22 Ocak 2021

YouTube

Değerli basın mensupları önceki günlerde Kocaeli’ndeydim ve Kocaeli’ndeki esnafın, işçinin,memurun durumunu yakından gözlemlemeye çalıştık, tetkikler yaptık, esnafımızla konuştuk, pazarcımızla konuştuk, insanlarımız ile konuştuk, işçi ile konuştuk, işveren ile konuştuk gerçekten önemli bir ekonomik bir sıkıntının olduğunu gördük maalesef. Pazara gittiğinizde Pazar esnafının bu soğuk ortamda beklediğini 2-3 aydır işlerin oldukça durgun olduğunu belirttiğini gördük. Sebze ve meyve fiyatlarında bir artış var ve pazarcılar işlerin durgunluğundan şikayetçi. Soğukta gelip sabahtan akşama kadar beklediklerini söylüyorlardı ve gerçekten biz sahada pazarcıların durumunu hiç iyi görmedik.

Yine grevler devam ediyor. Şekerpınar Baldur işçileri, yine Migros işçileri grevdeler ve onların hali de bu soğuk ortamda grev halinin devamı ile beraber devam ediyor! Esnafa sorduğunuz zaman, esnafında durumunun iyi olmadığını görüyoruz. Birçok işyerinin kapatılmış olduğunu, kiralık levhalarının asılmış olduğunu görüyoruz ve büyük bir belirsizlik, karamsarlık tablosu olduğunu görüyoruz. Bu halin içinde önemli bir sanayi kenti olan Kocaeli’nden bazı örnekler vererek genel tabloyu size anlatmaya çalışacağım. Malum bu pandemi döneminde ücretsiz izin ve kısa çalışma ödeneği uygulamaları var ve bu uygulamalar işverenin istismarına dönüşmüş durumda ve istediği şekilde Kod-29 ile işçi çıkarabilen işverenleri görüyoruz. İşçiye yapmadığı olumsuz fiilleri yükleyerek onları işten çıkaran bir anlayış ile karşı karşıyayız! Neler oluyor? Mesela ben Kocaeli’nden örnekler vermeye çalışayım. Sosyal Güvenlik Kurumu aylık bültenine göre; Kocaeli’nde aylık sigortalı sayısı 604 bin 182 ve 150 bin işçi kısa çalışma ödeneğinden faydalanmış durumda. 60 bin işçi ise ücretsiz izne çıkarılmış durumda. Bu ne demek? Kocaeli’nde her 4 çalışandan 1’i pandemi süresince normalde aldıkları ücretin en fazla %75’ini alabildiler anlamına geliyor. Yani 4’te 1 işçi 4’te 1 gelirini kaybetti anlamına geliyor.Yine her 10 çalışandan 1’i ücretsiz izne çıkarıldı ve aylık 1168 TL ile geçinmeye mahkum edildi. Her 3 çalışandan 1’i pandemi süresince gelir kaybına uğradı. Her 10 çalışandan 1’i en az % 65’ten daha fazla yoksullaştı. Her 4 çalışandan 1’i en az % 40 daha fazla yoksullaştı. İşçilerin günlük 47 TL ile yaşaması bekleniyor. Biz grev alanlarına gittik ve grev yapan işçileri dinlediğimiz zaman işverenin nasıl olsa iş yok, herkes de işe muhtaç diyerek işçileri istismar ettiğini, çok ucuza kötü koşullarda normalin üstünde ve hijyen dışı ortamlarda çalıştırdığını gördük maalesef. Oldukça üzücü tablolar gördüm ve bütün bunlara rağmen itiraz eden işçilerin diğer sürgüne gönderildiği ya da ücretsiz izne çıkarıldığını gördük. Ücretsiz izin uygulaması tamamen cezalandırmaya dönüşmüş durumda bunu da net bir şekilde söylemiş olalım. Eğer ki her 4 işçiden 1’i gelirinin 4’te 1’ini kaybetmişse ve her 10 çalışandan 1’i ücretsiz izne çıkarılmışsa ve bu ücretsiz izinler istismar vasıtası haline gelmişse birlikte mücadele etmemiz gerekiyor arkadaşlar. Biz esnafımızı gezdik ve bu tabloyu gördük. Medya organlarını gezdik, medya organlarında da maalesef gazetecilerimize bile konuşmaktan korktuğunu, düşüncelerini özgürce beyan edemediğini gördük maalesef. Hal bu! Sendikalara gittiğimizde işçinin halinden muzdarip sendika görüyorsunuz! Derneklere gittiğinizde siyaset alanında konuşmaktan ürken sivil toplum kuruluşları temsilcileri görüyorsunuz. Aslında demokratik bir sistem içinde siyasetin de sivil toplumun da yerli yerince yer alması ve kendi konumunun belirlenmesi ve demokrasiye katkıda bulunması gerekiyor. Zor durumda olan işçiler konuşamıyor, memurlar konuşamıyor STK Temsilcileri gereken işlevlerini yapmakta zorlanıyor ve siyaset alanı daraltılmaya çalışılıyor. Bu ortamda işsizlik artıyor. Ben size başka bir tablo daha göstereceğim. Bakın şu tablo TÜİK Tablosu. Şu tabloya göre 2017 yılında ne istihdamda olan ne de eğitimde olan genç nüfus sayısı 4.5 Milyon iken, 2018’de 4.9 Milyon olmuş, 2019’da 5 Milyon 200 bin olmuş ve 2020’de 5 Milyon 586 bin olmuş. Gittikçe artan ne eğitimde ne istihdam da yer alan genç sayısı bu bir felaketi gösteriyor. Bu gençlerimizin 3 Milyon 723 Bin’i kadın, 1 Milyon 863 Bin’i erkek ve maalesef ne eğitimde ne de istihdam da yer alabilen genç sayısı her geçen gün artıyor, gereken tedbirler alınmıyor!

Değerli arkadaşlar ekonomik halin, pandeminin getirdiği son halin özetini yapmaya çalıştık. Aslında zamanında önlemler alınsaydı, pandemi ile ilgili önlemler yaz aylarında alınsaydı bu kötü ekonomik ve yaşam hakkı ile ilgili duruma gelmezdik diye düşünüyorum. Tedbirler son ana kadar alınmadı ve sonunda gelinen noktada hem ekonomik ortam kötüleşti hem de vaka sayısı ve can kaybı arttı.

Bütün bunların dışında Türkiye’de demokrasinin olmamasından dolayı, hukukun olmamasından dolayı da Türkiye ağır eleştirilere uğruyor. Bildiğiniz gibi son bir karar vardı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Eski Eş Genel Başkanımız Sn. Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’ye ağır bir karar verdi, önceki 2. Daire’nin 3 AİHS ihlali kararından sonra Büyük Daire bunu 5’e çıkardı ve 5 madde açısından Türkiye’nin büyük ihlaller yaptığını söyledi ve hatta bunların arasında 18. Madde ile de iktidarın siyasi rakiplerine yönelik hasmane bir anti-demokratik, hukuk dışı tavırlar muamele yaptığının altını çizdi. Özetle bu! Peki Türkiye bunu uyguladı mı? Hayır, uygulamadı. Uygulamamakta da ısrar ediyor! İşte biz bunun için gayret içindeyiz ve bakın İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na verdiğimiz bir önerge ile, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’nı iktidarın bu uygulamasına karşı göreve çağırdım çünkü Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı iktidarın, Anayasa 90/5 Maddesi’ne göre Uluslararası mahkemelerin verdiği kararlara uyması gerektiğini hatırlatması gerekiyor. Peki hatırlatıyor mu? Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı böyle bir şey yapmıyor, ben bu komisyonun üyesi olarak Başkanlığa tekrar hatırlatıyorum. İşinizi yapın, göreviniz yapın, iktidarın bir manivelası gibi olmayın ve görev yerinizdeki iktidarın Anayasa’ya aykırı uygulamaları, Anayasa’yı uygulamayan tavırlarına karşı gerekeni yapın diye hatırlatıyoruz ve gördüğünüz gibi bu konuda bir önerge verdim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na da bu konuda bir hatırlatmada bulundum. Bakın gördüğünüz gibi Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı’na bir önerge ile görevlerini hatırlattık. Bizden hatırlatması, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bir siyasi komisyon olamaz! Cumhur ittifakı vekillerinin çoğunluğunda olan bir komisyondur ama bir siyasi komisyon gibi çalışmaktadır ve biz bu hali kesinlikle kabul etmiyoruz!

