11 Şubat 2021

YouTube

Değerli basın mensupları, bugünkü hak ihlalleri ve haftanın önemli gündem maddeleri ile ilgili basın toplantımıza başlıyoruz.

İlk olarak Sayın Cumhurbaşkanı’nın gündeme düşürdüğü çok önemli bir konu dediği Türkiye’nin Ay’a gitmesi, uzay çalışmaları yapması ile ilgili birkaç kelam etmemiz gerekiyor.

Bu kamu vicdanında karşılık bulan bir konu olamaz, olamıyor çünkü pandemi ortamındayız, ekonomik sıkıntılar had safhada, 8 milyon kişi işsiz kalmış durumda, esnaf dükkanları açılmıyor, kiralık ve satılık ilanları tüm dükkanların camlarında var, en az %20 oranında esnaf işini bırakmış durumda, terketmiş durumda. Kalan işini sürdürmeye çalışan esnafımız oldukça büyük zorluklar ile geçinmeye çalışıyor. Ücretli izne çıkarılan insanlarımız, kısa çalışma ödeneği ile mağdur edilen insanlarımız had safhada ve insanlar kıt kanaat geçinmeye çalışırken biz esnafa, memura, işçiye bir iyilik düşünüldüğünü sanırken, önemli bir açıklama yapılacağı söylenirken bir de baktık ki Cumhurbaşkanı: “Ay’a gidiyoruz, Mars’a gidiyoruz, Uzay’a gidiyoruz.” Gibi açıklamalar yapmaya başladı. Değerli arkadaşlar ben son Cumhurbaşkanı’na şunu diyorum: “Ay’a gitmeyi bırakın, siz ayçiçek yağını düşünmeye bakın.” Fırlamış gitmiş Ay’a doğru yolculuğa çıkmış ayçiçek yağı fiyatlarını görmeyen ama insanları kandırmak için “Ay’a gideceğiz, Uzay’ı fethedeceğiz.” Gibi sözler söyleyen Sayın Cumhurbaşkanı’na bir başka hatırlatmam daha var!

Bırakın siz Ay’ı simit fiyatlarına bakın! İstanbul’da simit fiyatları %25 zamlandı! Bakın 100 gram simit İstanbul’da 2 liraydı, şimdi 2021’de 2.5 TL oldu. Düşünün 100 gram simit 2.5 TL ve siz Ay’a gideceğinizi söylüyorsunuz! İnsanlar bir simit alacak para bulamıyorlar ve gerçekten de haddinden fazla pahalı hale gelmiş durumda simit ve siz Ay’a gideceğinizi söylüyorsunuz!

Bakın bana Urfa’dan gönderen bir arkadaşımız diyor ki: “Şanlıurfa Karaköprü’den bunu gönderdim. Cumhurbaşkanı Ay’a gideceğini söylüyor ama gözümün önünde iki çocuğu ile çöpleri karıştıran bir kadını gördüm. Değil Ay’a gitme, bu iktidar insanlıktan çıkmış. Ay’a çıkmayı bırakın, insanlıktan çıkmış.” Diyor Urfa’lı vatandaş. Haksız mı? Haklı gerçekten! KHK’lılara zulmeden, soykırım uygulayan, sivil ölüme tabi tutan, işçileri, memurları perişan bir halde bırakan, enflasyonun %35.5 olduğu bir ülkede Ay’a çıkmaktan bahsediliyor. İnanılacak hadiseler değil! Biz ona ayçiçek yağı fiyatlarını hatırlatıyoruz, simit fiyatlarını hatırlatıyoruz ve çöpten ekmek toplayan bu kadınları, bu çocukları hatırlatıyoruz. Perişan durumdaki işçiyi, memuru, esnafı hatırlatıyoruz.

