2012-04-04 00:00:00

Çocuğun yaşam hakkı mı, Annenin özerklik hakkı mı?

 
Anne karnındaki ceninin ne zaman ayrı bir canlı olarak kalacağı önemli bir tartışma konusu. Zigotun oluşumu ile birlikte canlılığın olduğunu düşünenlerin aksine  kürtajı savunanlar  ceninin fiziksel yaşamdan zihinsel yaşama geçmesiyle yani acıyı hissedebilecek sinir sisteminin gelişimi ile canlı, insan kabul edilebileceğini ileri sürüyor. Kürtajı savunanlar ceninin yaşam hakkının annenin kendisine tutunmaya çalışan bir şeyden kurtulma hakkı olan özerklik hakkından daha değersiz olduğunu, yarışan haklar kavramı gereğince annenin özerklik hakkının ceninin yaşam hakkından üstün olması gerektiğini iddia ediyorlar. Ayrıca hukuki olarak birey kabul etmenin ayrı bir canlı olarak temayüz etme olan 10. haftadan sonra olabileceği A.B.D mahkemelerinin  kararları ile  öne sürülüyor. 10 haftadan sonra annesinden bağımsız yaşayabilme kabiliyetinden dolayı bunun böyle olduğu ifade ediliyor. “Anne karnına düşen ceninin insan olacağı ne malum,  belki daha o anne karnına tutunamadan düşecek veya hasta bir çocuk olarak gelişimini ilerletecek o halde niye onu düşürme kararı almayalım” diyen anlayış o çocuğun ilk bölünmeden itibaren insan dışı bir canlıya dönüşmeyeceğini bilmiyor mu?

 
Oysa ceza kanununa baktığımız zaman hamile kadını öldüren kişiye hamilelik haftasına bakılmaksızın ağırlaştırıcı hükümler uygulanmaktadır. Yine miras hukukuna bakıldığı zaman ceninin anne karnına düşüşü itibariyle miras hukuku çalışmaktadır. Yani bir erkek cinsel ilişki sonucu bir bayanı hamile bıraktıktan sonra ölse bile ceninin oluşumu ve ardından çocuğun doğumu sonrası çocuk ölenin mirasçısı olmaktadır.
 
Hukuki kişilik oluşumun konusunu tekrar değerlendirirsek aslında zigotun oluşumu ve 8 hücre oluşumu ile solunumu başlayan bir canlı vardır karşımızda. Sinir sisteminin oluşumu konusu aslında çok belirlenemeyen değişken bir konudur. Bir öngörü üzerine hukuki karar verilemez. Ayrıca çocuğun şu andaki tıbbi gelişmelere göre 28. haftadan önce anne karnı dışında yaşatabilmek mümkün değildir. A.B.D mahkemesi 10. hafta sonrası anne karnı dışında yaşayabilir demişse ezbere bunu kabul etmek ülkemiz alışkanlıklarındandır.
 
Çocuğun ölümüne karar vermede devletin müdahalesinden önce kürtaj fiilinin bir canlıyı öldürmek olduğunda uzlaşmamız gerekir. Zigot oluşumundan sonra embriyo ve fetus  dönemlerine geçen hiç bir canlının “anne karnından beni çıkarın” demeyeceği aşikardır. Kürtaj konusunda annenin özerklik hakkı veya üremek istememe hakkını ön planda tutarsanız 4-6-2012 tarihli Taraf gazetesinde Serdar Kaya’nın A.D'deki bir tıbbi etik dergisinden örneğini verdiği gibi doğum sonrası kürtajın da olabileceğine karar verip doğum öncesi ve doğum sonrası kürtaj diye iki ayrı bölümde bir cinayeti meşrulaştıran bilim adamı isimli kişiler olabilirsiniz. Doğum sonrası 2. aya kadar olan istenmeyen çocukların öldürülebileceğini bir tıbbi etik dergisinde bilimsel makale olarak yazabilirsiniz. En temel hak olan yaşam hakkını ötelemek için annenin olan ve olabilecek tüm sorunlarını ön plana geçirebilirsiniz.
 
Kürtaj konusunda birey haklarına devletin karışamayacağını düşünerek bir hak savunusu yapabilirsiniz. Ancak devletin de toplumda insani ve vicdani olan istikametinde toplumu yönetme ve yönlendirme hakkı ve görevinin olduğunu da unutmayalım. Devletin el attığı her konuyu gayri insanileştirdiği ön yargısı nereden çıkıyor? “Hayat tarzımıza kimse karışmasın” yönündeki bu yöneliş verdiği kararda bir canlının hayat tarzına değil direkt hayatına kast ettiğinin farkında değil mi? Konuyu niye hemen bireyin özgürlüğü  merkezli bir tartışmaya hapsediyoruz, dini bir argümanın yaşam hakkına sahip olmasını istemeyebilirsiniz ancak üzerinde tartışılan canlının daha ilk andan itibaren ayrı bir canlı olma istikametinde oluşunu gözardı etmemelisiniz. Verilen karar hümanizmin çok değer verdiği birey haklarını en temelinden sarsan bir ölüm kararı değil mi?
 
“Tıbbi endikasyonlar varsa tabiiki kürtaj yaptırılabilir” kolaycılığı da hemen oluşabiliyor. Bir doktor olarak eksik tetkik ve tahlillerle hastalıklı çocuk tanısı konmuş bir çok vaka bilirim. “Hasta ve alınması gerekir”  denen birçok çocuğun sağlam doğduğunu çok müşahade etmişimdir. Bu önemli teşhisler tek bir doktorun inhisarında kalmamalı ve kürtajlar yapılacaksa da muayenehanelerde değil hastane ortamlarında yapılmalıdır. “Her hasta veya tecavüz mahsülü çocuğu  annesi aldırmak isteyecektir” ön yargısından kurtulalım. Belki tecavüz mahsülü olan çocukları anneler doğum sonrası devlet yetimhanelerine vermek isteyebilecektir.
 
Kürtaj tartışmalarında ilk önce ilkesel tartışmalar yapılmalıdır. Tıbbi ve hukuki yönleri ayrıntılı bir şekilde gözler önüne serilmelidir. Dinen olayın ne olduğu belirlenmelidir. Toplumda kadın erkek ilişkileri bayağı düzeylere inmişse kürtaj tartışmalarında toplumsal uzlaşı zordur. Doğum kontrol yöntemleri konusunda bilinç oluşturulmalıdır. Daha sonra farklı dinden ve anlayıştan olan kişilerin de tercih özgürlüğüne saygı duyulmalıdır. Ancak vicdan kriteri öncelikle tüm kişilere hissettirilmelidir. Ölümüne karar verilen canlının ilk hücre bölünmesinden itibaren insan olacağı bellidir ve karar bir bebeğin sevecenliği gözler önüne getirilerek verilmelidir.

Yorumlar