03 Temmuz 2019

Insan haklarını inceleme komisyonunda toplantidayiz. Bir cok iskence, kacirilma vakasının arastirilmasını istedik. En son dun Diyadin Belediyesinde eş baskanların darp edilmesinin arastirilmasinı istedik. Iktidar ortamı gulluk gulistan gostermeye çalısıyor ama boyun egmeyiz

ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
    Sincan Cezaevi ziyaretinde bulundum, alt komisyon üyesi olmadığım için şerh düşmedim ama sözlü olarak beyan edeyim. Cezaevi ziyaretinde önemli eksiklikler gördük, bunu da tüm ziyaretçi arkadaşlarımız gördü ve vicdanları da sızladı, bilhassa çocuk cezaevindeki görüntüler çok üzücüydü. Kışın soğuk odalar, şikâyetini dile getiremeyen çocuklar, zaten bu çocukların çoğu kimsesiz, anne babaların sorun yaşadığı ve suça itilen çocuklar. Bu çocuklarla konuşmaya çalıştık, maalesef çocuklar kendilerini ifade edemiyordu. Sanırım biraz da korku vardı cezaevi yönetimiyle ilgili ama bizce bilhassa -açıkçası tüm arkadaşlar da teslim eder herhâlde- en kötü şartlar çocuk cezaevi bölümündeydi. Su konusu sıkıntıydı; biz, siyasi tutuklular bölümünde, bilhassa adlilerde akarken siyasi bölümde muslukları açtığımızda suyun akmadığını gördük. Kendi gözümüzle gördük ve açlık grevinde olan tutukluların bir de susuzlukla karşı karşıya olduğunu da bizzat müşahede ettik.
    Cezaevi ziyareti son derece eksik ve yetersiz bir şekilde yapıldı çünkü cezaevlerinden çok şikâyet alan, ileti alan bir milletvekili olarak Sincan Cezaevinden gelen şikâyetleri değerlendirme imkânı bulamadık Komisyon Başkanlığı sayesinde. Mesela bir doktor tıp kitabı alamadığını, radyoloji uzmanı olduğunu ve tıp kitabının bile içeri sokulmadığını söylüyordu. Tetkik etmek gerekiyordu, konuşmak gerekiyordu, engellendik ve görüşemedik.
    Tek kişilik hücreler bol miktarda vardı ve o hücrelerdeki kişilerle görüşmek istedik, görüştürülmedik cezaevi yönetimi ve başkanlık marifetiyle. Adli ve siyasi bölümler arasında ayrımcılık olduğu yönünde önemli bir kanaat vardı siyasi bölüm tutuklularında, mahkûmlarında. Yine, kalabalıkla ilgili bilhassa bazı koğuşlarda ağıl gibi bütün yatakların yan yana olduğunu ve oldukça uygunsuz bir ortamın olduğunu gördük.
    Kitaplar bölümünde eski, gündemde olmayan kitapların olduğunu gözlemledik. Yeni kitapların girişi, Yeni Yaşam gazetesinin girişi yasaktı nedense. Yani Yeni Yaşam gazetesiyle ilgili bir yasaklama kararı olmamasına rağmen yasaktı. Yani tıp kitabının bile yasak olduğu bir yerde daha başka bir şey de söylemeye gerek yok ama bunu yine söylemek gerekiyor.
    Şimdi, biraz evvel Başkanımız bağımsız bir Komisyon olduğumuzu söyledi ama şu son nedenden dolayı ben bu raporun bağımsız bir rapor olmadığını ve bir rapor olarak değerlendiremeyeceğimi söyleyeyim çünkü Komisyon Başkanlığı koğuşları gezerken bir siyasi koğuşta tutuklular şikâyetlerini beyan ederken onlarla iktidar milletvekili olarak bir polemiğe girdi ve bir tartışma ortamı yaşandı. Biz bağımsız bir heyet olarak cezaevine gitmiştik, onlar istediklerini söyleyebilirdi ve biz bunları not ederdik, katılmayabilirdik, oradaki insanların görüşleri zaten kendilerine mahsustur ama şikâyetlerini dinlemek için biz oraya gitmiştik, orada bu kişilerle tartışmak için gitmemiştik. Komisyonun tartışma yaptığı bir cezaevi ziyareti raporunu ben meşru göremiyorum, bunu söyleyeyim.