Sadece biz kabul etmiyoruz değil değerli arkadaşlar bakın; Avrupa Parlementosu dün sert bir bildiri yayınladı. Türkiye’ye: “Niye AİHM’in kararını uygulamıyorsun?” dedi. Değerli arkadaşlar daha ne diyelim bu iktidara! Bakın biz Anayasa’yı hatırlatıyoruz, umursadığı yok, AİHM, AİHS’ni hatırlatıyor umursadığı yok! Avrupa Parlementosu: “Niye AİHM kararını uygulamıyorsun?” diyor umursadığı yok! İnanılmaz bir iktidar! “Ben yaptım, oldu.” Mantığı ile hareket ediyor. Anayasa, hukuk, uluslarararası metinler tanımayan, bodoslama giden bir iktidar ile karşı karşıyayız.

 Avrupa Parlementosu ne demiş? “Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne 21 Mart 2021 tarihinde gerçekleşecek bir sonraki toplantılarında acil olarak AİHM’in Demirtaş kararının Türkiye tarafından reddinin görüşülmesi çağrısını yapıyor. Bakanlar Komitesi’nde AİHM Büyük Oturum kararının Türkiye tarafından uygulanmasını sağlamaya yönelik gerekli tüm uygun adımların atılacağından kuşku duymuyoruz.” Diyor Avrupa Parlementosu Bakanlar Konseyi.

Yine AİHM kararlarının bağlayıcı olduğunu hatırlatıyor. “Türk yetkililerin Demirtaş’ı derhal serbest bırakması anlamına gelmektedir. Bunu yapmadığı süre boyunca Türkiye’nin hem AİHM hem de kendi iç hukukunu ihlal etmekte olduğunu hatırlatıyor.”

Demirtaş’a yönelik tutum ve tavırdan ötürü Türk yetkililerini kınıyor Avrupa Parlementosu.  “Demirtaş’ın hukuksuz tutukluluğunun 4 yıla uzatılması kendisine, ailesine ve siyasi partisine geri dönüşü mümkün olmayan zararlar açan zalimane bir siyasi cezalandırmadır. AP, Türkiye’ye Demirtaş ile ilgili daha fazla sindirmeye yönelik adımlar atmaktan geri durma çağrısı yapar.” Bakın açıkça Avrupa Parlementosu, AİHM Türkiye’nin adeta 5. Sınıf bir anti-demokratik, hukuk dışı bir ülke olduğunu hatırlatıyor ve “Ne yapıyorsunuz siz?” diyor. Ne yapıyorsunuz siz, bakın her şey ortada, Anayasa ortada, uluslararası kurumların tanınması gerektiğini söyleyen Anayasa 90/5 ortada. “Daha siz ne yapıyorsunuz?” diyor ama umursamayan, burnunun dikine giden bir iktidar ile karşı karşıyayız!

Yine bakın Avrupa Parlementosu ne demiş: “Tüm AB yetkililerine, temsilcilerine ve üye devletlere buldukları her fırsatta Demirtaş’ın ve diğer tutuklu tüm insan hakları savunucularının, avukatların, gazetecilerin, akademisyenlerin ve siyasilerin durumu ile ilgili pozisyonlarını Türk yetkililere iletmeleri çağrısı yapar.” Herkese de diyor ki Avrupa Parlementosu: “Herkese bu laftan anlamayan Türkiye iktidarına hatırlatma yapın.” Diye bir çağrı gönderiyor. Gerçekten utanılacak bir durum arkadaşlar. Şu hale bakın! Uluslararası kuruluşlar böyle sağa, sola adeta duyuru yapıyorlar! “Biz duyuruyoruz yetmiyor ey medya kuruluşları, ey insan hakları savunucuları, avukatlar, siyasiler şu iktidara bir şey söyleyin.” Şu hale bakın arkadaşlar. Şu iktidar bu toplumu, bu milleti ne hale düşürmüş? İtibarımızı iki paralık etmiş durumda, bunu apaçık bir şekilde görüyoruz!

Bir an evvel Sn. Eski Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın tahliye kararının uygulanmasını bekliyoruz ve diğer tüm arkadaşlarımızın da aynı özgürlükçü karardan istifade etmesi ve özgürlüklerine kavuşması gerektiğini söylüyoruz! Türkiye’de maalesef cezaevleri haksız, hukuksuz yargılanmış ve tüm hakları gasp edilmiş insanlar ile dolu!!!

Bakın işte bundan dolayı biz bazı kanun teklifleri hazırladık. Bakın bizim hazırladığımız bir kanun teklifi var ve cezaevlerinde ki mahpusların gönderilerinin ücretsiz olması yönünde dosya ücretinden muafiyetlerini talep ediyoruz. Neden böyle? Bakın bana cezaevlerinden birçok mahpus mektubu geliyor. Çok zor durumda olduklarını görüyorum. Çorum L Tipi Kapalı Cezaevi’nden Hasan Hüseyin Ünver isimli mahpus bana bir mektup yerine kartpostal yollamıştı geçtiğimiz günlerde. Niye mektup değil de kartpostal? Bunu şöyle anlatmıştı. “Bu kartpostalla mı yazılır derseniz? Ben üç çocuk babası, yeşil kartlı, terörist damgası yemiş 42 yaşında birisiyim. Yani kartpostal normal mektuba göre 1 TL daha ucuza gidiyor. O yüzden size mektup değil de kartpostal gönderiyorum.” Demişti. Ben de buradan bu kartpostalı göstermiştim ve gerçekten içim sızlamıştı, bu üzücü halden dolayı. Dün daha memur olan bir kişi cezaevine düşmüş, maddi geliri kesilmiş ve oldukça zor durumda olduğu için bir milletvekiline bir mektup değil ancak biraz daha ucuz olduğu için kartpostal gönderiyordu. Biz bu hali gördüğümüz için bu haberleşmelerin ücretsiz olması gerektiğini söyledik. Bu insanlar için bir külfet oluşturuyor, hem cezaevinde özgürlüğü kısıtlanmış hem de maddi geliri yokken posta masrafları ile bir külfet oluyor işin doğrusu. Artan posta ücretleri, toplumun geri kalanına oranla çok daha büyük bir külfet oluşturuyor ve bundan dolayı mahpuslar oldukça zor durumdalar. Madde metninde geçen görme engellilere özgü yazı içeren gönderilerin yanında, askeri öğrencilerin, zorunlu askerliğini yapan erbaş ve erlerin ve ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların 100 grama kadar ağırlıktaki gönderilerinin ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri adres gösterilerek hükümlü ve tutuklulara gönderilecek aynı nitelikteki gönderiler için, özel hizmet ücretleri hariç, posta ücretinden muafiyet talep etme ihtiyacımız hasıl olmuştur ve bu yüzden görme engellilere özgü yazı içeren gönderilerin yanında, askeri öğrencilerin, zorunlu askerliğini yapan erbaş ve erlerin ve ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutukluların 100 grama kadar ağırlıktaki gönderilerinin ve ceza infaz kurumları ile tutukevleri adres gösterilerek hükümlü ve tutuklulara gönderilecek aynı nitelikteki gönderiler için, özel hizmet ücretleri hariç, posta ücretinden muafiyet sağlanmasının amaçlandığı bir yasa teklifini Meclis’e verdim, bunu tüm kamuoyuna duyurmuş olayım, mahpus yakınlarına, mahpuslara buradan duyurmuş olalım. Yine erlere, erbaşlara mektup gönderecek olanlara duyurmuş olalım, askeri öğrencilere de duyurmuş olalım. Bu da böyle bizim bir gayretimiz.