Geçtiğimiz gün Ankara esnafı ile konuştum. Ankara esnafı artık feryat ediyor! Kafeler, barlar ve restoranlar bir araya gelmiş; KABARE adında bir çalışma oluşturmuşlar. Her Pazartesi ve Cuma saat 18.30-19.00 arasında dükkanlarının önlerinde toplanıp alkışlar ve sloganlar ile iktidarın uygulamalarını protesto ediyorlar. Gerçekten nefes alacak bir halleri yok! Perişan durumdalar. Biz esnaf ile konuştuk, gerçekten zor durumda olduklarını gördük. Son raddeye gelmiş durumdalar, feryat ediyorlar, çok intihar eden insan var ve ekonomik sıkıntılar ile boğuşuyorlar, şu anda eğer bu durum düzeltilseydi bile 2-3 yıl işyerlerinin beli doğrulmayacak ve şu anda gerçekten çok zor durumdalar. İşçi zor durumda, işveren zor durumda. Sektör çökmüş durumda ve maalesef iktidar Ay’a gitmekten bahsediyor. Hani bu kadar uçuk, kaçık şeyler olamaz. Bunların bir benzeri ne zaman oldu? Osmanlı’da Lale Dönemi’nde oldu. Millet aç, sefildi. Lale Dönemi’nde saraylar, laleler ve diğer anlatımlar yapılırdı. Nedim şiirler söylerdi, saraylarda laleler, keyifler, Sadabat Parkı’nda yürüyüşler iktidardakiler ve zenginler son derece büyük bir keyif içinde yaşarken halk sefalet içindeydi! 1789’da da aynısı yaşandı! Biz ülkemizde uçurumların artmaması gerektiğini söylüyoruz! Uçurumlar artmamalı, halk boğulmamalı ve sivil siyaset içinde çözümler bulmalıyız. Eğer ki siyaset içinde çözümler bulmazsanız, afaki, hayali şeyler söylerseniz sonuç ne olur? İşte böyle abuk subuk hayaller olur ve kimseyi buna inandıramazsınız. Neden inandıramazsınız? Bakın gerçekten hani Türkiye zengin bir ülke olsa, Ay’a çıkabilecek kalibrede olsa hepimiz gurur duyarız, deriz ki: “Türkiye Ay’a da çıksın, Uzay’ı da fethetsin ama öyle bir durum da yok. Bakın rakamlara da baktığımız zaman aslında afaki, hayali iddiaların ortaya atıldığını görüyoruz. Bu projeye yıllık 38 Milyon TL ayrılmış yani 5 Milyon $ ayrılmış, ABD’ye bakıyoruz, ABD 23 Milyar $ ayırmış. Yani bu işlere siz soyunacaksanız, paranız olacak! Para elde yok, ayırdığınız para gülünç bir para ondan sonra konuşuyorsunuz! BAE Mars’a uydu yollamış ve 200 Milyon $ para ayırmış. Yani bir şey iddia ediyorsanız ona ayıracağınız parayı da doğru dürüst bir şekilde söylemelisiniz, kimse ile dalga geçmemelisiniz.

 Bu beyan yapılıyor, bir gündem kaydırması, malum Anayasa tartışmaları gündeme getiriliyor. Hukukun ayaklar altına alındığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan atlayarak, zıplayarak Yargıtay’a atanan oradan da yine zıplayarak Anayasa Mahkemesi’ne geçen bir İrfan Fidan örneği görüyoruz. Yıllarca görev yapan Yargıtay üyeleri bir tarafta dururken bir bakıyorsunuz Yargıtay’da görev bile yapmamış, atlama, zıplama taşı olarak kullanmış bir insan Anayasa Mahkemesi oluveriyor! Osman Kavala, Sn. Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan gibi önemli isimler ve onun dışında binlerce isim hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulurken, anne baba tutukluluklar devam ederken, çoluk çocuk cezaevlerinde perişan olurken kalkmışsınız yeni Anayasa diyorsunuz, 1921 Anayasası diyorsunuz. Ya 1921 Anayasası ile ilgili bir konuşma yapmaya kalksanız şu anda Türkiye’de cezaevine atılırsınız. Yani öylesine bir yere getirdiniz ki bu ülkeyi Türkiye’de özerkliğin konuşmak, Türkiye’de Kürt meselesini konuşmak sizin cezaevine atılmanıza neden oluyor ve kalkmışsınız 1921 Anayasası’ndan bahsediyorsunuz. Sırf gündem saptırmak için, sizin getireceğiniz Anayasanın özgürlükçü olmayacağı, daha güçlü bir iktidar ve devlet anlayışı getireceği de apaçık ortada. Anayasalar toplumsal sözleşmedir ve milleti koruyan sözleşmelerdir ama AK Parti ve MHP ittifakının açık bir şekilde devleti güçlendiren, milleti zayıf bir duruma düşüren bir Anayasa teklifi ile geleceği apaçık ortada. Neden bu apaçık ortada? Çünkü Anayasa’yı çiğneyen kendileri, hukuku çiğneyen kendileri, yargıda güvensizliği oluşturan kendileri, hukukun üstünlüğünü dibe vurduran kendileri, kalkmışlar bir Anayasadan bahsediyorlar, kesinlikle samimi değiller! Bunu çok net söylüyorum, kesinlikle samimi değiller! Milletin derdine derman olmak için bunu yapmıyorlar, kendi iktidarlarını güçlü kılmak, 100. Yılda çok daha halkı, milleti ezen, kendi anlayışını dikte etmeye çalışan bir devlet anlayışı verdirtmeye çalışıyorlar. Çoğulculuğu bırakmaya, tekcilliği daha da kuvvetlendirmeye çalışan bir Anayasa teklifi ile karşı karşıyayız. Net söylüyorum bu Anayasa teklifi çoğulculuğu değil, tekçiliği öneren bir Anayasa teklifi olacak, görüntü böyle AK Parti ve MHP’nin zaten yapısı böyle. Her şeyde tekcilik diyen bir anlayışın getireceği Anayasa teklifinin ne olacağı ortada! Ortada hani bırakın 1982 Anayasası’nın özgürlükçü olmadığı ile ilgili tartışmaları yaparken biz Anayasa’nın buharlaştığını gördük ve yeni bir Anayasa teklifi ile geldiklerini gördük, tamamen samimi olmayan bir yaklaşım olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim. Diğer taraftan işte görüyorsunuz 1.5 aydır ülke Boğaziçi Üniversitesi’ni konuşuyor. Öğrencilerin, öğretim üyelerinin kendi istekleri ile rektör seçemedikleri üniversiteler varken, sivil toplum baskı altında tutulmaya çalışılırken, barolar, tabip odaları terörist olarak ilan edilirken, medya, ana akım medyasının iktidara bağlı hale getirilmesi, ajanslarının iktidar ajansı haline getirilmesi ile tamamen enformatik bir felaketin yaşandığı bir ortamı görürürken kalkıp yeni Anayasa yapacaklarmış. Anayasa’yı baltalayan sizsiniz! Nerede yeni Anayasa! Anayasa’yı baltalayan sizsiniz kalkmışsınız yeni Anayasa’dan bahsediyorsunuz. Anayasa konusunda özgürlükçü bir yaklaşım sergileyecekseniz Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin isteğini yerine getirin madem görelim. Öğrencilerin Rektör ve Rektör Yardımcılarını çok ileri derecede mahcup ettiği bu rezalete nasıl göz yumuyorsunuz? Nasıl bu makamlara geliyorsunuz diyerek her gün protesto ettiği bir ortamda kalkmışsınız yeni Anayasa’dan bahsediyorsunuz. Samimi değilsiniz, üniversite öğrencilerinin gözaltına alınıp, tutuklandığı bir ortamda, çıplak aramaların yapıldığı, işkencelerin yapıldığı, kaçırılmaların yaşandığı bir ortamda kalkmışsınız yeni Anayasa’dan bahsediyorsunuz! Bırakın yeni Anayasa’yı yasaları uygulayın, yönetmelikleri uygulayın ama siz yönetmelik ile Anayasa maddelerini çiğnemek ile uğraş verme yönündesiniz. Bunu da çok net bir şekilde görüyoruz, yasalar ile Anayasa maddelerini çiğnemek peşindesiniz!