    Ayrıca cezaevleri konusunda İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı iyi bilir, en çok dilekçe gönderen milletvekiliyim ve cezaevleriyle ilgili çok önemli sorunların çözümsüz kaldığını da görüyorum. Cezaevleriyle ilgili birçok sorun var, biraz evvel gayet pembe bir tablo çizildi ama aslında öyle değil, cezaevlerinde oldukça olumsuz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kötü günleri yaşanıyor. Mesela 99 cezaevi ziyaretinde bulunmuşuz, bir yıl oldu yeni dönem milletvekili olalı. 99 cezaevi ziyareti talebimiz karşısında 1 cezaevi ziyaret edilebilmiş. Komisyonu son derece atıl buluyorum, son derece çalışmaya isteksiz buluyorum açıkçası.
    Cezaevlerinde birçok sorun var, ihlaller var, ölümler var. Geciken sevklerden dolayı ölen bir sürü insanla ilgili dilekçeler veriyorum, ne Adalet Bakanlığına verdiğimiz soru önergeleri cevaplanıyor ne de İnsan Hakları Komisyonuna verdiğimiz dilekçeler konusunda gereken işlemler yapılıyor. Bunları ben Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğünü ziyaretimde de söyledim. Bakın, bir ay oldu. Genel Müdür bana bunları birebir tetkik edeceğini söylemişti, burada tüm vekil arkadaşlarımız da hatırlar ama bana dönmedi. Biz kendisini aradık, kendisi telefonlara çıkmadı. Bu, size ne hatırlatır. Bakın, ben soruyorum ve cevabını bekliyorum, cevap verilmiyor. Tekrar buraya gelince yetkililere soruyoruz, cevap verilmiyor ve böyle bir ortamda İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu yürüttüğümüz söyleniyor.
    İşkence iddiaları da yoğun bir şekilde var, cezaevlerinde öyle pembe bir tablo yok. Mesela Beşikdüzü Cezaevinde, bayramda bunu ben gündeme de getirdim, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı çıplak arama ve dayak iddiaları konusunda cevap da verdi ama bununla ilgili bir araştırma yapmadan dakikasında cevap verdi. Türkiye’de yargı sistemi böyle maalesef. Bir konuda bir soru soruyorsunuz, “Çıplak adama ve dayak iddiaları var.” diyorsunuz, savcılık size dakikasında “Öyle bir şey yoktur.” cevabı veriyor. Ne bir soruşturma, ne bir konuyu tetkik etme, cezaevi yönetiminden sorma, infaz koruma memurlarını sorguya tabi tutma gibi şeyler yok. Biz bununla ilgili Adalet Bakanlığına da sorduğumuzda yine bir adım yok. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığına soruyoruz Beşikdüzü Cezaeviyle ilgili ne yaptınız diye, yine bir adım yok ve İnsan Hakları Komisyonu yürütüyoruz. Bunlar kabul edilecek şeyler değil arkadaşlar. Bakın, bunlar da bitmiyor, geciken sevkler sonucu en az beş ay kanser ameliyatı geciken ve kanseri vücuduna yayılan insanlardan bahsetmiştim Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürüne, bu konuda bir açıklama yapın lütfen demiştim. Hâlen bir açıklama yok, ne sözlü ne yazılı hiçbir sorumuza doğru dürüst bir açıklama yok. Adalet Bakanlığı hiçbirine cevap vermiyor zaten. Cevap vermiyor ama itham etmeyi de çok iyi biliyorlar, sağ olsunlar.