Ayrıca bir yasa teklifi daha verdik. Çocuklu anneler, bebekli anneler ile ilgili çok büyük bir sıkıntı var biliyorsunuz. Biz her gün, her hafta çocuklu annelerin, hamile annelerin, bebekleri ile cezaevine giren annelerin ve bebekleri dışarıda olan ve kendisi bebeğinin hasreti ile dolu olan annelerin dramlarını burada anlatıyoruz. İşte bunun için neler yapılabilir? Bir yasa teklifinde bunun için hazırladık. Türkiye’de hali hazırda 800’den fazla çocuk annesi ile beraber cezaevlerinde kalıyor. 0-6 yaş çocuklar bunlar. Fizyolojik ve psikolojik gelişimleri noktasında çok büyük eksiklikler yaşanıyor cezaevlerinde. Yeni doğan bebek, ince ve kaba motor gelişim aşamalarının tamamlanmasıyla birlikte birçok fiziksel yetiye sahip oluyor ve olmaya da devam ediyor. Bebeğin gelişimi için cezaevleri ortamı uygun bir yer değil. Yerlerde halı olmayan bir ortamda emekleyen bir çocuğun, bebeğin olduğunu düşünün yine başka bebeklerle, çocuklarla görüşmesi gereken bir bebek o ortamda sosyalleşemiyor, psikolojik ve fizyolojik ihtiyaçlarını kesinlikle karşılayamıyor, bunu herkes biliyor ve büyük bir dram oluşturuyor bu. Düşünün annesini hapsettiniz, bebeği de hapsetmiş oluyorsunuz, o da bir hapis hayatı yaşamış oluyor. Her ne kadar bazı yerlerde kreşler olsa da kreşlerin üstü aranarak götürülen çocukların kreşten ne anladığını anlamak mümkün değildir! Sıklıkla hastalanan çocuklar, yatak problemi, bazı annelere yatak verilememesi, annenin çocuğu ile aynı yatakta yatması, yetersiz beslenmeler, oyuncakların yeterli bir şekilde cezaevine girememesi, bazı oyuncakların cezaevinden çıkarılması, sağlık sorunu olduğunda annenin çocuğu ile hastaneye gidememesi, hasta olan çocuğun bir de bu sıkıntıyı yaşaması çok büyük sıkıntılara neden oluyor. Biz bunun için ne düşündük? Çocuk hakları Madde 4, 5, 6 ve devamı birçok hüküm taraf devletlere çocuğun sağlıklı gelişimi için gerekli tüm önlemleri alma yükümlülüğü getiriyor. Yetkili kurumlar bu yükümlülüklerini gerçekleştirme noktasında azami çaba göstermeli ve çocuğun üstün yararı için gerekli değişiklikleri yapmalıdır.

Bunun için ne düşünüyoruz? 18 ila 72 aylık çocuk sahibi olan kadın tutuklu ve hükümlülerin çocuğun üstün yararı gözetilerek çocuklarını psiko-sosyal açıdan uygun apart dairelerde kalmaları amaçlanmıştır. Bunun için 1+1 apart şeklinde inşa edilen ceza infaz kurumlarında ? 18 ila 72 aylık tutuklu ve hükümlülerin tutukluluk süresindeki infazları geçirilir. Adalet Bakanlığı bu tür ceza infaz kurumları hakkında, birinci fıkra hükümlerine aykırı tedbirler alabilir. Söz konusu kurumların güvenliklerine ve diğer hususlara ilişkin usul ve esaslar Adalet Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca düzenlenir.” Diye bir yasa teklifi getirdik arkadaşlar, biz bunu yaptık artık bundan sonra top TBMM’de, bu yasanın uygulanması gerekiyor ve dramların bitmesi gerekiyor arkadaşlar. Biz şunu çok iyi biliyoruz ki; son getirilen yasa 18 aylık bebeklerin eğer anne hükümlü ise 18 aya kadar cezaevine girmemesi ile sonuçlanıyor ama tutuklulukta bu böyle olmuyor! Bakın çok ilginç bir durum var ve halen düzeltilmemiş, olacak bir şey değil. Bir yasa çıktı ve bunu da düzeltmeliler. Hükümlü olan 18 ay’a kadar olan bebeğinin cezaevine girmesinden kurtuluyor ama tutuklu olan diyelim 3 aylık bebeği ile cezaevine girebiliyor! Böyle bir şey olabilir mi? Tutuklunun zaten cezası kesinleşmiş değil, ona niye farklı bir ceza veriyorsunuz. Hani hükümlü olanın cezası kesinleşmiş ama tutuklu olanın cezası kesinleşmemiş siz ona daha ağır bir ortam sunuyorsunuz. 3 aylık bebeği ile, 9 aylık bebeği ile cezaevine girmiş ve halen giren; son 2-3 günde yine bebekleri ile cezaevine giren anneler oldu. 1.5 yaşındaki bebeği ile giren oldu, 9 aylık bebeği ile giren oldu, 3 aylık bebeği ile tutuklu olarak cezaevinde olan insanlar var şu anda. Bu da büyük bir dalalettir arkadaşlar, bunu da Meclis’in takdirine sunuyorum. Kamuoyunun takdirine sunuyorum.

Cezaevleri ihlalleri, anne baba tutukluluklar ile ilgili gündemlerimize de gelmek isterim.

Bakın her gün cezaevlerine bebekler giriyor, işte biz bunun için bu yasa tekliflerini veriyoruz. Bakın şu fotoğrafta gördüğünüz anne ve bebeği bir görün! Maalesef cezaevine girdi, gözaltına alınmadan önce çekilen bir fotoğrafı bu ve bu çocuk şu haliyle cezaevine girdi. Hangi vicdan bunu kaldırabilir değerli arkadaşlar? Düşünün bu bebek cezaevine girmiş. Biz 800’den fazla bebek ve çocuğun cezaevinde olduğunu söylerken; kulak asmayanlar bunu görsünler! Bu nasıl bir zulümdür? Bunu tekrar hatırlatmak isterim. Bu anne tutuklu olarak cezaevine giriyor, hükümlü olsa 18 aya kadar olan bebeğinin cezaevine girmemesi ve hüküm ertelenmesi gerekiyor ama tutuklu olduğu için bu bebek şu anda cezaevine girdi. Ankara’da 9 aylık bebekleri ile gözaltına alındı Yasemin-Kasım Melizci çifti ve şu anda bu anne ve bebeği, babası cezaevinde.

