2013-09-12 21:39:40

İslamcılığı doğru açıdan tartışmak-3

“İslamcılık devletleşti ve imtihanı kaybetti, İslamcı olarak iktidar hülyasına girilmemelidir o zaman” diye düşünenler var. İslamcılığa dışarıdan bakanların tercih ettiği bu bakış açısının tersine İslamcı olunmadığı için iktidar hırsının oluştuğu ve yozlaşmanın olduğuna dair bir savunu var. Ali Bulaç’ın öncülük ettiği bu iddia dindarların ahlaki ilkeleri öncelemekten vazgeçemeyeceğini önceliyor. Mahçupyan ise dindar kimliğin özellikle ön plana çıkarılarak yapılan iktidar mücadelesinin sonucunda yapılan insani hataların aslında dine zarar verdiğini belirtmektedir. Mahcupyan dindarlara “dini özel hayatın parçası olarak yeniden tanımlamalarını ve böylece siyaseti de özgürleştirmelerini” tavsiye ediyor. Dindarların bu tehlikeden korunmak için iktidar yürüyüşlerinde dindar kimliklerini ikinci plana alan, özellikle öne çıkartmayan bir tavra girmelerini tavsiye ediyor.

Mahcupyan “dinin siyasallaşması kaçınılmaz olarak bu tür sonuçlar üretir…… İslamcılığın bizzat 'içinde' bir sekülerleşme eğilimi var ve dinin siyasallaşması kaçınılmaz olarak bu tür sonuçlar üretir. Başlığa dönersek 'seküler İslamcılık' kulağa garip gelse de, İslamcılığın sekülerleşmesi yaşamakta olduğumuz bir dinamiğe karşılık gelmekte.” demekte . Mahcupyan’ın iddiasını islam’ın en başından beri var olan iktidar ilişkileri açısından incelemek gerekecek.
 
Siyasal alanda dini görünümlerin olması adaletin tecellisine engel mi olacak, Yoksa temel ilkelerin esas alınarak uygulanması siyasi alanda güvenin oturmasını mı sağlayacak?sorusuna cevap arayalım.
 
İktidar mücadelesi yapmak için ortaya çıkmayan ama fiilleri ile iktidardan başka ortada aday bırakmayan peygamberin hayatından kesitler alarak bu tespitleri tahlil edelim. Her ne kadar İslamcılığın ortaya çıkışı 19. Yüzyıla dayandırılsa da din yönetim ilişkileri açısından baktığınızda islam’ın ilk çıkışı İslamcılıkla ilgili tartışılan noktaları aydınlatır.
 
Peygamber ve ondan sonra gelen halifeler yönetimde kuru bir İslami görüntü tercihi karşısında evrensel ilkeleri esas alan bir duruş sergilenmesi konusunda örnek uygulamalar yapmıştır. Bu tercihlerinde adaletten başka bir yönelişte bulunmamışlardır. Peygamber efendimiz eğitiminde ve önüne gelen kişilerin meselelerinin hallinde önemli olanın şekil değil ruh olduğunu, dışa yansıyan görüntüler yerine evrensel ilkelerin hazmedilmesinin altını çizmiştir. Müslüman olmasa da yargılanan kişilerden haklı olanı tercih etmiştir. Bir başka defa savaş meydanında çok cesur bir şekilde savaşan kimsenin ölümü üzerine yorum yapmıştır. Şehit olduğu sanılan kişinin “ne kahraman, cesur kişi imiş” densin diye korkusuzca çarpıştığını duyunca o kişinin şehit olmadığını belirtmiştir. Görüntüden önce ruha nüfuz etmiş bir ahlaki tutarlılığa vurgu yapmıştır. Halife seçildiğinde sabah namazını kıldıran Hz. Ebubekir (ra) tıkılım tıklım dolu olan Mescid-i Şerift’e ayağa kalktı ve şöyle konuştu: “Ey İnsanlar! Ben işlerinizi yapmak üzere sizler tarafından seçilmiş bulunuyorum. Ben sizin en hayırlınız değilim. Vallahi bu işi ne şimdiye kadar düşündüm ve ne de böyle bir isteğim oldu. Hiç istemediğim ve arzu etmediğimi bir vazife bana sizler tarafından verilmiş bulunmaktadır. Bundan sonra; ey Allah'ın Kulları! Şayet iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Fenalık yapacak olursam bana yol gösteriniz. Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Şayet Allah’a ve Resulüne itaat etmezsem, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez. Doğruluk emânettir; yalancılık ihanettir. Bundan sonra Allah'ın izniyle içinizde en zayıfınız hakkı alınıncaya kadar katımda en güçlünüz olacak, en güçlünüz de üzerine geçirdiği hakkı kendisinden alınana kadar katımda en zayıfınız bulunacaktır.” demişti. Hz. Ömer ‘e “nasıl bu kadar adaletlisin” diye sorduklarında “Önderim Resululah’ı ben hep adalet kriteri ile hareket ederken gördüm, o adil olmasaydı biz de olmazdık biz onu taklit ettik” derdi. Yine Hz. Ömer “Adalet mülkün temelidir” demiştir. Büyük İslam alimi, İbn’i Teymiyye ise “Devlet küfürle değil zulümle yıkılır” diyerek yönetimde yanıltıcı görünümlerin değil, evrensel ilkelerin esas olması gerektiğine vurgu yapmıştır.
 
