2013-11-11 00:00:00
Meclis’e girmeme veya yemin etmeme tavrı şüphesiz haftanın en önemli konusu. Seçimler sonucu halkın iradesi az çok meclis’e yansımıştı ama var olan hukuki sorunlar yüzünden daha ilk günden sorunlu bir başlangıç yaşandı.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere yasanın vekil seçilebilme kriterleri üzerinde değişiklik yapmadan bu konulara kalıcı ve adil çözümler bulmanız kamu vicdanına uygun düşmez. Yüz kızartıcı suçlar dışında engelleyici tutukluluk ve hükümlülük halleri hafifletilmelidir. Düşünce suçu(!) nedeniyle mahkumiyetlerden dolayı kişilerin temsil haklarının elinden alınması doğru değildir.
Yeni anayasa umutları ile başlayan Meclis eğer bu tartışmalarla ilerleyecekse hiçbir şey yapamayacaktır. Bu konuda sorumluluğun en büyüğü Başbakan’a düşmektedir. Yeni anayasanın kişi hak ve özgürlüklerine daha çok sahip çıkmasını istiyorsa yapıcı ve uzlaşmacı bir yol izlemelidir. “Yasalar ne diyorsa o uygulanır” denirse Türkiye yol alamaz. Zira cari yasaların nasıl insan hakları ihlalleri yaptığını yakından bilenlerdeniz. “Her tutuklu veya hükümlü halkın seçim iradesi karşısında vekil olabilsin” demiyorum. Ancak Tayip Erdoğan bir şiir okuduğu için başına neler geldiğini bildiği için daha hassas davranmalı diyorum. Zira şiddet içeriyor vb. şeklinde dönemin hukukçusunun ‘vur’ up ‘al’ arak ‘savaş’ verdiği bir karar ile siyaset yapması engellenmek istenmişti. Bu karar zorlama bir karar olduğu ve kamu vicdanı tarafından reddedildiği için engeller kaldırılmış ve onun uzun süre Türkiye’nin başbakanlığını yapma hakkı gasp edilmemişti.
Tayyip Erdoğan eğer yeni bir anayasayı hep beraber yapmak istiyorsa kendi başına gelenin başkasının başına gelmesine razı olmadığını açıkça beyan etmelidir. Tartışılan kişilerin vekilliğinin önündeki engellerin kaldırılacağı ama yargılamalarının da devam edeceği bir formül bulunmalıdır Sonuçta hukuku oluşturan da siyasetçiyi temsil amacıyla Meclis’e gönderen de halktır. Demokraside halkın iradesi en üstün olan ise seçim sonuçlarına dikkat edilmelidir. Aslında kesin çözüm seçilebilme ehliyeti önündeki engellerin azaltılmasıdır.
Aslında bu tartışma yıllardır her toplantıda “Ak Parti dokunulmazlıkları kaldırmak istemiyor” diyen CHP’nin maskesini düşürdü. Yıllardır güya milletin vekillerinin ayrıcalıklı olamayacağını ileri sürüp, popülizm yaparak oy devşirmeye çalışan CHP sonunda samimiyetsizliğini kendi eliyle ortaya koydu. Yıllardır “bizden başkası dokunulmazlıkları kaldıramaz” diyen CHP’lilerin bu halinin “yalancının mumu yatsıysa kadar yanar” atasözüne ne kadar uygun olduğunu gördük. CHP aslında yıllardır “dokunulmazlık kaldırılsın” diyerek askeri vesayetin, vekillerin tepesinde demoklesin kılıcı gibi durması özlemini dile getiriyordu. Şimdi ise dokunulmazlığa sığınarak darbe hazırlama suçu ile tutuklu vekillerini kurtarmanın peşine düştü. Dünya böyledir işte… haksızlığınız, adaletsizliğiniz, samimiyetsizliğiniz bir gün kendi eliniz ile ortaya çıkar ve yüzünüze vurulur.
Yeni bir anayasa yapma hedef ise ve Kürt sorunu konusunda çözüm yollarını zorlamak hedef ise Ak Parti işi yokuşa sürmemelidir. BDP’yi yalnızlaştırarak ta dışlayarak ta bu işler çözülmüyor. % 10 barajı olmasa çok daha yüksek oy çıkaracak bir parti ile uzlaşma yolu bulunmalı ki adımlar atılabilsin. “Boykot ederse etsin, yemin etmezse etmesin” tavrı içine girilirse askerlerin dün bazı siyasetçilere yaptıkları zorbalık yüzünden başına gelenlerin bugün siyasetçilere zorluk çıkarmaları yüzünden iktidardakiler için ilerde mahcubiyet oluşturabileceği hatırlanmalıdır.
AK Parti statükoya karşı durduğu için oy aldı, alıyor. “Yasa ne derse o olur” denirse bu statükocunun temsilcisi olunduğunu veya bu yolda olunduğunu gösterir. Yasalarla bol bol insan hakları ihlali yapılan bir ülkede bu söylem, hakkaniyete uymaz. Böyle bir tavır geçici fayda sağlasa bile kalıcı zarar getirir.
Yorumlar