Bitmiyor! Bakın size bir başka fotoğraf daha göstereyim. Burada da adliye koridorlarında annesi mahkemedeyken dışarıda oturmuş, perişan bir halde duran iki tane çocuğun halini görüyorsunuz. Birisi 1.5 yaşında bir bebek, diğeri de 4 yaşında bir çocuk. İlayda Tekgöz tutuklanıp Bakırköy Cezaevi’ne gönderildi. Mehmet Ekrem 1.5 yaşında ve ablası Zülal 4 yaşında anneleri ile birlikte tutuklandıkları için geceyi anneleri ile Bakırköy Cezaevi’nde karantina hücresinde geçirdi ve bu çocukların perişan edildiği bir Türkiye görüyoruz. Adil bir yargı olması gerekiyor, bu çocuklar bizim neslimiz, bizim geleceğimiz ve bu çocukları biz kendi elimizde mahvediyoruz. Olacak iş değil arkadaşlar. Bu çocuklar mahvoluyor, aileler parçalanıyor bu hal devam ediyor ve bizim yasa teklifi ile sunduğumuz hususlar da maalesef şu ana kadar gözardı edilmiş durumda.

Bakın bir başka bölünmüş, parçalanmış aileyi size göstereceğim. Kerime Özaydoğdu hanımefendinin bize gönderdiği bir mektuptan ortaya çıkan bir aile dramı, bir fotoğraf. “Çocuklarımıza ne zaman sarılacağız?” diyor, anne ve baba hapiste, çocukları dede, nine yanında bölünmüş, parçalanmış bir aile. Bu fotoğraf Mart 2020’de çekildi. Anne, babalarını 1 yıl içinde ilk ve son kez bu fotoğrafta yan yana görebildi bu çocuklar. Düşünün Mart ayından beri anne ve babalarını birlikte göremeyen çocukların olduğu bir Türkiye’deyiz. Kerime hanım diyor ki: “Eşim de tutuklu.1 yıldır iddianamemiz hazırlanmadı.” Düşünün bir aile parçalanmış ama iddianame bile hazırlanmış değil. “Annem 5 çocuğa bakıyor. Kız kardeşimin de çocuklarına bakıyor, tahliye istiyoruz artık, ayrılık çok zor.” Diyor Kerime hanım.

Merve Özdemir yine bebeği cezaevinde olan bir anne maalesef kapılarda, pencerelerde onun da çocuğu 3 yaşındaki oğlu Ahmet Emin’e annesini bekliyor. Ahmet Emin, her gün annesine kuşlarla selam gönderiyor, annesini çok özleyen bir çocuğun fotoğraf ve video görüntüleri yürek parçalıyor.

Yine cezası onanıp, yatarı bitenler hala cezaevinde. Mesela bu konuda çok örnekler geliyor bize. Mesela Osmaniye T1 Cezaevi’nde 7.5 yıl ceza almış, onanmış, yatarı bitmiş, devlet diyor ki: “Seni bırakmıyorum.” Neden? “İşte canım öyle istedi. Birtakım gerekçeler ileri süreceğim, seni cezaevinden göndermeyeceğim.” Pandemi var? “Olsun göndermeyeceğim, sana hırslıyım, kinliyim.” Binlerce insana bu yapılıyor şu anda. Olacak iş mi bu arkadaşlar? Aile diyor ki: “Lütfen sesimiz olur musunuz? Ailesi çok zor durumda anne çok yoruldu, çocukların psikolojisi iyi değil ne olur duyun sesimi.” Diyor.

Bakın size bir başka örnek daha sunayım çok vahim örnekler bunlar. Ahmet Türkmen cezaevinde Covid’e yakalanan, kronik obstruktif akciğer hastalığı yaşayan, ciğerlerinde kalıcı hasar oluşan yaşlı bir insan ve bu insan bu hastane süreçlerinden sonra 3 ay infaz erteleme almış. 3 ay infaz erteleme almış ama birileri onu kısa sürede cezaevine göndermekte kararlı. 3 ay dolmadan tekrar hakkında bir rapor istenmiş ve 3 ay dolmadan tekrar cezaevine yollanmış. Nereye yollanmış? Bünyan Cezaevi’ne adli tıp kararı da beklenmemiş, 20 Şubat’ta aslında bitecekmiş infaz erteleme süresi her nasıl olmuşsa böyle süresi dolmadan cezaevine yollamışlar. Biz bununla ilgili Adalet Bakanlığı’na soru önergesi verdik ve bu hali burada deşifre ediyoruz. Bakın haline arkadaşlar! Yatakta yatan, solunum sıkıntısı yaşayan, oksijen cihazı ile yaşayan bir insan 3 ay infaz erteleme almış ama sonra alelacele, apar topar bir daha siz bunun süresi dolmadan cezaevine atmışsınız. Ya arkadaşlar Allah aşkına bu nedir? Devlet böyle bir şey midir? Hani infaz ertelemesi dolmadan, allem kallem ederek bir insanı cezaevine atmakla uğraşan bir mekanizma mıdır devlet? Böyle bir şey olabilir mi? Yaşlı, başlı, hasta mahpus infaz erteleme almış, bu infaz ertelemenin uzatılması gerekirken yaşanan hadise bu!!! Bu insanın yarın öbür gün ölümünden iktidar yetkilileri, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül sorumlu değil midir? Tekrar buradan hatırlatıyoruz; bu yaptığınız işler son derece vahim işlerdir.

Bakın bir başka sıkıntı daha Yeşim Coşkun Amyotrofik lateral skleroz hastalığı, çok ciddi bir hastalık, ilerleyen son derece kötü bir sinir sistemi hastalığı ve konuşma yetisi gittikçe kayboluyor ve bu kadın kendi işini yapamıyor ve 16 yaşındaki çocukları okula gidemiyor. Eşi Yusuf Coşkun da 33 aydır cezaevinde ve Yeşim hanım yoğun bakıma alınmış, durumu kritik! Bu kaçıncı ölümle sonuçlanan aile dramı olacak diyoruz? Bakın siyasi mahpuslara bir de bu uygulanıyor. Adli mahpusların eşi veya çocukları hastaysa mahpus infaz erteleme, 1 yıl kadar alabiliyor ama siyasi mahpusta bu olmuyor ve bu olmadığından dolayı çok büyük acılar, dramlar yaşanıyor ve insanlar kimsesiz bir şekilde hayatını kaybediyor. Bu olacak iş değildir arkadaşlar.

Yine hasta mahpuslarla ilgili şöyle bir sıkıntı var onu da aktaralım. Dışarıda pandemi olduğu için normal hastalığı olanlar için hastalık raporları ilerletiliyor, en az 1 yıl doktora gitmeden bu raporların devam edeceği yönünde Sağlık Bakanlığı’nın bir kararı var, peki mahpuslarda bu uygulanıyor mu? Hayır uygulanmıyor. Mahpusa deniliyor ki: “Raporlu ilacın süresi bitmişse, gideceksin hastaneye bunu uzattıracaksın.” E dışarıdakine yaptığını cezaevindekine niye yapmıyorsun? Niye bir işkence çektirmeye çalışıyorsun? Hastanelerin durumu malum, hastaneler Covid kaynıyor. Cezaevindekinin hastaneye gitmesi, oradan geri gelmesi cezaevindeki mahpuslar için büyük bir risk, bunu niye böyle yapmıyorsun? Adalet Bakanlığı yetkililerine söylüyoruz, cezaevindeki mahpusların da hastalık raporlarının dışardakiler gibi uzatılması gerekiyor. Hem kendi başınıza iş alıyorsunuz, artı bir sürü iş alıyorsunuz hem de mahpusları büyük bir risk altında bırakıyorsunuz!