Bir başka konu Uygur Türkleri! Uygur Türkleri’ni geçen hafta biliyorsunuz bahsetmiştim Ankara’da 3. Gününde ben ziyaret etmiştim, Çin Büyükelçiliği önünde Uygur Türkleri eylem yapıyordu. Neden eylem yapıyordu? Yakınları Çin Devleti’nde toplama kamplarında, zindanlardaydı ve yakınlarını istiyordu bu insanlar. Bu insanların istekleri göz ardı ediliyordu, Türkiye Cumhuriyeti İktidarı bu konuda aktif bir faaliyet sergilemiyordu, Çin Devleti zaten zalim ve bir polis devleti ve kesinlikle cevap vermiyordu! İstanbul Çin Başkonsolosluğu önündeki eylemleri sırasında İstanbul Valiliği tarafından kandırılan ve eylemleri bitirilen Uygur kardeşlerimiz Ankara Çin Büyükelçiliği önünde eylem yapmaya başladı. Biz hemen parti olarak da bu konuda onlara destek verdik, gittik, sorunlarını dinledik, açıklamalarını dinledik ve kamuoyuna deklare ettik fakat eylemin 5. Gününde Ankara polisi geldi: “Artık kabak tadı verdiniz. Defolun, gidin buradan.” Diyerek onları darp ederek gözaltına aldı. Mağdur edilen, maddi ve manevi açıdan daha sonraki gün de otellerinden çıkıp eylem yerine gidemediler, polis onları toparlayıp Ankara’dan İstanbul’a kadar eşlik ederek İstanbul’a gönderdi! Burada eylem yapmaları engellendi! Şimdi biz Çin Devleti’ne karşı etkili tedbirler alınması gerektiğini söylediğimiz zaman; MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay bize dedi ki: “Ne yani, Çin’e savaş mı açalım?” savaş açın demiyoruz, bakın Çin Büyükelçiliği önünde Uygur kardeşlerimiz 3-5 gün eylem yapınca rahatsız olan bir iktidar olmayın diyoruz ve bakın ne oldu biz bunu takip ettik. Biz Uygur kardeşlerimizi ziyaret ettik ardından Çin Büyükelçisi İçişleri Bakan Yardımcısı’nı ziyaret etti ve eylem İçişleri Bakanlığı’nca bitirildi! Demek ki Çin’e karşı çok diyet borçları var, Çin denince akar sular duruyor Türkiye İktidarı açısından demek ki! 50 Milyar $’lık bir ticaret hacmi oluşturmuşlar, 3.6 Milyar $’lık eski Bakan Berat Albayrak döneminde krediler alınmıştı, göbekten bağlı durumdalar. Çok duygusal bir ilişki biçimi var Çin ile Türkiye İktidarı arasında ve Uygur kardeşlerimizin sesinin çıkması istenmiyor, parazit olarak görülüyor, yerlerde sürüklenip onlar alandan uzaklaştırılıyor, hakaretlere uğruyorlar, “Kabak tadı verdiniz.” Diyorlar, olay maalesef şu anda biz bu durumu kabul etmiyoruz ve Uygur kardeşlerimizin yanındayız, onların dertlerini, sıkıntılarına kulak kabartıyoruz, onlar geçtiğimiz gün Ankara Çin Büyükelçiliği önünde gözaltına alındıklarında zulmen gözaltı aracında 4 saat tutuldular! Düşünün o soğukta orada bekleyen insanlar, bir de araçta 4 saat tutuldu. Birisi abdesti gelmişti ve dedi ki: “Gidip en azından abdestimi yapmam lazım.” Dedi ve dinlenmedi bu kişi altına kaçırdı abdestini! Bakın ne kadar zalimce işler! Siz Çin polisi olmaya mı kendinizi odakladınız? Hedefiniz bu mu? Nasıl bir zulümdür bu? Darp edilen insanların omuzlarında incinme yaşandı, otellerinden çıkarılıp atıldılar ve defol git muamelesi yapıldı. Bu Türkiye İktidarı ile Çin Devleti arasındaki ilişkilerin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Ben buradan soruyorum AK Parti ve MHP’nin milliyetçi, mukaddesatçı, maneviyatçı vekillerine soruyorum: Hiç mi vicdanınız sızlamıyor? Çok mu rahatsınız? 3 kuruş para için iktidarın bu yaptığına boyun eğmek sizin için çok tatlı bir şey mi? O koltuklarınızı bırakmamak, iktidarın bu zalimce uygulamalarına göz yummak sizin için çok boş bir şey mi? Nasıl bu zulme rıza gösteriyorsunuz? Diye soruyorum ve onlardan cevap bekliyorum!