    Bakın, şimdi, Türkiye’de kaçırılan kişiler var, işkence var. Halfeti’de insanlar gözaltına alındı ve çıplak aramaya tabi tutuldu, ters kelepçeye vurulup karakol bahçesinde saatlerce sıcağın altında bekletildi ve gözaltında elektrik verildiği iddia edildi, cinsel organlara varana kadar bu yapıldı. Bunlar iddia, evet, gidip araştıralım o zaman ama İnsan Hakları Komisyonu harekete geçmiyor. Ankara Emniyetinde çok ciddi işkence iddiaları gündeme geldi. Sorduk Bakanlığa da İnsan Hakları Komisyonuna da sorduk, cevap gelmedi. Basın toplantılarında ve Genel Kurulda gündeme getirdim, cevap gelmedi. Cevapsızlık, cevapsızlık… AK PARTİ grup başkan vekili benim konuşmamdan sonra bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Bunlar algı yönetimidir, şudur, budur.” Veyahut da Sayın Başkanla görüşmüş sanırım, Genel Kurulda öyle söyledi, o da demiş ki: “Ya, seçim çalışmaları vardı, vekilleri toplayamadık.” Bu olayın olduğu tarih ve benim bu konuyu duyurma tarihim 26 Mayıstı arkadaşlar. 26 Mayısta Meclis çalışıyordu, seçim için insanlar tatile gönderilmemişti, 31 Mart öncesi olmuştu, evet ama bu olay 26 Mayısta olmuştu ve Meclis çalışıyordu, bunları biliyoruz. Bugün 3 Temmuz, hâlen ne Halfeti için ne Ankara Emniyeti için ne… Dün mesela Diyadin Belediyesinde polis geldi, eş başkanlarımızı dövdü yani hastanelik etti. Bakın, çok rahat bir polis devletindeyiz, polis geliyor, belediye başkanlarını dövüyor, çekiyor, gidiyor, hiç kimse de bir şey yapmıyor, Komisyon da bir şey yapmıyor. Ankara Emniyetinde öylesine ciddi işkence iddiaları vardı ki bununla tek ilgilenecek yer vardı, Genel Kurul da bunu andı, “İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu vardır bu Meclisin, orası araştırır.” dedi Özlem Zengin Hanımefendi ama hâlen bir hareket olmadı. Çünkü Sayın Özgür Özel de bir rapor talep etti, yine bir hafta geçti, yine ben bir hareket göremiyorum ve hakkım o yüzden sormak. Ankara Emniyetindeki işkence iddiaları son derece ciddiydi. Gündeme getirdiğimizin ertesi günü Ankara Barosu harekete geçti ve 8 avukatıyla Ankara Emniyetinde gözaltındaki kişilerle görüştü. Ankara Barosu bir demokratik kitle örgütüdür ve ciddi bir rapor hazırladı, bu rapor hâlen sitesindedir. Biz bunun görmezden nasıl gelinebildiğini de anlamıyoruz çünkü 28 Mayıs tarihli bir rapordur, aradan bir aydan fazla süre geçmiştir ve bu raporda insanların çok ağır işkenceye tabi tutulduğu belirtilmiştir. İnsanları çırılçıplak soymak, karanlık bir odaya götürmek, gözlerini bağlamak, ağır hakaret ve işkenceler yapmak, makatlarına cop sokmak ve dövmek, tehdit etmek; bunları görüşülen 6 kişiden 5’i net bir şekilde söylemiş, 6’ncısı ise “Bana işkence yapılmadı ama ben işkence yapılanları gördüm.” demiştir. Ankara Barosu bunun üzerine soruşturmayı yürüten Ankara Emniyeti yetkililerinin açığa alınması, haklarında soruşturma başlatılmasını istemiştir, ayrıca hâkim ve doktor için de istemiştir. Neden bu 2 kişi için? Çünkü öylesine bir skandal yaşanmıştır ki işkence gören kişiler koğuşlarına gittikten sonra baygınlık geçirmesi üzerine doktora götürülmüştür, doktorda kişi “Bana işkence yapıldı, şöyle, böyle yara bere var.” derken polis bu muayenedeydi ve muayeneyi durdurmuştur. Şahsın sözlerini ve muayene bulgularını muayene defterine geçirtmemiştir. Bakın, bunlar benim sözüm değil, raporda var. Ben de bir doktorum, Hipokrat yemini ettim, korkunç bir hadisedir bu. Doktorlar ideolojiden bağımsız muayene yaparlar, tedavi yaparlar ve bu engellenmiştir. Hâkimin karşısına çıkmıştır işkence yapıldığı iddia edilen kişiler ve bu kişiler hâkime “Bana şöyle şöyle işkence yapıldı.” demiştir, hâkim bunları zapta geçirmemiştir. Skandallar devam ediyor, hâkim bunları zapta geçirmiyor. Ankara Barosu Başkanı bana şunu dedi: “Ya, her şeyi anlarım da ben hukuk tarihinde böyle bir skandal görmedim. Mahkeme başkanı isterse -affedersiniz- ana avrat küfür edilsin mahkeme salonunda, onu bile zapta geçirir ama nasıl olur da çok dehşet veren bir işkence iddiasını zapta geçirmez, bunu anlamakta zorlanıyorum. Bu hâkim hakkında da soruşturma başlatılması gerekir, idari ve adli soruşturma başlatılması gerekir.” Ama bu esnada Ankara Emniyeti yaptığı açıklamada “Hiçbir usulsüzlük, hukuksuzluk yoktur.” diyordu. Zaten bunlar malum, Halfeti için de hiçbir açıklama yoktu, Ankara için de bir açıklama yok. Maşallah yani böyle açıklama yapmadan her şey geçiştiriliyor artık bu ülkede. Yüzlerce sorumuza Bakanlık cevap vermiyor, İnsan Hakları Komisyonu cevap vermiyor. Biz isterdik ki bu ülkenin en ciddi ve meşru kurumu Meclis Başkanlığı İnsan Hakları Komisyonu baro raporundan sonra gitsin, burada bir rapor çalışması yapsın. Buna hakkı var Başkanlığın, yetkilileri buraya çağırma hakkı var, gidip rapor düzenleme hakkı var ancak bunlar hâlen yapılmış değil ve bu inanılmaz durum devam ediyor.