Abdulhamit Gül artık soruları cevaplandırmıyor, ben cevaplandırıyorum bir milletvekili olarak. Birçok mahpus yakını bize soruyor Covid ile ilgili konuları. Bakın mesela diyor ki: “Eşim İskenderun T Cezaevi’nde. Dün genel Covid testi yapmışlar. Eşimler koğuş olarak pozitif çıkmış. Koğuş olarak karantinadalar. Çok tedirginiz, Neler yapabiliriz?”

Yine Eskişehir L Cezaevi’nde bu tür Covid vakaları devam ediyor ve mahpus yakınları haber almakta zorluklar yaşıyorlar. Mahpus yakınlarını cezaevi yönetimlerinin çok önemsemesi gerektiğini söylüyoruz. Bakın yakınlarından haber alamayan, diken üstünde duran mahpus yakınları var ve yakınlarından haber almak için çırpınan insanlar bunlar ama bir cezaevine telefon ediyorlar, bir hastaneye telefon ediyorlar. Ya oturursun cezaevinde bir mekanizma oluşturursun, mahpus yakınlarına hizmet mekanizması. Onlar aramadan sen bir memurunu görevlendirirsin. Günlük olarak telefon açtırırsın, hatırlatırsın, durumları şöyledir, böyledir, endişe etmeyin diye. İnsanları niye çırpınır bir halde bırakıyorsunuz ayıp değil mi? Bir devlet dairesi vatandaşına hizmet etmek için kurulmuş değil midir arkadaşlar? Hangi devlet dairesi olursa olsun bu böyledir. İster defterdarlık, ister cezaevi olsun, ister başka bir devlet dairesi olsun; neresi olursa olsun vatandaşa hizmet etmek için vardır. Orada gidip ceberrut bir şekilde: “Ben istediğimi yaparım, bana hiç kimse de hesap soramaz.” Yeri olamaz orası.

Bakın kaç gündür İskenderun Açık Cezaevi’ni ve Tarsus Açık Cezaevi’ni bir milletvekili olarak arıyorum; ne oluyor biliyor musunuz? Vatandaşa bilgi vermeyen, vatandaşın telefonlarından kaçan bu cezaevi, bizim telefonlarımızdan da kaçıyor. Cevap vermemeye çalışıyorlar, “Yok” dedirtiyorlar. Biz bunları defalarca Adalet Bakanlığı’na, Ceza Tevkifişleri Genel Müdürlüğü’ne de sorduk. Bu nasıl rezalettir? O kurumdaki memurlar, müdür kendisini ne zannetmektedir? Hastalık hakkında bilgi vermemek için, yaygın bir salgının devam ettiği bu cezaevlerinde hastalık hakkında bilgi vermemek için bu gayret ne demektir? Adalet Bakanlığı’na sesleniyorum, biz sormadan, mahpus yakınları sormadan senin bu cezaevleri için bir açıklama yapman gerekmiyor mu? Umrunda değil. Biz arıyoruz, telefonlara çıkmadan işi geçiştirmeye çalışıyorlar. Mahpus yakınları arıyor, onları geçiştiriyorlar. Bu ne haldir arkadaşlar?

Bakın İskenderun T Cezaevi’nde ki hal bu. Bunu da soruyoruz.

“Eşim Afyon T1’de tutuklu.” Diyor. “2 haftadır tüm koğuş korona olmuş ancak doktora götürmüyorlar. Eşim nefes darlığı çekiyor ve çok kötü, sadece ağrı kesici verip gönderiyorlarmış. 10 kişilik yerde 23 kişi kalıyorlar. Nefes alacakları yer yok.” Hal bu! Siz bu insanların halini yakınlarına haber vermiyorsunuz ve Covid ortamında infazları dolmuş, tahliye olmaları gerekiyor çıkarmıyorsunuz! Madem sevmiyorsun bu insanları çıkar, tahliye et! Tahliye etmiyor ama Covid ortamında da orada tutmayı çok iyi biliyor!

Bakın bize bu hallerden dolayı yazan mahpuslar neler diyor? Van T Cezaevi’nde çölyak hastası mahpus 25 yaşındaki bir hanım bize şunları yazmış: ” Artık ne modundayım biliyor musunuz? Kıyamet kopsa da herkes kurtulsa hayata dair iyi düşüncelerimi ve hayallerimi kaybettim.” Diyor.

Yine bir mahpus engelli Bilal Danış uzun süredir durumunu takip ediyoruz. İzmir 2 No’lu T Cezaevi Yüzde 60 engelli olmasına rağmen cezaevinin sevk ettiği hastanede “Kalıcı bir engeli yok.” raporu verilerek cezaevinde tutuldu ve içeride hem engelli haliyle Covid oldu hem de büyük zorluklar yaşıyor. Bize gönderdiği mektubunda: “Meclis kürsüsünde ‘Şahit ol Ya Rab” demiştiniz, yarın Hakkın huzuruna varınca dilsiz şeytan olmadığınıza ben şahidim, mağdurların sesi olduğunuza ben şahidim, mazlumun yanında olduğunuza ben şahidim, Allah da şahittir.” Diyor Bilal Danış. Biz Allah’a şükür mağdurun, mazlumun yanında olmaya çalışıyoruz ve bunu da sadece hakkın hatırı için yapmaya çalışıyoruz. Önemli olan budur! Milletvekili isek milletin dertleri ile hemhal olmak zorundayız ve Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’na bağlı Tutuklu ve Hükümlü Alt Komisyonu eğer ki görevini yapmıyorsa bunu tek başına bir milletvekili olarak ben yapmak durumunda kalıyorum! Ben bunu yapmaktan yorulmuyorum ama bunu yapmayan İnsan Hakları Komisyonu yetkilileri; Tutuklu ve Hükümlü Alt Komisyonu yetkililerinin utanması gerekiyor. Böyle olmaz! İnsanlar bir merci diye oraya dilekçeler gönderiyor ve o dilekçeler hep raflarda bekliyor! Biz tek başımıza bu konuda bu dilekçelerin gündeme gelmesi için bir gayret sarfediyoruz ve benim vicdanım bunların raflarda kalmasına, sümenaltı edilmesine rıza göstermiyor!!!

Tekirdağ Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda 20 koğuşa günlük su tüketimi sınırlandırması getirildi ve günlük 10 lt ile sınırlandırıldı. Avluya leğen koyup yağmurda biriken su ile tuvaleti temizlemeye çalışan tutuklular var!

Yine bir başka mektupta: “Eşim Afyonkarahisar 1 No’lu T Kapalı Cezaevi’nde kalıyor bir haftadır kaloriferleri yanmıyor, eşim çok soğukta hasta olmuş, kimse ilgilenmiyor ve kötü muamele görüyorlar ve bu eziyeti çekiyorlar.” Diyor Afyonkarahisar 1 No’lu Cezaevi’nde kalan eşi için mektup gönderen bir mahpus eşi.