Dindarın siyaset içinde yer almasının kendi kimliğini kenara, özele taşımasıyla başarılı olacağını vurgulayan Mahcupyan’a tarihi örnekleri tetkik etmesini tavsiye ediyoruz. Müslüman görüntüsünün adalet ve siyasette tarafgirliği doğurabileceğini söyleyebilirsiniz ama tarihi örnekleri iyi incelemelisiniz. Mahcupyan’ın bahsettiği “müslümanların siyaseti de özgürleştirmeleri” gerekliliğini kimliğini koruyarak ve adil tavırlarıyla andıklarımız ve onların benzerleri yapmıştır , yapacaktır. Siyasetin dünyevileşme ile hemen karşılaşacağı bellidir ama adalet kriterlerine yapılmış olan vurgular dikkat çekicidir. Güç makamı olan siyaset , iktidar herkes için yozlaşma konusunda bir imtihandır. İslamcılık da ağır bir imtihandadır, müntesiplerinin samimiyeti ve çalışkanlığı ölçüsünde bunu kazanabilecektir.
 
Ali Bulaç, Arap baharından güç alarak İslamcılığın en güçlü dönemini yaşadığını iddia ediyor ama Arap baharındaki ayaklanmaların fitilinin İslamcı yapılar tarafından ateşlenmediğini ıskalıyor. Mısır’da 1 hafta bekleyip “ayaklanmalara katılsak mı?” diye bekleyen İhvan hareketi aslında toplumsal uyanışın, taleplerin gerisindeydi. Ancak yıllardır kemikleşmiş güçlü bir muhalefet temsilcisi oldukları için seçimlerde diğer yapıları kıl payı ile de olsa geride bıraktılar. Bu İslamcılar için bitmiş bir başarı değil daha yeni başlayacak bir sınavdır. Toplumun farklı kesimlerinin isteklerine adalet eksenli bir anlayışla mı yaklaşacaklar, Yoksa dindar görünümleri önceleyen sığ, çağı okuyamayan çözümler mi sunacaklar? Türkiye’deki olumsuz gidişattan sonra Mısır’da iyi bir imtihan verilebileceği konusunda ciddi şüphelerim var. Sadece dini görünümün sorunları çözen sihirli bir formül olmadığını bazen bir ateistten esaslı bir ahlak dersi alabileceğimizi unutmayalım. Evrensel ahlak ölçüleri siyasi rekabetçiliğimizin, hayalci özlemlerimizin üzerinde olmalıdır. Ali Bulaç ilkönce İslamcı telakkiyi sorgulamalıdır. “Bizden ise sorun yoktur” anlayışı olduğu müddetçe istediğiniz kadar yeni iktidarlara gelin , başarısızlıktan kurtulamazsınız. Türkiye’de islamcılar bayağı bir sermayeden yediler. Toplum bunu halen kaldırıyor ancak adaletten uzak bir yozlaşma belirginleşince islamcıların yönetimini ilk önce dindarlar tarihte olduğu gibi kolayca yıkar.
 

Yorumlar