    Ayrıca bir vahim durum daha var, bu da korkunç bir şey. Türkiye Cumhuriyeti’nde 2019 yılında Şubat ayında 6 kişi kaçırıldı ve bu kişiler hakkında hiçbir inceleme yapılmıyor, tamamen bir boşluğa atılmış durumda. 6 kişi kaçırıldı, bu kişiler için İnsan Hakları Komisyonuna da başvuruldu ancak bir ilerleme göremiyoruz. Bu kişiler için emniyete gidildi, savcılığa gidildi, herhangi bir işlem yapılmadı, takipsizlik verildi. Bakın, mesela Gökhan Türkmen Antalya’da kaçırıldı, yüz elli gün oldu arkadaşlar, şu ciddiyetsizliğe bakar mısınız. İnsanların gözü önünde kaçırılan birisi var ve savcılık diyor ki: “Takipsizlik verdim.” Ankara’da Mustafa Yılmaz’a verilen takipsizlik kararı sulh ceza hâkimliğine itiraz sonucu bozuldu ama tek bir adım atılmıyor bu konularda Türkiye’de. Bunun üzerine, mağdurlar, eşler yurt dışına başvurdular, Birleşmiş Milletler zorla kaçırmalar komitesine başvurdular, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdular ta mart, nisan aylarında. Bakın, çok üzücü bunlar, ben bu ülkenin bir milletvekili olarak bunları anlatmaya haya ediyorum, hicap ediyorum. Mart aylarında bu uluslararası kuruluşlar Türkiye’ye soru sordu, Adalet Bakanlığına “Ne yaptınız sayın Adalet Bakanlığı? Bu kişiler hakkında bize bir açıklama verin?” diye. Komisyona geldi mi bu sorular bilmiyorum ama Bakanlık yazışmalarını çok yakından takip ediyorum. Bakanlık mart ayından beri ne cevap vereceğini bilemiyor arkadaşlar. Mart, nisan, mayıs, haziran, temmuz… Adalet Bakanlığı Türkiye’deki bu son 6 kaçırılma olayı… Ki kaçıran kişiler mağdurların yakınlarına “Biz devletiz kardeşim, emniyete, savcılığa gitme ha, canına okuruz bak.” diyorlardı, tehdit telefonları geliyordu, “Bir yere gitme ha.” diyorlardı. 1990’ların beyaz Toroslarının devamını görüyoruz, şimdi de siyah Transporter’larla insan hep… Genelde bu kaçırmalarda siyah Transporter’ları gördük. Adalet Bakanlığı hiç yaşamadığı bir çaresizliği yaşıyor şu anda. Adalet Bakanlığının başsavcılıklara gönderdiği dilekçeleri görüyorum, yazıları görüyorum. “Ey savcılık, bu konuda ne araştırma yaptın?” diyor, savcılık hiçbir araştırma yapmamış çünkü takipsizlik vermiş, hiçbir yazı gönderemiyor. Şu anda Adalet Bakanlığı AİHM’den süre aldı arkadaşlar, iki dakikalık iş bu ya. İki dakikalık iş için marttan beri cevap verilemeyen bir ülkede yaşıyoruz, eylül ayına kadar da cevap verileceğini sanmıyorum çünkü altında hiçbir araştırma yapılmamış. İnsanların kimlikleri, ideolojileri, şusu, busu, ithamları ayrıdır, biz deminden beri söylüyoruz, burası İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu. Biz insana bakıyoruz, kimliğe bakmıyoruz. İnsanlar işkence altında mı başka bir şey mi?
    OYA ERONAT (Diyarbakır) – Aynı şeyleri 10 kere duymak zorunda mıyız ya?
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Ben bitiriyorum, Sayın Başkan, bitiriyorum.
    BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen müdahale etmeyin.
    Sayın Gergerlioğlu, siz de toparlayın.
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Tamam, toparlıyorum.
    27 kişi OHAL döneminde kaçırıldı, bunların 24’ünden, bunlarla ilgili tutuklama veyahut da serbest bırakma sonrasında herhangi bir haber alamadık ama 3’ü konuştu, birisi de bana bir mektup yazdı. Bu mektupta yüz sekiz gün boyunca birtakım resmî yetkililer tarafından kaçırıldığını iddia ediyordu bu kişi, yüz sekiz gün boyunca legal olmayan bir merkezde korkunç işkenceler yapıldığı ve bunların sonucunda ağzından, burnundan, makatından kanlar geldiği, 30 kilo zayıfladığı, yetmiş beşinci güne kadar bu insanın yıkanmasına izin verilmediği, önüne köpeğin önüne atılır gibi ekmek ve su atıldığı ve ancak hayatını devam ettirdiği, daha sonra da bu kişilerin alıp bu insanı Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin eline teslim ettiğini söylüyordu bana mektubunda. Yorumsuz bir şekilde ben bu mektubu Meclis Başkanlığına sundum, tek kelime katmamıştım bakın ben, tek kelime, Meclis Başkanlığı “Kaba ve yaralayıcı ifadeler var, biz bunu araştırma önergesi olarak kabul edemeyiz.” dedi. Peki, kim araştıracak bunu? Biz millet değil miyiz yani milletvekili değil miyiz?
    BAŞKAN – Sayın Gergerlioğlu, biraz toparlayabilir misiniz lütfen.
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Evet, bitiriyorum.
    Şimdi, bu işkence iddiaları… 27 kişi kaçırıldı, şu anda 6 kişinin beş aydır nerede olduğu bilinmiyor. Yakınlarının hepsi başvurdu, hepsi hakkında soru önergesi ve Komisyona dilekçe verdim, hiçbir hareket görmüyorum. Ben açıkçası anlamıyorum, böyle bir Komisyonda bu kadar duyarsızlık nasıl olur, bunları anlamakta zorlanıyorum ve artık diyecek tek bir kelime de bulamıyorum.
    Teşekkürler.

********

ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Ben kimseye müdahale etmedim. Bakın, bana da laf atıldı, müdahale etmedim. Susun ve dinleyin lütfen.
    Bakın, insafsızlıkla suçlandım ama güya ben neredeyse Sayın Beştaş gibi 1.500’e yakın belki dilekçe verdim, Komisyona giden dilekçelerin çoğu bizden gitti ama tek birine bile bir cevap alamadım. Sayın Beştaş’ın bahsettiği gibi, usulü cevaplar aldım. “Altı Komisyona iletildi, orada bakılacak.” Alt Komisyon dediği cezaevi komisyonu, orası da zaten cezaevlerine gitmiyor, 99 ziyaretten 1’i olmuş veyahut da bize gelen bazı cevaplarda “Bu konu yargının konusudur.” deniyordu. Biz Komisyon Başkanlığına itiraz ettik ve o hatalar kabul edildi ve incelemeye alındı ama onlardan da net bir cevap alamadık. Ben boş yere konuşmuyorum, burada tüm evraklar, her şey apaçık ortada.
    Bakın, çok açık söylüyorum: On altı ay oldu, Halime Gülsu cezaevinde büyük bir infaz…
    BAŞKAN – Ya, bu konumuzla ilgili değil Sayın Gergerlioğlu, lütfen raporla ilgili konuşacaksanız konuşun.
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Bir dakika sözüme müdahale etmeyin lütfen.
    BAŞKAN – “Müdahale etmeyin.” ne demek? Lütfen, raporla ilgili konuşun.
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Bakın, raporla mı ilgili konuştu biraz evvel Sayın Beştaş, genel konularla ilgili. Sözümü kesmeyin lütfen Sayın Başkan.
