açıklaması  ile öldürüldüğünün  itirafından  sonra   hukuk  devleti  olma adına büyük  umut  uyandıran  bir  diğer gelişme   idi. Ancak tam bu  iyi gelişmelerle  ümitlenirken  YSK  kararı ile tekrar uykumuzdan  uyandık.
YSK,  BDP’nin  desteklediği  adayların  yürürlükteki kanunlara  göre  adaylıklarının  kabul edilmediğini  iddia  ediyor. Aslında  incelendiği zaman  hem  yasaların  iyi  yorumlanmadığı  hem  de  bu  yasalarla  adaylık  kriteri belirlenmesinin  yanlışlığı  açığa  çıkıyor. Adaylık   bir  demokrasi meselesidir. Bir kişi  bir mahkumiyet almışsa  onun  tüm hayatını  karartmak,  bloke  etmek  doğru bir  davranış  değildir. Yeni  yasal  düzenlemeler  yapılarak aday  olmak  isteyenlerin  tepesindeki  demoklesin   kılıçlarını  azaltmak  gerekir. Bu  veto kararı  eski Türkiye’ye  ait  bir  karardır.  Temsiliyetteki  adli  sicil    kriterlerini  esnetmek gerekmektedir. Yüz kızartıcı   suçlardan  dolayı  olan  engellemeler    durabilir ve   fakat  diğerleri  esnetilmelidir. Aslında  YSK  yutdışındaki  seçmenlerin  oy  kullanımını  engelkerken de  aynı  anlayışta,   BDP’yi  engellerken de aynı  anlayıştadır. BDP’nin  kalkıp bu karardan  hükümeti sorumlu  tutması  ayrı  bir  sorumsuzluktur. Ama  hükümetin   bu  karardan sonra  temsiliyeti  fırsatçı  bir  tarzda  mı  değerlendireceği merak  edilmektedir. Demokrasi  eksenli  bir  karar  ile engellenen  adayların  temsiliyetine  yönelik  iyiniyetli  bir  girişim  yapıp  yapmayacağı onun  için  ayrı  bir imtihan  konusudur.
Kürt sorunu bu  ülkenin  çözmesi gereken bir sorundur. Kürt sorunu   eski  Türkiye  alışkanlıklarının     terk  edilmeden  çözümü    mümkün  olmayan  bir  sorundur. Dağda  değil  mecliste  çözüm arayanların önü kesilmemelidir.  Başbakan  Erdoğan  için zamanında  sabıka kaydından   dolayı   “artık  muhtar  bile olamaz”  denmişti  ve fakat  yasalar  aşıldı,  toplumun  istediği   yapıldı. Toplumun  vicdanı  bunu  kaldırmıyordu.  Doğru  olan da  buydu. Yasalar  toplum  içindir. Eğer  toplumun   içine  sindiremediği  bir  durum  varsa  yasalar  pekala  tekrar  gözden  geçirilip  değiştirilebilir. Her şey    farklı  dini  ve  etnik kesimlerde   bir  araya  gelmiş toplumumuzun  daha  adaletli  bir  şekilde  yaşamasına  yönelik  dizayn  edilmelidir.

Yorumlar