2013-11-11 00:00:00
Üsame bin Ladin’in ölümü İslam dünyası üzerine olan sosyolojik tartışmaları hızlandırdı? Şimdi ne olacak? Ladin’in ölümü neye yol açacak? Bundan sonra El Kaide vb örgütler kuvvetlenecek mi, zayıflayacak mı?
Batılı güçlü ülkelerin İslam dünyası ile ilgili bakış açıları herkesin malumu. Yüzyıllarca Afrika’yı sömürmüş olan batılı ülkeler Osmanlı’nın yıkılışı ile boşlukta kalan İslam ülkelerini yağmalamakla kalmayıp kuklalarını da yerleştirmişti. Biriken öfke sonunda radikalleşen İslami grupların varlığı ile patlamaya dönmüş ve önemli olaylar yaşanmıştı. Afganistan’ın işgali ile yutulduğu sanılan bu topraklar İslam ülkelerinin dört bir tarafından gelen genç direnişçilerin evi olmuştu.
Üsame bin Ladin memleketi Suudi Arabistan’dan büyük bir serveti terk ederek Afganistan’a gitmişti. Ama Ruslara karşı başlatılan bu direniş zamanla öfke ve tepkiselikle çok yanlış bir tarza bürünüyordu. Bir zulmü ortadan kaldırayım derken başka bir zulüm işleyen bir yapı oluşuyordu. Emperyalizme karşı savaşayım derken intihar eylemleri ile aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu topluluklar katlediliyordu. Selefi meşrep bir anlayıştan kaynaklanan bu yapı yaptığının İslam olduğuna inanıyordu. Oysa Kur’an’ın ruhu böyle bir anlayışa onay vermediği gibi Hz. Peygamber’den de böyle bir harekete fetva bulmak mümkün değildir. Hayatından fedakarlık belki dikkat ekici bir konudur ama işi öfke ve tepkisellik zemininde yükseltmek, islam’a uymayan filler icat etmek kabul edilemez bir tarzdır. Asrı Saadet sonrası döneme ortaya çıkan ve yanlış bulduklarına müdahale etmeye çalışan bedevi çöl insanı kaynaklı Hariciler akımı da iyi niyet ile hareket ettiğini söyleyerek birçok gayriinsani ve gayriislami fiile imza atmışlar ve sonunda kaybolup gitmişlerdi. Zira tepkisellikle hareketin kalıcılığı olamaz.
Batılı güçlerin gayriinsani tavırları bitmiş değildir. Hatta bu baskında ne kadar kanunsuzluk yaptıklarını bilmiyoruz. Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu bu eve bir orduya saldırır gibi saldırdıklarını görüyoruz. Her zamanki insan hayatını hiçe saymalarını bir buldozer dozu ile katliam yaptıklarını anlıyoruz. Öldürülen hakikaten Üsame’midir bilemiyoruz. Eğer o ise cesedinin fotosunun niye medyaya verilmediğini bilemiyoruz. Ama kim olursa olsun bir cenazenin tutulup denize atılma tavrının da çok kaba ve insanlık dış bir vandalizmin sonucu olduğunu biliyoruz. Amerika’lılar çocuklara öğrettikleri oyunlarda da “vur, öldür, imha et” anlayışından hareket ettiler, ülkelerindeki insanlara da adli vakalarda aynı gayriinsanilikle yaklaştılar, işgal ettikleri tüm topraklarda da aynısını hep devam ettirdiler. “Bu 3. dünya ülkeleri niye bizden bu kadar nefret ediyor? diye soruyorlar. Bu kadar insanlık dışı yaklaşımın insan hakları alanındaki iki yüzlülüğün Filistin’deki arsızlığın, alçaklık ve katliamların tepkisiz kalacağını nasıl düşünebiliyorlar. Ama bu haksızlıklara karşı çıkarken de gayri islami bir tepkiselliğe düşmenin de İslami açıdan savunulabilecek hiç bir yönü yoktur. Kur’an zerre miktarı kötülüğün hesabının sorulacağını belirtirken “öfke duyduğunuz bir kavme olan kininiz izi adaletsizliğe sevk etmesin” (Maide 8) demiştir. Hz. Muhammed ise savaşlarda sivillere zarar gelmemesini öğütlemekle kalmamış, ağaçların bile korunması için büyük bir hassasiyet göstermiştir. Böyle bir anlayış dev intihar eylemlerine, 11 Eylül’e nasıl fetva verebilir?
11 Eylül ve sonrası saldırılar batıdaki halkın arasında İslamofobi doğurmaktan başka bir işe yaramadı. Zalimce bir anlayış ile yönetilen devlet ile halkı birbirinden ayırt etmek gerekir. İslam dünyasındaki işgal ve zalimliklere karşı çıkarken büyük bir hata yaparak batıda da İslam’dan korkuya neden olan bir tepkiselliğe sapılmamalıydı. Bunun kabul edilebilecek bir yanı yoktur. Hatta bir zulmü ortadan kaldırırken ayrı bir zulüm işlemenin faturası aslında daha büyük olabilir. 11 Eylül’den sonra hiç hayırlı işler olmadı. Afganistan ve Irak’ın işgaline batı kamuoyunda onay çıkarılmış oldu. Milyonu aşan masum sivilin ölümü olayı tepkisellik düzleminde değerlendirmenin ne kadar yanlış olacağını gösteriyor.
Bir cenazeyi denize atmanın İslam dünyasında ne kadar nahoş karşılanacağını bilmeyen, anlamak istemeyen bir anlayış var. Üsame’yi öldürsen ne fark eder? bir cesede saygısı bu olan yeryüzüne adalet ve huzur getirebilir mi? Zaten böyle bir dertleri yok, onlar hakimiyet alanlarını genişletmekten başkasını düşünmez deniyorsa ve bu gerçekse o zaman yeni Üsame’lerin çıkması kaçınılmazdır. Yeni Üsame’lerin çıkmasını ise açgözlü batı umursamamaktadır. Olan siviller olmakta , insan hakları diyenlerin eli zayıflamaktadır. Zira adalet, hak düzleminde olayı değerlendirmeye çalışırken vandalizmin mağduru oluyor, öfke ve tepkiselliğin hafifsemesi ile karşılaşıyorsunuz. Ama doğru olan adalet ve hak üzerinde durmaktır. Zaman da bunun şahididir. Kimsenin İslam’ı bir şiddet dini olarak gösterme hakkı yoktur. Size olan saldırılara karşı savunma hakkınız vardır. Ama bu İslam’ın ve insan hakları anlayışının kabul etmeyeceği bir tarza evrilirse savunulacak bir hali kalmaz.
Bin Ladin’in ölümünden sonra duygusallığa kapılıp onun açtığı çığırı, yanlışını görmemek ve göstermemek, yaptığı fiilleri savunmak doğru değildir. Bir insan hayatta iken de öldüğünde de adaletle değerlendirilmelidir. Onun hayatından fedakarlık etmesi yaptığı yanlışlıkları görmemizi engellemez. Batı’nın yaptığı ve yapacağı katliamları görmemizi de engellemez. Adalet penceresinden olayları değerlendirmek zordur ama kesin ve kalıcı doğru olan metod budur.
Yorumlar