2016-04-22 00:00:00

..


….

Türkiye'nin ve dünyanın geleceği için iyimser olmaya neden olacak fazla veri yok. Aksine Huntington'un medeniyetler çatışması tezinin gerçekleşmesi ihtimaline yönelik verilerde artış var. Dünyaya bizden sonrakilere mamuriyeti bozulmamış bir dünya, kan dökmekten başka uğraşı olmayan topluluklar bırakmamak için ne yapmamız gerektiği sorusu her geçen gün daha büyük önem arz ediyor. 

“Türkiye ve Ortadoğu'daki mezhep çekişmeleri” denildiği zaman kast edilenlerin coğrafi ve sosyolojik ortak paydası İslam dinidir. Dini dünyadaki çatışma, çevresinde kendisinden olmayanı da etkiliyor. 

Sorunların İslam dünyasında çıkmışlığının nedeni olarak İslam'ı suçlu ilan etmek bir kolaycılık hastalığıdır. Din adına konuşacaksak dini, marksizm adına konuşacaksak marksizmi çok iyi bilmemiz gerekir. Dinler insanlığa bozulan ahlak anlayışlarını düzeltmek , adaletli bir toplumsal düzen sağlamak için Allah tarafından  binlerce yıldır peygamberler aracılığıyla insanlara gönderilmiştir. Her peygamber yaratılışının doğurduğu farklı özelliklerle anlatsa da insanlığa adaleti, kula kul olmamayı, özgürlüğü, hakkı, hukuku tebliğ etmiştir. Hz. Musa ezilenlerin kurtarıcısı, Hz. İsa bir bir merhamet devrimcisi, Hz. Muhammed ise yumuşak huyunun da katkı sağladığı bir barışçı önder idi. Bu peygamberlerin tebliğ ettiği anlayıştan IŞİD gibi bir canavarın nasıl çıktığı sorusunu cevaplamak sorumluluğu, en başta Müslüman düşünürlerdedir.

Sorunların müsebbibi olarak yaftalayıcı ve kolaycı bir anlayışa sapmak doğru değildir. Egemenlik isteği tarihte her türlü kılığa girerek tahtını korumaya çalışmıştır. Bu, bazen ırk, bazen din, bazen ideoloji olmuştur. Önemli olan mağdurların sorunların teşhisinde bu ince farkı fark edebilmesidir. Genellikle çoğunluk azınlığı ezmiştir.  Mesele azınlık veya  çoğunluk olmak değildir, azınlık da çoğunluk da olunsa eşit ve adil bir hukukun geçerliliğini savunmaktır. Azınlık olunması dolayısıyla yaşanan mağduriyet ve sıfatlar, kimliklere yapışan sıfatlar olmamalıdır.  Bu çoğunluk için de geçerlidir. Gücü ele geçirenin zulmettiği realitesini gördüğümüz zaman kimliklere sıfatların yapışıp kalmaması gerektiğini de anlarız.

İslam dünyasında dini ve mezhepsel yıkıcılığın sembolü haline gelmiş IŞİD olgusunu irdelemek gerekir. IŞİD sadece günümüze has bir vakıa değildir. İslam'ın ilk yıllarında Hariciler adıyla çıkmış lümpen kültürün ürettiği bir kısırlığın, yozluğun adıdır. Bu sadece IŞİD'e özgü bir hastalık değildir ve bu hastalığı engellemek Müslüman düşünürlerin ilk görevidir. Çıktığı ilk günden derin kavrayış sahibi Müslümanların muhalifi olmuş, Hz. Ali  ile mücadele etme bahtsızlığına uğramış Haricilerin günümüz temsilcilerinin dinin gerçek temsilcisi olduğunu ileri sürmek büyük bir talihsizliktir. Savaş ayetlerini savaş anına tahsis etmeyerek genele tahsis etmek de dar, haksız ve yanlı bir bakış açısının ürünüdür. 