Bakın yozlaşma her yerde! Kocaeli Üniversitesi Rektör Sadettin Hülagü bakın ne yapmış? Oğlu Talha Hülagü Fen Bilimleri bölümünde doktorasını yaptıktan sonra SEKA Müze Müdürü olmuş; atlama, zıplama ile oluyor dedik ya. Seka Müze Müdürü olmuş, oradan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Özel Kalem Müdürü olmuş, oradan da Cumhurbaşkanlığı Kamu Diplomasi Koordinasyon Kurumu’na atlamış, hemen devlet memuru olmuş ve üst düzey makamlara gelmiş. Çark böyle dönüyor arkadaşlar! Üniversitelerde iktidara uyumlu, boyun eğen, bir dediğini iki etmeyen rektörler oluşturuluyor. Bu rektörlerin çocukları ödüllendiriliyor maddi ve manevi olarak ödüllendiriliyor, kısa zamanda terfiler alıyorlar ve böyle ahbap-çavuş ilişkileri sürdürülüp gidiliyor. Memleketin hali maalesef bu korkunçlukla devam ediyor arkadaşlar! Bu bizim vicdanımızın kabul edeceği bir hal değil! Bunlara isyan ediyoruz!

Bakın çok üzücü hadiselerin yaşandığı bir Türkiye gerçeğini yaşıyoruz! Geçen haftada bahsettik. Hakan Dağdeviren Eskişehir Cezaevi’nde anne babası tutuklu lösemi hastası bir çocuk ve onlara ihtiyacı var. Bu çocuğa bir formül gerekir diyoruz. Bizce Ay’a gitmekten önce çok önemli olan bir mesele bu çocuğun annesine, babasına kavuşmasıdır, bu çocuğun sağlığına kavuşabilmesidir ama bu meseleler duyulmuyor. Hakan anne ve babasının yanında olmalı, 12 yaşında ve kanser, lösemi hastalığı. Anne babası Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri gibi terörist ilan edilip hapse atıldı. En azından ailesinden biri çıksın, Hakan’ın sesi olmak zorundayız diyoruz arkadaşlar.