Muğla Cezaevi’nde her cezaevinde telefon görüşleri 20 dakika iken Muğla Cezaevi’nde 10 dakikaya düşürülmüş, her cezaevi kendi kafasına göre muameleler yapıyor. Muğla Cezaevi ve bazı cezaevlerinde 10 dakikaya düşürülmüş, genelde 20 dakika olması lazım ama “Benim canım öyle istedi 10 dakikaya düşürdüm.” Diyorlar. Ne güzel! Biz buna itiraz ediyoruz arkadaşlar. Cezaevi yönetimi: “Benim canım öyle istedi, öyle gerekti kardeşim 10 dakika.” Gayet rahatlar. Biz bunun için mücadele ediyoruz işte!

Çıplak aramayı kabul etmeyen tutuklu darp edilmiş. Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu Ahmet Sürme. Ahmet Sürme’nin babası da beni aradı, kardeşi de beni aradı. Çok üzüntülüler, çok mağdurlar, çok mahsunlar. Böyle bir şey olamaz arkadaşlar! Siz cezaevine koyduğunuz insanları bu kadar hunharca darp edip, çıplak aramaya uğratıp ondan sonra da “Nerede öyle bir şey olmuş?” diyerek bu işten kurtulamazsınız. Hukuk var. Bugün olmayabilir, yarın olmayabilir ama sonraki gün olacak bu hukuk! Bakın Ahmet Sürme avukatıyla görüştükten sonra çıplak aramayı kabul etmediği için gardiyanlar tarafından darp edilmiş, kıyafetleri zorla çıkarılmış. “Çıplak arama yok.” diyorlar bana bakın. Biz Aralık ayında biliyorsunuz bir İnsan Hakları Komisyonu sözcüsü, bir insan hakları savunucusu olarak çıplak aramayı gündeme getirdik ve bu bir anda Türkiye gündemine oturdu çünkü çok önemli bir sinir ucuydu, reddetmeye çalışan iktidar yetkililerine karşı bir çok vaka çıplak arama var diyor. O yüzden Türkiye gündemine geldi ve gelmeye de devam ediyor! Anayasa Mahkemesi bununla ilgili bir hak ihlali kararı verdi çıplak arama için. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine uygulandı, Uşak Emniyet Müdürlüğü’nde ki genç üniversite öğrencileri suç duyuruları yaptı ve hala iktidar yetkilileri: “Çıplak arama yoktur.” Diyor. Bu nasıl yüzsüzlüktür anlamak mümkün değil! Gerçekten anlamak mümkün değil!

Bakın nereden gelmiş? “Bugün Silivri 7 No’lu da görüşümüz vardı. Yine görüşe gelen kadınlardan birine çıplak arama yapmışlar.” Bakın biz gündeme getirdiğimizde baskıyla çıplak arama konusunda geri adım atıyorlar, gündem bittiği zaman çıplak aramaya tekrar devam ediyorlar. O zaman bu ne demektir? Bizim sadece gündeme getirmemiz yetmiyor, sıkı bir şekilde gündeme getirip sonuç almamız lazım. Tüm kamuoyuna sesleniyorum çıplak arama konusunu yarım bırakmayalım. Çıplak arama konusunun üstüne esaslı bir şekilde gidelim ve bu konuyu bitirelim artık. Türkiye’de hiçbir insan bakın bana yakın olan bir insan demiyorum, hiçbir insan onursuz bir muameleye uğramasın diyorum. Bu kadar kuşatıcı, bu kadar insan haklarına uygun bir cümle söylüyorum bunu hala daha nasıl bir yerlere çekmeye çalışıyorlar anlamıyorum. Daha bu tüm insanların feryadını nasıl anlamazlıktan gelmeye çalışıyorlar anlayamıyorum.

Bakın çıplak arama ile ilgili bize gelen belgeleri göstermeye devam ediyorum. Ben kesinlikle bu yıl işten yılmayacağımı, boyun eğmeyeceğimi ve çıplak arama konusunun bitirilmesi gerektiğini söylüyorum ve belgelerle de bu konuda mücadele ediyoruz. Bakın bana Osmaniye T Cezaevi’nden bir mahpus belgeler göndermiş. Bu belgelerde bakın neler var! Ramazan Nazlıer. Ramazan Nazlıer’in gönderdiği mektup ve belgeleri şimdi size göstereceğim. Diyor ki: “Çıplak arama iddiası yalan”denildiği için bu kararı size gönderiyorum Ömer bey.Osmaniye T Cezaevi’nde 1300 kişi çıplak aramaya maruz kalmıştır. Bu kararların bir nüshasını da Av. Özlem Zengin’e AK Parti Grup Başkanvekili’ne gönderiyorum, bakalım ne diyecek?” diyor Ramazan Nazlıer Osmaniye Cezaevi. Bakın kararlar burada. Çıplak arama yapılmış, müracaat etmişler, onlarca, yüzlerce kişi ve savcı her zaman olduğu gibi takipsizlik kararı vermiş, işin üstünü örtmeye çalışmış, onlar itiraz etmiş ve bu mücadele devam ediyor. Ama diyor: “ Cezaevinden biz sizi izliyoruz, siz çok doğru bir şey söylüyorsunuz Ömer bey ama iktidar yalan söylüyor. Alın size belgeleri de gönderiyoruz. Özlem Zengin’e de belgeleri gönderiyorum. Nasıl çıplak arama yokmuş görsünler.” Bunlar hep mahkeme belgeleri, savcılık takipsizlik vermiş, insanlar itiraz etmiş, itirazlar reddedilmiş. Maalesef Türkiye’de böyle bir işin üstünü örtme tavrı devam ediyor.

Yine bakın bitmedi.  Selda Karataş, Gebze Cezaevi’nde: “Çıplak arama cezaevlerinde öyle bir var ki.” Diyor. “Çıplak aramaya direndim, işkence gördüm, darp edildim, sağlık sorunu yaşadım. Mektupla size ve diğer yerlere yazdım, engellediler. “Biz sana her şeyi yaparız, ama sen anlatamazsın.” diyorlar.”  Bakın Selda Karataş’ın da mektubu burada. Selda Karataş mektubunda böyle diyor. “Biz sana her şeyi yaparız, ama sen anlatamazsın.”diyorlar ama Selda hanım bize göndermiş, biz de buradan tüm kamuoyuna bunu anlatıyoruz. Engelleyemeyeceksiniz! Yaptığınız sömürülerin anlatılmasını engelleyemeyeceksiniz, bu zulümlerin bitmesini engelleyemeyeceksiniz; Allah’ın izni ile bir gün bunların bitişini göreceğiz.

Bana gelen yine bir mektup: “Eşim çocuklar ve 73 yaşında annem ziyaretime geldiklerinde çıplak aramaya maruz kaldılar hatta elle taciz seviyesinde eşime üst araması da yaptılar. Bunu bu dönemde dile getirdiğiniz için çok çok teşekkür ederiz. Allah sizi bütün kötülüklerden korusun.” Demiş bir mahpus bana gönderdiği mektubunda.

Yine devam ediyoruz. “Sayın Vekilim öğrencilik yıllarımda 2017’de OHAL’de gözaltına alınıp 8 günlük gözaltı sonrası gelen tutuklamayla birlikte Bursa H Tipi zindanına götürüldük. Gece yarısı bir bölmede soyunmamızı dayattılar, baskılara boyun eğmedim sadece tişörtümü yukarı doğru sıyırdım.” Bu da bakın 2017 yılından bize aktarılan bir vaka. Bize böyle yüzlerce vaka geliyor, mektup geliyor ve çıplak arama yok diyenlere büyük bir hatırlatma yapıyoruz.