    Bakın, İnsan Hakları İnceleme Komisyonunu ihlal komisyonuna çevirmeyelim. Çok ağır ihlaller var. Adalet Bakanlığı da cevap vermiyor. Bağımsız bir Komisyon olmanız hasebiyle bunlara cevap vermeniz lazım, vermiyorsunuz. On altı ay oldu. Bakın, siyasi görüşünüz ayrı olabilir, insanı, vicdani, hukuki açıdan ben size cinayetlerden, hasta sevklerindeki büyük ihmallerden bahsediyorum, bunları inceleme ve cevap verme ihtiyacı bile hissetmiyorsunuz. Siz bu konularda net ve doğru cevaplar verdiniz de mi biz görmedik? Bunları yaptınız da mı görmedik de arkadaşlar insafsızlık diyor. Halfeti’yi araştırdınız da mı eleştirilerimize insafsızlık diyorsunuz? Ankara Emniyetini araştırdınız da mı insafsızlık diyorsunuz arkadaşlar? Bakın, Ankara Emniyetiyle ilgili Ankara Barosunun çok ciddi ve uluslararası yankı yapan bir raporu var. Siz bu rapor hakkında belki konuşmazsınız ama geçen gün ben AB ülkelerinin 18 temsilcisi beni çağırdı, davet etti ve ben onlara anlattım, Ankara Barosunun raporunu anlattım. Bakın, siz görevinizi yapmayınca İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesini çağırıyorlar. Bakın, dün de Sayın AB Büyükelçisi Sayın Christian Berger’le konuştum ve bu konular da yine gündemimizdi. Davet ediyorlar ve soruyorlar. İşimizi yapalım.
    Valilik Ankara Barosunun açıklamasından sonra bir açıklama hâlen yapmadı. Kırk güne yakın süre geçti ve kesinlikle bir açıklama yapılmıyor ne Halfeti için ne diğerleri için ne Ankara için, hiçbir yer için açıklama yapılmayan bir ülkede yaşıyoruz ki biz size bir yıl önce Komisyon kurulurken alt komisyonlar kurulmasını istemiştik, zorla kaçırılmalar, kaybedilmeler alt komisyonu kurulsun dedik, kabul edilmedi Komisyonca ama kaçırmalar devam etti. Ondan sonrasında 6 kaçırma vakası daha geldi. Bunların arasında her kesimden insanlar vardı ve cezaevinden gönderdikleri mektuplar dehşet vericiydi. Yine, iş cinayetleriyle ilgili bir alt komisyon kurulmasını istedik. Bununla ilgili de bir komisyon kurulmadı ve Avrupa’da şu anda…
    PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) – Hep aynı şeyleri söylüyorsunuz.
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Ya, lütfen, sözümü kesmeyin ya!
    Avrupa’da birinci durumdayız bakın. Avrupa’da birinci durumdayız ve hâlen bunlar yapılmıyor.
    Değerli arkadaşlar, sözü uzatmayayım çünkü söylediklerime cevap alamıyorum.
    Sayın Başkan, sizden tek bir şey istiyorum, binlerce şey söyleyebilirim ama tek bir şey söyleyin bakın, lütfen söyleyin. En önemli sorum şu: İşkence iddiaları ve Ankara Emniyeti, Halfeti’yle ilgili bir şey yapacak mısınız? Bir.
    İkincisi: Şu anda kaçırılmış olan 6 kişiyle ilgili bir şey yapacak mısınız?
    Sözü çok uzatmama gerek yok çünkü soruyorum, soruyorum, cevap vermiyorsunuz ve “İnsafsızlık yaptın.” diyorsunuz. Ne insafsızlığı?
    BAŞKAN – Ben öyle bir şey söylemedim size ya.
    ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) – Diğer arkadaşlar söyledi.
    99 cezaevi ziyaret talebimiz olmuş, 1’ine gidilmiş, neredeyse yüzde 1 ve arkadaşlar diyor ki: “Bakın, ne kadar güzel bir tablo, Türkiye ne kadar iyi bir yere geldi.” Allah aşkına, arkadaşlar, bakın, siyasi görüşlerinizi anlatabilirsiniz, taraftarlarınıza anlatabilirsiniz, vicdanlarınıza anlatamazsınız. Bakın, biraz evvel “Fırat’ın kıyısında kurdun kuzuyu kapması olayı” falan dendi. Böyle şeyler söylemlerde söyleniyor da sonra size net işkence iddiaları getiriliyor. Bırakın kurdun kuzuyu kapmasını, birtakım görevliler insan kapmış ya, ne kurdun kuzuyu kapması Allah aşkına, birtakım güç sahipleri insan kaçırmış, kaybetmiş, işkence ediyor. Bunları araştırın diyoruz, araştırmıyorsunuz. Daha bunun neresi tozpembe bir ortam? Sözü uzatmaya da gerek yok.
    Teşekkür ediyorum ve sizi de şiddetle kınıyorum bu ayrımcılığınızdan dolayı.



Yorumlar