Yine cezaevinden mahpus ihlalleri ile ilgili haberlerimize devam edeceğiz. Diyor ki bir ev hapsinde olan kişi Umut Şener: “Tutukluyken 9 ay önce, kanser nedeniyle tahliye edildim. Ev hapsindeydim. Bürokratik işlemler tedavimi engelliyor. Çorum 2. A.C.M. dilekçelerimi okumadan reddediyor. Ölüme terk edildim.” Düşünün kanser ve ev hapsinde tedavisine bile gidemiyor! Yani mantıksızlık bu boyutta. Bu kişinin hali bu durumda!

Yine Kars Eski Belediye Başkanı değerli arkadaşımız Ayhan Bilgen’in hapishanede uğradığı ihlaller ile ilgili bilgi vermek isterim. Ayhan Bilgen çok değerli bir siyasetçi arkadaşımızdır ve Sincan Cezaevi’nde ağır ihlallere uğruyor. Ne oluyor? Tutuklu bulunduğu Sincan F-2 Cezaevi’nde, kütüphaneden 20 günde ancak 4 kitap veriliyor, dışarıdan bırakılanlardan ise 2 ayda 5 kitap veriliyor. Bu okuyan, yazan, çizen bir entelektüel kişi için son derece az bir kitap sayısıdır ama böyle bir dayatma yapılıyor! Mesai sonrası avukat görüşlerinde siperlik ve eldiven kullanma zorunluluğu getiriliyor bu da görüşlerde kişinin çok büyük sıkıntı yaşamasına neden oluyor!

Kahramanmaraş Türkoğlu Cezaevi bizim açımızdan oldukça sabıkalı bir cezaevi. Çok rahat bir şekilde birçok ihlale imza atabilen bir cezaevi! Aylardır aileler ile telefon yasağı, kapalı görüş yasakları artık sistematik olarak bir fiziki işkenceye dönüşmüş durumda, geçtiğimiz günlerde 5 mahpus 20 infaz koruma memuru tarafından darp edilmiş ve yapılan bir işlem yok!

Ceza alınca infazı yakmak yaygın bir uygulama maalesef! Batman Cezaevi’nde mahpuslar sayımlarda ayakta tekmil vermedikleri için gardiyanların hakaret ve şiddetine maruz kalıyorlar ve bununla birlikte 1 ay cezalarının uzamasına, artı hücre cezasına mahkum ediliyorlar.

Bitmedi! Gebze’de yine ihlaller devam ediyor! 21. Yüz Yıl’da koskoca Türkiye’de insanlara böyle zulümler yapılıyor! Adnan Oktar’ın mahpus arkadaşlarından bize gelen bir ihlal başvurusu var! Diyorlar ki: “Hanım arkadaşlarımız sağlık bahanesiyle susuz, hijyensiz, memurun önünde tuvalete girilen nezarethanelere konuldular.” Adnan Oktar’ın cezaevindeki arkadaşları ihlale uğradığını söylüyor. Biz ihlal, haksızlık kime yapılırsa yapılsın karşısındayız. Suç ile suç işlemiş birisi veyahut işlememiş birisi de olsa bir şekilde mahkum edilmiş bir kişi, mahpus durumundaki bir kişi cezaevinde özgürlüğünden kısıtlanabilir ama insan haklarına kısıtlanıp artı zulümler yapılmamalı! Hangi suçtan olursa olsun bu böyledir, insan hakları bu demektir!

Bir başka baba yine: “Silivri Cezaevi’ndeki oğlum Erhan Şeker’e yolladığımız kitaplar 4 aydır ulaşmıyor.” Düşünün siz insanları cezaevine koymuşsunuz, Ayhan Bilgen örneğinde olduğu gibi en az şekilde kitap vermeye çalışıyorsunuz, bakın bir başka üniversite mezunu bir insan 4 aydır kitaplarını alamıyormuş. Baba diyor ki: “Oğlumun bu konuda yaşadığı mağduriyetler için yazdığı 11 dilekçeye cevap verilmedi. Çocuk yaştan beri en büyük zevki olan kitap okuyamıyor.”

Yine Giresun Espiye Cezaevi. Telefon odası yapmışlar, herkes aynı anda telefonda konuşuyor, hiç kimse bir şey duymuyor çünkü konuşma seslerinden kimse bir şey duyamıyor!

Yine bakın başka acayip vaka! Sincan’da ki Cezaevi’ne Kur-an gönderen bir eş gerekçenin Kervan Yayınları’na ait olması nedeniyle Kur-an’ın teslim edilmediğini öğrenmiş. Eser Kervan Yayına ait ve yasal olarak faaliyetine devam ediyor. KHK ile faaliyetine son verilen ise Kervan Basın Yayıncılık. Kervan ismini duyunca birileri Kur-an’ı bile içeri sokmamasını sağlamış.