İslam “ayrımcılık” yerine “adaleti”, “savaş” yerine “barışı” tercih etmiştir. Kur'an ve Hz Muhammed'in hayatı bunun örnekleriyle doludur. Hz. Ömer herkesin kavmiyle övündüğü bir toplulukta Farisi ırkından olan Salman'ın utanacağını anlayınca “ben İslam oğlu Ömer'im”, yani “farklılıklarımız, üstünlük vesilesi değildir” demiştir. Peygamber, mescide küçük abdestini yapan farklı dinden bir kişiyi hemen öldürmeye çalışanları durdurmuş ve güzel anlatımı ortamı tersine çevirmiştir: Peygamber, Hudeybiye'deki barış kararıyla arkadaşlarını şaşırtmışsa da sonradan haklı olduğu anlaşılmıştır. O, Mekke fethinde de rakiplerini ezip geçmeyi değil, gönülleri fethetmeyi tercih etmişti.

İslam ve Müslümanlar ayrımını çok iyi yapmak zorundayız. Müslümanın her yaptığı İslam değildir. Her insanın bilgi hazinesi, anladığı ve aklettiği derece ayrıdır. Bu, dini anlayışa da yansır. Dine karşıt veya dine dayanarak birbirine ateş püsküren kutuplaşmış anlayışlar, anlaşmazlığı, tehlikeyi, kaosu, mücadeleyi artırmaktan başkasına yaramaz. 

 .

Hatay'a gelirken uçaktan Antakya'ya ve yemyeşil, verimli Amik ovasına bakarak buraların  Suriye'nin mahvolmuş şehirlerine dönme ihtimalini düşünerek endişelendim. içinde bulunduğumuz kötü gidişatı değiştirecek hamleleri yapma eksikliğimiz endişemi kuvvetlendiriyordu. Kutuplaşan anlayışların devamı, birbirini anlamamayı, tahrip etmeyi ve yeryüzünde fesadın artmasını hatırlatıyordu. 

.

Her farklı kesim hakkaniyet, iyilik ve adalet ortak paydasında birleşmedikçe kurtuluşumuz gerçekleşmeyecektir. Bizden çok farklı olsa da doğru iş yapanı takdir etme refleksimiz,  bizler için kurtuluş reçetesi olacaktır. Papa'nın toplumundaki faşist anlayışlarcadışlanmaması ve insani muamele görmesi için mültecilerin ayaklarını yıkama ritüelini takdir etmek, ortak paydadaki adaletin gereğidir. Bunu yaptığımız için “emperyalist batının oyuncağı”, “sömürgeci Avrupa'nın kandırdığı” ithamlarına maruz kalmak ise daha ne kadar almamız gereken ortak yol olduğunu gösteriyor. Bu tavrımızı eleştirmek yerine bu erdemli tavrı Diyanet'ten, hocalarımızdan, Alevi dedelerimizden, tarikat şeyhlerimizden de beklemek daha doğrudur. Ön yargı ve ön kabul kabuklarımızı kıramadığımız müddetçe ortak iyiyi yakalamamız kolay değildir.

İslam dünyasında şu an çeşitli adlarla faşizm varsa bunları tarihsel birikimdeki tortuların varlığı, yerleşik düzenlerin sorgulanmaması gerçeği nedeniyle görmeli, teşhis etmeli ama  kabullenmemeliyiz. Bu ayrık otlarını ayıklamaktan başkasını yapmamalıyız. Yerleşik zor değişen sosyolojinin yeterli değişim göstermemesini dine bağlamak yanlış bir teşhistir. 

.

Yapmamız gereken iyice artmış karamsarlığa karşı daha kötü bir dünya oluşmaması için ne yapmamız gerektiğine odaklanmaktır. Suriye ve Irak'ın perişan halinin gerçekleşme ihtimali,  Türkiye için şu an çok yüksek bir ihtimal olmasa da tehditleri umursamama hastalığı komşularımızdaki felaketi başımıza getirebilecektir. İçice geçmiş toplumsal yapının sağlamlığı yüzünden bir iç savaş ihtimalinin zayıflığına güvenerek toplumsal sinir uçlarını hoyratça zorlamak statükonun olumsuzluğa evrilmesiyle sonuçlanır. Suriye ve Irak'ta zorbalıkla bir arada tutulan toplumsal birlikteliğe karşın ülkemizde sorunlar olsa da  daha doğal birliktelik vardır. Bu doğallığı ayrılıkları körükleyerek daha fazla zorlamamak, aksine hukuki normalite asliyetine dönüştürmek gerektiği ortadadır.

 @gergerliogluof

Yorumlar