Bir başkası: “Ömer bey çıplak aramayı eşime ziyarette giderken 1.5 yaşındaki kızımın bile bezini arıyorlardı, o sahneyi yaşamamak için kızıma erken tuvalet eğitimi vermek zorunda kaldım, her görüşte kızımın bezini açmasınlar diye. Dile getirdiğiniz için çok teşekkür ederim.”

Yine bakın bir başka vaka bu sefer Elazığ’dan: “Merhaba vekilim 2018 Aralık ayında tutuklandım Elazığ F Tipi Cezaevi’ne gönderildim. Hapishaneye girişte çıplak arama yapılmak istendi kabul etmedim, bunun üstüne 3 gardiyan tarafından darp edilip üstümü parçalayarak çıkardılar. Olayın basına yansımasına rağmen hiçbir işlem yapılmadı. Görüşüme gelen 60 yaşındaki anneme ve ablama çıplak arama yaptılar. Annem Türkçe bilmediği için kendini ifade dahi edemedi.” Bakın mahpus ziyaretlerinde yaşananlar bunlar! Duy ey Türkiye diyoruz! Bunlar yaşanıyor! Sana duyurmuyorlar ve biz buradan Meclis’ten sana duyuruyoruz, duy ey Türkiye!!!

Geliyoruz Türkoğlu Cezaevi’ne. “Türkoğlu L Tipi Cezaevi’ne sebepsiz sürgün edildim, girişte çıplak arama yapılacağı söylendi; bende düzgün bir üslupla bunun uluslararası sözleşmelerdeki karşılığını söyledim fakat dinlemediler, karşılıklı ısrardan sonra 5 infaz koruma memuru 2 m² yerde üzerime atlayıp zorla soymaya çalıştılar. Bu sırada 2 memur ağzımı kapatıyor, birisi de dizi ile göğsüme baskı uygulayıp slogan atmamam için rastgele yumruk atıyordu. Tüm bunlardan sonra sadece savcılığa 47 adet suç duyurusu dilekçesi yazmama rağmen hiçbirine cevap verilmedi.” İşte hal bu arkadaşlar. Bir Türkiye tablosu bu! Çıplak arama yapılmak isteniyor, hukuksuz bir uygulama yapılmak isteniyor, onursuz bir uygulama yapılmak isteniyor, mahpus direniyor darp ediliyor ve ardından da bu kişi 47 dilekçe veriyor hiçbiri hakkında işlem yapılmıyor! Ülkedeki adaletin, hukukun durumu bu arkadaşlar! Sadece siz değil tüm Türkiye, tüm dünya bunu görsün. Böyle rezalet, böyle skandallarla dolu bir ülkede yaşıyoruz maalesef.

Peki size soruyorum tekrar. Türkiye’de kaçırıldığınız ve işkence gördüğünüz yönündeki başvurularınız nasıl biter? Nasıl mı biter? Bakın size çok önemli bir belge ile bu konuda cevap vereceğim. Benim yıllardır uğraştığım bir husus bu ve sonunda bana gelen bir mektupla bunun son halini anlatacağım. 3 yıl öncesi kaçırılan bir kişi 108 gün boyunca kaçırılan bir yerde tutulan bir kişi ve daha sonra 108 gün sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne bırakılan ve Kandıra Cezaevi’nde tutuklanıp gönderilen Zabit Kişi isimli şahıs bana önceden gönderdiği mektuplarında korkunç bir işkenceye devlet görevlileri tarafından uğradığını, resmi görevlilerin bunu yaptığını ve daha sonra bu görevlilerin kendisini Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne bıraktığını ve bu konunun araştırılmasını söyledik. Peki biz İçişleri Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı’na dile getirdik bir şey mi oldu? Hayır hiçbir soru önergemize cevap verilmedi. Meclis Başkanlığı’na Araştırma Önergesi vererek işkenceyi anlattığımız zaman bize Meclis Başkanlığı bu işkence konusunda bir araştırma yaptı mı? Hayır yapmadı. Bize dediği şuydu: İşkence anlatımlarının olduğu bu araştırma önergesindeki bazı kelimeleri ‘Kaba ve yaralayıcı’ ifadeler olarak gördüğü için, bu araştırma önergesini incelemeyecekmiş Millet’in Meclisi’nin Başkanlığı. Peki daha sonra mahkemelere gitti bu kişi. “Beni bir dinleyin ey savcılık, bak ben işkenceye uğradım en azından bir dinleyin, ne karar vereceksiniz verin.” Dedi 108 gün boyunca yaşadığı işkenceleri anlatmaya çalıştı bakın şu başvuruları ile, mektupları ile, savcılığa başvurmuş görüyorsunuz ve savcı bey Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bir savcı Adem Ayyıldız isimli bir savcı diyor ki bu konuda takipsizlik kararı vermiş. Şahıs bana diyor ki cezaevinden gönderdiği mektupta: “110 gün boyu kaçırılıp, işkence edildim, hali belgeleyip savcılığa gönderildim ama yeterli delil bulunamadığı için 2 yıl 7 ay sonra bu mesele kapatıldı.” Diyor ki: “Yeterli delili nasıl bulamazsın? Beni dinlemezsen yeterli delil bulamazsın. Beni dinlemeyi bile çok gördüler! Dinlemediler beni.” Hal bu işte değerli arkadaşlar.

Bünyan Cezaevi’nden Alev Şahin’in mektubu var arkadaşlar. Diyor ki Alev Şahin KHK’lı Alev Şahin bana gönderdiği mektubunda: “”Açacak bu nar çiçeği” diyor, bir Enver Gökçe şiiriyle sesleniyor bana, hepimize sesleniyor. Biz de: “Haklısın Alev Şahin, bu mücadele insan olabilmek, insan kalabilmek mücadelesi.” Diyoruz.

Uygur kardeşlerimize yönelik muameleler devam ediyor, bakın size bir fotoğraf gösteriyorum. Bebekli Uygur anne Çin devletine mi teslim edilecek? Diye sormuşuz ve bizim bu baskılarımız sonrasında teslim edilmedi gerçi ama biz bu hali anlatalım size. Yaşam tehlikesi olanın, kişinin yaşamı açısından tehlikeli duruma düşürecek bir devlete teslim edilmemesi gerekiyor. Biz bu konu ile ilgili birçok bakanlığa soru önergesi verdik. Kaç Uygur Kardeşimiz Çin’e iade edildi? Ve bize cevap verilmedi, buna benzer uygulamalar devam ediyor. Bebekli Uygur anne de bir baskı olmasaydı belki Çin’e teslim edilecekti, bakın şu anne ve bu önemli bir baskı sonucu yetkililerin geri adım atması ile sonuçlandı ama yetkililer halen Türkiye kaç Uygur kardeşimizi Çin’e iade etti sorularımızı cevaplamıyor!!!

Gazetecilere yönelik baskılar devam ediyor. Etkin Haber Ajansı İstanbul ofisine ve muhabir  Pınar Gayıp’ın evine polis baskını yapıldı. Arama sonrası gazeteci gözaltına alındı. Ajans ofisinde bulunan hard disklere el konulduğu ve dijital materyale ise zarar verildiği belirtiliyor.

Sn. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül: “Bana tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum.” diyor. T.C. bir hukuk devletidir sipariş vermiyoruz biz de ona: “Görevinizi yapın.” diyoruz. Sizin sadece ve sadece görevinizi uygulamanızı, cezaevleri hakkında açıklama yapmanızı ve adil bir yargı ortamı oluşturmanızı istiyoruz. Bakanlık bünyesindeki kurumlarınıza bilgi saklatmayın Abdulhamit Gül. Adil olmayan yargılamalar yapan hakim ve savcıların HSK’de yargılanmasını engellemeyin diyoruz.