Nalan Dilara Uğur diyor ki mahpus hukukçu Hüsamettin Uğur’un kızı: “Babam beş gardiyan tarafından işkence gördüğünde muayeneye gardiyanla beraber alıp babam darp edildiğini söylediğinde de geçiştirerek dinlemeyen “Darp izi yoktur.” yazıp geçen doktor için Kırıkkale Tabip Odası’na yaptığımız şikayete soruşturmaya yer yok kararı verilmiş.” El birliğiyle işkenceyi örtme çalışmaları devam ediyor arkadaşlar!

Bakın şu olayda da başörtülü hanımın Gemlik’te AUNDE isimli fabrikaya iş başvurusu yaptığını öğreniyoruz. Başörtülü hanım başvuru sonrasında işe alınacak fakat işe alınırken kendisine deniliyor ki: “Bu işyerinde hani sen başörtülüsün, namaz kılan birisisin herhalde. Namaz kılmak istersen kılamazsın. Namaz izni yok.” Deniliyor kendisine. “Siz örtülüsünüz ya, burada abdest almak/namaz kılmak yasak.” dendi Sigara molası var ama namazı oturarak kılmak bile yasak! Firma yurtdışı fabrikalarında inanç özgürlüğüne dikkat ediyormuş ama Türkiye’de ki bu fabrikada namaza bile izin verilmiyor. Biz bunu soru önergesi ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na da sorduk. Sosyal medyada da gündeme getirdik ve hala fabrika geri adım atmıyor! Bu olacak bir şey değil! Güya başörtüsü ile ilgili söylemler ile gelen bir iktidarın yönetiminde işte fabrikalarda bile başörtüsü yasakları devam ediyor!

Yine Sinbo Fabrikası’nda işten çıkarmalar nedeniyle verdiğimiz soru önergesi birilerini rahatsız etmiş. Sinbo işçisinin mektubunu Meclis gündemine taşımıştık. Çalışma Bakanlığı’na iddiaları sormuştuk. Meclis Başkanı Sn. Mustafa Şentop bize: “Kişisel görüş içerdiği.” İddiası ile önergemizi işleme almadığını söylemiş, biz de önergemizi tekrar vereceğiz ama böyle gerekçeler ile öneregemizin reddedilmesini de kabul etmiyoruz!

Bütün bu çürüme ve yozlaşma sonrasında AK Parti seçmenine soruyorum. AK Parti’li seçmen yozlaşmayı görmüyor mu? Ötekileştiren dili görmüyor mu? Halktan kopuşlarını görmüyorlar mı? Abdullah Gül ve Abdullatif Şener’e yapılan kendilerine yapıldığı zaman mı akılları başlarına gelecek? Diye kendilerine soruyorum.

MHP seçmenine de soruyorum. Vatanını sevdiğini söyleyen MHP seçmenine bazı sorularım var! Niye o zaman bu Cumhur İttifakı’nın yıkımına, talanına, yağmasına ses çıkarmıyorlar? Niye ülkenin fakirleşmesine, hayvancılığın, tarımın bitmesine ses çıkarmıyorlar? Niye Uygur Türkleri’ne zulmeden Çin’e karşı yapılan en demokratik sivil barışçıl eylemlere izin verilmemesine seslerini çıkarmıyorlar? Niye çürüyen topluma ses çıkarmıyorlar? Niye çürüyen iktidara ses çıkarmıyorlar? Diye soruyorum.

Bakın başka bir yine vicdan sızlatan karar. Gazi Mahallesi’nde 2 çocuğu öldüren polisin cezası 24 Bin TL’ye çevrilmiş. 24 Bin TL’de 24 taksite çevrilmiş ama canları peşin alınmıştı bu çocukların! Adalet, taksitle sağlanmış! Kredi kartına 24 taksit gibi bir ceza verilmiş mahkeme tarafından. En hafifletilmiş, yani iki kişi ölüyor verdiğiniz ceza 24 Bin TL ve 24 taksitle!!! Önce öl, sonra bekle adalet yerine gelir!!! İnsanın, hayatın, hakkın değeri bu işte Türkiye’de!

Biz böylesine yozlaşmış bir ortamda şunu söylemek isteriz. Ben şahsen 28 Şubat’ta başörtü yasağına karşı mücadele etmiş bir insanım ama şu anda da başörtüsünü bayrak edinerek zulüm yapan, haksızlık yapan, yağma yapan, talan yapan başörtülü muktedirlere karşı mücadele veriyorum ve elhamdülillah bundan da çok memnunum çünkü biz bir ahlak ve vicdan mücadelesi veriyorduk ve sadece bir bez parçasına takılmıyorduk! Bez parçası ile haksızlığa uğrayanın yanındayız, haksızlık yapanın da karşısındayız. Başı açık ya da kapalı farketmez yeter ki zulme uğrayan olsun biz onun yanındayız arkadaşlar net bir şekilde söyleyelim! Başı açığa da kapalıya da zulüm yapıldığı zaman biz bu muamelelerin karşısındayız.

