2012-08-04 00:00:00

İslam’ın bağrından çıkmış bir akım;İslamcılık

 

İslamcılık tarışmalarını devam ettiren Etyen Mahcupyan “İslam, iktidar sahibi Müslümanlar sayesindeİslamcıların elinden 'kaçırıldı'” iddiasında bulunuyor. Ama İslamcılar kim kaçırırsa kaçırırsın hakikatin aydınlanmasının peşindedir ve bunu başaracak kuvvetli azimleri olduğu müddetçe bunu kendi lehlerine çevirmeyi başarabileceklerdir.

Mahcupyan ayrıca “Müslümanlar sekülerleşiyor ve bu da İslamcılığın cemaat içi otoritesini kaybetmesi anlamına geliyor” demekte bu da önemli bir iddia ve bireyselleşmenin İslamcılığı bitireceği zannına dayanmaktadır ama hatalıdır. Bireyselleşme kendini daha iyi ifade edecek bir özgürleşmeye dönüşmüşse bunun İslamcılığa aykırı olacağını kimse iddia edemez.

Mahcupyan devam ile “İslamcıların anlaması gerek ki, artık 'elimizdeki' Müslümanlar bu ve onların kendilerini dindar kalarak değiştirme dürtüsünü durdurmak zor. Bu durumda sekülerleşmeye ve modern olana karşı çıkmanın bizzat Müslümanlara karşıolmak gibi algılanabileceğini idrak etmekte yarar var” diyor. Mahcupyan’ın anlamakta zorlandığı husus İslamcılığın bireye rağmen gelişen üsttenci bir ideoloji olmadığıdır. Önemli bir İslamcı olan Bediüzzeman Said’i Nursi’nin toplum tarafından kucaklandığını ve sekülerleşme arttıkça bu halin daha da arttığınıkaçırıyor örneğin. Cemaat içiotoritenin kaybolması İslamcılar için önemli bir kayıp değil zaten. Cemaatlerin totaliter disiplinlerinden kurtulan bireyler daha özgür seçimler yapabilir tabiiki ama buİslamcıların istemediği yönde olacak diye bir şartı dayatmaz.

Mahcupyan dünyevileşen, sekülerleşen Müslümanın İslamcıların elinden kaçtığınıdüşünüyor. Aksine İslamcılar bunu bir bozulma olarak görmüyorlar. Cemaat içi otoritenin kaybolması cemaatin veya geleneğin kaybı anlamına gelir, İslam’ın değil.

Türköne ise Zaman gazetesindeki son yazısında İslamcılık hakkındaki ithamlarını daha da ağırlaştırarak onun adeta bir dış mihrak olduğunu hasmane bir üslupla iddia ediyor. “İslâmcılık, İslâm toplumlarının tarihî geleneğine,İslâm anlayışına ve barış içinde bir arada yaşama tecrübesine aykırı; hakikati temellük iddiası olan totaliter bir ideoloji olduğu için rekabet ve düşmanlık üreten bir ideolojidir.”..

“Siyasî mücadele aracı olarak kullanıldığı zaman inanç, birleştiren, bütünleştiren ve barış getiren bir güç olmaktan çıkıp yakan, yıkan, düşmanlık üreten bir bağnazlığa dönüşür.”

İslam tarihinin ilk yıllarından itibaren islam toplumlarında dini yorumlamalardan kaynaklanan siyasi mücadeleler yaşanmıştır. Hz. Ali Muaviye arası mücadele, Haricilerin ayetleri yorumlamalarıyla oluşan iç karışıklıklar yaşanmıştır. Fakat bu dini kullanmaktan, istismar aracı görmekten dolayı değil insani, tabii bir farklıyorumlama tavrından dolayı oluşmuştur. Zaten din gökte yaşanan, ruhani hayata teslim edilen bir dünya görüşü olmadığından bu dünyanın anlayışı olduğu için bu anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bu da çok garip değildir. İnsanları her konuda aynıyerde tutmanız çok zordur. Bunu dini siyasete dahil etmenin kötülüğü gibi yansıtmanın haklılık payı yoktur öyle veya böyle din hayata bir şekilde biçim vermeye devam edecektir.

İslamcılığın Osmanlı’yı bir arada tutmak için icat edildiğini savunmak ise güneşi balçıkla sıvamaktır. Said’i Nursi , Seyyid Kutup , Mevdudi, Hasan El Benna islam’ın herhangi bir ülkenin bir arada tutulmasıiçin uydurulan bir ideoloji olmadığının en açık tasdikçileridir. Zira kendileri sık sık “vatan haini” vb. sıfatlarla tahkir edilmeye çalışılmış ve toprak veırk kimlikçiliğini şiddetle eleştirmiştir.

“Hiç iktidarda olduğu halde İslâmcı olduğunu iddia eden bir tecrübeye tesadüf ettiniz mi?” Diye soran Türköne’ye hakimiyeti elinde bulunduran İran devleti’nin yöneticilerin yıllardır hangi iddiada bulunduğunu bir hatırlamasını tavsiye ediyoruz. İslamcılık sadece bir muhalefet ideolojisi değildir islam’ın yaşanan çağın idrakine nasıl cevap vermesini cevaplamaya çalışan bir anlayıştır.

 

Zaman gazetesinde 19 Ağustos tarihli yorum makalesiyle tartışmaya katılan Sambur ise İslamcılık hakkında oldukça ağır ve tahkir edici ifadeler kullanmaktadır. Sambur’un aksine İslamcıların herkes İslamcı olsun diye bir dayatması yoktur.

“İslamistlerin, İslam'ı 'tamamlanmış bir din' olarak değil de 'bütüncül bir dünya görüşü' olarak tanımlamalarının arkasında insan hayatınıkontrol ve yönetme amacını din adına meşrulaştırma arzusu bulunmaktadır” diyen Sambur’a“dinde zorlama yoktur” ayetini hatırlatırız. Bu ayetin İslamcılar arasında her geçen gün aslına uygun olarak daha özgürlükçü bir şekilde yorumlandığınıgörüyoruz. Totaliter bir yönetim özleminden değil, Allah’ın insanların hidayeti için lütfettiği bir dinin hayatı düzenleme iddiası vardır.Her dini renkli yönetim biçimi dayatmacıdeğildir. Medine vesikası örneğini ve demokrasi kelimesinden alerji duymayan islami anlayışları Sambur’a hatırlatırız. Ama hala dini, dünya dışı bir alemin yaşam biçimi olarak görüyorsanız artık bu üstten bakan ve bilimsel araştırma ihtiyacı duymayan bakış açısına bir itirazımız olmaz.

“İslamizm, hayattan, insandan ve toplumdan kopuk, tam bir ideoloji olmayı başaramayan ideolojimsi bir yaklaşımdır.” diyen Sambur sosyal adalet demenin sosyalizm özenticiliği olduğuna vurgu yaparak eleştirilerini devam ettirmektedir. Ama İslam’ın ana kitabındaki adalet vurgusunu ve İslam’ın çıkışının Arap cahiliyesini derinden sarsan bir sosyal adalet devrimi olduğu gerçeğinden habersiz görünmektedir.

İslamcılık şu anda sadece Türkiye’nin değil dünyanın umudu olan dini ve siyaseti yeniden okuma biçimidir. Liberaller bu akımın Türkiye demokrasimücadelesinde Türkiye’yi getirdiği noktayı tekrar hatırlamalıdır ve daha iyi araştırılmış düşünceler üretmelidir.

Yorumlar