İçişleri Bakanı da Twitter’da adalet kervanına katıldı. Bize her türlü hakareti yapan bu Bakan, annesine sosyal medyada hakaret eden bir şahsın niye tutuklanmadığını sorarak, isyan etmiş. Peki sen milletin fertlerine, milletin vekillerine terörist derken, çeşitli hakaret ve küfürler yaparken iyi miydi? Kolay mıydı? İşte bak başına gelir! Annene hakaret, küfür yapılır o zaman dank eder anlarsın. Biz kim olursa olsun hakaret ve küfrün karşısındayız. Annelere yapılan hakaret ve küfrün siyaset ortamından kalkması gerektiğini söylüyoruz. Bize de hakaret edilse biz kimseye hakaret etmediğimizi söylüyoruz.

İnsan ve Özgürlük Partisi yetkilileri bakın 11 gün oldu, İçişleri Bakanlığı’nın önünde, olacak bir iş değil arkadaşlar. İnsanlara zulüm, partisinin kurulma dilekçesi alınmıyor. Türkiye’de bu yaşanıyor, İçişleri Bakanlığı görevini yapmıyor, o dilekçeyi alıp Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermesi gerekiyor, göndermiyor. Parti yetkilileri suç duyurusu yapıyor, bu suç duyuruları için herhangi bir ilerleme kaydedilmiyor ve İçişleri Bakanlığı bu partiyi kurdurmamaya çalışıyor! Olacak bir iş değil! Ey dünya bunu duy diyoruz! Bakın Avrupa Parlamentosu ve diğer tüm insan hakları kuruluşları bunu duy; bu ülke bu halde. Bir partinin kuruluş dilekçesinin bile alınması kabul edilmiyor. Dilekçe hakkı gasp edilmiş durumda ve siyasi parti kurma hakkı gasp edilmiş durumda.

Abdulhamit Gül güya kendisinin adil olduğunu söylüyor ama biz ben kendimden örnek vereyim; 2.5 yıldır Sn. Selahattin Demirtaş, Sn. Ahmet Altan, Osman Kavala, Alparslan Kuytul için ve diğer tüm vekillerimiz için verdiğimiz ziyaret dilekçeleri işlem bile görmedi. Dilekçelerimize cevap bile verilmedi, biz bunun için Ombudsman’a gittik, Ombudsman bize: “Yasaya göre ziyaret edemezsin.”diyor. Biz ona yasayı sormadık ki, yasayı biz de biliyoruz. Adalet Bakanlığı dilekçelerimize niye cevap vermiyor diye soruyoruz? Bakın benim yüzlerce dilekçeme cevap vermeyen Sn. Abdulhamit Gül çıkmış: “Adalet, demokrasi” havarisi kesilmiş. Arkadaş sen benim 2.5 yıldır verdiğim dilekçelere niye cevap vermiyorsun? Ey Ombudsman niye bu ihlali örtbas ediyorsun? Bu ne haldir ya? Bir taraftan Adalet Bakanlığı, öbür taraftan Ombudsmanlık bir ihlali sümenaltı etmekle meşguller.

İnsan ve Özgürlük Partisi yetkilileri son derece mağdur ve Murat Bozdemir bu Ankara soğuğunda diyor ki Genel Başkan Yardımcısı: “ Dışarda bekletiliyoruz. Dilekçe hakkı en temel haktır. Bizden vergi alıp dilekçe almamazlık edemezsiniz!” diyor. İçişleri Bakanlığı’na sesleniyorum bu hale daha ne kadar devam edeceksiniz? İnsan ve Özgürlük Partisi’nin 3 yıldır uğraş verdiği parti kurma çalışması engelleniyor, parti yetkilileri kaç gündür dilekçelerini almıyor. Çin başkonsolosluğu önünde bekleyen Uygur kardeşlerimizin dilekçeleri bile alındı ama İnsan ve Özgürlük Partisi yetkililerinin dilekçeleri İçişleri Bakanlığı tarafından alınmıyor.

Bu Çin Konsolosluğu önünde bekleyen Uygur kardeşlerimizi direnişinin 15. Gününde ziyaret etmiştim, bu kardeşlerim sonunda dilekçelerini Çin Konsolosluğu’na verdi. Eğer ki bu verişte bizim de zerre miktar katkımız olmuşsa Allah’a sonsuz şükürlerimiz, hamdlerimiz olsun.

Yine Çin meselesinde dünya Çin’in soykırım yaptığını kabul ettiği halde Türkiye hala bu konuda adım atmıyor, ABD bile Çin’in Uygur kardeşlerimize soykırım yaptığını söylüyor ama Türkiye’nin ticari ilişkileri devam ediyor ve sessizliği devam ediyor.

İngiltere bakın Çin ile olan ticari ilişkilerini kısıtlıyor. “BM İnsan Hakları Komiseri’nin Sincan’a girmesine izin verin.” diyor ve ticari ilişkilerini sınırlandırıyor ama Türkiye tam gaz devam ediyor.

 Bizim sorduğumuz Kuwanhan Aimuzu isimli bir kadın İstanbul’dan Tacikistan üzerinden muhtemelen Çin’e gönderildi, bu kadının akıbeti konusunda bakanlığa soru sorduğumuz halde halen bir cevap verilmiş değil.

Son olarak da Hrant Dink cinayeti konusunda bir şeyler söylemek isterim. Hrant Dink cinayeti 14. Yılında yine aydınlatılmadı. Biz 5. Yılında birtakım aydınlar ile beraber Adalet Talebimiz Var İnisiyatifi kurarak o günün Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül ve Adalet Bakanı Sn. Sadullah Ergin ile de görüşmüştük ve 5. Yılda hayret ediyorduk niye bu dava ilerlemiyor, 14. Yılında bile dava ilerlemiyor. Vekilimiz Sn. Garo Paylan: “Bu dava yeni başladı.” Diyor.

Bakın Selçuk Özdağ, Orhan Uğuroğlu ve Afşin Hatipoğlu’na yönelik saldırılardan sonra, MHP kanalından Yıldıray Uğur’a yönelik, Elif Çakır’a yönelik, Taha Akyol’a yönelik; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ağzıyla yine tehditler savruldu. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz bunu anlamak mümkün değil! Maalesef bu hal burada, biz bunun için soru önergesi verdik İçişleri Bakanlığı’na bu köşe yazarlarının hayatı noktasında, can güvenlikleri noktasında bir önlem aldınız mı? Diye sorduk.

Bize yönelik fezlekeler gelmeye devam ediyor. Çıplak aramaları gündeme getirdiğim için bol bol fezleke geliyor bize, susturmak için ama ne milleti soruşturmalarla susturabilirsiniz, ne de milletvekillerini fezlekeler ile susturabilirsiniz. Buradan size cevap vermiş olalım.

Hüseyin Galip Küçüközyiğit halen maalesef 25 günü aşkın bir şekilde kaçırılmış ve halen ortada yok!

Yeni kaçırılan insanlar oluyor. Bu da çok üzücü bir durum. Dün de İstanbul’da bir kişi kaçırıldı! Bunlar da olacak hadiseler değil değerli arkadaşlar.

Basın toplantımız burada bitiyor, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Yorumlar