Evet ‘Görünmeyenler’ kavramı maalesef kamuoyuna girdi, Gökhan Güneş kaçırıldığında kaçıranlar: “Biz görünmeyenleriz.” demişti ve bu ‘Görünmeyenler’ habire insan kaçırıyor! Bakın en son kaçırılan bir insan da tehditler var yine. İnsanlar tehdit ediliyor. Zırhlı aracın arkasında cenazesi sürüklenen Hacı Lokman Birlik’e ait görüntüler ve mermi fotoları ile gönderiliyor insanlara. “Kafana yersin bir gün.”,“Tanıdık mı?”notunun yer aldığı tehdit mesajları gönderiliyor ve “Biz görünmeyenleriz.” Deniliyor. İçişleri Bakanlığı’na bunları soruyorsunuz: “Kimdir? Nedir bu görünmeyenler? İnsanları tehdit ediyor!” hiçbir açıklama yok.

Türkiye’den kırım manzaraları devam ediyor. Bakın ne diyor: “Sayın vekilim bu yıl bir kurumda işe başladım. Devam eden davam var, Bankasyadaki maaş hesabımdan dolayı sürekli çalıştığım kursu arayıp: “İşten çıkarın.” diyorlar, çıkarmayınca Kaymakamlık kuruma dava açmış işten çıkarmadığı için. Kış günü biz ne yapalım?” Yani olacak bir iş değil! Bu soykırım belgesidir başka bir şey değildir! Kaymakamlık bir kişiyi işten çıkarmak için büyük bir gayret sarf ediyor neden? Davası varmış!!!

Bir başka vaka anlatayım size. Geçen gün pazardayım, alışverişteyken bir kişi arkamda bekliyor ve benimle tanışmak istedi. KHK’lı bir F-16 pilotuymuş ve pazarda yumurta sattığını söyledi, çok zor durumlarda kaldığını söyledi ve darbe gecesi, darbe ile bir alakası olmadığını, halı sahada top oynarken darbeyi duyduğunu söyledi. Hakikaten de belliydi darbe olayında hiçbir adı, fiili geçmemiş ki serbestti ama görevini kaybetmişti ve bu F-16 pilotu pazarda yumurtacılık yapıyor!!!

Yine bir başka vatandaşımız eski bir KHK’lı Emniyet Müdürü Ostim Metro çıkışında herhangi bir iş bulamayıp, zor durumda kaldığı için incir satmaya karar vermiş. O bölgedeki mafya bu insanı dövmüş ve çamurlara bulanmış ve ardından bu kişileri mahkemeye verse de bu kişiler mahkemede de ciddi bir ceza almadan HAGB alarak kurtulmuşlar! Türkiye’de KHK’lının hali, yargının hali maalesef bu!

Terörist denince şaşırıyor insanlar! “Bana da mı terörist dendi.” Deniliyor ama niye şaşırıyorsunuz ki diye sormak isterim. KHK’lılara 4.5 yıldır terörist deniliyor, Aleviye, muhalif dindara, Ermeni’ye, dışlananlara  yıllardır terörist deniliyor. Kürtlere zaten en az 100 yıldır terörist deniliyor ama burada şöyle bir özeleştiri de yapmak lazım başkasına terörist denirken “Tamam öyledir, devletimiz öyle diyorsa teröristtir.” Diyorsanız yarın öbür gün size terörist dendiğinde de başkaları sesini çıkarmaz. Susma sustukça sıra sana gelecek lafının anlamını öğrenmiş olursunuz. İşin doğrusu burada herkesin bir özeleştiri yapması lazım, insan hakları kavramı sadece sana yapılan haksızlığa değil, herkese yapılan haksızlığa karşı çıkmaktır.

Kod-29 ile haksız işten çıkarılan çok kişi var! “Devrimci Tekstil İşçileri Sendikaları olarak, İstanbul Avcılar’da bulunan SML Etiket fabrikasında sendikal faaliyetimize yönelik saldırı gerçekleştirildi. 28 Ocak günü üyelerimizle birlikte 22 işçi işten çıkarıldı.” Diyor Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası yetkilileri.

Organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı bile: “Boğaziçi Üniversitesi Rektörü yerinde kalsın.” Diyor. “Melih Bulu’ya aman çekilme.” Diyor. Zaten bunu dediği için o Melih Bulu’nun o görevden istifa etmesi lazım. Memleket bu kadar felaket ve rezalet bir halde. Bir mafya lideri tüm öğrenciler ve öğretim üyelerinin ‘Git’ Dediği bir rektöre: “Aman kal.” Diyor, zaten bundan dolayı gitmek durumdasın! Gitmelisin!!!

