2015-01-11 00:00:00

Charlie Hebdo saldırısı, Avrupa'nın kalbinde yapılmış bir saldırı ve dine mesafeli bir laiklik anlayışının olduğu Fransa'da büyük bir şok oluşturdu. Bu şok dalga dalga yayılarak Batı'nın tüm ülkelerinde derin bir travma oluşturdu.

 
Bu olay sonrası ne olur? Avrupa'nın 11 Eylül'ü denen bu katliamla ilgili olarak dünya nereye sürükleniyor. Farklı dinden, ideolojiden insanlar nasıl mevzileşecek? Dünya daha kötü bir yer mi olacak, yoksa bu toplumsal yarılmayı aşabilecek miyiz?
 
Görüntü iyi değil, şu ana kadar olanlar daha kötü bir yere doğru gittiğimize dair karamsarlığımızı arttırıyor. İslamcılarımızın çoğu yine savunma, komplo, refleksine sarıldılar. Olayın failinin “derin, karanlık güçler” olduğu, “gündem saptırmak için yapıldığını” ileri sürerek dindarların zarar görmemesini sağlamaya çalışıyorlar. Bir kısmı da olayı sahiplenerek İslami kaynaklarda yeri olduğunu düşünerek başka yayın organlarına da tehdit yolluyorlar.
 
Laik kesimde ise yine bir başka telaş yaşanıyor ve “evet gerçekten İslam bu, bu İslam anlayışından uzaklaşalım, dine daha mesafeli olalım, bağnaz bir anlayışın neresiyle artık olabiliriz ki?” şeklinde bir tepki var. Saldırının Batı değerlerine yapıldığını düşünen, topyekün bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu düşünen bir kesim var. Bu da yanlış. 
 
 
Batı, İslam dünyasının ruh halini hiç önemsemiyor. Halihazırda hem nüfus olarak artan  hem de ezilmişliğin arttırdığı bir öfke patlaması yaşayan İslam dünyası var. Batı'daki öfkeli olanlara kalsa, İslam dünyasını topraklarından sürmek gerekecek, az gelişmiş bu mahlukları mümkünse hiç görmemek gerekecek, onlara yapılacak her türlü zulüm yerindedir, meşrudur. Bu mantığı biz 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan'a, Irak'a saldıran ABD'de gördük. Bu mantığın hiçbir işe yaramadığını, daha öfkeli bir tepkisellik ürettiğini, yeni şiddet örgütleri oluşturduğunu gördük. Demek ki şiddete karşı olan tepki, şiddetin nedenini, kaynağını bilmeden hareket ediyorsa ateşin üzerine benzin dökmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir. 
 
Bu saldırıyı sadece ve sadece düşünce özgürlüğüne yönelik olarak algılamak ve yansıtmak yanlış olur. Hakareti ifade özgürlüğü olarak görmek ifade özgürlüğünü katleder. İnsanlığın gelişimi, insanı insan yapan düşünceyi ifadenin önünün açılmasıyla olmuş ve olacaktır. Ancak sınırsız ifade özgürlüğü ve hakarete varan “tabuyu eleştiri isteği” ise   dünyayı  gelişime değil kaosa iter. Her iki kesim de diğerinin hassasiyetini anlayamıyor. Biri sınırsız ifade özgürlüğünü “olmazsa olmaz” görürken diğeri kutsala dokunmayı “hakaret” sayıyor.  İnançlar dünyasındakilerle, tabulara dokunma isteği konusunda sınırsız özgürlük isteyenlerin sınırları birbiriyle aynı olmuyor. Bu sınırların farklı din ve anlayışlara göre  farklı, flu olması bir realite, tahammül edilmesi, geliştirilmesi gereken olgudur ancak sınırsızlık isteği normaliteyle bağdaşmamaktadır.
 
Fransa Dışişleri Bakanı Laurernt Fabius'un Hz. Muhammed'i çıplak resmettikleri karikatür sonrası  Charb'a “ateşin üzerine benzin dökmek cidden mantıklı ve akılıca bir fikir mi” diye sorduğunu unutmayalım. Kendisini eleştirenlerin protesto gösterisinin yasaklanmasını ifade özgürlüğünün kısıtlanması olarak eleştirse de  Charb'ın kutsalı sınırsız eleştirmenin inciticiliğini anladığını düşünmüyorum.
 
Sınırsız özgürlük isteyenler Müslümanların buna boyun eğmesini beklerken yanılıyorlarsa, Müslümanlar da ancak yüzyıl sürecek iç muhasebelerini yapma ve kendilerini değiştirme, asla döndürme, dünyaya örnek olma  gereğini ön plana almadan hemen “İslamofobi” söyleminde yanılıyorlar. Karşılıklı birbirini anlamama, sonunda artan nefreti doğurur. Hiç kimsenin kesinlikle yanlış da olsa çizdiğiyle  ölümü hak etmeyeceği ve ifadenin hakaret sınırını geçmeden beyan edilmesi konusunda farklı toplum kesimleri mutabık kalsa ilk adımı atacağız aslında.
 
Batı'nın ve İslam'a pek sıcak bakmayan aydınlarımızın  İslamofobiyi de   gündeme getiren her dindarı  IŞİD'çi katillerle aynı kefeye koyması büyük hatadır. Batı, yaptığı çifte standartlara yönelik haklı itirazların muhasebesini yapmadıkça kısır döngüyü bozamayacaktır. İki dünya arasındaki uçurum ve nefret artacaktır. Dindarlar da kendi özeleştirilerini hiçbir komplekse kapılmadan yapabilmeliler. Bazıları dindarların İslami geleneği tartışmasını bile “İslam'ı temize çıkarma” olarak görürken, bazı dindarlar da bunu kompleks sanıyor
 
Karşılıklı birbirimizi anlamadığımız müddetçe nefret ve kavganın artışı kaçınılmaz. CNN TÜRK tv'de Şirin Payzın'ın programında bunları anlatmaya çalıştıkça bazı konukların Batı'nın ve İslam'ın sorunlarını beraber konuşma gayretini “klasik Müslüman savunmacılığı” olarak gösterme gayreti, toptancılık hastalıkları umut kırıcıdır. İstemesem de gelecekteki  dünyanın bundan sonra daha karamsar bir yer olacağı yüksek bir ihtimal dairesindedir.
 
Biraz da Hasan Cemal'in dünkü önemli yazısına atıf yapayım. Şu an Frantz Fanon'u haklı bulan Müslüman dünyanın öfkeli gençlerini söylediklerimizle daha mı radikalleştirelim yoksa olgun ve kuşbakışı tarafsız değerlendirmelerle dünyayı uçurumun kenarından biz mi alalım?, mesele budur. Entellektüllerimizin bu bilinç ve soğukkanlılık içerisinde olması gerekir. Bu ikilemi  tespite bile “savunmacı İslam” dersek bu sorunu hiç anlayamayız. Entellektüellerimiz, kendi dönüşümlerini hatırlayıp güncel durum için aceleci olmayan  daha derin analizler yapmalılar. Aslında mesele her iki tarafın ideoloji farkında değil, kutuplaşma isteyenleriyle istemeyenleri arasında. Öfkeden kurtulup bu kurtuluş reçetesini herkes bir görebilse… Liderlerin yaptığından ziyade aydınların toplumu dönüştürme gücünün yüksek olduğunu dünya tarihine bakarak  hiç unutmayalım ve umudu koruyalım.

Yorumlar