Mehmet Dersulu cezaevinde tek başına bir hücrede hem darp edildi hem de zulmediliyor. Telefon ve mektup hakkı 1 ay boyunca yasaklandı, 14 Ocak 2021 tarihinden beri de hücrede tek başına kalıyor. Bir de cezayı bu koşullarda uygulamaya başladılar!!!

KHK’lı hukukçu Levent Mazılıgüney ve diğer bazı KHK’lı hukukçular avukatlık ruhsatı almaya başladılar, kendilerini tebrik ediyorum. Büyük bir mücadele sergilediler ve bu mücadelenizde sonuna kadar yanınızdayız. Diğer avukatlık ruhsatı alamayan KHK’lı hukukçuların da en kısa sürede ruhsatı almalarını temenni ediyorum!

Bize yapılan saldırılar var biliyorsunuz! Çıplak arama gerçeğini dile getirdiğimiz için AK Parti’li yetkililer, Grup Başkanvekilleri bizi teröristlik ile suçladı, İçişleri Bakanı teröristlikle suçladı onlarca Avrupa’lı parlamenter Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mektup yazarak bize yapılan bu muameleyi kınadıklarını söylediler ve bu konudaki bilim insanları, entelektüellerin bu metne imzaları her geçen gün de artıyor! Sağ olsunlar, teşekkür ederim. Bizi yalnız bırakmadılar Avrupa’lı parlamenterler, sivil toplum kuruluşları liderleri teşekkür ediyorum buradan da kendilerine.

Osman Kavala’nın casusluk suçlamasıyla yargılandığı dava Gezi Davası ile birleştirildi. Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verildi. Zerre hukuk aramayın arkadaşlar bu kararlarda sadece Türkiye’nin sabıka kaydı için bir yerlere kaydedin bu davaları! Ben bütün bu ortama sessiz kalan dindarlara hatalarını söylüyorum! Özeleştiri yapacaklarına beni düşman ilan ediyorlar!             İlacına kurşun sıkan hasta gibi bu insanlar maalesef, işin doğrusu ben de doktorum bir insanın ilacını düşman ilan etmesi, sıkıntılarının çözümünü düşman ilan etmesini ne kadar trajikomik olduğunu da iyi bilirim ve uyarılarımızı yapmaya devam edeceğiz! Biz dışarıdan değil içeriden bu uyarıları yapan bir insan olarak ne kadar doğru söylediğimizi de çok iyi biliyoruz!

Son olarak birkaç önemli unutamadığımız vakayı söylemek isteriz.

Şerif Mesutoğlu müebbet cezası onandı ama tamamen hukuk dışı bir karar. Anayasa Mahkemesi’nden adalet bekliyoruz, olacak bir karar değil.

Mehmet Bal Batman’lı bir kişi, İstanbul’da kaçırıldı aylardır 1 yılı geçti halen hakkında tek bir haber alınmıyor, araştırma açıklama yapılmıyor.

Hürmüz Diril’i söylemeye devam edeceğiz aylardır eşinin cesedi bulunduktan sonra kendisi bulunmuyor! İçişleri Bakanlığı bu konuda tek bir açıklama yapmıyor, Süryani bir vatandaşımız.   

Yine Gülistan Doku aylardır bulunamayan bir kardeşimiz ve tüm çağrılara rağmen halen de bulunamıyor. 400 günü geçti ve halen bulunamayan bir kardeşimiz!

Gökhan Türkmen kendisine 9 ay boyunca işkence yapıldığını söylediği için duruşmaları kapalıya çevrilen bir insan bu da bir önemli yargı skandalı! Nedenini tekrar soruyoruz?

Yusuf Bilge Tunç 1.5 yıldır kayıp! Bir ülkede bir insan kayıp ölüsü, dirisi bulunamıyor ve kimsede bir açıklama yapmıyor. Bu ülkenin en önemli konusu aslında ama yandaş ve taraftarların insan haklarına uymama gibi nedenlerden dolayı ya görülmüyor ya önemsenmiyor, umursanmıyor!!!

Hüseyin Galip Küçüközyiğit ise 2 aydır kaçırılmış bir kişi! İnanılmaz bir şekilde halen bulunmuyor! Kendisini takip eden kişinin görüntüleri apaçık ortada olduğu halde inanılmaz bir şekilde bu kişi bulunmamakta, saklanmakta ısrar ediliyor belki kimi kuyularda şu anda işkenceye uğrayan bir insan. Biz onun sesini duyurmaya çalışıyoruz.

Teşekkür ediyorum, basın toplantımız burada bitiyor.

Yorumlar